Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə9/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   181

ANTROPOMORFİZM Sosy. İnsan şeklinde putlara inanma ve tapma esasına dayanan batıl bir din. Allah'ı insan vasıflarıyla tasavvur eden dinî inançlar da antropomorfizm'in başka kılıkta görünüşleridir. Meselâ aslı bozulmuş Musevilik ve Hıristiyanlıkta Allahın insan şeklinde düşünülmesi antropomorfizm denilen putperestliğe bir geri dönüştür. İslâm dini Allah'ın varlığı, sıfatları ve fiilleriyle eşsiz ve benzersiz olduğunu bildirmekle, en üstün ve mükemmel din olmak şerefine hak kazanmıştır. İslâmın "Görmek, işitmek, konuşmak" gibi insani vasıfları Allaha atfettiğini, ve bu sebeple antropomorfik dinler arasında yer aldığını iddia edenler ya bilgisiz ya da kasıtlı kimselerdir. Çünkü İslâm, Allahın "Görmek, işitmek, konuşmak" fiilinde insanın muhtaç olduğu organ ve şartlara muhtaç olmadığını bilhassa belirtir ve insan fiili ile hiçbir surette benzerliği bulunmadığını açıklar. İslâm en cahil insandan en âlim insana kadar herkese hitap eden bir din olduğu için, basit ve kaba düşünenlere, hareketlerinin Allah'dan gizli kalmayacağını anlatmak için Allah'ın, putperestlerin ilahları gibi konuşmaz, görmez, işitmez diye düşünmemelerini, Allah'ın her hal ve hareketlerinden haberdar olduğunu anlatmaktadır.

ANTÛT Çöl ortasındaki küçük dağ ve tepe.

ANÛD Muannid. Çok inatçı.

ANÛN İsyankâr, kavgacı. * Davarların önünde yürüyen davar.

ANVE Kuvvet, cebr, zorakilik, zorlama, zor.

ANVET Kahretmek. * Galip olmak.

ANYE Güçlük, engel, zorluk, meşakkat.

ANZAR (Bak: Enzar)

APOSTERİORİ Fels: Tecrübe sonunda meydana gelen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ ateşin yakıcı olduğunu denedikten sonra anlarız. Bu bilgi, aposteriori bir bilgidir.

APRİORİ fels. Tecrübeden önce insan aklında varlığı kabul edilen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ: "Her sayı kendine eşittir" hakikatı hiçbir deneye baş vurmadan bilinen bir apriori bilgidir.

APSİS Fr. Yönlü bir eksen üzerinde bulunan bir noktanın, başlangıç noktasına olan uzaklığının cebirsel değeri. * Bir noktanın, fezadaki yerini tesbite yarıyan ana çizgilerden yatay olanı.

APULET (APOLET) Fr. Askerlerin, sınıf ve rütbelerine göre sırma, ipek veya yünden omuzlarına taktıkları saçak.

ÂR Utanma, mahcubiyet. Utanılacak şey. Ayıp. Şiyb. Şerm. Haya.

ÂRSIZ Bî-ar, utanmaz, arsız.

ÂR Ü NAMUS Utanma, haya ve namus.

ÂRÂ f. Süsleyen. Bezeyen.

DİL-ÂRÂ Gönül avutan, gönül süsleyen.

MECLİS-ÂRÂ Meclisi süsleyen.

ÂRÂ Fikirler. Reyler.

ARÂ Mıntıka, bölge. * Komşuluk. * Avlu. * Çıplaklık. * Geniş, çıplak arazi.

ÂRÂB (İrb ve İrbe. C.) Hacetler. * Uzuvlar. * Akıllar, zekâlar. * Hileler, oyunlar.

ARAB Ceziret-ül Arab, Şam, Hicaz, Irak, Yemen, Mısır ve Afrika'nın şimâlinde yaşayan geniş bir kavmin adı.

A'RAB Göçebe Araplar, çölde yaşayan Araplar.

ARÂBE (C: Arâbât) Keçi veya koyunun memesine geçirilen torba. * Açık saçık konuşma.

ARABE (Arben) Yemek yeme.

ARABESK Süslemede kullanılan bir çeşit tezyinat.

ARABÎ Arabça, Arab dili. Arab kavmine mensub.

A'RABÎ Çölde yaşayan Arab.

ARABİSTAN f. Arap ülkesi. Arapların yaşadığı ülke.

ARABİYYAT (Arabiyyet. C.) Arapçaya dâir ilimler, kitab veya fikirler. Arap edebiyatı.

ARABİYYET Arapça ile ilgili olan (İlim, fikir veya kitap). Arap edebiyatı.

A'RAC Anadan doğma topal (aksak).

ARAC f. Dirsek.

ARADÎN (Bak: Eradîn)

A'RAF (Arf. C.) Sırt, tepe. Özel manası Cennetle Cehennem arası bir yer.(Arf, herhangi bir yüksek yer demektir ki, bu münâsebetle atın yelesine, horozun ibiğine arf denilmiştir.)(A'raf, meşhur bir kavle göre Cennet ile Cehennem arasındaki hicabın, surun yüksek tepeleri demek olur. İbni Abbastan sıratın şerefeleri diye bir kavil de mervidir. Fakat Hasanı Basri Hazretleri demiştir ki, A'raf ma'rifettendir. Ve mânâ "Ehl-i Cennet ile ehl-i Nârı simalarından tanımak üzere bir takım rical vardır demektir. Kendisine bu rical "hasenat ve seyyiatları müsavi olan kimselerdir" denildikte dizine vurmuş ve bunlar, demiş, Allah tealânın ehl-i Cennet ile ehl-i Nârı tanımak ve birbirinden temyiz etmek üzere tâyin buyurduğu bir kavmdir. Vallahi bilmem belki bazısı şimdi beraberimizdedir. Hâsılı A'raf üzerindeki ricalin tefsirinde başlıca iki kavil vardır. Birincisi Ebu Huzeyfe ve saireden mervi olduğu üzere bunlar amelde kusur etmiş ve mizanda hasenat ve seyyiatları müsavi gelmiş bir taife-i muvahhidindir ki Cennet ile Cehennem arasında bir müddet kalırlar. Sonra Allah Tealâ haklarında bir hüküm verir. (İkincisi) Bunlar Enbiya, şühedâ, ahyar, ulemâ veya rical suretinde görünür. Melâike gibi dereceleri yüksek bir takım zevattır.) (E.T.)

A'RAF (Örf. C.) Âdetler, örfler, an'aneler.

A'RAF SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 7. suresidir. Mekke-i Mükerremede nâzil olmuştur. Suret-ül Mikat, Suret-ül Misak, Elif lâm mim sâd gibi isimleri de vardır.

ARAFAT Mekkenin 16 kilometre doğusunda Hacıların arefe günü toplandıkları tepe ve bunun eteğindeki ova. Tepenin diğer bir adı Cebel-ür Rahme (Rahmet dağı)dır. Adem (A.S.) ile Havva anamız Cennet'ten çıkarıldıktan sonra burada bir araya geldiler. İbrahim Peygamber (A.S.) Cebrail ile burada konuştu. Hz. Muhammed (ASM) yüzbin insana hitab eden veda hutbesini burada okudu. İnsan haklarını 14 asır önce burada dünyaya ilan etti.

ARAFET (C: Avârif) Atâ, ihsan, hediye.

ARAHİM Büyük olan şey. * Bir cins beyaz büyük mantar.

ARAİS (Arûs. C.) Gelinler. * Güneşler. * Gökler.

ARAİZ (Ariza. C.) Arz olunan meseleler. Küçükten büyüğe yazılan yazılar.

A'RAK (Irk. C.) Kökler, damarlar.

ARAK Ter, rutubet.* Dağdaki yol. * Çukur. * Deve izleri. * Sıra sıra olan şey. * Zenbil. * Menfaat, sevab, karşılık. * Süt.

ARAK Kalabalık, izdiham.

ARAK-ÇİN Kavuğun altına giyilen takke.

ARAK-DAR f. Terli.

ARAKÎ Terle ilgili, tere mensub.

ARAKİYYE Yünden yapılan bir cins külâhtır ki, bilhassa dervişler kullanırlar.

ARAKK Çok ince. En ince. Ziyâde rakik olan.

ARAKNAK f. Terlemiş, terden ıslanmış, ter içinde kalmış.

ARAKRİZ f. Terliyen, ter döken.

ÂRÂM (İrem. C.) Çölde, sahrada konulan hususi nişan.

ÂRÂM f. Durma, dinlenme. * Yerleşme, rahat etme, karar kılma. * Eğlenme.

ÂRÂM-I CÂN Gönül rahatı. * Sevgili, sevilen güzel.

ÂRÂM-I DİL Sevgili, sevilen güzel. * Gönül rahatı.

ÂRÂM-BAHŞ f. Dinlendirici, dinlendiren, ârâm veren.

ÂRÂM-CÛ f. Dinlenmek isteyen.

ÂRÂM-CÛYANE f. Dinlenmek isteyene yakışır şekilde.

ÂRÂM-GÂH f. Dinlenilecek yer.

ÂRÂMGÂH-I EBEDÎ Ebedi olarak dinlenilecek yer, sonsuz olarak istirahat edilen yer, mezar.

ÂRÂM-GÂR Hiçbir sıkıntısı olmayan, rahat yaşayan adam.

ÂRÂM-GÜZİN f. Dinlenmek için oturan, istirahat eden, dinlenen.

ÂRÂMÎ f. Dinlenme, rahat etme.

ÂRÂMİDE f. Rahat olan, dinlenen, sükûn halinde ve rahatta bulunan.

ÂRÂMİŞ f. Huzur, rahat.

ARAMRAM (Aremrem) Asker çokluğu. * Şiddetli hâl ve iş.

ARÂM-RÜBA f. Sıkıntı veren, istirahatı bozan, rahatı kaçıran.

ARÂM-SAZ f. Yerleşen, oturan.

ARÂM-SÛZ f. Huzuru bozan, rahatsızlık veren.

ARAN f. Dirsek.

ARANİK Su kuşlarından boynu uzun bir kuş.

AR'AR Dikenli ardıç ağacı, dağ selvisi. * Mc: Güzelin boyu bosu.

AR'AR Arap diyârında bir yerin adı. * Bir oyun çeşidi.

AR'ARE Dağ başı. İki burun deliğinin arası. * Servi ağacı. Çocuk oyunundan bir oyun.

ARARE (C: Arâr) İyi kokulu bir ot. * Şiddet * Kötü ahlâk. * Evin avlusu, ev içi. * Soğuk şiddetli olmak.

ARAROT Ufak çocuklara yedirilen besleyici bir cins nişasta ki, Amerika'da hasıl olan bir kökten çıkarılır.

A'RÂS Düğünler. * (İrs.C.) Evliler. * (Urs. C.) Nikâh merasimleri.

ARAS Yorgunluk, bitkinlik. * Hayranlık.

ARASAT (Aresât) Mahşer yeri. Haşir ve neşir meydanı.

ARASTE f. Bezenmiş süslenmiş. * Çarşının bir esnafa mahsus kısmı. * Vaktiyle ordu çarşısı, ordugâhta kurulan seyyar çarşı.

ARASTE-GÎ f. Süslülük, bezenmişlik, ârâstelik.

A'RAŞ (Arş. C.) Tahtlar. * Çatılar, damlar.

ARAT Bölge, mıntıka. * Avlu.

ARAYENDE f. Düzen verici, süsleyici.

ARAYÎ f. Süsleyicilik.

ARAYİŞ f. Süs, zinet. * Süsleme.

ARAZ İşâret, alâmet. * Tesâdüf, rast gelme. * Kaza. Felâket. Zâtî olmayan hâl ve keyfiyet. * Fls. Herhangi bir cevherin varlığı için zaruri olmayan vasıf. Meselâ: Şekerin beyaz rengi şekerin varlığı için zaruri değildir.

ARAZÎ Araza âit ve mensub. Araza dâir ve ilgili.

A'RAZ (Araz. C.) Arazlar, işaretler, nişanlar, alâmetler. * Tesadüfler. * Hastalık alâmetleri. * Kazalar, felâketler, musibetler.

ARAZAN Rastgele, tesadüfen, tevafukan.

ARAZET Genişlik.

A'RAZİ Ârızî, tesâdüfî, rastgele.

ARÂZİ (Arz. C.) Yerler. Ekilen toprak. Ekilen yerler.

ARÂZİ-İ EMİRİYYE Huk: Beytülmâle mahsus olup devlet tarafından şahıslara dağıtılan yerler. (Tarla, çayır, koru ve emsali gibi.)

ARÂZİ-İ EMİRİYYE-İ MEVKUFE Huk: Sadece hazine menfaatleri veya tasarruf hakları veyahut ikisi de bir hayır cemiyetine ayırılan miri arazi.

ARÂZİ-İ EMİRİYYE-İ SIRFA Huk: Beytülmâle mahsus menfaatleri ve tasarruf haklarından hiçbiri bir cihete verilmeyip devlete ait olan ve şahıslara dağıtılan memleket arazisi.

ARÂZİ-İ GAMİRE Huk: Harap, su baskınına uğramış veya içine henüz çift girmemiş yerler.

ARÂZİ-İ HÂLİYE Boş, sahipsiz bırakılmış topraklar.

ARÂZİ-İ HARACİYE Müslümanlar tarafından fetholunan ve ulul-emir tarafından müslim olmayan eski sahibi elinde bırakılan veya hâriçten müslim olmayanlar getirilerek yerleştirilen arâzi.

ARÂZİ-İ MAHLULE Huk: Araziyi kullananın intikal sahibi mirasçı bırakmaksızın ölümüyle hükümete kalan arâzi-i emiriye.

ARÂZİ-İ MAHMİYE Huk: Beytülmâle ait araziden, koru, mer'a, yol, pazar yerleri gibi halkın ihtiyaçlarına ayrılmış olan arâzi.

ARÂZİ-İ MEFTÛHA Huk: Fetih hakkının taalluk ettiği yerler.

ARÂZİ-İ MEKTUME Huk: Beytülmâle haber verilmeksizin kullanılan mahlul veya müstahik-i tapu araziler.

ARÂZİ-İ MEMLUKE Mülkiyet yolu ile tasarruf olunan yerler. (Mülk, timar toprağı).

ARÂZİ-İ METRÛKE Terk edilmiş, bırakılmış topraklar, araziler.

ARAZİ-İ MEVÂT Huk: Hiç kimse tarafından kullanılmayan ve halka verilmeyen, meskun mahallerden biraz uzakta bulunan taşlık ve kıraç arazi.* İşlenmemiş toprak.

ARÂZİ-İ MEVKUFE Vakfedilmiş yerler. Bir hayır işine devamlı surette tahsis edilmiş yerler.

ARÂZİ-İ MEVKUFE-İ SAHİHA Huk: Arâzi-i memlükeden şartlarına uygun olarak vakfolunan yerler.

ARÂZİ-İ MİRİYE Devlete ait arazi.

ARÂZİ-İ MUHTEKERE Kiracısı tarafından üzerine bina yapılmak veya ağaç dikilmek üzere senelik bir ücret karşılığında kiraya verilen arazi. (Kiracı, kira bedelini her sene arâzi sahibine vererek o arâziyi devamlı sûrette elinde bulundurur.)

ARÂZİ-İ MUKADDESE Mukaddes yerler. Kudsi topraklar.

ARÂZİ-İ MÜBÂREKE Mübarek yer olan Hicaz.

ARÂZİ-İ MÜLKİYE Hükümet arazisi, hükümet toprağı. Hazine arazisi.

ARÂZİ-İ MÜRFAKA Huk: Sokaklarda oturulacak yerler ve caddelerde boş bırakılan kısımlar. Yolculara ait terkedilmiş konak yerleri, kervansaraylar.

ARÂZİ-İ MÜŞTEREKE Huk: Çokları tarafından tasarruf olunan yer.

ARÂZİ-İ ÖŞRİYYE Huk: Ziraat olundukça her sene hâsılatından beytülmâle, beytüssadakaya konulmak üzere, fakirlerin hakkı olan öşür alınan arâziler.

ARAZİŞ f. Hayır ve iyilik yapma. * Tasaddukta bulunmak.

ARBEDE Cidal, kavga, patırtı.

ARBEDE-CÛ Patırtıcı, gürültücü, kavgacı.

ARBEDE-CÛYÂNE f. Kavga çıkartmağa yeltenerek.

ARBEDE-SÂZÎ f. Gürültücülük, kavgacılık.

ARC Mekke ile Medine arasında bir mevzi. * Deve sürücüsü.

ARCA (Müz: Arec) Topal ve aksak kişi. * Sırtlan.

ARCELE Sürü, hayvan topluluğu. * Yayalar cemaati. * At sürüsü.

ARD f. Buğday ve diğer tahıllardan öğütülen un. * Buğdayı değirmen taşına akıtan oluk.

ARDA Vaktiyle bazı çavuşların elde tuttukları uzun değnek. * Nişan almak için dikilen değnek.

ARDA Çıkrıkçı kalemi.

ARD-BİZ f. Elek, un eleği. * Elekle un eleyen kişi.

ARDHALE f. Bulamaç adı verilen yemek.

ARDİN f. Deneme, imtihan, tecrübe.

ARDİYYE Ticaret eşyasının saklandığı yer. * Böyle bir yerde saklanan eşya için ödenen ücret.

ARDTÛLE f. Bulamaç denilen yemek.

ARE Borç olarak alınan veya verilen şey.

AREB Şehir ehli olanlar. * Mide fesâdı.

AREB Çok açıkgöz, en akıllı.

ÂREC f. Dirsek, kolun arka tarafı.

AREC Topallık, aksaklık.

A'REC Topal, aksak.

ARECAN Aksak ve topal kişinin yürümesi.

A'REF Pek ma'ruf, çok bilen. Arif. * Çok anlayışlı, fazla bilgili. * Yelesi ve boynu uzun olan at.

AREFE Kurban bayramından bir evvelki gün.

AREKİYYE Zinâkâr kadın.

AREKREK Aceleci, acul. * Kuvvetli büyük deve.

A'REM Alacalı, benekli (şey).

AREMET Savurmak için dövülüp toplanmış harman.

AREMİDE f. İstirahat eden, dinlenen. Rahat kişi.

AREMREM Kalabalık ordu, çok fazla asker.

AREN Davar ayağında olan kuru kemre. * Yarık. * Bir nesne yumuşak olmak.

ARENC f. Dirsek. * Gidiş, tarz, usül, metod.

ARENDE f. Birşey getiren kimse.

ARENG f. Dirsek. * Dert, keder. * Hile, dubârâ. * Tarz, tavır, üslüb. * Vali, hakim. * Zannolunur ki, galiba, öyledir, benzer gibi bir yakınlık ve benzerlik ifâde eder.

AREOMETRE yun. Sıvıların yoğunluk derecesini ölçmeye yarayan âlet. Arşimet'in keşfettiği kanuna istinad edilerek yapılan bu alet, içi boş cam bir silindir ile bunun üst kısmındaki dereceli bir çubuktan ibarettir.

ARES Hayranlık.

ARESTE f. Süslenmiş, bezenmiş.

ARET f. Dirsek.

ARF (C: A'râf) Rüzgâr. * El ayasında çıkan çıban.

ARF Güzel koku. * Yüksek yer. * Atın yelesi. * Horozun ibiği.

ARFA (Müz: A'raf) Yeleli. * Sırtlan.

ARGO Fr. Bir meslek veya topluluk sınıfı arasında kullanılan özel söz. * Mc: Serserilerin ve külhanbeylerin kullandığı söz veya deyim.

ARGON yun. Kim: A sembolü ile gösterilen renksiz, kokusuz ve tatsız bir gaz. Havada % 1 nisbetinde bulunur.

ARIK Uykusuz kimse, uykusuz olma halindeki.

ARINMAK t. Temizlenmek, pâk olmak.

ÂRIZ Sonradan olan şey. Bir şeyin zâtına ve hakikatına ait ve lâzım olmayıp başka bir varlıktan bazan vâki ve kaim olan. Takılan. Yapışan. * Bir şeyi arz ve takdim edici olan. * Kalın ve geniş bulut. * Ön dişlerin haricindeki onaltı dişin herbiri. * İnsanın yanağı. * Hasta olduğundan dolayı kesilen deve. * Seyrek sakallı kimse. (Bak: İctima-i zıddeyn) * (Arz. dan) Gelen. * Tesadüfî vakıa. * Dağ, bulut. v.s. gibi görmeye mâni olan herşey. * Yanak.

ÂRIZA Sonradan olan, noksanlık. * İsabet eden belâ ve keder. * Bozulma. * Gelip geçici. * Hariçten gelen te'sirle olan. * Bir şeyin olmasına veya görülmesine mâni olan birşey.

ÂRIZAN (Ârız. dan) Geçici olarak. * Tesadüfen, tevafukan, rast gele.

ÂRIZAN İki yanak.

ÂRIZÎ Zâtî ve irsî olmayıp sonradan hâsıl olan. Zâtî ve esastan olmayıp sonradan zuhur ve taalluk eden. Muvakkat, geçici.

ÂRÎ Pâk, pislikten uzak. * Hür.

ÂRÎ Hind-Avrupa dil ailesinden olan ırk veya kimse. * f. Evet.

ÂRİB Halis Arap cinsinden olan.

ÂRİC (Uruc. dan) Yukarı çıkıp yükselen. Çıkıp inen. Uruc eden. * Topal, aksak, noksan.

ÂRİF (İrfan. dan) Bilen, bilgide ileri olan. Aşinâ, vâkıf. Hakkı, hakkı ile bilen. * Sabırlı ve mütehammil. * Çok düşünmeğe ihtiyaç kalmaksızın, tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan. * Zevkî ve vicdanî irfan sâhibi olan.

ÂRİF-İ BİLLAH Mürşid, ermiş, evliyâ. Hakkın nuru ile Cenab-ı Hakk'ı bilen. Âlemi, hâdiseleri İlahî feyz ve ilim ile gören veli.

ÂRİF-İ ESRAR İlâhî sır ve hakikatlara vâkıf olan.

ÂRİF-İ MÜNEVVER Nurlanmış ve mesleğinin mütehassısı olmuş ve aklı ile beraber kalbi de nurlanmış âlim. Arif-i Billâh.

ARÎF Çok irfanlı, çok tanınmış, meşhur âlim. * Bir işten iyi anlayan.

ÂRİFAN f. Ermişler. Arifler.

ÂRİFANE t. Arife yakışır surette. Bilene yakışır şekilde. İrfan sahibi olarak.

ARİFLERİN MEZAKLARI Ariflerin zevkaldığı yer ve hususlar.

ARİG f. Kırılma, gücenme. * Kıskançlık, kin, nefret, adavet, düşmanlık.

ARİK Asil haseb ve neseb ehli olan.

ÂRİM İnatçı, kafa tutan.

ARİN Arslanın yerleşip yataklandığı yer. * Ağaçlar. * Et.

ARİR Garip.

ARİS Gerdek. Hacle.

ARİSTATALİS Yunan feylesofu Aristo.

ARİSTO (Doğum : M.Ö. 384) Yunan filozoflarından olup Eflatun'un talebesidir. Mantık, ahlâk, siyaset, iktisad, felsefe kitapları vardır. Ruhun bakiliğine inanırdı. Tecrübeden ziyâde akla fazla kıymet verdiğinden çok yanılmıştır. (Silsile-i felsefenin en mükemmel fertleri ve o silsilenin dâhileri olan Eflatun ve Aristo, İbn-i Sina ve Fârâbi gibi adamlar "İnsaniyetin gayet-ül gayâtı : (Teşebbüh-ü Bil-vâcib) dir. Yâni Vacib-ül Vücud'a benzemektir." deyip fir'avunane bir hüküm vermişler ve enaniyeti kamçılayıp şirk derelerinde serbest koşturarak, esbabperest, sanemperest, tabiatperest, nücumperest gibi çok enva-i şirk taifelerine meydan açmışlar. İnsaniyetin esasında münderic olan acz ve zaaf, fakr ve ihtiyaç, naks ve kusur kapılarını kapayıp, ubudiyetin yolunu seddetmişler. Tabiata saplanıp, şirkten tamamen çıkamayıp, şükrün geniş kapısını bulamamışlar...Nübüvvet ise: Gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı İlâhiyye ile ve secaya-yı hasene ile tahalluk etmekle beraber, aczini bilip kudret-i İlâhiyyeye iltica, zaafını görüp kuvvet-i İlâhiyyeye istinad, fakrını görüp rahmet-i İlâhiyyeye itimad, ihtiyacını görüp gına-yı İlahiyyeden istimdad, kusurunu görüp afv-ı İlahiyyeye istiğfar, naksını görüp kemâl-i İlahiyyeye tesbihhan olmaktır diye, ubudiyetkârane hükmetmişler.İşte diyanete itâat etmiyen felsefenin böyle yolu şaşırdığı içindir ki; ene, kendi dizginini eline almış, dalâletin herbir nev'ine koşmuş. İşte şu vecihteki ene'nin başı üstünde bir şecere-i zakkum neşvünema bulup, âlem-i insaniyetin yarısından fazlasını kaplamış. S.)

ARİSTOKRASİ yun. Âlimlerin ve cemiyette en iyilerin iktidarına dayanan hükümet şekli. Tarihte soylu, imtiyazlı, toprak sahibi, zenginlerin hâkimiyetine dayanan hükümet şekli. Bu şekli ile oligarşi veya plütokrasi adıyla da anılmaktadır. İmtiyazlı azınlığın, çoğunluğu idare etmesidir.

ARİSTOKRAT yun. Sınıf farkını kabul eden ülkelerde asil sayılan kimse. Asilzâde sınıfından olan.

ARİŞ f. Anlam, mânâ, kavram, mefhum.

ARİŞÎ f. Manevî. Mânâ ile ilgili.

ARİŞ Samandan yapılan bir çeşit ev. * Çardak, asma çardağı. * Sundurma, takdim ettirme.

ARİYE (Ariyet) Geri verilmek üzere alınan, iğreti. Bir kimsenin geri almak üzere, karşılıksız olarak başkasının faydalanmasına terk ettiği mal. Kullanılmak üzere alınan emanet mal.

ARİYETEN İğreti olarak, emâneten mânasında kullanılır.

ARİYY (C: Erâri) Davar bağlanan yer ve ip.

ARİYYET Ödünç verip almak.

ÂRİZ Azarlayıcı.

ARİZ Ardıç ağacı.

ARİZ Enli, geniş.

ARİZ VE AMİK Enine ve boyuna, genişliğine ve derinliğine, tafsilâtlı şekilde.

ARİZA Büyük bir kimseye hürmetle yazılan veya verilen şey, istirhamnâme, hediye.

ARİZE Sâbit olmak. * Kuvvetli ve muhkem olmak. Bahil olmak.

ARK Ulaşmak.

ARK Tarla ve bostana su akıtmak için açılan yol, cedvel, hark.

ARKA Çadıra diktikleri direk. * Duvar içinde kerpiç ve taş arasına konulan ağaç.

ARKAN Terleme.

ARKEOLOJİ (Bak: Atikiyyat)

ARKES Cem'etmek, toplamak.

ARKÎ Balık avcısı.

ARKUB Ökçe siniri. * Yalan ve kötü söz.

ARM (Arem) İnatçılık, muannitlik. * Kafa tutma.

ARMÂ' Alaca yılan.

ARMADOR İtl. Direk, seren, ip ve yelken gibi şeylerle gemiyi donatan usta.

ARMAN f. Hasret, özleyiş, özleme. * Nedâmet, pişman olma. * Eseflenme, teessüf. * Sıkıntı, rahatsızlık, zahmet.

ARMANÎ f. Müteessif, kederli, üzüntülü. Pişman, nâdim.

ARMATÜR Lât. Fiz: Kuvvet akımını toplu bir hale koymak için mıknatısın kutupları arasına yerleştirilen demir parçası. * Kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.

ARMAZ Kurbağa yosunu.

ARNAVUT (Rumca ve Arnavutçadan) Balkan yarımadasının batı tarafında oturan bir kavimdir. Osmanlı devrinde, Kosova, İşkodra, Manastır, Yanya vilâyetleridir. Şimdi müstakil bir devlet olup, Türkçede Arnavutluk şeklinde söylenir.

ARR Uyuz hastalığı.

ARRA' Sıtma tutmak, titremek.

ARRADE (C: Arrâdât) Küçük bir çeşit mancınık ki, hareket eden tekerlek üzerine konurdu. * Dişi çekirge.

ARRAF Falcı, kâhin, müneccim. * Hekim. * Göçebe Arab aşiretlerinin örfe vâkıf umumi bilgileri. (Müe: Arrâfe)

ARRAS Gürleyen, şimşek çakan. * şimşekli.

ARRE Câriye. * Uyuz hastalığı.

ARS İki duvar arasında olan duvar.

ARS Şimşekli ve yıldırımlı bulut.

ARSA (C: Arasât) Bina yapılacak boş arazi parçası. Üzerindeki binası yıkılmış veya yapıya tahsis olunmuş yer.

ARSA-İ ÂLEM Alem arsası, dünya meydanı.

ARSA-İ KÂR-ZÂR Muharebe alanı, savaş meydanı.

ARSAT Semer ağaçlarına çakılan ağaç mıh.

ARŞ Bağ çardağı. * Gölgelik. * Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri. (Arş kâinatı kaplar. Allah'ın kudreti ve ilmi de herşeyi kaplar.) * Fevkiyyet, ulviyyet. * Arş-ı Alâ, Arş-ı Rahman, Arş-ı İlâhi, Arş-ı Yezdan, Felek-i Eflâk, Felek-i Atlâs, Felek-i Azâm gibi isimlerle Cenab-ı Hakkın izzet ve saltanatından kinaye olarak söylenir. (O.S) (... Arş: Zâhir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır. Bu halitada dahil olan İsm-i Zâhir itibarı ile Arş Mülk; kevn, Melekut olur. İsm-i Bâtın itibarı ile Arş, Melekut; kevn, Mülk olur. Demek Arşa ism-i Zâhir nazarı ile bakılırsa; kendisi zarf, Kevn de mazruf olur. İsm-i Bâtın gözü ile bakılırsa; kendisi mazruf, kevn zarf olur. Ve kezâ ism-i Evvel itibârı ile $ âyetinin işâret ettiği kevnin bidayetini içine alıyor. Ve ism-i Âhir itibarı ile $ hadis-i şerifinin ima ettiği kevnin nihâyetini içine alıyor. Demek Arş öyle bir halitadır ki, şu dört isimden aldığı hisseler ile kevn ve vücudun sağını, solunu, üstünü ve altını ihata etmiş olur. M.N.) (... Arş, sakf demektir ki bir binanın veya yerin muhit-i ulvisini teşkil eder. Bir eve nisbetle tavanı, tavanına nisbetle üstündeki çatısı, kubbesi, tepesindeki köşkü, tahtaboşu, cihannüması hep arş medlülünde dahildir. Buna müteferri olarak çadır ve çardak gibi yükselen ve gölge veren her şeye de ıtlak olunur.) (E.T.)

ARŞ-I A'ZAM En büyük arş. Cenab-ı Hakk'ın arşı. (Bak: Arş)

ARŞ-I AZİM (Bak: Arş-ı a'zam)

ARŞ-I BERİN Arş-ı âlâ. Göğün en yüksek tabakası.

ARŞ-I EHADİYET Allahın ehadiyet tecellisinin arşı ve âlemi. Allahın, ehadiyet tecellisini gösteren âlem.

ARŞ-ÜS-SÜREYYA Ülker yıldızının altında yer alan bir yıldız topluluğu.

ARŞA f. Güverte.

ARŞIN f. Bir uzunluk ölçüsü. (68 cm. uzunluk.) Bir kol boyu. Büyük bir adım genişliği. * Zirâ'.

ARŞİDÜK Fr. Avusturya ve Macaristan İmparatorluk hanedanı prenslerine verilen ünvandır ve "Büyük Düka" demektir. Türkçe'de Arşuduka da denmiştir. ARŞİV : Fr. Eski ve tarihçe kıymetli olan resmi kayıt ve kâğıtların saklandığı yer. * Bir mevzu hakkında toplanmış muhtelif vesikaların hepsi.

ARŞİYÂN f. Arş'ın etrafında tesbih ederek dolaşan melekler.

ARŞ U FERŞ (Arş u zemin) Arş ve yeryüzü.

ARŞ U KÜRSÎ (Arş ve Kürsî) Arş ile Kürsî.

ARŞ VE SÜLLEM Delil-i Arşî ve Delil-i Süllemî'den kinâyedir. (Bak: Delil).

ARTAL Akranlarından ve benzerlerinden çok daha iri yapılı olan.

ARTEBE Burun ucu.

ARTEBE Davul.

ARTEL Yoğun, büyük nesne.

ARTEN Bir ot cinsidir ki, debbağlar onunla gön ve sahtiyan dibâgat ederler.

ARTEZİYEN Fr. Burgu gibi bir âletle açılıp su fışkırtılan kuyu.

ARTI Mat: (+) ile gösterilen toplama işaretinin adıdır.

ARUB (C: Urub) Erkeğini seven kadın.

ARUBE Fasih, hatasız arabca konuşmak. Bu kelimenin mastarları: Araben, arâbeten, uruben, urubiyyeten diye de okunur. * Cuma günü.

ARUF Uzun zaman ıztırab, elem çeken.

ARUG f. Geğirme.

ARUGDE f. Öfkeli, kızgın.

ARUN f. İyi vasıflarla meşhur olmuş, güzel huylular.

ARUS Süslenmiş gelin, güveyi. * Güneş. Gök. * Kim: Kükürt.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin