Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə178/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   173   174   175   176   177   178   179   180   181

ZAHİDÂNE f. Zahide yakışır surette. Ehl-i takva gibi.

ZAHİF Kibirli, mağrur.

ZAHİF Nişandan beri düşen ok. * (C.: Zâhifât) Yılan gibi karnı üzerine sürünerek yürüyen.

ZAHİFE (C.: Zevâhif) Sürüngenler, (yılan gibi) yerde sürünenler.

ZAHİH Ateş közünün parlaması.

ZAHİK Berbat, perişan, helâk olmuş. * Bâtıl. Köhne.

ZAHİL Sıkıntıdan sonra yüreği feraha erişen. * Unutan.

ZAHİL (Zühul. den) İhmal eden. Unutan.

ZAHİL Zakkum ağacı.

ZAHİR (Zuhur. dan) Görünen, âşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan. * Görünüşe göre. * Şüphesiz. * Suret. Dış yüz. Görünüş. * Anlaşılan. * Meğer. Galiba. Zannederim. Elbette.

ZAHİR Parlak, parlayan. Hüsün ve safvet üzere olan.

ZAHİR Engin denizler. * Taşkın, coşkun. * Semiz, tavlı ve bol olan.

ZAHİR Yüksek şeref. * Neşv ü nemâ bulup, gelişip, etrafa sarılıp sarmaşmış bitki.

ZAHİR (Zahr. dan) Kuvvetli deve. * Yardımcı, arka çıkan. * Geriden gelen kuvvet.

ZAHİRE Anbarda saklanan yiyecek, hububat. Azık.

ZAHİRE-İ ÂHİRET Ahiret azığı. Hayır ve iyilikler. Sâlih amel ve ibâdetler.

ZAHİRE (C.: Zevâhir) Parlak.

ZAHİRE (Zahâyir) Öğle vakitleri sıcaklığın çok olduğu vakitler.

ZAHİRE Dışarı fırlamış olan göz. * Günün yarısında devenin otlamaktan gelmesi.

ZÂHİREN Görünüşe göre. Meydanda olduğu gibi. Göründüğü gibi.

ZÂHİRÎ (Zâhiriyye) Görünüşte olduğu gibi. Zâhire âit ve müteallik. Asıl ve hakiki olmayan. * Zâhiriyyun mezhebine âit olan. (Bak: Zâhir)

ZÂHİRÎ MEZHEB Huk: Hanefî imamlarından İmam-ı Muhammed'in (El-Mebsut, El-Câmi-üs Sagir, El-Câmi-ül Kebir, Ez-Ziyâdât, Es-Siyer-üs Sagir, Es-Siyer-ül Kebir) nâmları ile mâruf olan altı kitabında münderiç bulunan mes'elelere denir. Buna "Zâhir-ür rivâyât mesâili" denir. İmam bu eserlerde kendi fıkhî görüşlerini değil, üstadları İmam-ı A'zam ve Ebu Yusuf'un akvâl-i fıkhiyesini zikretmiştir.

ZÂHİRİYYAT Dış görünüşler.

ZÂHİRİYYUN Görünüşe göre hükmedenler. İç yüzünü, hakikatını iyi bilmeyenler. Ehl-i zâhir olanlar. * İlm-i Kelâm'da: Nassların zâhir mânalarına göre hüküm çıkaran ve te'vil ve tevcihten geri duranlar ve tarafdarları.

ZÂHİR-PEREST f. Bir şeyin iç yüzüne, hakikatına kıymet vermeyip görünüşüne kıymet veren. Dış yüzüne ehemmiyet veren. İç yüzüne aldırış etmeyip, hakikatını bilemeyen.

ZÂHİT (Bak: Zâhid)

ZAHK Hastalıktan dolayı tilkinin tüyü dökülüp derisi açılması.

ZAHL Öç. İntikam almak. * Düşmanlık, adâvet etmek, kin tutmak.

ZAHM İri.

ZAHM Yara, ceriha.

ZAHM-İ TÎG Kılıç yarası.

ZAHM-İ ZEBAN Dil yarası.

ZAHM Galebe etmek. * Omuz vurmak. * Sıkıştırmak. * Tazyik.

ZAHMDAR f. Yaralı, mecruh.

ZAHME f. Vurma, darbe. * Yara, ceriha. * Üzengi kayışı.

ZAHMET Sıkıntı, eziyet. Yorgunluk. * Zor, güç.

ZAHMHURDE f. Mecruh, yaralı.

ZAHMİN f. Yaralı, mecruh.

ZAHMKÂR f. Yaralayıcı, yara açan.

ZAHMNAK f. Yaralı, zahmzede, mecruh.

ZAHMRES f. Yara açan, yaralayıcı.

ZAHMZEDE f. Yaralı. Mecruh.

ZAHR (C.: Zuhur-Ezhâr) Binek devesi. * Kuş yeleklerinin kısa tarafı. * Kara yolu. * Sırt, arka. * Yüksek yer. * Kur'an'ın lâfz-ı şerifi. * Haber.

ZAHR-I GAYB Gıyabında, kendisi hâzır olmadan.

ZAHR-I KALB Kuvve-i hâfıza. Ezber kuvveti. Ezbere.

ZAHRÎ (Zahriyye) Arkaya âit, arka ile alâkalı. * Bir kâğıdın arkasına yazılan yazı, şerh.

ZAHZAH Uzak, baid.

ZAHZAHA İkrar etme, uzaklaştırma. * Uzak, baid olma.

ZAİ' Yayılmış olan. Dağılmış olan. Herkesçe bilinen şey.

ZAİB Eriyici, eriyen.

ZAİD Artan. Fazlalık. İlâve olunmuş. * Lüzumsuz, gereksiz. * Gr: Te'kid için söylenen. * Mat: Müsbet işareti, artı. (+) (Bak: Harf-i zâid)

ZAİF Kalp, eksik akçe.

ZAİF (Za'f. dan) Güçsüz, iktidarsız, kuvveti az, kuvvetsiz, tâkatsız. Kansız. Gevşek, tenbel.

ZAİK Tadan, tadıcı, lezzet alan. Zevklenen.

ZAİKA (Zevk. den) Tatma, tad alma. Tad alıcı kuvvet, tad duyurucu hassa.(Hakiki ehl-i şükrün ve ehl-i hakikatın ve ehl-i kalbin kuvve-i zâikası, Rahmet-i İlâhiyenin matbahlarına bir nâzır ve bir müfettiş hükmündedir. Ve o kuvve-i zâikada taamlar adedince mizancıklarla nimet-i İlâhiyyenin envâını tartmak ve tanımak; bir şükr-ü manevî suretinde cesede, mideye haber vermektir. İşte bu suretle kuvve-i zâika yalnız maddî cesede bakmıyor, belki kalbe, ruha, akla dahi baktığı cihetle midenin fevkinde hükmü var, makamı var. S.)

ZAİL (Zâile) Geçen, geçici.Devamlı olmayan. Tükenen.

ZAİLAT (Zâil. C.) Zâil olan şeyler.

ZÂİLÂT-I FÂNİYE Gelip geçici olanlar, bir hâlde durmayıp gidenler.

ZAİM (Zeâmet. den) Zeâmet sahibi. Kefil. * Prens. Şef, lider.

ZAİNE (C.: Zuun-Zaâyin-Zâân-Ez'ân) Mıhfe içinde olan kadın.

ZAİR(E) Ziyaret eden, ziyaretçi. Hatır sormaya, görmeye giden. * Seyirci.

ZAİT (Bak: Zâid)

ZAK f. Dölyatağı, meşime. Rahim.

ZAK-DAN f. Döl yatağı, rahim.

ZA'K Çağırmak, bağırmak.

ZAK Pak, arı, temiz.

ZAKINE (C.: Zevâkın) Enek çukuru.

ZAKİ (Zâkiyye) Saf ve temiz kimse. Hareket ve davranışları düzgün olan kişi.

ZAKİ Güzel kokulu, keskin kokulu.

ZÂKİR Zikreden, zikredici. * Hafızası kuvvetli. * İlâhiler okuyan. Çok çok duâ ve Esmâ-i İlâhiyeyi okuyan. * Tekrar eden.

ZÂKİRÛN (ZÂKİRÎN) Zikredenler.

ZÂKİRE Andıran, hatırlatan, hatıra getiren şey.

ZAKKUM Cehennem'de bir ağacın ismi, cehennemliklerin yiyeceği. * Gösterişi güzel, çiçekli ve zehirli meyvesi olan yâsemine benzeyen bir bitki ismi.

ZAKM Yemek, ekl.

ZAKN Yükletmek.

ZAKNA' Uzun. * Kaba, yoğun. * Eğri.

ZAKT Cima etmek.

ZAKV Çağırıp bağırmak.

ZAKZAK Yeynicek, hafif. * Bir karınca cinsi.

ZAKZAKA Çocukların oynayıp sıçramaları.

ZAL İhtiyar. Ak sakallı. * f. İranlı meşhur kuvvet ve pehlivanlık senbolü Rüstemin babasının adı.

ZAL () harfinin bir ismi. "Dal-i Mu'ceme ve "Zel" de denir. * Horoz ibiği.

ZAL' Eğilmek, meyl etmek. * Dar olmak. * Davarın ağır yük getirmekten dolayı yürürken iki yanına eğilmesi.

ZALAL Gölge eden. Gölge olan.

ZALÂM Karanlık. Zulmet.

ZALÂM-I ZULM Zulmün karanlığı.

ZALEF Kum ve taş olmayan sağlam yer.

ZALEME (Zâlim. C.) Zâlimler.

ZALF Men'etmek. Nefsini bir işe rağbet ve teveccühten men etmek. * Mübah şey. * Bâtıl. * Şiddet. * Beyhude.

ZALİ' (C.: Zulu') Eğri, meyilli. * Müttehem kimse. Töhmetli. * Aksak hayvan.

ZALİ' Geniş, bol, vâsi.

ZALİF Çok hor, çok hakir kimse.

ZALİFEN Birisinin izine uyup gitmek. * İzini gizlemek, belirsiz etmek.

ZALİK(E) Bu, şu, o. Kezâlik. Böylece.

ZALİK Giden, gidici.

ZALİL Gölgeli.

ZÂLİM(E) Zulmeden, haksızlık eden.

ZÂLİMÂNE f. Zâlim olana yakışır şekilde. Zulmeder surette. Zâlimce.

ZÂLİMÎN (Zâlim. C.) Zâlimler, zulmedenler.

ZÂLİMÛN (Zâlim. C.) Zulmedenler. Haksızlık edenler. Zâlimler.

ZALİM (C.: Zılem-Zılmân) Deve kuşunun erkeği. * Kaymağı alınmadan içilen süt. * Hiç bozulmamış yerden kazılan toprak.

ZALLAM (Zalûm) Çok zulmeden. Çok zâlim.

ZALM Kar. * Diş beyazlığı.

ZALMA (C.: Zulem) Karanlık.

ZALÛM Çok zulmeden. Çok zâlim.

ZAM (Bak: Zamm)

ZAM Ayıp.

ZA'M Kelâm, söz.

ZAMA' Susuzluk.

ZAMA Diş etinin kanının az olması.

ZAMAİM (Zamime. C.) İlâveler, ekler. Artırmalar.

ZAMAİR (Zamir. C.) Zamirler. Bir şeyin iç yüzleri. * İsim yerine kullanılan kelimeler.

ZAMAİR-İ ŞAHSİYYE Şahıs zamirleri. " Ben, sen, o" gibi isim yerine geçen kelimeler. (Bak: Şahıs zamiri)

ZAMAN (Bak: Zeman)

ZAMAN Kefil olma, kefillik. Bir şeyin mislini veya değerini vermek üzere zarara karşı kefil olma, garanti.

ZAMAN-I AMEL Üzerine alma. Deruhde etme. İltizam.

ZAMAN-I RÜCU' Huk: Cayma tazminatı. Vadinden dönme tazminatı.

ZAMANET Kötürümlük.

ZAMİH Somak ağacı. ("Tadım" da denir)

ZAMİLE (C.: Zevâmil) Yük hayvanı. * Küçük yük.

ZAMİME Ek, ilâve. Artırma, katma, ekleme.

ZAMİN Ödeyen. Kefil. Tazmine mecbur olan.

ZAMİN Tazmin eden. Kefil olan.

ZAMİN Hasta ve kötürüm kimse.

ZAMİR Düdük çalan. Ney çalan. Ney-zen.

ZAMİR Bir şeyi gizlemek. * İç. * Huk: Bir şeyin iç yüzü. * Niyet. * Vicdan. Kalb. * Gaye. * Gr: Mütekellim, muhatab ve gaibe delâlet eden ve bunların makamına kaim olan rumuzat harfleri ve harf terkiblerinin her biri. (Ben, sen, o; ene, ente, hüve gibi) ismin yerini tutan kelime.

ZAMİR-İ FİİLÎ Gr: Geçmiş zaman fiillerinin sonuna gelen -dim, -din, -Di, -dik, -diniz, -diler... gibi eklerdir.

ZAMİR-İ İZAFÎ Gr: Muzâfların sonuna gelen -im, -in, -i, -imiz, -iniz, -leri gibi eklerdir.

ZAMİR-İ MÜTEKELLİM Mütekellim zamiri, yani konuşanın isminin yerini tutan zâmir. ("Ben" gibi)

ZAMİR-İ NİSBÎ Gr: İsimlerin sonuna gelen, -im, -sin, -dir, -iz, -siniz, -dirler gibi eklerdir.

ZAMİR-İ ŞAHSÎ Gr: Şahıs gösteren ve şahısların ismi yerine kullanılan zamirler; Ben, sen, o, biz, siz, onlar gibi. (Bak: Şahıs zamiri)

ZAMM Bir şeye bir şeyi ekleme. Artırma. Katma. Fazla olarak verme. * Kenarlarını bitiştirme. *Gr: Bir harfin zammeli (ötreli) okunuşu.

ZAMME Ötre o, ö, u, ü, diye okunan harfin harekesi.

ZAMME-İ MAKBUZE-İ HAFİFE (Ü) sesini veren zamme.

ZAMME-İ MAKBUZE-İ SAKİLE (U) sesini veren zamme.

ZAMME-İ MEBSUTA "O" sesi.

ZAMME-İ MEBSUTA-İ SAKİLE (O) sesini veren zamme.

ZAMMETÂN (ZAMMETEYN) İki zamme.

ZAMPARA (Aslı "zenpare"dir) Kadınlar peşinde dolaşan ahlâksız erkek.

ZAMYA Yufka dudaklı. * Yufka kapaklı. * Dişinin etleri boz olup kanı az olan kimse.

ZAMYAN Palamut ağacına benzer bir ağaç. (Necid bölgesinde olur.)

ZAMZAM (C: Zamâzim) Büyük ve kuvvetli arslan. * Gadaplı ve kızgın kimse.

ZAN (Bak: Zann)

ZAN Ayıp.

ZA'N Göçmek.

ZANBUR (Bak: Zünbur)

ZANGOÇ (Ermenice) Kilisenin hizmetlerini gören ve çan çalan kimse.

ZANİ(YE) Zina eden. Meşru olmayan nikâhsız cinsî münasebette bulunan.

ZANİN Cimri, bahil ve hasis olan.

ZANİN Suç işlediği zannedilen kimse. Töhmetli, suçlu kimse.

ZANİYE (Bak: Zani)

ZANK Dar yer. Dar şey. * Darlık, sıkıntı.

ZANKÂ' (Bak: Dankâ')

ZÂNN Zanneden. Sanan. Zannedici.

ZANN şüphe. Zannetmek, samak. Sezme.

ZANN-I GALİB Kuvvetli, hakikate en yakın olan zann. (Bak: Su-i zan)

ZANN-I KABUL-Ü CUMHUR Bir hükmün doğruluğunu ekseri müçtehidlerin ve ehl-i reylerin zann derecesinde, yani kuvvetli ihtimal ile kabul etmeleri.(Ümmeti da'vetle teşri' edemez, fehmi şeriatten olur; lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri' olamaz.İcma' ile cumhurdur, sikke-i şer'i görür. Bir fikre davet etmek zann-ı kabul-ü cumhur, şart-ı evvel oluyor.Yoksa, davet bid'attır; reddedilir, ağzına tıkılır; onda daha çıkamaz... Lemeât)

ZANNÎ Zanna ait, zanna dâir ve müteallik.

ZÂNÛ f. Diz.

ZÂNÛ-BE-ZÂNÛ f. Diz dize.

ZÂNÛ-BER-ZÂNÛ f. Diz dize.

ZÂNÛ-BE-ZEMİN f. Diz çökerek, dizini yere koyarak.

ZANÛN Düşünce ve tedbiri kıt olan adam. * Suyu olup olmadığı bilinmeyen kuyu. * Suyu az olan kuyu.

ZÂNÛZEDE f. Diz çökmüş.

ZÂNÛ-ZEN f. Diz çökmüş.

ZAPT-Ü RABT (Bak: Zabt ü rabt)

ZAR' (C.: Zuru') Meme. * Süt veren hayvan memesi.

ZAR f. İnleyen, sesle ağlayan. * Zayıf, dermansız.

ZAR f. Kelimenin sonuna gelerek birleşik kelimeler olur. İsimlere eklenerek yer adı bildirilir. Meselâ: Lâle-zar $ : Lâle bahçesi.

ZA'R Bedende kılın az olması.

ZA'R Meyletmek, eğilmek.

ZARAAT (Derâat) Alçalma. Kendini küçük görme, küçültme.

ZARAFET Zariflik, incelik, kibarlık. Nâzik davranış. Muamelede, harekette ve giyimde hoşluk ve temizlik.

ZARAFET-PERVER f. Zarafete düşkün olan, zarifliği seven.

ZARAGIM (Zırgam. C.) Arslanlar.

ZARAİF Zârif, ince, hoş şeyler.

ZARAR Lüzumlu ve kıymetli bir şeyin eksilmesi veya kaybolması. Ziyan. Kayıp.(Zarar, birşeye dahil olan eksikliktir ki, hastalık veya körlük, topallık gibi sakatlık demektir. Nitekim anadan doğma a'maya ve pek zayıf hastaya darir denilir. Mühimmat ve levazım tedarikinden âciz olmak da bu mânadadır. Binaenaleyh zararlılar; dertli, sakat, âciz, özürlülerdir. Bunların gayrı olan gayr-i uli-z zarar ise, sahih, salim ve kadir olanlar demek olur. E.T.)

ZARAR-I ÂMM Umumla ilgili zarar.

ZARAR-I BEYYİN f. Meydanda ve âşikâr olan zarar.

ZARAR-I HASS Bir veya bir kaç şahsa âit olan zarar.

ZARAR-I MAHZ Fık: Kendisinin faydası yerine zararı olan.

ZARAR-I MA'NEVÎ Huk: Tazminat. Manevî zarar ve ziyan.

ZARAR-DİDE f. Zarar görmüş olan. Ziyana, kayıba, noksanlığa uğramış olan.

ZARB (Bak: Darb)

ZARF Kap, kılıf. Mahfaza. * İçine mektup konulan kılıf kâğıt. * Gr: Bir fiilin veya bir sıfatın veya başka bir zarfın mânasına "yer, zaman, mâhiyyet" (Nicelik, nitelik) gibi cihetlerden başkalık katan vasıflarını belirten kelime.

ZARF-I MEKÂN Mekân gösteren kelime. ("Burada, dışarda, içerde" gibi)

ZARF-I ZAMAN Gr: Zaman gösteren kelime. ("Erken, geç" gibi)

ZARFİYYET Gr: Kelimenin zarf olması hâli, bir kelimenin zarf olarak kullanılması.

ZARÎ Kanı durmayan damar.

ZARİ' Hurma ağacının dikeni.

ZARİ' (Zer'. den) Ekin eken. Çiftçi.

ZARİ f. Ağlayıp sızlama. * Hakirlik ve itibarsızlık.

ZARİB (C.: Zırâb) Bir ucu keskin yerli taş. * Küçük tepe.

ZARİF(E) Zarafetli. İnce ve nâzik tavırlı. Güzel. Şık. İnce nükteli. * İnce nükteli ve güzel tâbirlerle konuşan.

ZARİF-ÜT TAB' İnce, zarif tabiatlı, güzel huylu.

ZARİFANE f. Zariflikle, incelikle, zarif olana yakışır surette.

ZARİFE Fazla ve lüzumsuz söz.

ZARİH (Darih) Mezar, kabir. Türbe.

ZARİR (C.: Ezırre-Zırrân) Kaba, sert yapılı ve muhkem yer.

ZARİS Taşla yapılmış kuyu.

ZARİYAT Kırıp ufalayan, toz duman edip götüren kuvvetler. * Velud kadınlar. (Bak: Zerv)

ZARİYAT SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 51. suresidir. Mekkîdir.

ZARR Zarar.

ZÂRR Zarar veren, zararlı.

ZARR Soğuktan dolayı suyun donması.

ZARRÂ' (Darrâ') Şiddet. Keder, mihnet, sıkıntı.

ZARURAT (Zaruret. C.) Zaruretler. Sıkıntı ve muhtaçlıklar.

ZARURET Çaresizlik. Muhtaçlık. Sıkıntı. Yoksulluk. ( $ kaidesi, yâni: "Zaruret, haramı helâl derecesine getirir." İşte şu kaide ise, küllî değil. Zaruret, eğer haram yoluyla olmamış ise, haramı helâl etmeye sebebiyet verir. Yoksa, su-i ihtiyariyle, gayr-ı meşru sebeblerle zaruret olmuş ise, haramı helâl edemez, ruhsatlı ahkâmlara medar olamaz, özür teşkil edemez. Meselâ: Bir adam su-i ihtiyariyle, haram bir tarzda kendini sarhoş etse; tasarrufatı, ulema-i Şeriatça aleyhinde câridir, mâzur sayılmaz. Tatlik etse, talâkı vâki olur. Bir cinâyet etse, cezâ görür. Fakat su-i ihtiyariyle olmazsa, talâk vâki olmaz, ceza da görmez. Hem meselâ, bir içki mübtelâsı, zaruret derecesinde mübtelâ olsa da, diyemez ki: "Zarurettir, bana helâldir." S.)(Meşakkat teysiri celb eder. Yâni: Suubet, sebeb-i teshil olur ve darlık vaktinde vüs'at gösterilmek lâzım gelir. Karz ve havale ve hacr gibi pek çok ahkâm-ı fıkhıyye bu asla müteferri' dir. Ve fukahanın ahkâm-ı şer'iyyede gösterdikleri ruhas ve tahfifat hep bu kaideden istihraç olunmuştur.Şu kadar var ki hakkında nass-ı kat'i bulunan, meselâ yapılması her halde kat'iyyen memnu bulunan bir hususda meşakkat özrile o nassın hilâfı irtikâb olunamaz. Orada meşakkat, teysiri celb etmez.Bu kaide, Eşbah'da $ diye münderiçtir.Zaruretler, memnu olan şeyleri mübah kılar. Yâni: İşlenmesi men ve nehy edilmiş bazı şeyler vardır ki, bunları yapmak, zaruret halinde mübah hükmünde olur, bundan dolayı yapan muahaza edilmez. Muteber bir ikraha mebni başkasının malını itlâf veya açlıktan helâk havfından dolayı başkasının taamını rızası olmaksızın yemek gibi.Maamafih haram ve memnu olan şeyler, üç nevidir. Birincisi: Memnuiyeti aslâ sâkıt olmayan muharremattır. Başkasını zulmen öldürmek veya başkasının haksız yere bir uzvunu kesmek gibi. İkincisi: Aslâ sâkıt olmayıp zaruret vaktinde ruhsata mahal olan muharremattır. Başkasının malını itlâf gibi. Üçüncüsü: Zaruret halinde memnuniyeti sâkıt olan muharremattır. Meyte gibi temiz olmayan bir şeyi yemek gibi.Bu kaide, Eşbah'da $ diye münderiçtir ve arz olunduğu üzere her memnua şâmil değildir. Ist. Fık. K.)

ZARURÎ (Bak: Zaruriyye)

ZARURİYYAT (Zarurî. C.) Mecburi işler. İster istemez olan işler.

ZARURİYYAT-I DİNİYYE İman edilmesi zaruri olan dinin esasları, (Allah Teâlâya, Âhiret gününe, Meleklere, Peygamberlere, Kitaplara ve hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmak.)

ZARURİYYAT-I NÂŞİE Bir şeyin kendisinde bulunması zaruri olan ve ondan ayrılması mümkün olmayan ve zâti hassadan meydana gelen zaruretler.

ZARURİYYE (Zarurî) Mecburî. İster istemez olacak iş. İhtiyarî olmayan, mecburî olan.

ZAR ZAR f. Hazin hazin, yanık yanık, (sesle) ağlıya ağlıya.

ZA'T Boğmak. Boğazlamak.

ZÂT Hürmete lâyık kimse. * Kendi. Öz, asıl. * Ehil. Sâhib. (Zu'nun müennesi)

ZÂT-ÜL BEYN İki kişi arasındaki düşmanlık.

ZÂT-ÜL CENB Yan zarı iltihab. Akciğer zarı iltihabı.

ZÂT-UL ESMÂR Meyve veren. Meyveli.

ZÂT-UL HAREKE Kendi kendine hareket eden cisim. Aslında hareketli olan cisim. Otomatik.

ZÂT-UL İLKAH-İ ZÂHİRE İlkahı (döllenmesi) çiçek vâsıtasıyla olan nebat.

ZÂT-ÜL MATÂLİ' Birkaç matlâı bulunan akaside.

ZÂT-ÜR RİE Akciğer zarı iltihabı.

ZÂTEN Esâsen, aslında, asıl olarak.

ZÂTÎ (Zâtiyye) Zâta mensub. Kendisine âit, ile alâkalı, hususi. Özel.

ZÂTİYYAT şahsiyetler. Zâta mahsus işler.

ZÂTÜLBEYN (Zât-ül beyn) İki kişinin arasında olan düşmanlık.

ZÂTÜLCENB (Zât-ül cenb) Tıb: Akciğer zarı iltihabı. Akciğer veremi.

ZÂT-ÜZ-ZEVC Kocası olan kadın.

ZAUN Yük devesi.

ZAV' Aydınlık. Işık.

ZAV'-UŞ ŞEMS Güneş ışığı.

ZAVABIT (Zâbıta. C.) Kaideler. Nizamlar, usuller.

ZAVAHİR (Zâhir. C.) Görünüş. Dış görünüş. * Göze çarpan yerler. Yüksek yerler.

ZAVARİB Nabız damarları.

ZAVİYE Köşe. * Küçük tekke. * İki çizginin birleşmesi ile hasıl olan köşe, şekil. * Mat: Birbiriyle kesişen iki satıh veya iki çizginin birleştiği yerde meydana gelen açıklık. Açı. Açı ölçü birimi 360 eşit parçaya bölündüğü takdirde "derece", 400 eşit parçaya bölündüğü takdirde "grat" tır.

ZAVİYETÂN (ZAVİYETEYN) İki zaviye. İki açı.

ZAY'A (C: Zıyâ') Geliri olan bina. * Tarla. Çiftlik. * Binasız arsa.

ZAYA' Elden çıkma, yok olma.

ZAYAN Yasemin çiçeği.

ZAY'AT Kaybolma, kaybetme.

ZAYF Misafir. Gelip geçen.

ZAYH Çok sulu süt.

ZAYH İncir ağacı.

ZAYİ' (Ziya'. dan) Elden çıkan. Kaybolan. Yitik. Zarar, ziyan.

ZAYİÂT Zarar ve ziyanlar. Yitikler.

ZAYİG Mail, eğik, eğilmiş.

ZAYİGA Meyledici, eğilen.

ZAYİL Uzun etekli gömlek. * Uzun kuyruklu at. (Müe: Zâyile)

ZAYR Mazarrat, ziyan.

ZAYVEN (C.: Zayâvin) Yaban kedisi. * Erkek kedi. * Hırçın ve vahşi adam.

ZA'ZA' Bir şeyi parça parça etmek. * şiddetle esen yel.

ZA'ZAA şiddetle hareket ettirmek, sarsmak.

ZA'ZAA-İ ESNÂN Dişlerin şiddetle birbirine vurması.

ZA'ZAA Doldurmak. * Ayırmak. * Rüzgâra savurmak.

ZE Kur'an alfabesinde onbirinci harftir ve ebcedi kıymeti 7'dir.

ZE'A' Bölükler, fırkalar.

ZEAL İnkârdan sonra ikrâr etmek.

ZEAM Tamâ, hırs.

ZEAMET Şeref, şan. Riyaset. * Yetiştirdikleri hayvanları ile birlikte harbe iştirak eden ve Sipâhi denen Osmanlı askerine öşrü alınmak üzere verilen en büyük timâr.

ZE'B Ayıp. * Reddetmek. Hor ve hakir etmek, kepaze yapmak.

ZEBAB Karasinek. (Bak: Zübab)

ZEBAN f. Dil, lisan, lügat, lehçe.

ZEBAN-ÂVER f. Düzgün konuşan, düzgün söz veya şiir söyleyen. * Dile getiren.

ZEBAN-DIRAZ f. Dil uzatan, atıp tutan.

ZEBANE f. Terazi gibi bazı âletlerin dili andıran parçaları. * Alev.

ZEBANEKEŞ f. Alevlenen, alevli.

ZEBANEŞ Onun dili.

ZEBANİ Cehennem'de vazife gören melek.

ZEBANİYÂN f. (Zebaniye) Zebaniler. Cehennemlikleri Cehennem'e atmaya vazifeli melekler.

ZEBANİYE Azap melekleri.

ZEBANZED f. Ata sözü, darb-ı mesel. * Alışılmış, her zaman söylenen söz.

ZEBAYİH (Zebiha. C.) Kurbanlık hayvanlar.

ZEBB Üzüm kurutmak.

ZEBB Men ve defetmek. Kovmak. * Yaban sığırı.

ZEBEB Kaşın kıllı ve yoğun olması.

ZEBED (C.: Ezbâd-Zübed) Köpük. * Kir ve pas, tüfl.

ZEBER f. Üst.

ZEBERCED Zümrüd cinsinden ve onun kadar kıymetli olmayan, sarımtırak yeşil, cam parlaklığında kıymetli taş.

ZEBERDEC Zeberced taşı.

ZEBERDEST f. En üstün, galib, hâkim, âmir. * Mâhir.

ZEBERDESTÎ f. Maharetlilik, ustalık. * El üstünlüğü, üstünlük, galibiyet.

ZEBERİN f. Üstteki.

ZEBG Yaramaz huy, kötü alışkanlık.

ZEBH Kesme, boğazlama. Kurban kesme. (Boğazlanmış veya boğazlanacak hayvana da "zebiha" denir.)

ZEBİB Kuru üzüm. Kuru incir. * Yılan veya akrep gibi hayvanların zehiri.

ZEBİH Kesme, boğazlama. Kesilecek hayvan. * Hz. İsmail'in (A.S.) ve Hazreti Muhammed'in (A.S.M.) babası Hz. Abdullah'ın lâkabı.

ZEBİHA Boğazlanmış veya kesilecek hayvan. (Bak: Zebh)

ZEBİHEYN İki kurban.

ZEBİL Fışkı, gübre. * Pislik.

ZEBİR Sıkıntı, mihnet. * Yazılmış şey. Mektup.

ZEBK Yolmak.

ZEBL İnce belli olmak. * Çiçeğin solması. * Deniz kaplumbağasının sırt kemiği.

ZEBN Şiddetle def'etmek. * Devenin çifte vurması.

ZEBR Kitab. Cüz. Kitap yaprağı. * Yazı yazma. * Söz. Yazı. * Akıl, zekâ. * Kuvvetli, sağlam, şiddetli adam. * Men'eylemek.

ZEBREC Ziyne, süs.

ZEBTEL Kısa boylu.

ZEBUN f. Zayıf, güçsüz, âciz. * Alışverişte aldanan.

ZEBUNÎ f. Zayıflık, güçsüzlük, âcizlik.

ZEBUN-KUŞ Düşkünleri ezen. Zâlim. Gaddar.

ZEBUR Kitap. Mektub. * Peygamber Hz. Dâvud'a (A.S.) vahiy ile gelen mukaddes kitabın adı.

ZEBZEB Uzun gemi.

ZEBZEB (C.: Zebâzib) Adam zekeri.

ZEBZEBE Muallâkta kalma. * Mütereddit. * Titreme. * Asılı bir şeyi havada oynatmak.

ZE'C şiddetle emme, yutma. * Doldurmak.

ZECA (Zecven - Zeccâ - Eczâ) Sevketmek, yürütmek. * Def etmek.

ZECA' Hüküm geçmek. * Kolaylık.

ZECC Süngünün arkasıyla vurmak. * Atmak. * Deve kuşunun yelmesi.

ZECCA' Adımı birbirinden uzak olan.

ZECCAC Şişeci. Camcı. Sırça işleri yapan.

ZECEC Kaşın uzun ve ince olması.

ZECEL Avaz, ses, savt. * Mübâlağa ile çağırmak.

ZECL Atma.

ZECME Kelime.

ZECR Menetme, engel olma. Nehyetme. * Zorlama, zorla yaptırma. * Önleme. Sıkma. * Kovma. Eziyet etme. * Angarya olarak çalıştırma. * Köpek balığı. * Çağırma. * Sürme.

ZECRE Çağırmak, bağırmak, sayha. * Men'etmek, engel olmak.

ZECREN Zorlayarak, zorla. * Ceza olarak. * Engel olarak, menederek.

ZECRÎ Cebren, zorlayıcı olarak.

ZED f. Vurma, dövme.

ZED "Vurucu, vuran" mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Guş-zed $ : Kulağa çalınan. Zeban-zed $ : Yayılmış söz.

ZEDE (Zed) f. Birleşik kelimeler yapılarak, "vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş" manalarına gelir. Meselâ: Musibet-zede $ : Musibete uğramış.

ZEDEGÂN (-zede. C.) f. Tutulmuşlar, çarpılmışlar, uğramışlar mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır.

ZEDERGÂH (Bak: Zidergâh)

ZEELAN Yab yab yürümek.

ZEFER Kötü koku.

ZEFER Ağaca vurulan payanda, destek.

ZEFERAT Soluk almalar.

ZEFF Kişinin nikâhlısını kocasına teslim etmek.

ZEFİF Çabuk davranan. Çevik. * Deve kuşunun yelmesi. * Gelini kocasına göndermek. * Hızla gitmek.

ZEFİR Çok şiddetli ses. * Hıçkırıkla nefes vermek. Göğüs geçirmek. * Ağlatmak. * İnlemek. * Ateş gürültüsü. * Eşek anırtısının evveli. * Belâ.

ZEFİRR Uzun boylu yiğit. * Kuvvetli deve.

ZEFN Raksetmek, dansetmek.

ZEFR Yükseltmek. * Yük getirmek.

ZEFUR Kir, pas, vesah.

ZEFZEFE Titreme, sarsılma.

ZEGAB Kuş yavrusunun üstünde olan sarıca tüyler.

ZEGAN f. Çaylak.

ZEHAB Gitmek. * Zihnen bir yola sapmak. Yanlış düşünce. Bir fikre uymak. Zan.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   173   174   175   176   177   178   179   180   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin