Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə181/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   173   174   175   176   177   178   179   180   181

ZİYAFET Karışık ve değişik olma.

ZİYAİ (Ziyaiyye) Işığa ait. Ziyaya dair ve mensub olan.

ZİYAL Uzun kuyruklu at.

ZİYAME Ayıplı olmak.

ZİYAN f. Zarar, ziyan, kayıp, hasar.

ZİYANİSAR (Ziya-nisâr) f. Işık saçan, ışık serpen.

ZİYANKÂR f. Zarar veren, ziyancı. Zarar ve ziyan edici.

ZİYAPAŞ f. Işık ve aydınlık veren. Ziya saçan.

ZİYA PAŞA (Mi: 1825 - 1880) İstanbul'da doğmuş ve Adana'da vali iken vefat etmiştir. İslâm-Türk hürriyet-perverlerinden olan Ziya Paşa, "zekâvette alemdar" bir şahsiyet olmasına rağmen, kâinatta cereyan eden hâdiselerin gaye ve hikmeti karşısında şaşırmış, bu sebebten ıztırab çekiyor. " Eyvah kimden kime şekvâ edeyim, ben dahi şaştım" diye feryad etmiştir. Yine kâinattaki İlâhi güzellik ve zahirde çirkin olarak gözüken, fakat neticesi hayır ve hikmetler dolu olan hadiseler karşısında da; Cenab-ı Hakk'ı tesbih ederek ruhunun feryadını dindirmeğe çalışmıştır.Yeni Osmanlılar Cemiyetine girmiş ve Namık Kemal ile 1876'da Paris'e hicret etmiştir. Zafernâme ve üç cildlik Harabât adlı -Divan edebiyatı şairlerinin seçme şiirlerini toplayan- kitabı vardır.

ZİYAR Yavşa denilen nesne. (Baytarlar) onunla davar dudağını kıstırıp zebun ederler.

ZİYARE Meşhur, şöhretli.

ZİYARET Görüşmeğe gitmek. Bir kimseyi görmeye varmak.

ZİYARET-GÂH f. Ziyaret yeri. * Türbe. Makbul ve dine büyük hizmeti olan ve veli tanınanların kabrinin bulunduğu yer.

ZİYY (C.: Ezyâ) (Zeyy) Dış görünüş. * Libas. Kılık, kıyafet. Hey'et.

ZİZA' Ot ve su olmayan yer.

ZİZEFUN Ihlamur ağacı.

ZORBAZ f. Kuvvet oyunları gösteren sanatkâr. Bu oyunlar hünerden çok güce, kuvvete dayandıkları için, zor oyuncusu demek olan bu tabir meydana gelmiştir. Eskiden cambazlar kuvvetli adamlar oldukları için ekseriyetle vücutlarının kuvvet ve metanetine delil olan görülmeğe değer numaralar da gösterirlerdi. Meselâ bazı cambazlar koca bir taşı yerden alıp havaya atarlar ve taş aşağıya inerken, başlarının üstündeki lâstik topmuş gibi kâh göğüsleriyle, kâh arkalarıyla, kâh başlarıyla karşılayıp taşa vururlar, yere düşmeden tekrar havaya çıkarırlar ve böylece oynarlardı.Bazan da koca su küplerini karşılarına alıp, koç dövüşür gibi karşıdan hızla gelip başlarıyla vurarak küpü parça parça ederlerdi. Bu çeşit kuvvet oyunları gösteren cambazlara, zorbaz denirdi. (O.T.D.S.)

ZÛ Kelimenin başına gelerek "sâhip, mâlik olan" mânasını verir. (Bak: Zâ)

ZÛ' Gece uçan kuşlardan birisi. * Erkek baykuş.

ZÛ' (C.: Azvâ'-Ziyâ') Işık, aydınlık.

ZUAFA (Zayıf. C.) Zayıflar. Zayıf olanlar.

ZUAK Tuzlu su.

ZUAMA (Zaim. C.) (Zeâmet. den) Kefiller. * Büyük tımar sâhipleri.

ZU'BAN (Zi'b. C.) Canavarlar, kurtlar.

ZUBE Bir taraf.

ZUBBAN (Zabb. C.) Kelerler, kertenkeleler.

ZUCRET Yürek darlığı, iç sıkıntısı.

ZUCRETVER f. Sıkıntılı.

ZUD f. Çabuk, tez, hemen olan, acele.

ZUD Üçten ona kadar olan develer.

ZUDAŞNA (Zud-âşnâ) f. Her gördüğü kimseyle dost olan.

ZUDENDAZ (Zud-endâz) f. Akla geldiği şekilde, düşünülmeden söylenen söz.

ZUDHİZ f. Vazifesini çok çabuk gören hizmetkâr.

ZUDÎ f. Tezlik, çabukluk.

ZUDRES f. Çabuk erişen.

ZUDSİR f. Faydasız. Menfaatsiz. * Kötü huylu. * Bir şeyden çabuk bıkan, usanan.

ZUDTER f. Daha çabuk.

ZU-ESMAR Meyveli. Semereli.

ZUFR Tırnak.

ZUFUR (C.: Ezfâr-Ezâfir-Zufir) Tırnak. * Yay başında kiriş takılan yerden ucuna varıncaya kadar olan miktar.

ZUGLE Her nesnenin bakiyyesi ve bölüğü. * Birşeyin bölük bölük olması.

ZUGLUL Yeyni, hafif. * Küçük oğlan.

ZUGR Şam vilayetinde bir yerin adı.

ZUHAL (Bak: Zühal)

ZUHAR Ok yeleği. Kanat yeleği.

ZU-HAZZ Nasibi olan, nasibli. * Hoşlanan, zevk alan.

ZUHR Öğle vakti. Öğleyin.

ZUHR(E) İhtiyaç zamanı için muhafaza edilen, saklanan şey. Zahire. * Sâlih amel. Âhiret için yapılan hazırlık.

ZUHR Sahavetli zenginlik. * Yüksek şeref.

ZUHREFE Süslemek, bezemek.

ZUHRUF Yaldız. Yalancı süs. Gösteriş. Zinet. Altın.

ZUHRUF SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 43. suresidir. Mekkîdir.

ZUHUR Meydana çıkmak. * Ansızın meydana gelmek. * Baş göstermek. Görünmek. * Hulul. * Galip olmak. * Âlîkadr.

ZUHURÂT Birden oluveren şeyler. Hesapta olmayan umulmadık hâdiseler. * Sünuhat. (L.R.)

ZUK' (C.: Ezkâ) İki uyluk arası.

ZUKAK (C.: Ezikka) Sokak.

ZUKK Kuşun yavrusuna ağzından birşey yedirmesi.

ZUKL Harâmi. * Küçük dar gemi.

ZU'KUK (C.: Zeâkık) Yaramaz huylu kimse.

ZULAME Mazlumun hakkı.

ZULEL Gölgelikler.

ZULEM Karanlıklar.

ZULEMAT (Zulmet. C.) Zulmetler, karanlıklar.

ZULLAME (Zalime) Zâlimin zulümle aldığı mal.

ZULLÂN (Zelil. C.) Zeliller.

ZULLE (C.: Zulel) Gölgelik. * Gölge eden bulut. * Sofa.

ZULM (Zulüm) Haksızlık. * Eziyet, işkence. * Bir hakkı kendi yerinden başka bir yere koymak.( $ sırrınca: Dostların hataları, hizmetimizde bir nevi zulüm hükmüne geçtiği için, çabuk çarpılıyor. Şefkatli tokat yer, aklı varsa intibaha gelir. Düşman ise, hizmet-i Kur'âniyeye zıddiyeti, mümânaati, dalâlet hesabına geçer. Bilerek veya bilmiyerek hizmetimize tecavüzü, zendeka hesabına geçer. Küfür devam ettiği için, onlar ekseriyetle çabuk tokat yemiyorlar. Nasılki küçük kabahatleri işliyenlerin, nâhiyelerde cezaları verilir. Büyük kabahatleri de büyük mahkemelere gönderilir. Öyle de: Ehl-i imanın ve has dostların hükmen küçük hataları, çabuk onları temizlemek için kısmen dünyada ve sür'aten verilir. Ehl-i dalâletin cinayetleri, o kadar büyüktür ki: Kısacık hayat-ı dünyeviyeye cezaları sığışmadığından, muktezâ-yı adalet olarak Alem-i Beka'daki Mahkeme-i Kübrâ'ya havale edildiği için, ekseriyetle burada cezaya çarpılmıyorlar.İşte Hadis-i Şerifte $ mezkûr hakikata dahi işaret ediyor. Yâni: Dünyada şu mü'min, kısmen kusuratından cezasını gördüğü için dünya onun hakkında bir dâr-ı cezadır. Dünya, onların saadetli âhiretlerine nisbeten bir zindan ve cehennemdir. Ve kâfirler, madem Cehennem'den çıkmıyacaklar. Hasenatlarının mükâfatlarını kısmen dünyada gördükleri ve büyük seyyiatları te'hir edildiği cihetle, onların âhiretine nisbeten dünya, cennetleridir. Yoksa mü'min bu dünyada dahi kâfirden manen ve hakikat nokta-i nazarında çok ziyade mes'uddur. Âdeta mü'minin imanı, mü'minin ruhunda bir cennet-i maneviye hükmüne geçiyor; kâfirin küfrü, kâfirin mahiyetinde manevî bir cehennemi ateşlendiriyor. L.)

ZULM-Ü MÜTEHACCİR Taş haline gelmiş, zulüm. (Bak: Sanemperest)

ZULMANÎ Karanlık. Karanlıkla alâkalı. Karanlıklı ve karanlık gaflet uykusunda olan.

ZULMAT (Zulümât - Zulemât) (Zulmet. C.) Karanlıklar. Kara gün. * Dinsizlik ve zulüm devri.

ZULMEN Haksızlıkla, zulüm yaparak.

ZULMET Karanlık. * Mc: Sıkıntı.

ZULMET-İ MÜNEVVERE Efkâr-ı hâzırada cehl-i basiti, cehl-i mürekkebe kalbeden en mühim sebep. Meçhul bir şeye parlak bir isim takmakla anladım zannetmek ve izah olundu zannetmektir. Manyetizma, telepati, kuvve-i mıknatısıyye ve elektrik gibi isimleri takmakla o hârika hâdiseler izah olunmuş olamazlar.

ZULMET-İ MÜZEVVER Dedikodu, fitneden hâsıl olan azab ve mânevi karanlık.

ZULMET-ÂLUD Karanlıklı. Karışık ve sıkıntılı.

ZULMET-EFZÂ (Zulmet-fezâ) Karanlığı artıran.

ZU'LUB (C.: Zeâlib) Bez parçası.

ZULUF (Zılf. C.) Koyun, keçi, inek gibi hayvanların çatal tırnakları.

ZU'LUK Bir ot cinsi.

ZULUL Gün geçirmek. * İşi gece yapmak. * (Zıll. C.) Gölgeler.

ZULÜMAT (Bak: Zulmât)

ZU'M (Zuum) Bâtıl zan. Şübhe. Yanlış zan.

ZU'MİYYÂT Bâtıl, yanlış zanlarla alâkalı şeyler.

ZUMNE Müzmin illet, zamanla yerleşmiş olan hastalık.

ZU'MUM Yorulmak.

ZUN Put, sanem.

ZUNBUB İncik önünde olan kuru kemik.

ZUNUN (Zann. C.) Zanlar. şübheler.

ZUR (Zor) f. Kuvvet, güç.

ZUR Yalan. Asılsız. Uydurma.

ZU'R Korku, havf.

ZURAFA (Zarif. C.) Zarifler. Zarif, hoş, tatlı ve nâzik konuşan, kibâr ve nâzik hareket eden kimseler.

ZURAR Keskin bir taş.

ZURBA f. Zorba. Bir işi zorla yaptıran. * Kuvvetli, güçlü.

ZURBAYÂNE f. Zorbalıkla, zorbacasına.

ZURBAZ (Bak: Zorbaz)

ZURHANE f. Spor salonu.

ZURK Yonca içinde biten yaban otu.

ZURKÂR f. Zorlayan.

ZURMEND f. Güçlü, kuvvetli.

ZURU' (Zar'. C.) İnek ve benzeri hayvanların memeleri.

ZURUB Kısa boylu, şişman ve etli kimse.

ZURUF (Zarf. C.) Zarflar. Kablar.

ZU'RUR Yaramaz huylu kişi. * Kızılcık yemişi.

ZUTT Zencilerden bir kabile.

ZUYUC Meyletmek, yönelmek, eğilmek.

ZUYUF (Zayf. C.) Misafirler. Geçici olarak duranlar.

ZÛ-ZENEB Kuyruklu. Kuyruğu olan.

ZÜ- "Sâhip, mâlik" mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.

ZÜ-L CELAL Celal sâhibi.

ZÜAF Tez, acele, hızlı seri.

ZÜAF Ağu. Zehir.

ZÜBAB(E) Sinek.

ZÜBAB Şom. Şer, kötülük. Kovmak, uzaklaştırmak.

ZÜBAD Bir ot cinsi.

ZÜBALE Mum. Kandil fitili.

ZÜBANA Yılan boynuzu. * Akrebin kuyruğu ucundaki dikeni.

ZÜBBAD Değersiz şey. * Kaymak.

ZÜBD Tereyağı, kaymak.

ZÜBDE (C.: Zübüd) Netice, sonuç, hülâsa. * Bir şeyin en mühim kısmı. * Kaymak. * Her nesnenin iyisi ve hâlisi.

ZÜBDE-İ KEMÂL Kemâlin en ileri derecesi.

ZÜBDE-İ MAKAL Sözün özü.

ZÜBDÎ Tereyağıyla ilgili, tereyağına ait. Tereyağlı cisimler.

ZÜBED (Zebed. C.) Köpükler. * (Zübde. C.) Özler, özetler, zübdeler, neticeler.

ZÜBEH Bir ot.

ZÜBEYR (Zübür. den) Yazılı küçük şey.

ZÜBEYR BİN AVVAM (R.A.) Sahabe-i Kiramdan ve Aşere-i Mübeşşeredendir. Erkeklerin beşincisi olarak onbeş yaşında iken İslâmiyeti kabul etti. Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı muhafaza için ilk kılıç çekenlerdendir. Bütün gazalarda bulunup çok yara aldı. Mısır'ın Fethinde bulundu. Çok zengin olduğu hâlde bütün varını İslâmiyete fedâ etti. Namaz kılarken şehid edildi (Hi: 67). Namazını Hz. Ali (Radıyallahü anh) kıldırdı.

ZÜBRE (C.: Züber) Büyük demir parçası. (Örs mânasına da gelir.)

ZÜBUL Sararıp solma. Buruşma. * Pejmürdelik.

ZÜBUL-YAFTE f. Gübrelenip kuvvetlenmiş olan.

ZÜBUR (Zibr. C.) Mektuplar. Kitaplar.

ZÜBÜR (Zebur. C.) Kitaplar. Mektuplar.

ZÜBYE (C.: Zübâ) Tepe.

ZÜCAC(E) Cam, şişe, sırça.

ZÜCACÎ Camcı, şişeci, sırçacı.

ZÜCACİYYE Cam veya sırçadan yapılı kaplar.

ZÜCAL Oyuncu güvercin.

ZÜCC (C.: Zicce-Zicâc) Süngü arkasının demiri. * Dirsek kenarı. * Ok demiri.

ZÜCLE (C.: Zücül) İnsanlardan bir taife.

ZÜCUR (Zecr. C.) Yasak etmeler, mâni olmalar, önlemeler. Zorlamalar. Eziyetler. Kovmalar.

ZÜFF (Züfâf) : Az, kalil.

ZÜFFE Bölük, zümre.

ZÜFR Ulu kişi, seyyid.

ZÜFRE (C.: Zeferât) Kükremek. Gürlemek. * Nefesi içeri çekip göğsünü öttürmek. * Gam, tasa. * Atın orta yeri.

ZÜFYAN Rüzgârın şiddetle esip sürüp götürmesi.

ZÜHA' Miktar.

ZÜHAL Satürn Gezegeni.

ZÜHAR Zorla içi geçmek. * şiddetle teneffüs etmek.

ZÜHBAN (Zühub) (Zeheb. C.) Altınlar.

ZÜHD Dünyaya rağbet etmemek. Nefsâni zevk ve arzudan kendini çekerek ibâdete vermek.

ZÜHD-Ü KALB Kalben dünyaya değil, Allah rızasına müteveccih olmak. Kalbin dünya alâkalarından kesilmesi.

ZÜHDÎ Zühde ait ve müteallik. Zühde dair.

ZÜHDİYYE Fls: Çilecilik. Eziyet ve sıkıntılara katlanarak mânevi terakki sahibi olmağa çalışmak.

ZÜHEYR Küçük çiçek. Çiçekcik.

ZÜHLUK (C.: Zehâlik) Semiz,besili, şişman.

ZÜHM İçyağı.

ZÜHME (C.: Zühem) Çirkin koku. * Kedinin kuyruğu altında toplanan misk.

ZÜHRE Çoban yıldızı. Sabah yıldızı. Târık. Venüs. Kervan kıran. Çulpan. Güneşten ikinci derecede uzak olan ve sair seyyarelerden daha parlak olan yıldızlar. * Berraklık, safilik.

ZÜHREVÎ Frengi ve bel soğukluğu gibi hastalıklar.

ZÜHRUF (Bak: Zuhruf) Yaldızlı zinet.

ZÜHUB (Zeheb. C.) Altınlar.

ZÜHUK Bitip tükenme, mahvolma, yok olma. Hükümsüz kalma.

ZÜHUL (Zahl. C.) Düşmanlıklar. Adâvetler. Öç ve intikamlar.

ZÜHUL Unutmak veya bir işi geciktirmek. Elde olmayan bir sebeple bir işi geciktirmek. Yanılmak. Kasden unutur gibi olmak.

ZÜHUL Uzak olmak, yerinden gitmek. Uzaklaşmak.

ZÜHUL Gafil olmak, gaflette bulunmak. Meşgul olmak.

ZÜHUMET Yağlılık.

ZÜHUR Parlaklık. Parıldama. Zühuret. * Çiçekler. Ezhar.

ZÜHUR (C.: Ezhâr) Darlık zamanı için saklanıp biriktirilen şey.

ZÜHUR (Su) çok olmak. * (Irmak) su ile dolu olmak. * Büyük ve uzun olmak.

ZÜHURET Parlaklık, parıldama.

ZÜKA' Nakit.

ZÜKA' Üveyik kuşunun sesi.

ZÜKA' Güneş.

ZÜKAE Malı çok olan, zengin.

ZÜKAK (C.: Zekâk-Ezikka) Sokak. * Üveyik kuşunun sesi. * Ses, avaz, sadâ.

ZÜKAM Nezle.

ZÜKE Hışım, gadap, hiddet, öfke. * Üzüntü, gam, tasa.

ZÜKK Üveyik kuşunun yavrusu.

ZÜKME Kişinin son çocuğu. * Çocuk doğarken çıkan ses. * Ağır ve can sıkıcı kimse.

ZÜKR Kalbdeki fikir, düşünce.

ZÜKRAN (Zeker. C.) Erkekler.

ZÜKRE şarap konulan küçük tuluk.

ZÜKRE Peklik. * Keskinlik.

ZÜKUN (Zekan. C.) Yüzün alt uçları. Çeneler.

ZÜKUR (Zeker. C.) Erkekler.

ZÜKURET Erkeklik.

ZÜLAKA (Bak: Zelâka)

ZÜLÂL Saf, berrak, tatlı, hafif, güzel, soğuk su. * Yumurta akı.

ZÜLÂL-İ VASL Sevdiğine, muhabbet ettiğine kavuşmanın neticesi hâsıl olan tatlılık ve sürur.

ZÜLÂLÎ (Zülâliyye) Yumurta akı özelliğinde olan maddeler. Yumurta akına benziyen.

ZÜLAM Parasız, züğürt.

ZÜ-L CELAL Celâl sahibi, Allah (C.C.) Azamet, kibriyâ, izzet ve heybet sahibi Cenâb-ı Hak. (C.C.)

ZÜ-L CEMAL Cemâl, lütuf, rahmet ve güzellik sâhibi Allah. (C.C.)

ZÜ-L CENAH Çok cihetli, çok taraflı, her yana gidebilir.

ZÜ-L CENAHEYN İki taraflı. Çitf kanatlı. * Hem dünya hem âhirete âit. Zâhiri ve bâtıni bilgisi geniş olan kimse. İki mânevi yol takib eden. İki ayrı meharet sahibi.

ZÜ-L ECNİHA Kısım kısım, Çok taraflı, çok kanatlı.

ZÜLEF (Zülfe. C.) Gecenin gündüze yakın saatleri. * Yakınlık. * Rütbe. Menzile.

ZÜLENKATA Zeker. * Kısa boylu kişi.

ZÜLF (Zülüf). f. Yüzün iki yanından sarkan saç lülesi.

ZÜLF-İ PERİŞAN f. Zülfün dağınık, perişan oluşu. Sevgilinin saçının darma dağın oluşu. * Mc: Sevilen şeylerin, işlerin karma karışık oluşu.

ZÜLF-İ YÂR f. Sevgilinin zülfü. * Mc: Menfaat, fayda, çıkar. * Hatır, onur, şeref.

ZÜLFA Yakınlık, yaklaşma.

ZÜLFE Küçük saçak, püskül. * Yazı ıstahlarındandır, sülüs yazısındaki eliflerin ucundaki çengele verilen addır. Eliflerini ucundaki çengel, ufak saçağı benzediği için bu ad verilmiştir.

ZÜLFET Yakınlık.

ZÜ-L FİKAR (Zülfekar) Resül-ü Ekrem (A.S.M.) zamanında bir kâfire âit kılıç iken Hz. Peygamber (A.S.M.) Bedir Muharebesinde Hz. Ali'ye (R.A.) verdiği ve ucu iki kısma ayrılan meşhur kılıç.(Mecâzen, şimdiki devirde Hz. Peygamber (A.S.M.) ve Kur'an-ı Kerim hakkında inkâra ve şüpheye düşenleri ilmen, aklen ikna edip, mânen küfrü kesen Risale-i Nur Külliyatından çok mühim bir eserin ismidir. Bu kitapta üç yüzden ziyade, râvileri ile birlikte hadis-i şerifler nakledilerek Kur'an-ı Kerim'in mu'cizeliği ve Resül-ü Ekrem'in (A.S.M.) hak peygamber olduğu isbat ve beyan edilmiştir.)

ZÜLHUKA Çocukların üzerine çıkıp kaydıkları nesne.

ZÜLKA Kaypak, düz yer.

ZÜ-L KARNEYN İki boynuzlu. Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen ve Peygamber olup olmadığı tam bilinmeyen büyük bir hükümdar ismi. İki zülüflü yahut da şark ve garbın hakimi olduğu için böyle denilir. Eski Yemen Padişahlarından birisidir. Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm zamanında bulunup Hazret-i Hızır'dan ders almıştır. Bazıları yanlış olarak bunu İskender-i Rumî ile karıştırır. İskender-i Rumî Milâddan 300 sene evvel yaşamış ve Aristo'dan ders almıştır. Yemen'li İskender'e İskender-i Kebir de denir. (Bak: Karn)



SEDD-İ ZÜLKARNEYN Zülkarneyn'in yaptırdığı büyük sed.(İkinci sualiniz : Sedd-i Zülkarneyn nerededir? Ye'cüc, Me'cüc kimlerdir?Elcevab: Eskiden bu mes'eleye dair bir risale yazmıştım. O vaktin mülhidleri onunla mülzem olmuşlardı. Şimdilik hem o risale yanımda yoktur, hem kuvve-i hâfızam tatil-i eşgal etmiş, yardım etmiyor. Hem Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında bir nebze bu mes'eleden bahsedilmiş. Onun için bu mes'elenin yalnız iki üç nüktesine gayet muhtasar bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:Ehl-i tahkikin beyanına göre, hem Zülkarneyn ünvanının işaretiyle, Yemen padişahlarından Zülyezen gibi "zü" kelimesiyle başlayan isimleri bulunduğundan bu Zülkarneyn, İskender-i Rumî değildir. Belki Yemen padişahlarından birisidir ki, Hazret-i İbrahim'in zamanında bulunmuş ve Hazret-i Hızır'dan ders almış. İskender-i Rumî ise, milâddan takriben üçyüz sene evvel gelmiş, Aristo'dan ders almış. Tarih-i beşerî, muntazam surette üçbin seneye kadar gidiyor. Bu nâkıs ve kısa tarih nazarı, Hazret-i İbrahim'in zamanından evvel doğru olarak hükmedemiyor. Ya hurafe-vâri, ya münkirâne, ya gayet muhtasar gidiyor. Bu Yemenî Zülkarneyn, tefsirlerde eskiden beri İskender namiyle iştiharının sebebi, ya o Zülkarneyn'in bir ismi İskender'dir ki, İskender-i Kebir ve Eski İskender'dir. Veyahut âyât-ı Kur'aniye'nin zikrettiği hâdisat-ı cüziyeler, küllî hadisatın uçları olduğu cihetle; Zülkarneyn olan İskender-i Kebir'in nübüvvetkârane irşadatiyle akvam-ı zâlime ile milel-i mazlume ortasında hâil ve gaddarların garetlerine mani olacak meşhur Sedd-i Çin'in binasını kurduğu gibi; İskender-i Rumî misillü müteaddit cihangirler ve kuvvetli padişahlar, maddî cihetinde ve manevî âlem-i insaniyetin padişahları olan bir kısım enbiya ve bazı aktâb dahi manevî ve irşadî cihetinde o Zülkarneyn'in arkasında gidip iktida edip, mazlumları zâlimlerden kurtaracak çarelerin mühimlerinden olan dağlar ortalarında sedleri (Hâşiye), sonra dağlar başlarında kal'aları kurmuşlar. Ya bizzat maddî kuvvetleriyle veyahud irşad ve tedbirleriyle te'sis etmişler. Sonra şehirlerin etrafında surları ve ortalarında kal'aları, tâ son çare olan kırk ikilik topları ve kal'a-i seyyar gibi diritnavtları yapmışlar. Hattâ ruy-i zeminin en meşhur seddi ve kaç günlük uzak bir mesafe tutan Sedd-i Çinî Kur'an lisaniyle Ye'cüc ve Me'cüc'ün ve tabir-i diğerle tarih lisanında Mançur ve Moğol denilen ve âlem-i beşeriyeti kaç defa zir ü zeber eden ve Himalaya Dağlarının arkasından çıkan ve şarktan garba kadar harab eden akvam-ı vahşiye ve garetkâr milletlerin Hind ve Çin'deki akvam-ı mazlumeye tecavüzlerini durdurmak için o Himalaya silsilelerine yakın iki dağ ortasında uzun bir sed yaptığı ve o akvam-ı vahşiyenin kesretle hücumlarına çok zaman mâni olduğu gibi, Kafkas Dağlarında Derbent cihetinde yine çapulcu garetgir akvam-ı Tatariyenin hücumunu durdurmak için Zülkarneyn-misal eski İran padişahlarının himmetiyle sedler yapılmıştır. Bu neviden çok sedler var. Kur'an-ı Hakîm umum nev-i beşer ile konuştuğu için zâhiren bir hâdise-i cüz'iyyeyi zikredip, umum o hâdiseye benzer hâdisatı ihtar ederek konuşuyor.İşte bu nokta-i nazardandır ki, sedde ve Ye'cüc ve Me'cüc'e dair rivayetler ve akvâl-i müfessirîn ayrı ayrı gidiyor.Hem Kur'an-ı Hakîm, münasebât-ı kelâmiye cihetinde bir hâdiseden uzak bir hâdiseye intikal eder. Bu münasebâtı düşünmeyen zanneder ki, iki hâdisenin zamanları birbirine yakındır. İşte seddin harabiyetinden kıyametin kopmasını Kur'anın haber vermesi, kurbiyet-i zaman cihetiyle değil, belki münasebât-ı kelâmiye cihetinde iki nükte içindir: Yâni bu sed nasıl harab olacak, öyle de dünya harab olacaktır. Hem nasılki fıtrî ve İlâhî sedler olan dağlar metindir, ancak kıyametin kopmasıyla harab olurlar; öyle de: Bu sed dahi dağ gibi metindir, ancak dünyanın harab olmasiyle hâk ile yeksan olabilir. İnkılâbât-ı zaman tahribat yapsa da, çoğu sağlam kalır demektir. Evet Sedd-i Zülkarney'nin külliyetinden bir ferdi olan Sedd-i Çinî binler sene yaşadığı halde daha meydanda duruyor. İnsanın eliyle zemin sahifesinde yazılan, mücessem, mütehaccir, mânidar tarih-i kadîmden uzun bir satır olarak okunuyor. L.)(Hâşiye): Ruy-i zeminde mürur-u zamanla dağ şeklini almış, tanınmayacak bir surete gelmiş çok sun'î sedler vardır.

ZÜ-L KAVAFİ İkiden fazla kafiyeli nazım şekli.

ZÜLKUM Boğaz.

ZÜLL Hakir olma, alçalma. Zillette oluş. Horluk.

ZÜLL-İ TESLİM Teslim olma alçaklığı.

ZÜLLAHA Arka ağrısı.

ZÜLUL Vezinde eksik olmak.

ZÜLÜF (Bak: Zülf)

ZÜLÜL (Zelul. C.) Yavaş ve başı yumuşak olanlar.

ZÜ-L YEDEYN İki elliler, insanlar.

ZÜLZAL Zelzele, deprem, sarsılma.

ZÜLZİL (C.: Zelâzil) Etek ucu.

ZÜMER (Zümre. C.) Gruplar, zümreler.

ZÜMER SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 39. suresi. Mekkîdir.

ZÜMH Yüce ve büyük olmak.

ZÜ-MİRRE Halk. * Hasen yahut bediî eserler.

ZÜMMAH Bahil, yaramaz kişi.

ZÜMMEL (ZÜMMÂL) Zayıf, korkak kişi.

ZÜMRE Bölük, cemaat, grup, takım, sınıf. Cins.

ZÜMRE-İ MUVAHHİDÎN Bir Allah'a inanmış ve O'nun emirlerinden ayrılmak istemeyenler. Bir Allah'a inanıp başka fikre aldanmayanlar.

ZÜMRÜT Cam parlaklığında, güzel, yeşil renkte şeffaf bir süs taşı.

ZÜMUH Uzak olmak. * Katı olmak.

ZÜMUM (Zemm. C.) Ayıplamalar. Kınamalar.

ZÜMÜRRÜD Zümrüt. * Mc: Çok yeşil olan renk.

ZÜNABE Herşeyin ardı, arkası.

ZÜNANE Borcun ve iddetin bakiyyesi.

ZÜNBA' Akıllı, zeyrek kimse.

ZÜNBUR (ZÜNBÂR) (C.: Zenâbir) Eşek arısı. * Ufak taş parçası.

ZÜNEYB Küçük kuyruk, kuyrukçuk. * Küçük sap, sapçık.

ZÜNNAR İp. * Hristiyan rahiplerinin veya puta tapanların, papazların bellerine bağladıkları örme kuşak. (Rükûa mâni olduğu için kuşanılması İslâmiyette küfür alâmeti sayılmıştır.)

ZÜN-NUN (Sahib-i Nun) Yunus Peygamber'in (A.S.) bir namı. * Mısır'lı Ebul Gayıd: Tasavvufun büyük müessislerindendir. Hi. 860'da vefat etmiştir.

ZÜNUB (Zenb. C.) Günahlar. Kabahatlar, suçlar. * (Zeneb. C.) Kuyruklar.

ZÜ'NUN Bir ot cinsi.

ZÜNZÜN (C.: Zenâzin) Gömlek eteği.

ZÜR'A Bir miktar ekilmiş yer.

ZÜRARE Saçılan şey.

ZÜR'E Aklık, beyazlık.

ZÜREFA (Zarif. C.) Zarif kimseler. (Bak: Zurafâ)

ZÜREYKA' Aş çervişi. (Aşın üstüne gelir)

ZÜRİBE (ZİRİBE) (C.: Zerâbi) Enli ve iyi döşek.

ZÜRKA(T) Mâvi, mâvimtırak renk.

ZÜRKUM Çehresi gömgök kimse.

ZÜRMANİKA Sof zırh.

ZÜRNUK Küçük nehir.

ZÜRRA' (Zari'. C.) Ekinciler. Ziraatçiler.

ZÜRRAK (C.: Zerârik) Beyaz tüylü doğan.

ZÜRRE Darı.

ZÜRRİYAT (Zürriyet. C.) Zürriyetler, kuşaklar, nesiller.

ZÜRRİYET Soy, nesil, döl, kuşak.

ZÜRU' Ekili tarlalar.

ZÜRUD (Zerd ve Zered. C.) Savaşçıların halka halka örülmüş zırhları.

ZÜRUR Ay, güneş ve yıldızın doğması.

ZÜRZÜR Sığırcık kuşu.

ZÜUBE (C.: Zevâib) Her nesnenin âlâsı, iyisi. * Ağaç başında olan incecik budak.

ZÜVAF Tez, hızlı, seri.

ZÜVAL Yab yab, sallana sallana yürüyen kişi.

ZÜVAN Buğday içinde çok olan ve gökçek adı verilen kara tohum.

ZÜVENN Kısa boylu.

ZÜVEYZA' Kısa boylu.

ZÜVİYET Toplandı, dürüldü. (Bak: Zevy)

ZÜVVAR (Zâir. C.) Ziyaretçiler. Hal hatır sormağa gidenler.

ZÜYUF (Zeyf. C.) Kalp akça, sahte para. Mağşuş olmak, mağşuş akçalar.

ZÜYUL (Zeyl. C.) İlâveler, ekler. Kuyruklar. Etekler. Bir kitaba yapılan ilâveler.

ZÜYUR (Bak: Ziver)



ZÜYUT (Zeyt. C.) Yağlar.
Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   173   174   175   176   177   178   179   180   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin