Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə175/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   171   172   173   174   175   176   177   178   ...   181

VEKÂLETEN Birisine vekil olarak. Başkası adına.

VEKÂLETNÂME f. Birisine vekillik verildiğini isbat eden ve ekseriya noterlikçe tanzim edilmiş bulunan yazılı kâğıt.

VEKÂLETPENÂH f. Padişahın vekili olan, sadrâzam. Başvekil. Başbakan.

VEKAR (Bak: Vakar)

VEKB Dikilmek.

VEKC Ulaşmak, varmak.

VEKDE (C: Viked) Gitmek.

VEKEBAN Derece derece yürümek.

VEKEF Günah. * Abes ve boş. * Ayıp. * Eksiklik.

VEKEL Zayıf adam.

VEKF Evin damlaması. * Kat'etmek, kesmek.

VE-KIS "Var, kıyas et!" mânasına gelir.

VEKIYYE (Bak: Okiyye)

VEKİF Sütü çok olan deve.

VEKİL Başkasının işini gören. Bir adamın yerine hareket etme selâhiyeti olan kimse. * Nâzır. Bakan.

VEKİL-İ HARC (Vekil-harç) Masraf görmekle vazifeli olan. Bir kimsenin veya bir cemaatin masraf işlerini üzerine alan.

VEKİR Yuvasına giren kuş.

VEKİRE Satın alınan veya yeni yapılan bina için, ahbaba, eşe dosta verilen ziyafet.

VEKKAD Aydınlık, ışıklı, parlak.

VEKM Reddetmek.

VEKN (C.: Evkân - Vükün) Kuş yuvası.

VEKR Kuş yuvası.

VEKRA Hızlı yürüyen deve. * Ayağını yere kuvvetli basan kadın. * Bir nevi sıçramak.

VEKS Noksan etmek, eksiltmek.

VEKTE (C: Vikat) Gözün karasına ak düşmek. * Nokta. * Eser.

VEKVAK Korkak kimse.

VEKZ Vurmak. * Def'etmek. * Kovmak.

VEL' Yalan. * Haps.

VELA Yakınlık. Sâhiplik. * Sevme, muhabbet.

VELADET (Bak: Viladet)

VELAİD (Velide. C.) Cariyeler, kadın esirler.

VELAİM (Velime. C.) Düğünler, evlenmeler. * Düğün ziyafetleri.

VELA-PERVER f. Dostluk gösteren, dostluk besleyen.

VELAYA (Veliyye. C.) Veli kadınlar. Veliyyeler.

VELAYET Veli olan kimsenin hali. Velilik, dervişlik. * Dostluk. * Sadakat. * Başkasına sözünü geçirmek. Bir şeye kudret cihetiyle bizzat mutasarrıf olmak. (Bak: Veli)

VELAYET-İ ÂMM Huk: Umum mallara ve fertlere şâmil olan velayet. (Şeriat hâkimleri, kadılar ve valilerin velayetleri gibi)

VELAYET-İ KÜBRA Büyük velilik. Akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafına bakan ve veraset-i nübüvvetten gelen gayet kısa, fakat yüksek olan ve tarikat berzahına uğramadan zâhirden hakikata geçen velilik mesleği. (Sahabeler gibi)(Cadde-i kübrâ, elbette velayet-i kübra sahibleri olan Sahabe ve Asfiya ve Tâbiîn ve Eimme-i Ehl-i Beyt ve Eimme-i Müçtehidînin caddesidir ki doğrudan doğruya Kur'anın birinci tabaka şâkirdleridir. M.)

VELB Ulaşmak, varmak.

VELEC Kumlu yerde olan yol.

VELED Erkek çocuk. Oğul. Çocuk. * Döl, yavru.

VELED-İ MANEVÎ Evlâdlığa kabul edilen, âhiret evlâdı. Bir hocanın talebesi. Mürid.

VELED-İ SULBÎ Öz oğul, evlenmekle hâsıl olan kendi soyundan gelen çocuk.

VELEDİYET Birisinin evlâdı olma hâli. Çocuk oluş.

VELEDİYET AKİDESİ Hristiyanlıkta bir bâtıl akide. (Bak: Teslis)(İslâmiyet, tevhid-i hakiki dinidir ki; vasıtaları, esbabları ıskat ediyor. Enaniyeti kırıyor, ubudiyet-i hâlisa te'sis ediyor. Nefsin rububiyetinden tut, tâ her nevi rububiyet-i bâtılayı kat'ediyor, reddediyor. Bu sır içindir ki; havastan bir büyük insan tam dindar olsa enâniyeti terketmeye mecbur olur. Enaniyeti terketmiyen, salâbet-i diniyeyi ve kısmen de dinini terkeder.Şimdiki Hristiyanlık dini ise; "Velediyet Akidesi"ni kabul ettiği için, vesait ve esbaba te'sir-i hakiki verir. Din nâmına enaniyeti kırmaz; belki Hazret-i İsâ Aleyhisselâm'ın bir mukaddes vekili diye, o enaniyete bir kudsiyet verir. Onun için, dünyaca en büyük makam işgal eden Hristiyan havasları, tam dindar olabilirler. Hattâ Amerika'nın esbak Reis-i Cumhuru Wilson ve İngiliz esbak Reis-i Vükelâsı Loid George gibi çoklar var ki, mutaassıb birer papaz hükmünde dindar oldular. Müslümanlarda ise, öyle makamlara girenler, nâdiren tam dindar ve salâbetli kalırlar. Çünki, gururu ve enaniyeti bırakamıyorlar. Takvâ-yı hakiki ise, gurur ve enaniyetle içtima edemiyor. M.)

VELEH f. Kahr, gazab, şiddet, hışım.

VELEH Hayret, şaşkınlık. * Fazla hüzünden akıl gidip tembel olmak.

VELEHAN Akıl gidip tembel olmak. * İbadet ederken vesvese veren şeytan.

VELEH-RESAN Hayret verici, hayret edilen, şaşkınlık veren.

VELEH-RESAN-I UKUL Akılları hayrette bırakan.

VELEHU Bu da onun.

VELEHZA Şaşırmış.

VELEHZEDE f. Sevgilinin hışmına uğrayıp kahır çeken âşık.

VELEV Eğer, gerçi, her ne kadar da, hatta, ister, isterse.

VELF (Velif-Vilâf) Tez tez yelmek. Birbiri ardınca olmak.

VELG (VELÜG) Köpeğin kap içinden su içmesi veya bir şey yeyip yalaması.

VELGA Küçük kova.

VELH Büyümek. * Uzamak.

VELHAN Şaşakalmış, şaşkın, sersem.

VELHASIL Sözün kısası, özü, kısacası.

VELİ Sahib, mâlik. * Evliya. * Muin. Muhafaza eden. * Küçük çocukların hâlinden mes'ul kimse. * Sıddık. * Baba. Babanın babası, cedde de denir. * Fık: Hayatını mücadelelerle ve azimet ve fevkalâde bir zühd ve takva ile ibadet ve taata sarfederek kendisinden Allah'ın (C.C.) izniyle gaybdan haber vermek ve gaybî ahvali keşfetmek gibi ilmî ve kevnî hârikalar zuhura gelen zât. Allah'a (C.C.) manevî yakınlık kesbetmiş olan şerif zât. * Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) isimlerinden birisi.

VELİ' Kabuğunda olan hurma çiçeği.

VELİAHD (Veliy-yi ahd) Bir hükümdardan sonra hükümdar olacak kimse.

VELİCE (C.: Velyüc) Büyük çuval. * Kişinin sırdaşı.

VELİD Yeni doğmuş çocuk. * Köle, kul.

VELİDE (C.: Velâid) Cariye.

VELİK (Velikin) f. Amma, lâkin, fakat.

VELİKA Yağla unu karıştırarak yapılan yemek.

VELİME Sevinç ve sürur günleri verilen ziyafet. Düğün ziyafeti. * Düğün, evlenme.

VELİ-Nİ'MET Nimet veren. Nimeti muhafaza edip ihsan eden.

VELİYY (C: Evliyâ) Yakın. * Amcazâde, emmi oğlu. * Yar, dost.

VELİYYE (C.: Velâyâ) Ermiş kadın, veli kadın.

VELİYYULLAH Allah'ın (C.C.) veli kulu.

VELİYY-ÜL EMİR Âmir. Emir veren. Emir sahibi.

VELİYY-ÜN NİAM Nimetler ihsan eden, iyilik eden kimse. * Şeyhülislâm. * Sülâlesinin ileri gelenleri.

VELK Yalan yakıştırmak. * Sür'at etmek, hız yapmak.

VELKA (C.: Velkât) Vurmak.

VELKALEMİ Kalem hakkı için. Kaleme yemin olsun.

VELLAS Kurt.

VELM Ulaşmak, yetişmek. * Toplanmak, cem'olmak.

VELS Ahd, yemin, söz. " Az nesne. * Vurmak.

VELSAN Birbirinin boyunlarına el atarak yürüme.

VELU' Bir şeye fazla düşkün olan.

VELUD Çok doğuran kadın. * Mc: Çok eser veren kimse.

VELVAL Üzüntü ile ağlama. Ağlayıp inleme.

VELVELE Gürültü, patırtı. Birbirine karışık bağrışmalar. Şamata.

VELVELE-ENDÂZ f. Gürültü patırtı eden. Gürültücü.

VELVELE-ENGİZ f. Gürültü koparan, gürültü çıkaran.

VELY Birbiri ardı sıra gelme. Tâkib etme. * Çıkma. Olma. * Yaz yağmurundan sonra olan yağmur. * Yakınlık.

VEMD Gazap etmek, hiddetlenmek, kızmak. * Sıcaklığın artması.

VEMİZ Bulut arasından görünen ışık.

VEMK Muhabbet etmek, sevmek.

VEMS Fücur, masiyet, günah.

VEMYE Meşakkat, sıkıntı. Belâ, musibet.

VEMZ (VEMİZ) İşaret etmek. * Parlamak. şimşek çakmak.

VENA (VENYE) Gevşek. * Zayıf. * Hâlsiz olmak.

VENİM Sinek tersi.

VENN Zebunluk, zayıflık, zaaf. * Çengilerin ve köçeklerin parmaklarıyla çaldıkları çalpara.

VENNECMİ Yıldıza yemin olsun.

VENY İş hususunda gevşeklik gösterme.

VER f. "Sahib, mâlik; anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dâniş-ver $ : Âlim. Suhan-ver $ : Edip, şâir.

VERA Halk. Mahluk. Arzı örten mahlukat. Yaratılmış olanlar.

VER'A Korkaklık, havf.

VERA Öte. Başka taraf. Arka, geri. * Torun.

VERA-İ CEBEL Dağın arkası.

VERA-İ PERDE Perde arkası.

VERA' Takvânın ileri derecesi. Bilmediği ve şüphe ettiğini öğrenip iyiye ve doğruya göre hareket edip bütün günahlardan çekinme hâleti.

VERAK Bitkilerle yer yüzünün yeşil olması.

VERAKÎ (Verka. C.) Güvercinler.

VERASET Miras sahibi olma. Ölen bir kimsenin mallarının Allah'ın (C.C.) emrine göre, şeriatça mirasçılara geçmesi. * İrsiyet. Varislik, mirasçılık. Mirasta hak sahibi olma.

VERASET-İ IRKIYE Doğan yavrunun ecdadına benzemesi.

VERB Fetret, fesad. * Yabani hayvan ini.

VERD (Vürd - Vird) Gül.

VERDANE Toplu oklava. * Koca başlı kertenkele.

VERDE (Vürde) Renkli olmak.

VERDENE f. Oklava, börekçi merdânesi. * Dolap oku.

VEREK (C.: Evrâk) Kalça kemiği.

VEREL (C: Vürelân - Evrâl) Kelere benzer bir canavardır. Kuyruğu keler kuyruğundan uzun olur.

VEREM (C.: Evrâm) şiş, yumru. * şişme.

VERENTEL şiddet, mihnet.

VERESE Mirasçılar. Miras alanlar.

VERF Genişlik.

VERH Hamurun kendini koyuverip sülpülmesi.

VERH Hamâkat, ahmaklık, bilmezlik. * Ucuz et.

VERHA Akılsız ahmak kadın.

VERIK Çok eskiden kullanılan gümüş para. Kıymetli para.

VERİ' Haramdan kaçınan kişi.

VERİA At ismi.

VERİD Siyah kan damarı. Toplar damar. Boyun damarı. * Kırmızı gül. (Bak: Evride)

VERİHA Çok sıvı hamur.

VERİK Sikkesiz gümüş. * Gümüş.

VERÎK Gür sakallı adam. * Sık yapraklı ağaç.

VERÎSE Veris otuyla boyanmış nesne.

VERÎŞ Yürümek ve seğirtmek istediği hâlde sahibi engel olan davar.

VERKA' (C.: Verâki') Yabâni güvercin. * Açık boz renk.

VERRAK Kâğıtçı.

VERS Yemende yetişen güzel kokulu sarı bir ot.

VERŞ Yürek ağrısı. * Çok beyaz olan.

VERŞAN (C: Virşân-Verâşin) Yaban güvercini. * Kumru kuşunun erkeği.

VERTA (C: Vırât) Çukur yer, varta, uçurum. * Halledilmesi, içinden çıkılması zor olan iş.

VERY Çakmaktan ateş çıkması.

VERZE f. Meslek, san'at, iş.

VERZİDE f. Ekilmiş.

VERZİŞ f. İşletme. Çalışma. * Çalışmış.

VERZİŞKÂR f. Çalışkan.

VERZKÂR f. Rençber, çiftçi, işçi.

VESAFET Hizmetkârlık, işçilik.

VESAH (C.: Evsâh) Kir, pas. * Murdarlık, pislik.

VESAİD (Visâde. C.) Yastıklar, şilteler, döşekler.

VESAİF (Vasif. C.) Hizmetçiler, uşaklar.

VESAİK (Vesika. C.) Vesikalar.

VESAİL (Vesile. C.) Vesileler. Sebebler.

VESAİT (Vasıta. C.) Vasıtalar.

VESAİT-İ NAKLİYYE Nakil vasıtaları. Taşıtlar. (Vapur, tren, otomobil gibi)

VESAK Bağ. Rabıta. Yeminleşerek anlaşmak. * Sözleşme yeri.

VESAM (Vesâmet) Güzel olma. Güzellik.

VESATET Vâsıta olma, araya girme, aracılık yapma.

VESAVİS (Vesvese. C.) Vesveseler.

VESAYA (Vasiyet. C.) Vasiyetler. Öğütler. Nasihatlar.

VESAYET (Visâyet) Vasilik. * Vasiyet. * Tembih, emir. Tavsiye. (Bak: Vasi)

VESB Çok olmak.

VESBE Bir atlama. Bir sıçrayış.

VESEB Sıçrama, atlama.

VESEN Uyku ağırlığı. Uyku ile uyanıklık arası. * Uyku anında aklın gitmesi. * Hâcet.

VESEN Put. Müşriklerin taptıkları suret. Karşısında ibadet edilen heykel. (Bak: Put-perest)

VESENÎ Putperest. Yıldızları ilâh itikad etmek gibi sapık şeylere inanan kimse.

VESENİYYUN Putperestler. Puta tapanlar.

VESİ' (Vesia) Vüs'atli, geniş. * Meydanlık.

VESİB (Bak: Vüsub)

VESİC Şiddetli seyir. Hızlı gitme. * Hızlı yürüyen deve.

VESİK (C.: Visâk) Çok sağlam, kuvvetli.

VESİKA Bir hâlin, bir hadisenin veya bir sözün doğruluğunu gösteren, inandırıcı şey. Belge, sened.

VESİKA Cemaat, topluluk.

VESİLE (Vâsile) Bahane, sebeb. * Fırsat. * Elverişli durum. * Vasıta. Yol. * Pâye, rütbe. * Baba. * Kurbiyet. * Kendisi ile başkasına yaklaşılan şey. * Cennet'te bir menzil adı. (El-Vesiletü menziletün fi-l Cenneti hadis-i şerifi bunu te'yid ediyor.)

VESİLE-İ CEMİLE Güzel sebep. Güzel fırsat.

VESİLE-İ SA'Y Çalışma vesilesi.

VESİLECU f. Sebep ve bahane arayan.

VESİLEDÂR f. Vesileli.

VESİLEHÂH f. Vesile isteyen.

VESİLET-ÜN NECAT Kurtuluş vesilesi, kurtuluş sebebi.

VESİM(E) (C.: Vüsemâ-Visâm) Güzel yüzlü. Güzel çehre. * Damgalı.

VESK (C.: Evsük) Cem'etmek, toplamak. * Altmış sa'.

VESM Damga. İşaret. * Dağlama. * Döğerek toz hâline getirme.

VESME Hayvana vurulan kızgın damga.

VESMEDÂR f. Dağlanmış, damgalı. * Rastıklı.

VESN Hafif. * Uyku. * Uyku anında aklın gitmesi. * Uykudan dolayı kişiye ârız olan zayıflık.

VESNAN Uyuklayan, uykusu gelmiş olan.

VESS Suya dalmak.

VESSELÂM İşte o kadar, artık bitti, bundan sonra selâm. (Bak: Selâm)

VEST Ev içerisinde olan her bir kapalı mekân.

VESTÎ f. Tercüme, şerh.

VESTİYER Fr. Pardesü, palto vesairenin çıkartılıp bırakıldığı yer.



VESVAS Müvesvis. Vesveseye sürükleyen şeytan. Nefsin zihinde ilka eylediği dağdağa ve fitne. Avcının ve köpeklerin gizli sesi.

VESVESE Şübhe. Tereddüt. Kuruntu. Aslı olmayan ihtimaller.(Vesvese, lügatta hışırtı, fısıltı gibi gizli ses demektir. Bu münasebetle gönülde tevali ve tekerrür eden gizli söze vesvese; ve bir nefse böyle bir söz ilka etmeğe de, vesvese vermek tâbir olunur.) (E.T.)(Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetleri birer yıldız, birer lâmba vazifesini gördüklerini gördüm. Her bir sünnet veya bir hadd-i şer'i zulmetli dalâlet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda, insan zerre miskal o sünnetlerden inhiraf ve udul ederse; şeytanlara mel'abe, evhama merkeb, ehval ve korkulara ma'rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye olacaktır.Ve keza o sünnetleri, sanki semadan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki: Onlara temessük eden yükselir, saadetlere nâil olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minâre ile semaya çıkmak hamakatinde bulunan firavun gibi bir firavun olur. M.N.)(Ey su-i vesveseden me'yus nefsim! Tedai-yi hayâlât, tahattur-u faraziyat, bir nevi irtisam-ı gayr-ı ihtiyarîdir. İrtisam ise, eğer hayırdan ve nuraniyetten olsa, hakikatın hükmü bir derece suretine ve misaline geçer. Güneşin ziyası ve harareti, âyinedeki misaline geçtiği gibi... Eğer şerden ve kesiften olsa, aslın hükmü ve hassası, suretine geçmez ve timsaline sirayet etmez. Meselâ necis ve murdar bir şeyin âyinedeki sureti ne necistir, ne murdardır. Ve yılanın timsali, ısırmaz.İşte şu sırra binaen, tasavvur-u küfür, küfür değil; tahayyül-ü şetm, şetm değil. Hususan ihtiyarsız olsa ve farazî bir tahattur olsa, bütün bütün zararsızdır. Hem ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaatin mezhebinde bir şey'in şer'an çirkinliği, pisliği; nehy-i İlâhi sebebiyledir. Mâdemki ihtiyarsız ve rızasız bir tahattur-u farazîdir, bir tedâî-yi hayalîdir; nehiy ona taalluk etmez. O dahi ne kadar çirkin ve pis şeyin sureti dahi olsa, çirkin ve pis olmaz. M.)(İnsan kalben ve fikren hakaik-i İlâhiyeye bakıp düşündüğü zaman, bilhassa namaz ve ibadet esnasında, gerek şeytan tarafından, gerek nefsi tarafından pek fena, pis ve çirkin vesveseler, hâtıralar, sinekler gibi kalbe, akla hücum ederler. Bu gibi hevâî, vehmî ve çirkin şeylerin def'iyle uğraşan adam, o vesveselere mağlup olur. Ancak onları mağlup edip kaçırmak çaresi, müdafaayı terk edip onlar ile uğraşmamaktır. Evet arılar ile uğraşıldıkça onlar hücumlarını arttırırlar. Onlara karışılmadığı takdirde, insanı terkeder, giderler. Hem de o gibi vesveselerin, ne hakaik-ı İlâhiyeye ve ne de senin kalbine bir mazarratı yoktur. Evet, pis bir menzilin deliklerinden semânın güneş ve yıldızlarına, cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik ne bakana ve ne de bakılana bulaşmaz. Ve fena bir te'sir etmez. (Hâşiye)(Hâşiye) : O çirkin sözler senin kalbinin sözleri değil. Çünkü senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Meselâ: Sen namazda, Kâbe karşısında, huzur-u İlâhîde âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedâî-yi efkâr seni tutup en uzak mâlâyâniyat-ı rezileye sevkeder. Meselâ: Ayinenin içindeki yılanın timsali ısırmaz. Ateşin misali yakmaz. Ve necasetin görünmesi âyineyi telvis etmez. M.N.)

VESVESEDÂR f. Vesveseli, kuruntulu.

VEŞ f. Gibi (mânâsına teşbih edatı.) Mah-veş $ : Ay gibi.

VEŞ' Bir şeyin üstüne çıkmak.

VEŞAK Dağ köpeği.

VEŞB Ayıplamak.

VEŞC Yaralamak. * Parçalamak. * Karışmak.

VEŞEL Az su.

VEŞELAN Suyun akışı.

VEŞİ' (C: Veşâyi) Bezlerde olan yol yol alaca. * Sümâme otundan yapılan hasır. * Ağaçlardan kuruyup düşen nesne. * Girilmemesi için bahçe ve bostanların çevresine dikilen ağaç veya konan diken. * Az nesne.

VEŞİA (C: Veşâyi') Üstüne iplik sardıkları ağaç. * Tarikat.

VEŞİC (C: Veşâyic) Süngü ağacı.

VEŞİCE Lif. * Ağaç kökü.

VEŞİK(A) (C: Veşâyık) Kuru et.

VEŞİME Şer, kötülük. * Düşmanlık.

VEŞİZE (C: Veşâyız) Kırık kemik parçası.

VEŞK Yaralamak. * Parçalamak.

VEŞK (VİŞÂK) Evmek, acele etmek, sür'at.

VEŞKAN Hızlı ve aceleci kimse.

VEŞL Az miktarda olan su.

VEŞM İğne ile kan çıkarmak suretiyle vücudda yapılan damga, işaret.

VEŞME Yağmur tanesi.

VEŞŞEMSİ SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 91. suresidir. Suret-üş Şems de denir. Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur.

VEŞT f. Güzel.

VEŞVAŞ Hafif hal. Hafif adam.

VEŞVEŞE Hafiflik. * Kırış mırış olmak.

VEŞY Elbiseyi güzel nakışlamak, süslemek. * Nesil ve zürriyet. * Çoğalma. * Geceleyin devamlı tefekkür ve mütalâa etmek. * Bir çeşit elbise.

VEŞZ Kırmak. * Dar etmek, darlaştırmak.

VETAİR (Vetire. C.) Meslekler, yollar.

VETED Çadır kazığı. Ağaç kazık. Demir mıh. * Edb: Aruzda üç harfden meydana gelen nazım.

VETER Yayın çilesi. İp ve kiriş. * Bir kavsın iki ucu arasına çekilen doğru çizgi. * Kasları hareket ettiren kalın sinir.

VETİN Kalb damarı. Şah damarı. Şiryan-ı ekber. * Bel kemiği iliği.

VETİRE (C.: Vetâir) Keçi yolu. Dar yol. * Tarz, üslub. * Burnun iki deliğini ayıran zar.

VETR Tek, yalnız. Bir. (Bak: Vitr) * Arefe günü.

VEYH Heyhât!

VEYH Bir şeyi kandırmak makamında kullanılır.

VEYL Vay hâline, yazık, felâket, hüzün ve hüsran. * Cehennem'de bir çukur ismi veya Cehennem'in bir kapısına bu isim verilmiştir. * Vaid, tehdid makamında kullanılan azab kelimesidir.

VEYLE Küstahlık, rezillik.

VEYN Kara üzüm.

VEYSEL KARANÎ (Bak: Üveys-el Karanî)

VEZ' Hulku katı olan. Sert mizaçlı kimse.

VEZ' (C: Evzâ) Hapsetmek. * Engel olmak, men'etmek. * Islah etmek, yerli yerince etmek, düzeltmek. * Topluluk, cemaat.

VEZA Tıknaz, topaç, bodur kimse.

VEZAN f. "Olmak" yardımcı fiiliyle birlikte kullanılır ve "esen, esici" anlamlarına gelir.

VEZANET Fikir ve görüş isabeti. * Ölçülü olma.

VEZANET-İ EFKÂR Düşüncelerin isabeti.

VEZANÎ f. Esinti zamanı.

VEZARET (Vizaret) Vezirlik. Başvekillik.

VEZB Su gibi akma.

VEZEGA Bir cins büyük keler.

VEZEN Yürürken sallanmak.

VEZER Sarp dağ. Sığınılacak yer. Kale. Hisar. * Galib olmak.

VEZF Evmek, acele etmek.

VEZİDEN f. Yel esmek. * Atılmak, sıçramak.

VEZİF Evmek, acele etmek.

VEZİLE (C.: Vezâil) Cilâlı, parlak para. * Parlak madeni ayna.

VEZİM Sebzevat demeti. * Kurumuş ot.

VEZİME Hediye.

VEZİN Hamur yapılmış ebucehil karpuzu. * Asil. * Sabit.

VEZİR Osmanlı Devleti zamanında en yüksek mülkiye rütbelerine ulaşmış paşa. Hükümdar vekili. Pâdişahın yakınlarından ve onun yükünü üzerine alanlardan, mülkün idaresinde fikir ve tedbir ile meded ve yardım eden. Bu tabir "Vizr" kelimesinden gelir. "Vezr" kelimesinden alınsa; "halkın sığınağı" demek olur. Büyük düstur sahibi veya mühür sahibi kabul edilir. Osmanlı devletinde en büyük, mülkiyede en birinci mertebe olarak kabul edilmiştir. Muavin ve muin mânalarına da gelir.

VEZİR-İ A'ZAM Pâdişahın vekili olan birinci vezir. Sadrazam. Başvekil.

VEZİZ Ördek.

VEZK Çirkin yürüyüşlü olmak.

VEZME Kış sonu. * Bir kere yemek.

VEZN (Vezin) Tartma. Ölçme. Hesaplama. * Tartacak şey. Tartı. * Ağırlık.

VEZN-İ MAHSUS Özgül ağırlık. Bir cismin bir santimetre küp hacmindeki parçasının ağırlığı. * Edb: Nazmın veya kelimenin belli kalıplarından her biri. Nazmın ahenk ölçüsü.

VEZNE Tartı. Terazi. * Tartı yeri. Eskiden altun ve gümüş paralar sayı ile olduğu gibi tartıyla da alınıp verildiği için bu tabir meydana gelmiştir. Para alınıp verilen yer mânasında da kullanılır. Devlet daireleri ile büyük müesseselerde para alıp veren memura Veznedar denir. * Barut yuvası.

VEZNEDÂR f. Vezne memuru. Bir teşkilâta âit parayı alıp veren memur.

VEZNÎ Vezinle ilgili, vezne ait. * Tartılan şey.

VEZNİYYÂT Tartılan şeyler.

VEZR Nurlu etmek, ışıklandırmak. * Kaftan eteğine birşey koyup götürmek.

VEZVAZ Hafif, zarif kimse.

VEZVEZE Sür'atle sıçramak.

VEZYE Ayıp. * Soğuk.

VEZZAN (Vezn. den) Tartan, vezneden. * Kantarcı.

VIKR (C.: Evkar) Ağır yük. * Çok su taşıyan bulut.

VIKY Hıfzetmek, korumak.

VIRAK (Varak. C.) Yapraklar.

VIRAT (Verta. C.) Vartalar, uçurumlar, çukurlar. * Halli güç, içinden çıkılması zor olan işler.

VISR Hüccet, delil. * Kadı sicili. * Ahd, söz, yemin.

VITA' Razı olma, rıza gösterme, uygun görme.

VITAE Ayak basmak.

VİÂ' (C.: Eviye) Kap, içinde bir şey konulabilen zarf.

VİÂİYYET Kap halinde olma.

VİATA (C: Viât) Sarı gül.

VİCA' Ağrılar, sızılar.

VİCA' Hayvanı burma, iğdiş etme.

VİCAH (Vech. den) Yüz yüze gelmek. Yüzleşmek.

VİCAHEN Yüzüne karşı. Yüz yüze gelerek.

VİCAHÎ (Vicahiyye) Yüzyüze olan, karşılıklı olan.

VİCAR (C.: Vücur - Evcire) Sel suyunun oyduğu yer. * Arslan ve kurt gibi vahşi hayvanların yatağı. İn.

VİCD Zenginlik. Gına.

VİCDAN İnsanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan manevî his. * Kendinden geçme, dalma. * Bir şeyi bir halde görme, bulma. * Duyma, duygu. * İnanç. * Şuur. * Bâtın ile Hakkı tanımak. * Din.(Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayât-ül gayâtı var: İradenin ibadetullâhdır. Zihnin ma'rifetullahdır. Hissin muhabbetullahdır. Lâtifenin müşâhedetullâhtır. Takva denilen ibadet-i kâmile dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayât-ül gayâta sevkeder. H.)

VİCDANEN Vicdanca, iyilik hissine göre.

VİCDAN HÜRRİYETİ (Bak: Hürriyet-i vicdan)

VİCDANÎ (Vicdaniyye) Vicdanla, kalbî his ile ilgili. * Kendinden geçip dalmakla ilgili.

VİCDANİYYAT Vicdanlılıklar. Vicdana ait hususiyetler ve hisler.(İ'lem eyyühel aziz! Hayrat ve hasenatın hayatı niyet iledir. Fesadı da ucb, riyâ ve gösteriş iledir. Ve fıtri olarak vicdanda şuur ile bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyet ile inkıtâ bulur.Nasıl ki amellerin hayatı niyet iledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fıtri ahvâlin ölümüdür. Meselâ: Tevazua niyet, onu ifsad eder, tekebbüre niyet onu izâle eder, feraha niyet onu uçurur, gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hâkezâ kıyas et. M.N.)

VİCDAN-SUZ f. Acı ve keder veren, kalb yakan, vicdânen çok ıztırab verici.

VİDAD Dostluk. Sevmek. Muhabbet. * Dost ve muhib. * Her şeye muhabbeti olan.

VİDD Muhabbet, dostluk, sevgi.

VİFADET Elçilik.

VİFAK Dostça bir fikir üzerinde birleşmek. Samimi anlaşmak. * Barış. * Uygunluk.

VİHAD (Vehd. C.) Derin vâdiler. Uçurumlar.

VİHAM (Vahim. C.) Vahim olan şeyler.

VİKA' Cinsî münasebet. * Savaş, harp.

VİKÂ' (C: Evkiye) Kırba ve tulum ağzını bağladıkları nesne.

VİKA (VEKA) Kendi ile bir şey saklanan nesne.

VİKAF Tevakkuf etmek, vâkıf olmak, durmak.

VİKÂF Eşek semeri ve palanı.

VİKAHAT (Bak: Vakahat)

VİKAL (VEKÂL) Devamlı diğer davarların ardına kalan davar.

VİKAYE Koruma. Koruyuculuk. Sahib olma. Arka çıkma. Kayırma. * Tıb: Herhangi bir hastalık için önleyici tedbir alma.

VİKR (C.: Evkar) Ağır yük.

VİLA' Birbirinin ardı sıra gelmek. * Abdest esnasında uzuvları yıkarken birisi kurumadan diğerini yıkamağa başlamak. * Ahbablık, yakınlık, dostluk. (Bak: Velâ)

VİLAD Doğurmak.

VİLADET Doğmak, doğuş, dünyaya gelmek, doğurmak. (Veladet galattır)

VİLAKÂR f. Ahbab, dost.

VİLAPERVER f. Dost, muhib.

VİLAYAT (Vilayet. C.) Vilayetler.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   171   172   173   174   175   176   177   178   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin