Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə5/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   181

AKIL (Bak: Akl)

AKILCILIK (Rasyonalizm) fels. İnsanın, akılla gerçeğe uygun bilgiyi bulabileceğini, aklın doğru kabul ettiği bilginin şübhe götürmez kesinlikte doğru olduğunu kabul ettiği felsefe. Tenkitçi felsefe, deneyci felsefe, psikoloji ve sosyoloji bu felsefenin aşırı iddialarını çürütmüştür. Bugünkü ilim adamları herşeyi tam doğru olarak biliyoruz iddiasından uzak, daha alçak gönüllü bir hareket tarzını benimsemektedirler. (... izm) şeklinde ifade edilen görüşlere körü körüne ve acele ile bağlanmayı doğru görmemektedirler.

AKIL-FÜRUŞ f. Akıl satan, daha akıllı olduğunu göstermeğe çalışan.

AKILSUZ f. Aklı yandıran, aklı gideren.

ÂKIL(E) Uyanık. Aklı başında. Tedbirli. Düşüncesi sağlam. Huşyâr.

ÂKILÂNE f. Akıllı kimseye yakışır surette, akıl ve idrakle.

ÂKILÂT Akıllı kadınlar.

AKINCI Keşif, yağma ve tahrib kasdıyla ecnebi memleketlere akın yapan kişi. Akıncılık, Osman Bey zamanında başlamıştır.

AKINTI Bir sıvı cismin mütemadiyen hareketi, akış. * Nehir veya deniz suyunun bir tarafa doğru cereyanı. * Bazı hastalıklarda vücuttaki bir delikten cerahat akması.

ÂKIR(E) Kısır, verimsiz, kumlu toprak. * Çocuksuz kadın. * Oğlu veya kızı olmayan erkek. * Yaralayan, yaralayıcı.

ÂKIS Pis kokulu.

AKIS İnatçı, muannid.

AKİ (Akk. dan) İsyan eden, başkaldıran, âsi.

ÂKİB Çok fazla.

AKİB Ayağın ökçesi. Adamın evlâdı, evlâdının evlâdı.

AKÎB Bir şeyin ardından gelen. Arkası sıra giden.

ÂKİB Kendisinden sonra peygamber gelmeyen Hz. Hâtem-ül Enbiyâ Peygamberimiz Resul-ü Ekrem (A.S.M.) * Bir diğerinin arkasından gelen.

ÂKİBE(T) Bir şeyin sonu. Nihayet. Netice, sonuç.

ÂKİBET-ÜL ÂKİBE Akibetin âkibeti. * Neticenin sonu. * Ahiret.

ÂKİBET-ÜL EMR Bir işin neticesi, sonu.

ÂKİBET-BİN f. İleri görüşlü. Sonunu evvelden gören.

ÂKİBET-BİNÎ f. Tedbirlilik, neticeyi önceden görüp düşünme.

ÂKİBET-ENDİŞ f. Geleceği için endişe eden. İstikbâlini düşünen. Akibetini düşünen.

ÂKİD Kuyunun çevresi, etrafı.

AKİD Aralarında akid yapanlardan her birisi. (Bak: Akd)

AKİDE İnanılan ve itikad edilen esas. İmân. * Bir nevi şeker adı.

AKİDE-İ TEVHİD Allah'ın bir olduğuna inanmak.

ÂKİDEYN Huk: Her akidde anlaşmayı yapan her iki taraf.

ÂKİF Devamlı ibadetle meşgul olan. * Bir şeyde sebat eden. * Teveccüh, yönelme.

AKİFAN Uzun ayaklı karınca. * Araptan bir kabile adı.

AKİK Meşhur ve kıymetli, ekseriya kırmızı renkte olan ve yüzük gibi şeylere takılan taş. * Hicaz vilâyetinde bir vâdi. * Yolunu yaran gür su.

AKİK Bunaltıcı sıcaklık.

AKİKA Yeni doğan bir çocuğun başındaki ana tüyü. Yahut böyle bir çocuk için Cenab-ı Hakk'a şükür niyetiyle kesilen kurbanın adı. Bu kurbana "Nesike" de denir.

ÂKİL(E) (Ekl. den) Ekl eden, yiyen. Yiyici.

ÂKİL-ÜL BEŞER İnsan eti yiyen.

ÂKİL-ÜL HEVÂM Haşaratla beslenen.

ÂKİL-ÜL KÜLL Herşeyi yiyen.

ÂKİL-ÜL LAHM Etle beslenen, et yiyici.

ÂKİL-ÜS SEMEK Balıkla beslenen. Balık yiyici.

ÂKİLET-ÜL EKBÂD Ciğerler yiyen kadın. * Uhud harbinde şehid olan Hz. Hamza'nın (R.A.) göğsünü yararak ciğerlerini yiyen Ebu Süfyanın karısı Hind.

AKÎLE (C.: Akayil) Baba tarafından akraba. * Her şeyin en iyisi.

ÂKİLE (C.: Avakil) Baba tarafından olan akraba.* Baş tarayıcı kadın.

ÂKİLE Yenirce adı verilen yara.

AKİM (C.: Akâm-Ukum) İçinde giyecek olan büyük çuval.

AKÎM Neticesiz, sonu yok. Beyhude. * Yağmur getirmeyen rüzgar. * Çocuğu olmayan, kısır. Doğurmayan (kadın), doğurtmayan (erkek).

AKİR Yaralanmış, cerih.

AKİRE Ses, sedâ, savt.

AKİS Yere gömüp köklendikten sonra kestikleri üzüm çubuğu. * Üzerine yağ koyup içtikleri taze süt. * Sütlü çorba.

AKİS (Aks) Bir şeyin zıddı, simetriği, tersi. * Hareketli bir cismin hareketinin tersine dönmesi. * Bir şeyin evvelinin âhirine, âhirinin evveline dönmesi. * Çarpışma, çarpıp geri dönme. * Mantıkta: Bir düşünme ve akıl yürütme şekli; bir iddianın konusunu yüklem, yüklemini konu yapmakla bir sonuç elde etmek. Meselâ : "Her sanatkâr kabiliyetli "yetenekli" dir. O halde bazı yetenekliler sanatkârdır."

AKİS Tersine dönen, vuran, çarpan. Akseden.

AKİS (Aks) İnatçı, muannid.

AKİSA (C.: İkâs) Saç örgüsü.

AKİSE Çok fazla deve. * Karanlık gece.

AKİSE Işığı aksettiren âlet.

AKK (C.: Ukuk) Serkeşlik. Anaya, babaya itaatsizlik. * Yarmak. * (Koyun) kuzularken ölmek.

AKK Serkeş, inadçı.

AKKÂL Çok yiyen, obur. * Tıb: Etrafındaki etleri çürütüp mahveden (yara).

AKKÂM Deve kiralayıcısı, deve ile ücret karşılığında eşya taşıyan adam. * Hacca Surre-i Hümayun ile birlikte giden hademe. * Çadır mehteri.

AKKOR (Bak: Nâr-ı beyza)

AKKUB Devenin çok yediği yassı yapraklı bir dikenli ot.

AKL Sürmek. * Ölmek. * İp ile bağlamak.

AKL (Akıl) Men'etmek. * Sığınacak yer. * Kırmızı mihfe örtüsü. * Diyet. * İnsanın; hayrı, şerri ve ilimleri anlayan, sebeblerden neticeleri çıkaran ve eserden eser sahibine intikal eden hassası. Düşünme ve anlama kabiliyeti. Zihin, zekâ, tefehhüm, fehim, irade, anlayış, kuvve-i hâfıza, mülâhaza, re'y, yaptığını bilme. İlim, zihinde hâsıl olan sûret. İnsan zihninin sıfatı. Kalbde Hak ve bâtılı ayırdedebilen bir nur. * Huk: Bir cinayetten dolayı, icab eden diyeti vermektir. Diyet mânasına da kullanılır. Akıl, esasen imsak ve imtisak mânasınadır. Diyet vermek, kan dökülmesini men' ve imsak edecek müeyyid bir kuvvet mesâbesinde olduğundan bu cihetle de diyete akl denilmiş olması melhuzdur. (Huk. L.)(Mütekellimînin mütebahhirîn ulemasından olan Mu'tezile imamları, zinet-i surîsine meftun olup, o mesleğe ciddi temas ederek, aklı hâkim ittihaz ettiklerinden, ancak fâsık, mübtedi bir mü'min derecesine çıkabilmişler. S.)(Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resul-ü Ekrem'in (A.S.M.) sünnetleri birer yıldız, birer lâmba vazifesini gördüklerini gördüm. Herbir sünnet veya bir hadd-i şer'i, zulmetli dalâlet yollarında güneş gibi parlıyor. O yollarda insan, zerre miskâl o sünnetlerden inhiraf ve udul ederse; şeytanlara mel'abe, evhama merkep, ehval ve korkulara ma'rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye olacaktır. Ve kezâ, o sünnetleri, sanki semadan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki; onlara temessük eden yükselir; saadetlere nail olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minare ile semâya çıkmak hamakatinde bulunan fir'avn gibi bir fir'avn olur. M.N.)

AKL-I BÂLİĞ Yetişmiş genç. Erginlik hâli. Onbeşini doldurmuş genç.

AKL-I BEŞER İnsan aklı. İnsan düşüncesi.(Kur'anın hakaik-ı İlâhiyeye dair beyanatı ve tılsım-ı kâinatı fethedip ve hilkat-ı âlemin muammasını açan beyanat-ı kevniyesi, ihbarat-ı gaybiyenin en mühimmidir. Çünkü: O hakaik-ı gaybiyeyi hadsiz dalâlet yolları içinde istikametle onları gidip bulmak, akl-ı beşerin kârı değildir ve olamaz. Beşerin en dâhi hükemaları o mesâilin en küçüğüne akıllarıyla yetişmediği mâlumdur. Hem Kur'an, gösterdiği o hakaik-ı İlâhiye ve hakaik-ı kevniyeyi beyandan sonra ve safa-yı kalb ve tezkiye-i nefisten sonra ve ruhun terakkiyatından ve aklın tekemmülünden sonra beşerin ukulü: "Sadakte" deyip o hakaikı kabul eder. Kur'ana, "Bârekâllah" der... Amma ahvâl-i uhreviye ve berzahiye ise, çendan akl-ı beşer kendi başıyla yetişemiyor, göremiyor. Fakat, Kur'anın gösterdiği yollar ile onları görmek derecesinde isbat ediyor. S.)

AKL-I EVVEL İlk akıl, hılkî ve cibilli olan akıl. (Bir kısım eski ve sapık felsefecilere ve hususan İşrakıyyuna göre; teselsül tâbiri ile müessiriyetini iddia ettikleri sebeblerden birincisidir. Bunun neticesi şirke gider. Bunlarca, akl-ı evvel Allah'ın mahluku olup ve bundan ikinci akıl, ikincisinden üçüncü akıl... ve böylece "Ukul-ü Aşere" dedikleri birbirinden türeyen on akıl varlığı tevehhüm edilerek dalâlete gidilmiştir.)(Eski felsefenin bir düstur-u itikadiyesinden olan ( $ ) "Birden bir sudur eder" Yani, "bir zattan, bizzat bir tek sudur edebilir. Sâir şeyler vasıtalar vasıtası ile ondan sudur eder." diye, Ganiyy-i alel-ıtlak ve Kadir-i Mutlakı, âciz vasaite muhtaç göstererek, bütün esbaba ve vasaite, rububiyyette bir nevi şirket verip Halik-ı Zül Celâle "Akl-ı evvel" nâmında bir mahluku verip âdeta sair mülkünü esbaba ve vasâite taksim ederek bir şirk-i azîme yol açan, şirk-alûd ve dalâlet-pişe o felsefenin düsturu nerede?... Hükemânın yüksek kısmı olan İşrakıyyun böyle halt etseler; maddiyyun, tabiiyyun gibi aşağı kısımları ne kadar halt edeceklerini kıyas edebilirsin. S.)

AKL-I FA'AL İşleyen ve çalışan akıl.

AKL-I KÜLLÎ Kâinatta görülen umumi ahenk. Her şeyi kavrayan akıl.

AKL-I MAAD (MEAD) İrfan ve ilimle terbiye olan âhiretini düşünen akıl. Geleceği kavrayan akıl.

AKL-I MAAŞ Aklın en alt tabakası. Dünyada geçim işini düşünen akıl.

AKL-I MATBU' Yaradılıştan olup, her çocukta olan akıl. Öğrenmeden var olan fıtrî akıl. Bu akıl mümeyyiz olmayıp kabil-i hitap değildir.

AKL-I MESMU' Kabil-i hitab olan akıl. Sonradan tecrübe ve bilgiyle gelişen akıl. Hayrı ve şerri fark edebilen ve mümeyyiz olan kimsenin aklıdır.

AKL-I SELİM (Hiss-i selim) İyiyi kötüyü farkedip, insana hak ve hakikatı, iman ve İslâmiyeti tâkib ettiren akıl ve düşünüş. Normal ve müsbet düşünce.

AKLA' Eli kesik.

AKLAH Sarı dişli.

AKLAM (Kalem. C.) Kalemler. Oklar. Yayla atılan eski zaman silahlarından biri.

AKLAN (Bak: Mâile)

AKLEB Sarkık dudaklı.

AKLED Yoğurt.

AKLEN Akıl ile. Akıl yolu ile.

AKLEN VE NAKLEN Akıl ve haberlerin nakline göre. Akıl ve nakil yolu ile.

AKLET Yoğurt.

AKLÎ Akıl ile bilinen veya bulunan şey. Akla mensub. Akla dâir ve müteallik.

AKLİYYAT Müşahedeye ve tecrübeye girmeyen ve sadece akıl ile düşünülen şeyler ve hususlar. Nazarî meseleler. (Bak: Mücerredât, Ma'kulat)(Arkadaş! Kalb ile ruhun hastalığı nisbetinde felsefe ilimlerine meyil ve muhabbet ziyade olur. O hastalık marazı da, ulum-u akliyeye tevaggul etmek nisbetindedir. Demek mânevî olan hastalıklar, insanlarıaklî ilimlere teşvik ve sevkeder. Ve akliyat ile iştigal eden, emraz-ı kalbiyeye mübtelâ olur. M.N.)

AKLİYYE Akılcılık. Akıl ile anlaşılan ve bulunan. Akıl hastalıkları.

AKLİYYUN (Rasyonalistler) Herşeyin hakikatını akıl ile bulma iddiasında olan, hadiseleri yalnız akıl ile araştırıp hakikat ve hikmetlerini tam bulamayıp, aklına güvenip dine tâbi olmayan filozoflar ve onların yolunda kalarak dalâlete gidenler. Bunlar iki kola ayrılır. Uluhiyeti ve vahyi inkâr eden birinci kısım, insan aklının her meseleyi çözebileceğini iddia ederler. Allah'a ve vahye inanan ikinci kısım ise, Allah'a, ruha, âhiret gününe, kitap ve peygambere inanmanın makul olduğunu, dinde akla uymayan bir tarafın bulunmadığını isbat etmek isterler.

AKM Kısırlık.

AKMADDE Anatomi: Omuriliğin dış; beynin iç tabakasını meydana getiren sinir lifleri. Beyin hücrelerinin çoğunu, akmadde teşkil eder.

AKMAR (Kamer. C.) Aylar. Yıldızlar.

AKMED Ensesi uzun ve kalın olan kimse. * Uzun boylu.

AKMER Ay gibi beyaz (yüz). Akça şey.

AKMÎ Yıpranmış, eskimiş. * Anlaşılmaz.

AKMİSE (Kamis. C.) Gömlekler.

AKMİŞE (Kumaş. C.) Kumaşlar, dokumalar.

AKMUS Eşek, hımar.

AKNA İnce, yumru burunlu kimse.

AKNA' En çok kanaat getiren, en mukni'.

AKNAN (Kınn. C.) Kullar, köleler.

AKONT Fr. Sonradan hesaplaşmak üzere bir borç veya kazanç hissesinden alacaklıya yapılan ödeme.

AKONİTİN Fr. Kurtboğan denilen bir bitkiden çıkan zehirleyici bir madde.

AKRA' Başı kel olan. * Saçları dökülmüş olan. * Çıplak dağ.

AKRA' (Kara. C.) Sırtlar, arkalar.

AKRABA Aralarında soyca, nesebce yakınlık olanlar. Yakınlar.

AKRAD Emir, bey.

AKRAH Alnının ortasında akçe kadar beyaz yeri olan at.

AKRAN (Karin. C.) Birbirlerine derece, sınıf, liyâkat ciheti ile benzeyenler. Mümâsil. Emsal.

AKRAS (Kurs. C.) Yuvarlaklar, daireler, çemberler.

AKRAT Kaşları olmayan.

AKRE' Çok lâtif ve pek güzel Kur'an okuyan.

AKREB En yakın. Daha yakın. Ziyade yakın.

AKREB-İ MEKNİYYAT Huk:Meşrut-un lehi bildiren zamirin en yakın mercii mânasını anlatır. Meselâ: Bir vakfiyede vâkıf tevliyetini evvelâ kendisine, sonra oğlu "A" ya, sonra çocuklarına şart etse, çocukları tabirindeki zamir vâkıfın kendisine değil de en yakın merci'i bulunan "A" nın çocuklarına hamlolunur. (Huk.L.)

AKREB Zehirli ve tehlikeli küçük hayvancık. * Saatin kısa ibresi. * Semâda bir burç ismi.

AKREBE Dişi akrep. * Çevik ve zeki cariye. * Ayakkabı bağcığı. * Kazan, tencere gibi eşyaları ateş üzerine asmağa yarayan "S" şeklindeki kanca.

AKREBEK f. Küçük akrep. Saatin kısa olan ibresi.

AKREBİYYET Daha yakın oluş. * Cenab-ı Hakkın insana olan yakınlığı. (Bak: Kurbiyet)

AKREF Anası Arabdan babası başka milletten olan kimse.

AKREN Kaşı çatık olan adam.

AKRES Bir çeşit tuzlu veya ekşi ottur ve "devenin yemişidir."

AKREŞE Dişi tavşan.

AKRET Deve sürüsü. (50 ile 100 arası) * Dil dibi.

AKRET Kısırlık.

AKRİBA (Bak: Akraba)

AKRİHA (Karah. C.) Temiz su. * Ağaçsız yer, ağacı olmayan tarla.

AKROMATOPSİ Tıb: Renk körlüğü.

AKROPOL yun. Eski Yunan şehirlerinde içinde saray ve tapınakların bulunduğu müstahkem tepe.

AKROSTİŞ yun. Edb: Mısraların ilk harfleri yukarıdan aşağıya doğru okununca manalı bir kelime veya has isim çıkacak şekilde düzenlenmiş manzume.

AKRUBAN Erkek akrep.

AKRÜB (Karib. C.) Sandallar.

AKS Karıştırmak. * Bir ağaç cinsi.

AKS Yaramaz huylu. * Katı kumlu yer.

AKS Boynuzu eğri ve kayık olmak. * Bağlamak. * Dövmek. * Saçlarının ucunu başının etrafına kadınlar gibi lif etmek. * Saçını kıvırcık göstermek. * Bahillik etmek.

AKS (C.: Ukus) Hilâf, muhâlif, zıd, ters. * Gölge gibi şeylerin bir yerde eser peydâ etmesi. Sesin veya ışık gibi şeylerin bir yere çarparak geri dönmesi. * Döndürmek. * Bir şeyin evvelini ahir ve âhirini evvel yapmak. * Devenin yularının ucunu ayağına bağlamak.

AKS-ÜL AMEL İstenilen şeyin zıddı hasıl olması. Tersine oluş. (Reaksiyon) * Edb: Edebi san'atlardandır. Bir cümle veya mısrânın altını üstüne getirmekle, başka bir cümle veya mısrâ yapmaktır. Pertev paşanın: "Her düzün bir yokuşu, her yokuşun bir düzü var." mısrâında olduğu gibi.(Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihatı, bazan damara dokundurur; aksülamel yapar. M.)

AKS-İ DÂVA Zıt hüküm. Karşı dâvâ (Zıt teorem.)

AKS-İ KAZİYE (Mantıkta) Doğru farzedilen bir hükmün, konusu ile yükleminin (mahmulünün) ters çevrilmesi ile zaruri bir sonucun elde edilmesidir. Çeşitli şekilleri vardır. Meselâ : "Her insan canlıdır." sözünde konu olan insan ile, yüklem olan canlı sözü yer değiştirilerek (aksedilerek) şu hüküm elde edilir: "Bazı canlılar insandır."

AKS-İ MÜLEVVEN Renkli akis.

AKS-ÜN NAKÎZ Birbirine zıt olan iki şey. * Man: Mevzuun nakîzini yüklem; ve yüklemin nakîzini de mevzu kılmak. Misâl: "Her aklı başında olan insan Allah'ı tanır" kaziyesinden aks-ün nakîz yolu ile şu hüküm elde edilir: "Allah'ı tanımayanlar, aklı başında olmayan insanlardır."

AKS-İ SADÂ Sesin bir yere çarpıp geri gelmesi. Yankı. Çok evvelden söylenen bir hakikatın sonradan tekrar edilmesi.

AKSA' Boynuzu arka tarafına kaymış olan koyun.

AKSA En uzak. En son. Kusvâ. Nihayet. Irak.

AKSÂ-YI BİLÂD Bir memleketin sınır bölgeleri, hudut beldeleri.

AKSÂ-YI EMEL Mefkûre, ideal, gaye-i hayal.

AKSA-YI GARB Uzak garp, uzak batı.

AKSA-YI MERAM Meramların, arzuların en sonu. Emellerin son haddi.

AKSÂ-YI MERÂTİB Rütbelerin, mertebelerin en büyüğü.

AKSÂ-YI ŞARK Uzak Doğu. Çin, Japonya gibi yerler.

AKSÂ-YI TERAKKİ Tekâmülün son basamağı. Terakkinin son hududu.

AKSAB (Kusb. C.) Kalın bağırsaklar.

AKSAD Kırık şey.

AKSAKAL Köy ihtiyarı. Köy ihtiyar heyetinin başı.Muhtar.

AKSA-L-GAYAT Gayelerin en ilerisi, en büyüğü.

AKSAM Dişi yarısından ufanmış. * Boynuzsuz davar.

AKSAM (Kısım. C.) Kısımlar. Bölümler. Parçalar.

AKSAM-I SEB'A Yedi kısım. * Gr: Kelimelerin (sahih, misâl, muzaaf, lefif, nakıs, mehmuz, ecvef) bölümleri.

AKSAM-I SELASE Üç kısım. * Gr: İsim, fiil, harf bölümleri.

AKSAR (Akser) Daha kısa. Pek kısa. En kısa.

AKSAT Çok doğru olan şey. Ayakları kuru olan hayvan.

AKSAT (Kıst. C.) Hisseler. Nasibler.

AKSATA (Bak: Ahz u ita)

AKSAY Çok uzak.

AKS-ENDAZ f. Çarpıp duran.

AKSER (Kasir. den) (C: Akasır) En kısa, çok kısa.

AKSER-İ EYYAM En kısa gün, günlerin en kısası.

AKSER-İ TURUK En kısa yol, yolların en kısası.

AKSET Ahsen, en güzel.AKSÎ : İnatçı. * Geçimsiz, huysuz. Uğursuz. * Ters, zıd.

AKSİYON Fr. Şirket ve ticaret hissesi. * Kuvvet ve enerjinin dışa ve fiile çıkması.

AKSON yun.Tıb: Sinir hücrelerinden çıkan uzantıların en önemlisi.

AKSU t. Gözlerde görülen bir hastalık.

AKSÜLAMEL (Bak: Aks-ül amel)

AKSÜLÜMEN Kim. Klor ile civadan mürekkeb zehirleyici te'siri fazla olan bir tuz.

AKŞAR (Akşın) Doğuştan derisi, kılları beyaz olan insan veya hayvan.

AKŞER Kızıl çehreli, kırmızı yüzlü adam.

AKŞET (C.: Kuşut) Burun kamışı çökük ve yassı olan.

AKTA' Eli kesik olan adam.

AKTA' Kesmeler, kırılmalar. * Beylik araziler. * Alâkasızlıklar.

AKTAAN Kalem, seyf.

AKTAB (Kutb. C.) Kutublar. Hak tarikatların reisleri, şahları.(Âlem-i İslâmda, her biri ümmetin ehemmiyetli bir kısmını dâire-i dersine alıp hârika irşad ve kerametlerle manevi terakki ettiren ve hüccetler yerine müşahedata, keşfiyyata dayanan en derin ehl-i tahkik ve hakikat olan zatlar. Ş.)

AKTAB-I EHL-İ BEYT Ehl-i Beytten yetişen kutublar. Yâni, büyük mürşidler.

AKTAB-I ERBAA Ehl-i sünnet âlimleri ve mütebahhir ve maneviyatta çok ileri zatlar tarafından şimdiye kadar dört büyük kutup olarak bilinen veliler.(Seyyid Abdulkadir-i Geylâni, Seyyid Ahmed-i Bedevi, Seyyid Ahmed-i Rufâi, Seyyid İbrahim Desuki.)

AKTAN (Kutn. C.) Pamuklar.

AKTAR (Kutr. C.) Kuturlar. Çaplar. Dâirenin merkezinden geçen doğru hatlar. * Her taraf. * Güzel kokulu yağlar vesaire satan adam. Güzel kokular tâciri. * Ecza, ilâç satan adam. * Mahalle aralarında bazı baharatla iğne, iplik vesaire satan satıcı.

AKTÂR-I ÂLEM Her taraf. Alemin dört bucağı. Alemin her yeri.

AKTÂR-I BEDEN Vücudun her tarafı.

AKTİVİZM Hakikatin, düşüncede kalmasından ziyade, hayat ve fiile intikalini ve bütün ilimlerin, cemiyetin gelişmesine hizmet etmesini isteyen ve böylece iradenin faaliyet ve tesirliliğini açıklayan felsefî bir meslek.

AKTÖR Fr. Tiyatroda erkek oyuncu.

AKTRİS Tiyatroda kadın oyuncu.

AKTÜALİTE Fr. Bugünkü hâdise veya mevzu. Günlük hâdiseler.

AKTÜEL Fr. Bugünkü, şimdiki.

AKU f. Baykuş, puhu.

AKUB Toz.

AKUK (Bak: Ukuk)

AKUL İshalden kurtaran bir ilâç.

AKUM İyileşmez yara. Kısırlık. * Zahmet.

AKUR Yaralıyan, ısıran köpek. Kuduz, azgın köpek. * Çok şerir, kötü kimse.

AKURÂNE f. Kuduzcasına, kudurmuşcasına, saldırırcasına.

AKUSTİK Fr. Sese ait.Ses mevzuu. Kapalı yerde ses dağılma sistemi.

AKÜMÜLATÖR Fr. Fiz: Elektrik enejisini depo eden cihaz.

AKVA Daha kuvvetli. En kuvvetli. (Bak: Ekva)

AKVA' Kuyruğu beyaz, gövdesi siyah olan dişi koyun.

AKVAL (Kavl. C.) Sözler, kaviller.

AKVAL-İ HAKÎMÂNE f. Hikmet sahiblerine yakışır sözler.

AKVAM (Kavim. C.) Kavimler. Milletler. Toplumlar.

AKVÂM-I BEŞER İnsan toplumları. İnsan kavimleri.

AKVAREL Sulu boya resim.

AKVARYUM Lat. Su hayvanlarını veya bitkilerini besleyebilecek tarzda yapılmış camdan su kabı.

AKVAS (Kavs. C.) Kavisler, yaylar. * Virajlar, büklümler.

AKVAT (Kut. C.) Yiyecekler, azıklar.

AKVAT-I YEVMİYYE Geçim, derd-i maişet için lazım olan günlük yiyecekler.

AKVAZ (Kavz. C.) Kum tepeleri.

AKVE Evin önündeki açıklık, meydanlık. Avlu.

AKVED Uzun boyunlu.

AKVEM Daha doğru. En doğrru.

AKVERİN (AKVERİYAT) Büyük belâlar, musibetler, âfetler.

AKVES Sıkıntılı an. * İhtiyarlıktan beli bükülmüş kimse. Kamburu çıkmış ihtiyar kişi.

AKVET Evin ortası. Evin çevresi.

AKVET (C.: Ukâ) Hallaç masurası.

AKVİYA (Kavi. C.) Sağlam ve güçlü olanlar. Kuvvetliler.

AKY Koyu olan ve birbiri üstüne sağılmış olan koyun sütü.

AKYA Lüfer azmanı denilen iri cins bir balık.

AKYUVAR (Bak: Küreyvât-ı beyzâ)

AKZ Atâ, bahşiş.

AKZA Kadılıkta ve fıkıh ilminde daha ileri, daha bilgili.

AKZEF Çok iftira atan. Çok kazifte bulunan. (Bak: Ekzef)

AKZEL Çok aksak; pek fazla topal.

AKZEM Zayıf.

AKZER Necis ve murdar nesne.

AKZİYE (Kaza. C.) Hükümler. Kararlar. * Tam cümleler.

ÂL Yüksek. Âlî. Yüce. Bülend.

ÂL Sülâle, soy, hânedan. Akrabâ ve taallukat. * Yaz sıcaklarında su gibi görünen serap. * Hile, tuzak.

ÂL-İ ABÂ Hz. Peygamberin (A.S.M.) kendisi ile beraber, kızı Hz. Fâtıma Validemiz, damadı Hz. Ali ve torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den (R.A.) müteşekkil hey'et. "Hamse-i âl-i abâ" da denir. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) giydiği abâsını mezkur sahabe-i güzin hazeratının üzerine örterek hususi dua ettiğinden bu isimle anılmaları meşhurdur.(Bediüzzaman Hazretlerinin "Lem'alar" adlı eserinin Ondördüncü Lem'asında bu meseleye dair izahat vardır.)

ÂL-İ ABBAS Emevilerden sonra 749 senesinden 1258 senesine kadar süren Abbasi hükümdar ailesi.

ÂL-İ BEYT Hz. Peygamberin (A.S.M.) sülâle-i tahiresinden yetişenler ve sünnet-i seniyyesinin menbaı ve muhafızı ve bihakkın sünnete ittibâ ve onu idâme ettirenler. Al-i Resul, Al-i Nebi, Al-i Muhammed ve Ehl-i Beyt gibi tâbirlerle de söylenir. (Eğer denilse: "Neden hilâfet-i İslâmiye, Al-i Beyt-i Nebevide takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstehak onlardı.Elcevap: Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Al-i Beyt ise, hakaik-ı İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur'aniyeyi muhafazaya memur idiler. Hilâfet ve saltanata geçen, ya Nebi gibi mâsum olmalı veyahut hulefâ-i râşidin ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi harikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın. Halbuki Mısır'da Âl-i Beyt nâmına teşekkül eden Devlet-i Fatımiye Hilâfeti ve Afrika'da Muvahhidin Hükümeti ve İran'da Safevîler Devleti gösteriyor ki, saltanat-ı dünyeviye, Âl-i Beyte yaramaz; vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyeti onlara unutturur. Halbuki saltanatı terkettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyete ve Kur'ana hizmet etmişler. M.)( $âyetinin bir kavle göre mânası: "Resul-ü Ekrem (A.S.M.) vazife-i Risaletin icrasına mukabil ücret istemez, yalnız Âl-i Beytine meveddeti istiyor." Eğer denilse: Bu mânaya göre karabet-i nesliye cihetinden gelen bir faide gözetilmiş görünüyor. Halbuki, ( $ ) sırrına binâen karabet-i nesliye değil, belki kurbiyet-i İlâhiye noktasında vazife-i Risalet cereyan ediyor? Elcevap: Resul-ü Ekrem (A.S.M.), gayb-âşinâ nazarıyla görmüş ki: Âl-i Beyti, âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçecek, âlem-i İslâmın bütün tabakatında kemalât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zatlar, ekseriyet-i mutlaka ile Âl-i Beytten çıkacak. Teşehhüddeki ümmetin "Âl" hakkındaki duası ki: $dir. Makbul olacağını keşfetmiş, yani nasıl ki millet-i İbrahimiyede ekseriyet-i mutlaka ile nurani rehberler Hz. İbrahimin (A.S.) âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi; ümmet-i Muhammediyede de (A.S.M.) vezaif-i azime-i İslâmiyette ve ekser turuk ve mesâlikinde enbiya-i benî İsrâil gibi, Aktab-ı Âl-i Beyt-i Muhammediyeyi (A.S.M.) görmüş. Onun için ( $ ) demesiyle emrolunarak, Âl-i Beyte karşı ümmetin meveddetini istemiş. Bu hakikatı te'yid eden diğer rivayetlerde ferman etmiş: "Size iki şey bırakıyorum, onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beytim." Çünkü: Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir. L.)

ÂL-İ İBRAHİM Hz. İbrahim Peygamberin (A.S.) neslinden gelen ve onun mânevi yolunda yürüyenler. Bütün müslümanlar, Mü'minler.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin