AMİHTE-GÎ f. Karışmış olma.
AMİJE f. Şair. * Karışmış, karışık.
AMİK Hicaz vilâyetinde ulu bir ağaç.
AMİK(A) Dibi çok aşağıda, derin. * Mc: İnceden inceye pek ziyade araştırma ve düşünceden sonra anlaşılabilen derin ve ince mes'ele.
AMİL Arzusu, isteği olan.
ÂMİL Yapan. İşleyen. *Sebep. * Vergi tahsiline memur kimse. * Mütevelli. * Vâli. *Gr: İraba te'sir eden yüz şeyden altmışı. (Yalnız ismi mecrur yapanlar yirmi adettir).
ÂMİLE (C.: Avâmil) (Amel. den) Bacak, ayak.
ÂMİLETÂN İki ayak, çift bacak.
AMÎM Herkese mahsus. Umuma âit. * (C.: Umem) Tam, tamam.
AMÎM-ÜL İHSAN Bağışı, bahşişi, ihsanı bol ve umumi olan.
AMİN Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul eyle! (meâlinde olup, duânın sonunda söylenir). İncil'de iki yerde geçer. Tevrat'ta da geçer. İbranice ve Süryanicede de vardır. Hakikat, çok doğru, tamam mânâsındadır.
AMİN Kim. Hususiyetleri ve yapıları bakımından amonyaka benzeyen kimyevi maddelerin cins adı.
AMİN İlerlemeyen. Yerinde sâbit ikamet eden.
ÂMİN (Emn. den) Gönlü müsterih, kalbinde korku bulunmayan. * Emniyet ver.
AMİN ALAYI Eskiden çocukların ilk okula başladığı gün yapılan merasim.
ÂMİNE Emin olan. Kalbinde korku olmayan kadın. * Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın öz annesinin adı. Yirmi sene yaşamıştır. Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın dini üzere idi. (R. Aleyha)
AMİNEN Emniyet ve huzur içinde, selâmetle, emin olarak. Sağlam olarak.
AMİN-HAN (C.: Aminhânân) f. Amin diyen.
AMİR Şen, mamur.
AMİR Mâmur eden, harâbelikten kurtaran, şenlendiren. * İmâr olunmuş. * Devlete âit, mirî.
ÂMİR(E) Büyük me'mur. Emreden, iş gösteren. * Huk: Bir kimseyi öldürmek veya bir uzvunu kesmek ve sakatlamak tehdidiyle bir filli yapmaya veya yapmamaya zorlayan ve bu tehdidi yapmaya muktedir olan kimse. (Bak: İhcâc)
ÂMİR-İ MUTLAK Kayıtsız şartsız herşeye hâkim olan.
ÂMİR-İ MÜSTAKİL Hiç kimseye bağlı olmayan ve istiklâl sahibi olan âmir, kumandan.
ÂMİR-İ VİCDANÎ Vicdana emreden, vicdanı çalıştıran.
AMİRAL Emir-ül bahr, Emir-ül-mâ. Bahriye kumandanı, kaptan. Deniz generali.
ÂMİRANE f. Emredercesine. Amir imiş gibi. * Emreden büyük kimseye yakışır şekilde.
ÂMİRİYYET Kumandanlık hâli. * Amir, emredici olmak.(Evet, bu kâinata geniş bir dikkat ile bakan; kâinatı gayet haşmetli ve gayet faaliyetli bir memleket, belki idâresi gayet hikmetli ve hâkimiyeti gayet kuvvetli bir şehir hükmünde görür, her şeyi ve her nev'i birer vazife ile musahharâne meşgul bulur. $ âyetinin askerlik mânasını ihsas eden temsiline göre: Zerrât ordusundan ve nebatât fırkalarından ve hayvanât taburlarından, tâ yıldızlar ordusuna kadar olan Cünud-u Rabbaniyeden, o küçücük memurlarda ve bu pek büyük askerlerde hâkimâne tekvini emirlerin, âmirane hükümlerin, şâhâne kanunların cereyanları, bedâhetle bir Hâkimiyet-i Mutlakanın ve bir âmiriyet-i külliyenin vücuduna delâlet ederler. ş.)
ÂMİRZİŞ f. Allah'ın afvetmesi, bağışlaması. * Bağışlama, afvetme.
ÂMİRZ-KÂR f. Bağışlayan, affeden Allah. * Affeden, bağışlayan.
AMİS Sirkeyle ıslanmış çiğ et.
AMİT Yünü, üstüne yumak edip sarmak.
AMİT (C.: Amâmit) Zarif, çeri, değerli kimse.
ÂMİYANE f. Âdice. Bayağıca. Cahillere yakışır surette.
ÂMİYY Avama ait, avamca.
ÂMİZ(E) f. Karışık, karışmış. (Âmihten) $ mastarından imtizaç etmek, karıştırmak mânasındadır.
ÂMİZE-MU(Y) f. Saçı sakalı kırlaşmış olan adam. Kır sakallı kimse.
ÂMİZE-MUYÎ f. Kır saçlı ve kır sakallı kimse.
ÂMİZ-GÂR f. Uygun, münâsib, yaraşır.
ÂMİZİŞ f. Uysallık, imtizaç, uyuşma.
AMM Amca. Babanın kardeşi. * Çok cemaat.
ÂMM Herkese âit. Umuma âit. Hususi ve bazılara mahsus olmayan. Umumi.
ÂMM LÂFIZLAR Aynı cinsin birçok fertlerine birden delâlet eden lâfızdır. "Kavil, cemaat, nisa" lâfızları gibi.
AMMA (Bak: Emmâ)
AMMAL Yapıcılar. * Devleti idare eden adamlar.
AMMAN Şam diyârında Belka şehrinin adı.
AMMAR Bayındırlaştıran, imar eden.
AMMAT (Amm. C.) Amcalar.
ÂMME Tülbent sargı. * Su içinde üstüne binip yüzülen şişirilmiş tulum. * Umumi. Herkese ait.
AMME Hala, babanın kız kardeşi.
ÂMME Baş yarığı, insanın beynine kadar ulaşan baştaki yara.
AMME $ den müteşekkil suâl cümlesi. Neden, nelerden, neyi?... meâlindedir.
AMME NEVALÜHÜ "Cenâb-ı Hakkın lütuf ve ihsanı herkese veya herşeye şâmildir." meâlinde.
AMMERED Her şeyin uzunu. * Yaramaz huylu. * Belâ ve meşakkat.
AMMETEN Umumi olarak, herkese ait olarak, genel tarzda.
AMMURİYYE Ankara şehri. Türkiye'nin başkenti.
AMMUS Güçlü ve kuvvetli kişi.
AMNEZİ Psk. Hafıza kaybı, erken bunama, ihtiyarlık bunaması, histeri, beynin zedelenmesi gibi hâllerde meydana gelir. Hafıza kaybı kısmî veya umumi (genel) olabilir. Hasta, belli bir olaydan öncekini (retrofrat), yahut sonrakini (anterofrat) hiç hatırlamaz, yahut tamamen hafızasını kaybeder.
AMORTİSÖR Fr. Otomobillerde veya diğer makinelerde sarsıntı, gürültü gibi şeyleri hafifletmeğe yarayan tertibat.
AMPER Fr. Elektrik akımında şiddet birimi.
AMPERMETRE Fr. Elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan âlet.
AMPİRİZM Fls. (Deneyci felsefe) Her çeşit bilginin kaynağının duyu organlarının kullanılması sonucu kazanılan tecrübe olduğunu, duyu organlarının kullanılmadan hiçbir bilginin akılda yer alamıyacağını savunan felsefe. Akılcı felsefe gibi bu felsefenin de aşırı iddiasının yanlışlığını, tenkitçi felsefe ve psikoloji göstermiştir. Bilgi için ne sadece tecrübe, ne de düşünme gücü (akıl) yeterlidir.
AMPUL Fr. İçinde elektrik akımı yardımıyla ışık vermeye yarayan bir iletken bulunan, havası boşaltılmış olan cam şişe. * İçinde sıvı ilâç bulunan, ağzı kızdırılarak kapatılmış küçük şişe.
AMR Eski fetva metinlerinde erkeği temsil etmek için kullanılan umumi isimlerden birisi. (Bak: Zeyd-Amer)
AMR İBN-ÜL-AS (R.A.) Sahabe olup kumandanlıklarda ve valilikte bulunmuştur. Çok zeki ve belâgatlı bir zât olduğu söylenir. Vefatı (Hi: 43) tür.
AMRUS (C.: Amâris) Kuzu. * Çok yürütmek istediklerinde yürümeyen davar.
AMRUT (C.: Amârit) Hırsız.
AMS Eskiyip mahvolmak. * Bilirken bilmezlikten gelme.
AMŞUŞ Üzerinden üzümü alınmış üzüm salkımı.
AMUC Eğri giden ok.
AMUCAZADE f. Amca oğlu.
AMUD Dik, dikine. Sütun, direk.
AMUD-ÜL FECR Sabah yeri ağarıp uzama.
AMUD-U NURANÎ Nurdan sütun, nurlu sütun.
AMUDE f. Dizi, dizilmiş.
AMUDEN Dik olarak, dikine. Dik surette.
AMUDÎ Yukarıdan aşağıya dikey olarak. Direk gibi yukarıdan aşağıya düz ve şakulünde olarak.
AMUG f. Uzun boylu adam. * Ciddiyet, vakar.
AMUHTE f. Öğrenmiş.
AMUHTE-GÂH f. Muallimler, öğretmenler.
AMÛMET Amcalık.
AMÛR İki diş arasında olan et.
AMUR (C.: Âmar) Bekâ mânâsına. Ömür. Her kişinin hayât müddeti.
AMUS Karanlık.
AMUT Bir kimsenin peşinden ayıbını söylemek.
AMÛT f. Yalçın kayalarda ve yüksek yerlerde yapılmış olan kuş yuvası.
AMUZ f. Öğretmek mastarının emir kökü.
AMUZKÂRÎ (Amuzgârî) Öğretmenlik, öğreticilik, muallimlik.
AMUZENDE f. Talebe, öğrenci. * Muallim, öğretmen. Öğreten.
AMUZİŞ f. Öğrenme. * Öğretme, tedrisat.
AMUZKÂR (Amuzgâr) f. Muallim. Öğretici.
AMÜRG f. Fayda, menfaat, kâr. * Kader, kıymet. * Zahire, meyve. * Esas, hülâsa, özet. * Bir mikdar.
AMÜRZ f. Afveden, bağışlayıcı.
AMÜRZENDE f. Bağışlayan, afveden.
AMÜRZGÂR f. Affeden, bağışlayan. Günahları bağışlayan Allah.
AMÜRZİŞ f. Bağışlayış, afvediş.
AMYÂ (Müe.) Kör, a'ma.
AMYANT Kolayca bükülebilen, ateşe dayanıklı liflerden yapılmış bir çeşit asbest.
AN En kısa bir zaman. Lahza. Dem. Cüz'i bir zaman.
AN-I SEYYALE Gelip geçici az bir an.(Vacib-ül Vücud'a intisabını bilen veya intisabı bilinen herbir mevcud, sırr-ı vahdetle, Vâcib-ül Vücud'a mensub bütün mevcudatla münasebetdar olur. Demek her bir şey, o intisab noktasında hadsiz envar-ı vücuda mazhar olabilir. Firaklar, zevaller, o noktada yoktur. Bir ân-ı seyyâle yaşamak, hadsiz envâr-ı vücuda medardır. Eğer o intisab olmazsa ve bilinmezse, hadsiz firaklara ve zevallere ve ademlere mazhar olur. Çünki o hâlde alâkadar olabileceği herbir mevcuda karşı bir firakı ve bir iftirakı ve bir zevâli vardır. Demek kendi şahsi vücuduna, hadsiz ademler ve firaklar yüklenir. Bir milyon sene vücudda kalsa da, intisabsız - evvelki noktasındaki o intisabdaki - bir an yaşamak kadar olamaz. Onun için ehl-i hakikat demişler ki: "Bir ân-ı seyyâle vücud-u münevver, milyon sene bir vücud-u ebtere müreccahtır." Yani: "Vücud-u Vâcibe nisbet ile bir an vücud, nisbetsiz milyon sene bir vücuda müreccahtır." Hem bu sır içindir ki, ehl-i tahkik demişler: "Envâr-ı vücud, Vâcib-ül Vücudu tanımakladır." Yâni: "O hâlde kâinat, envar-ı vücud içinde olarak melâike ve ruhaniyat ve zişuurlar ile dolu görünür. Eğer onsuz olsa; adem zulümatları, firak ve zeval elemleri herbir mevcudu ihata eder. Dünya, o adamın nazarında, boş ve hâli bir vahşetgâh suretinde görünür." M.)
AN-I VÂHİD Aniden, birdenbire, bir an.
ÂN f. Uzağı gösteren işâret ismi. Şu. Bu. O. * Güzellik câzibesi. Melâhat. Güzellik. * Cemi edâtı. Kelimenin sonuna getirilerek cemi' yapılır. Meselâ: Âlimân: Âlimler. Anân: Onlar. Merdân: Adamlar. İnsanlar. Zenân: Kadınlar.Kelimenin sonuna getirilerek sıfat edatı yapılır: Ters: Korku. Tersân: Korkak.Kelimeyi zarf yapar. Güyân: Söyliyerek.
AN Arabçada harf-i cerrdir. Ekseri ismin, kelimenin başına getirilir. Türkçe karşılığı "den, dan" diyebiliriz. Bedel için olur. Meselâ: $Ona bedel ben geldim, cümlesinde olduğu gibi. Tâlil için olur. Bu'd yerinde kullanılır. Zarfiyyet için, mücâveze için ve harf-i cerr olan "min" mânasına, "bâ" mânasına, istiâne için, zâid olur. (Te'kid için) Temim kabilesinin an'anesine göre, hemzeyi, ayn harfine benzeterek "En: "yerinde (An: ile telâffuz edilir. Cânib (taraf, cihet, yan) mânasına da gelebilir.
AN-İL İMAN İmandan.
AN-KARİBİN Yakın vakitlerde.
AN-KASDİN Kasd ve niyet üzere, mahsusen.
AN-KÜMÂ İkinizden.
AN-SAMİM-İL KALB Derûn ve kalbden, riyâdan âri ve hâli olarak. Kalbin samimiyyeti ile.
ÂNÂ (Ani. C.) Gece yarısı vakitleri.
ÂNÂ-ÜL-LEYL Gece yarıları, gecenin geç vakitleri.
A'NÂ (İnv. C.) Nahiyeler, taraflar. * Cemaatler.
ANÂ' Zahmet, meşakkat, güçlük, zorluk.
A'NÂB (İneb. C.) Üzümler. Yaş üzümler.
ANÂBİL Kaba nesne.
ANÂDİL (Andelib. C.) Bülbüller.
ÂNÂF (Enf. C.) Burunlar.
ANÂFET Kabalık, sertlik.
ANAFOR Denizde akıntının yanında veya altında, onun ters istikametinde olarak akan su. Akıntı mukabili.
ANÂK (C.: Ânuk) Dişi keçi yavrusu. * Zahmet, meşakkat. * Karakulak dedikleri hayvan.
ANAK En zarif, en yakışıklı, en güzel.* Çok ferah, çok sürurlu.
A'NAK (E'nak) Boynu uzun.
A'NÂK (Unk. C.) Boyunlar, gerdanlar.
ANAKAT Muvaffakiyetsizlik. Ümidi boşa çıkma.
ANÂKİB (Ankebut. C.) Örümcekler.
ANALJEZİ yun.Tıb: Acı hissinin kaybı.
ANALOJİ Mant. Benzetme yoluyla sonuç çıkarma. Bilinmeyen bir durum, bir hadise, bir münasebet ve bir varlık hakkında hüküm vermek için bilinen bir benzeri hakkındaki bilgilerden faydalanılarak muhakeme yürütülmesidir. Bu tarz düşünce çok defa düşüneni yanlış sonuca götürür. Muhtemel olanın muhakkak zannedilmesine sebep olur. Hataya düşmemek için dikkatli olmak gerekir.
ANAMALCILIK (Bak: Kapitalizm)
A'NAN Ufuklar. * Ağacın ucu.
ÂNÂN f. (An. C.) Onlar.
ANÂN Bulutlar. * Gökyüzü, semâ.
AN'ANÂT (An'ane. C.) Rivayetler. * Gelenekler, an'aneler, âdetler, örfler.
ANANE Bir tek bulut.
AN'ANE Âdet, örf. * Ağızdan nakledilen söz, haber. * Ist: Bir haberin veya bir hadis-i şerifin "an filân, an filan" diye râvileri bildirilmek suretiyle olan nakil. * Silsile. * Müezzin ezân okurken "teganni" ederse; ona da "An'ane" denir. (Bak: şeâir)(Ehl-i imana hücum eden ehl-i dalâlet - bu asır cemaat zamanı olduğu cihetiyle - cemiyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı mânevî ve ruh-u habis olmuş. Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avamın taklidi olan itikadlarını himaye eden İslâmi perde-i ulviyeyi yırtıyor; ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an'ane ile gelen hissiyat-ı mütevariseyi yandırıyor. R.N.)
AN'ANELİ SENED Hadis nakledenlerin veya bir haberi söyleyenlerin bu haberi kimden kime söylendiğini belli eden "An filan, an filan" diyerek şahısların isimleriyle beraber rivâyet ve nakledilen kuvvetli ve şüphe götürmeyen sened. (Suâl : An'aneli senedin fâidesi nedir ki; lüzumsuz yerde, malum bir vâkıada "an filân, an filân, an filân" derler? Elcevab: Fâideleri çoktur. Ezcümle bir fâidesi şudur ki: An'ane ile gösteriliyor ki, an'anede dâhil olan mevsuk ve hüccetli ve sâdık ehl-i hadisin, bir nevi icmâını irae eder ve o senette dâhil olan ehl-i tahkikın, bir nevi ittifakını gösterir. Güya o senette, o an'anede dâhil olan herbir imam, herbir allâme; o hadisin hükmünü imza ediyor, sıhhatine dâir mührünü basıyor. M.)
AN'ANEVÎ An'ane ile alâkalı.
AN'ANEVİYE An'aneciler. * An'aneden gelen.
ANARŞİ yun. Başıboşluk. Din ve nizam tanımamak. Din ve nizam düşmanlığı. Birden başıboş kalmak. Başta hükümet olmamak. Hükümetinin otoritesi kalmamış olan bir milletin durumu. (Bak: Ye'cüc ve me'cüc)(Bir Müslüman mümkün değil, başka bir dine girip, ya Hiristiyan ve Yahudi, hususan bolşevik gibi olmak... Çünkü; bir İsevi Müslüman olsa, İsâ aleyhisselâmı daha ziyade sever. Bir Musevi Müslüman olsa, Musa aleyhisselâmı daha ziyade sever. Fakat bir Müslüman Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam'ın zincirinden çıksa, dinini bıraksa, daha hiçbir dine giremez, anarşist olur; ruhunda kemalâta medar hiçbir hâlet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyyeye bir zehir olur. R.N.)(..Hakiki bir Müslüman, samimi bir mü'min hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa tarafdar olmaz. Dinin şiddetle menettiği şey, fitne ve anarşidir. Çünki, anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhir zamanda "Ye'cüc ve Me'cüc" komitesi olduğuna Kur'an-ı Hakim işaret buyurmaktadır. Tr.)(Hem her bir şehir kendi ahalisine geniş bir hânedir. Eğer iman-ı ahiret o büyük aile efradında hükmetmezse, güzel ahlakın esasları olan ihlâs, samimiyet, fazilet, hamiyet, fedakârlık, Rıza-yı İlâhi, sevab-ı uhrevi yerine garaz, menfaat, sahtekârlık, hodgâmlık, tasannu, riyâ, rüşvet, aldatmak gibi haller meydan alır. Zâhiri asayiş ve insaniyet altında anarşistlik ve vahşet manaları hükmeder; o hayat-ı şehriyye zehirlenir. Çocuklar haylazlığa, gençler sarhoşluğa, kaviler zulme, ihtiyarlar ağlamaya başlarlar. Ş.)
ANARŞİST Anarşi taraftarı. Anarşi ve karışıklık çıkaran.
ANARŞİZM Anarşiyi istiyen tahribci bir nazariye. Anarşistlik. İnsanın insan tarafından idaresi esasına dayanan her türlü devlet, hukuk düzenlerinin adaletsiz, haksız ve zulüm olduğunu iddia eden ve devletsiz, kanunsuz, her insanın kendi başına buyruk yaşıyacağı bir düzensizlik istiyenlerin görüşü.
ANÂSIR (Unsur. C.) Unsurlar. Bir şeyin meydana gelmesine sebeb olan temel esaslar. Elementler.
ANÂSIR-I ERBAA Dört unsur: Toprak, hava, su, nur (veya ateş).
ANÂSIR-I HİSABİYYE Mat : Bir hesabı yapmak için gerekli olan mâlûmatlar.
ANÂSIR-I KÜLLİYE Külli ve dünyanın her tarafından yayılmış bulunan unsurlar.
AN-ASL Aslında, hakikatında, aslından.
ANAT (An. C.) Anlar, zamanlar.
ANATOMİ Canlıların yapısını ve bu yapıyı meydana getiren uzuvları inceleyen ilim dalı. Tıbtaki önemi çok büyüktür.
ANAYASA (Bak: Teşkilât-ı esâsiye)
ANAZ Bir büyük kuşun adı.
AN-BE-AN Gittikçe, yavaş yavaş, zaman ilerledikçe.
ANBER Güzel koku. Adabalığı ve kaşalot denilen büyük balıkların barsaklarında teşekkül eden güzel kokulu madde. * Derisinden kalkan yapılan bir balık.
ANBERA İğde yemişi.
ANBER-BAR f. Güzel kokulu. Anber kokulu.
ANBER-EFŞAN f. Anber saçan.
ANBERÎ(N) Güzel kokulu. Anber kokulu.
ANBER-NİSAR f. Güzel koku yayan. Anber kokulu.
ANBER-SİRİŞT f. Anber gibi güzel kokulu.
ANBER-TER f. Güzellerin zülüfleri ve benleri. * Mc: Geceleyin.
ANBES (C: Anâbis) Arslan.
ANCA f. Orası, ora, orada.
ANCEC (C: Anâcic) Büyük nesne. * Fesliğen adı verilen çiçek.
ANCEHANİYE Kibir, azamet.
ANCEHİYYE Bilmezlik. Büyüklük. Ululuk.
AN-CEHLİN Bilmezlikle, bilmeyerek.
ANCERE Dudak uzatmak.
ANDED Ayrılık, firak.
ANDEL(E) Yaşı büyük deve. * Uzun, tavil. * Avazla çağırmak.
ANDELİB Bülbül. Seher kuşu. * Mc: Hz. Resul-u Ekrem'in (A.S.M.) bir ismi.
ANDELİBÂN f. Andelibler, bülbüller.
ANDEM Tıb: Kanı durdurmak için kullanılan bir çeşit reçine.
ANDEZİT Yanardağ lâvlarının soğumuş kalıntısı.
ÂNE f. Kelime sonuna getirilerek zarfiyet ifâdesi için kullanılan nisbet edatıdır. Meselâ: Mütefekkirâne (: Mütefekkire yakışır halde) kelimesinde olduğu gibi.
ÂNE Bir aşiretin bütünlüğü veya işleri veya şerefi. * Dişi ve yabani eşek. * Yabani eşek sürüsü. * Cedi (keçi) burcundan bir kısım yıldızlar. * Kasık kılı. * Apış arası, kasık.
A'NEB Büyük burunlu adam, burnu iri olan adam.
ANEBAN Erkek geyik.
ANED Cânib ve nâhiyeler.
ANEDE Çok inatçılar. Muannidler.
ANEF Kabalık (inceliğin zıddıdır).
ANEM Bir ağaç cinsi ki, kızıl yumuşak budakları olur.
ANEN Arız olmak.
ANEN FE ANEN Zamanla, gittikçe, devamlı.
ANESE Ünsiyet etmek. Karşılıklı görüşmek, arkadaş olmak, yakınlık göstermek. (Vahşetin zıddı)
ANESTEZİ yun.Tıb: Bütün vücutta veya vücudun bir kısmında hislerin az veya çok miktarda kaybı.
ANEŞNEŞ Uzun boylu.
ANET Cimâdan âciz olmak. * Ağaçtan yaptıkları deve ağılı.ANET : $ (C:Anât) Fâsık. * Diz kılı. * Yaban eşeği sürüsü. * Fırat ırmağı kenarında bir köyün adı.
ANET Günah. Zinâ . * Helâk. * Fesâd. * Meşakkat. * Kalb darlığı. * Hata. Galat. * Tıb: Kırılan bir kemiğin sarıldıktan sonra tekrar kırılması.
ANEZE Ucu demirli uzun ağaç, (ki asâdan uzun, süngüden kısa olur.)
ANFE Dudak altında biten kıllar.
ANGÂH (Angeh) f. O vakit. Ondan sonra.
ANGARYA yun. Ücretsiz olan iş. Meccanen görülen iş. Baştan savma görülen iş. (Bak: Suhre)
ANGLİKAN İngiliz kilisesine bağlı kimse.(Anglikan Kilisesine Cevap:Bir zaman bî-aman İslâmın düşmanı, siyâsi bir dessas, yüksekte kendini göstermek isteyen vesvas bir papaz, desise niyetiyle, hem inkâr suretinde, hem de boğazımızı pençesiyle sıktığı bir zaman-ı elimde pek şematetkârane bir istifhamiyle dört şey sordu bizden. Altıyüz kelime istedi. Şemâtetine karşı yüzüne "Tuh!" demek, desisesine karşı; küsmekle sükut etmek, inkârına karşı da; tokmak gibi bir cevab-ı müskit vermek lâzımdı. Onu muhatab etmem. Bir hakperest adama böyle cevabımız var:O dedi birincide: "Muhammed (A.S.M.) dini nedir?" Dedim: İşte Kur'andır. Erkân-ı sitte-i İman, erkân-ı hamse-i İslâm, esas maksad-ı Kur'ân.Der ikincisinde: "Fikir ve hayata ne vermiş?" Dedim: Fikre tevhid, hayata istikamet. Buna dâir şâhidim: $Der üçüncüsünde: "Mezâhim-i hâzıra nasıl tedavi eder?" Derim: Hurmet-i riba, hem vücub-u zekâtla. Buna dair şahidim: $ da. $Der dördüncüsünde: "İhtilâl-i beşere ne nazarla bakıyor?" Derim: Sa'y, aslı esasdır. Servet-i insaniye, zâlimlerde toplanmaz, saklanmaz ellerinde. Buna dair şahidim: $
ANGLOSAKSON Büyük Britanya'da yerleşen Germen ırkından aşiretlerin adı. * Ana dili İngilizce olan şahıs.
ANHA MİNHA Şundan bundan, şöyle böyle ederek, şu bu, öteberi.
ANHÜ (ANHÂ) Ondan. (İşaret zamiri).
ANHÜM Onlardan (mânasına işaret zamiri).
ANHÜMÂ Her ikisinden.
ANİ Ansızın, birdenbire. Bir anda. Hemen. * Son derece kızgın. * Olgunlaşmış, kemale erişmiş.
ANİ (C: Anat-Unât) Mütevazi, alçak gönüllü. * Köle * Meşgul. * Iztırab çeken. Muztarib. * İşçi. * Müfettiş. * Tahsildar. (Müennesi: Aniye)
A'Nİ Yani ben demek istiyorum ki (manasında).
ANÎD (İnad. dan) Çok inadçı. * Daima suyu akıp iyileşmeyen yara. (Bak: Anud)
ANÎDE Kabile, ehl-i beyt.
ANİF Sert, kaba.
ÂNİF Yakında geçen. Pek yakın geçmişte.
ÂNİF-ÜL BEYÂN Biraz evvel bildirilen, az önce beyan olunan.
ÂNİF-ÜZ ZİKR Az önce bildirilen, biraz evvel tebliğ edilen.
ÂNİFE Gençlik çağının başlangıcı.
ÂNİFEN Yukarıda. * Az önce, biraz evvel.
ANİK İnce, zarif, güzel. Acaib.
ANİK Ense, boynun arkası.
ANİK Çok nesne. * Devenin ancak dizini çekip yürüyebildiği kumlu yer.
AN-İL-GIYAB Kendisi yokken, gıyabında, arkadan.
ANİMİZM Sosy: Ruhları İlâh sayan batıl bir din. Ruhlar cisimler gibi Allah'ın mahlukudur. Onun emirlerine tâbidir.
ANİN f. Yağ çıkarmağa mahsus olan yayık.
ANİS Şişman ve iri deve. * İhtiyar bekâr. * İhtiyar kız.
ANİSE Cana yakın kız veya kadın.
ANİSE f. Sıkı bağlanmış. * Koyulaşmış, katılaşmış şey. (Kan ve mürekkeb gibi akıcı maddeler.)
ANİYE Son derece kızgın su.
ANİYE (İnâ. C.) Yemek kapları, tabaklar, kap-kacaklar.
ANİZ Iztırablı, muztarib.
ANK Kapı, bâb. * Güzel, hoş, gökçek olmak.
ANKA İsmi olup cismi bilinmeyen bir kuş. Çok büyük olduğu anlatılır. Zümrüd-ü Anka ve Simurg gibi isimlerle de anılır. * Uzun boyunlu kadın. * Arabdan bir kimsenin lakabı. * Zahmet, meşakkat.
ANKA-YI MAĞRİB Zümrüd-ü Anka kuşu.
ANKA-MEŞREBANE Anka meşrebi halinde, kanaat sahibi. Eski edebiyatta kanaat sahiplerine kinaye olarak söylenir.
AN-KARİB Yakından, çok zaman geçmeden.
AN-KARİB-İZ-ZAMAN Yakın vakitten.
ANKAS Erkek tilki yavrusu.
AN-KASDİN Kasd ve niyet üzere, mahsûsen.
ANKE Sağlam olan nesne. * Ahmak.
ANKEB Erkek örümcek.
ANKEBET (C.: Anâkıb) Dişi örümcek.
ANKEBUT Örümcek.(Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Ebubekir-i Sıddık (R.A.) ile küffarın tazyikinden kurtulmak için tahassun ettikleri Gar-ı Hira'nın kapısında iki nöbetçi gibi, iki güvercinin gelip beklemeleri ve örümcek dahi perdedar gibi harika bir tarzda kalın bir ağla mağara kapısını örtmesidir ki: Örümcek zayıf ağı ile rüesa-yı Kureyş'e galebe etmiştir. Ayet diyor ki: En zaif bir hayvana mağlup olacaklarını o müşrikler faraza bilseler, bu cinayete ve bu suikaste teşebbüs etmiyeceklerdi... R.N.) (Bak: Beyt-i Ankebut)
ANKEBUT SURESİ Kur'an-ı Kerimin yirmidokuzuncu suresidir. Mekkidir. (Allahtan başkasına güvenenlerin, dünyayı avlamak için kurdukları teşkilâtını bir örümcek ağına benzeten, örümcek meseli zikrolunan bir suredir.)
ANKEBUTİYE Örümcekler.
ANKUR Her nesnenin aslı.
ANKÛT Örümcek. Evcil, al kumru.
AN-KÜM Sizden.
AN-KÜMA İkinizden.
AN-LA ŞEY'İN Bilâ mucib, sebebsiz.
AN MİM AMED f. Tar: İslâmiyeti ve Türkçeyi öğretmek maksadıyla, devşirilerek toplanan ve Türk köylülerine satılan acemi oğlanlardan, müddetini tamamlayarak Rumeli Ağasının tezkeresiyle ulüfeye yazılanların kayıtlarına verilen işaret.
ANNAB Üzümcü.
AN-NAKDİN Nakit para olarak.
ANOFEL yun. Sıtma mikrobunu taşıyan ve aşılayan sivrisinek.
ANONİM yun. Yapıcısının adı belirtilmeyen eser. * Sermayesi hisselere bölünerek, her ortağın mes'uliyet ve salâhiyeti sermayedeki hissesiyle orantılı bulunan ortaklık, şirket.
ANORMAL Normal olmayan. İfrat veya tefrit hali.
ANOT yun. Pozitif elektrot. Bir elektrolitte, elektrik akımının içeri girdiği iletken uç.
ANS Sağlam, kuvvetli deve. * Yemen tâifesinden bir kabile. * Kız bâliğa olduktan sonra, ailesinin evinde çok durması.
AN-SAMİM-İL KALB Can ve yürekten, kalbden.
AN-SAMİMİN Kalbden. Riyasızlıkla. Samimiyetle. İçten.
ANSAR (Bak: Ensar)
ANŞET (C: Anâşit) Yaramaz. * Uzun.
ANSİKLOPEDİ yun. Bir sahadaki bilgileri veya bütün bilgileri sistemli veya alfabetik bir şekilde sıralayan eser.
ANTER (C: Anâtir) Gök sinek.
ANTİKA yun. Kıymetli san'at eseri. Eski zamandan kalma eser.
ANTİKOR Fr. Vücuda giren hastalık mikroplarını zararsız kılmak için organizmanın bir kanun-u İlahî ile çıkardığı madde.
ANTROPOLOJİ yun. İnsan dediğimiz varlığı inceleyen ilim. İnsan biyolojik özellikleri açısından incelendiğinde biyolojik antropoloji, cemiyet halinde yaşıyan bir varlık olması açısından incelendiğinde sosyal antropoloji veya kültür antropolojisi, insanın mahiyeti, diğer varlıklardan farkı, hayatının mânası, dünyadaki yeri açısından incelendiğinde felsefi antropoloji adlarını alır. Allah insanın önce bedenini yaratmış, sonra ona ruh vermiştir. Hiçbir varlığa vermediği kabiliyetler vermiştir. Allahı tanıdığı ve ona bağlandığı zaman Allahın muhatabı, yeryüzünün halifesi ve efendisi olur. Allahı tanımadığı ve kendi keyfine tâbi olduğu zaman hayvanlardan aşağı bir mahluk olur. Dünya hayatı, iyi ile kötülerin denendiği bir imtihan yeridir. İnsan ebed için yaratılmıştır. Ölüm ebedi hayata bir yolculuk, bir terhistir. Mezar, ya Cennete giden yolun kapısı veya Cehenneme giden yolun giriş yeridir.
Dostları ilə paylaş: |