Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə6/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   181

ÂL-İ İMRÂN İmran soyundan gelenler. (İmran ikidir. Birisi: Hz. Musa ve Harun'un (A.S.) babaları olan İmran ibn-i Yashür ibn-i Lâvi ibn-i Yakub ibn-i İshak ibn-i İbrahim'dir (A.S.) İkincisi: Hz. Meryemin babası olan İmran ibn-i Metan ki, bu da Süleyman ibn-i Dâvud ibn-i İşa neslinden, bunlar da Yahuda ibn-i Yakub neslindendirler. İki İmran arasında 1800 sene geçtiği söylenir.)

ÂL-İ İMRAN SURESİ Kur'an-ı Kerimin üçüncü suresinin ismi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. Bu sureye Eman, Kenz, Ma'niyye, Mücadele, İstiğfar Suresi ve Tayyibe de denilir.

ALA Bahşişler. Lütuflar. Nimetler. İhsanlar.

A'LA Daha iyi. Pek iyi. En yüksek. Ziyâde ve mürtefi olan.

A'LÂ-YI İLLİYYÎN Cennette en yüksek derece. Cenâb-ı Hakkın indinde en iyilerin ve kâmillerin derecesi.(Bak o zat öyle bir maksad, öyle bir gâye için saadet isteyip duâ ediyor ki: İnsanı ve bütün mahlukatı, esfel-i safilin olan fenâ-i mutlaka sukuttan, kıymetsizlikten, fâidesizlikten, abesiyetten a'lâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekaya, ulvi vazifeye, mektubât-ı samedaniye olması derecesine çıkarıyor. M.N.)

A'LÂ SURESİ Kur'an-ı Kerim'in seksenyedinci suresi olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.

ALA Yükseklik. Büyüklük. şeref. şan.

ALA İtl. İtalyancadan gelen tabirlerin başında bulunup (usulünce, tarzında) manasını ifade eder. Meselâ: Alaturka $: Türk tarzında gibi.

ALA f. Kirleten, kirli yapan.

ALÂ Gr:Arabçada harf-i cerdir. Buna isim diyen de olmuştur. Müteaddit mâna ile kelimenin başına getirilir; manevî istilâ ve tefevvuk bildirmek için ekseriyâ mecrurunu istilaya delâlet eder. Bazan mecrurunun mukabiline müstâli olur. (maa) gibi müsahabet için gelir. (lâm) gibi tâlil için olur. Mücaveze için olur. Harf-i cer olan (min) mânâsına ve zarfiyyet için ve harf-i cer olan (bâ) mânâsına isim olur. "yukarıda" manasına gelir. * Üstünde, üzere.

ALABALIK t. Akıntısı sert olan soğuk ve tatlı sularda bulunan bir cins leziz balık.

ALABANDA İtl. Gemilerde dümeni tam sancağa veya iskeleye kırma, yahut geminin bir tarafındaki toplara ateş etme kumandası. * Mc:Şiddetle kınama ve azarlama.

ALACA BAYRAK Tar:Ondördüncü Yeniçeri Bölüğüne verilen ad.

A'LA-D DERECAT Derecelerin en alâsı, en yükseği.

ALA-EYYİ-HAL Herhâlde, mutlaka, elbette, her nasıl olsa.

ALAF (Elf. C.) Binler.

ALÂ-FETRETİN Daim olmayarak, fasıla ile.

ALAFRANGA İtl. Frenk tarzında olan, Fransız usulü.

ALÂ HİDE Tek başına, münferiden, ayrıca.

ALAİK (Alayık) Münâsebetler. Alâkalar. Mânialar.

ALÂİK-İ DÜNYEVİYE Dünyevî alâkalar. İnsanı Cenab-ı Hakkın rızasından alıkoyan lüzumsuz işler.

ALAİM İzler. İşaretler, deliller. (Bak: Alamet)

ALÂİM-İ SEMÂ (Alâim-üs semâ) Al yeşil kuşak. (Bak: Kavs-ı kuzah)

ALAK Zahmet, meşakkat gidermek.

ALAK Sakız.

ALAK Kan. Kızıl veya koyu ve uyuşuk kan. * Yapışkan veya ilişken nesne. * Hayvanat. * Bir işe mülâzemet eylemek. * Husumet-i lâzime veya muhabbet-i lâzime. Aşk ve muhabbet eylemek. Bir işe başlayıp o işe devamlı olmak. * Bir şeye ilişip tutulmak. * Yapışkan, balçık ve çamur. * Kadının gebe kalması. * Pıhtılaşmış kan. * Sülük. (Kamus'tan hülâsa)

ALAK-I DEM Kan pıhtısı, pıhtılaşmış kan.

ALAK SURESİ Kur'an-ı Kerim'in doksanaltıncı suresinin adıdır. İkra' Suresi de denilir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.

ALÂKA İlişik, rabıta, merbutiyet. * Gönül bağlama, sevgi, münasebet, taalluk, irtibat, mâlikiyet. Tasarruf. Müdâhale hakkı. Hisse. * Edb: Bir kelimenin hakiki mânâsından mecâzi mânâsına nakledilmesinin sebebidir. (Temiz ahlâklı, güzel huylu kimselere melek denildiği gibi.)

ALAKA Kan pıhtısı. Uyuşuk kan.

ALÂKABAHŞ f. İlgi uyandıran. Alâka uyandıran.

ALÂKADAR Alâkalı, münâsebetdar.

ALÂ-KADR-İL-İMKAN Olabildiği kadar. İmkânı nisbetinde.

ALÂ-KADR-İL-İSTİTAA Elden geldiği kadar, güç yettiği nisbetinde.

ALÂ-KADR-İT-TAKA Güç yettiği kadar.

ALÂ-KAVLİN Bir kavle göre. Bir rivâyete nazaran.

ALÂ-KÜLLİHAL İster istemez. Olduğu kadar. Her halde.(Ey insan düşün! Sen alâ küllihal öleceksin. L.)

A'LAL (İllet. C.) Hastalıklar, marazlar, illetler. * Sebepler.

ALAM (Elem. C.) Elemler. Kederler. Üzüntüler.

ALÂM-I ELİME Çok acı ve acıklı elemler.

ALÂM-I GURBET Vatandan ayrı kalma elemleri, gurbet acıları.

A'LAM (Alem. C.) Alemler. Alâmetler. İzler. Nişanlar. * Bayraklar. * Büyük âlimler. * Büyük dağlar.

ALÂ-MA-FARAZALLAH Allah'ın farzettiği üzere.

ALAMANA İtl. Küçük odun gemisi. * Büyük balıkçı kayığı. * Büyük balıkçı kayıklarına mahsus büyük ağ, ığrıp.

ALAMAT Uzun ince bir cins balık. (Hint denizinde çok olur ve yılana benzer.)

ALÂMAT (Alâmet. C.) İzler, nişanlar, alâmetler, işâretler.

ALÂ-MELE'İN NAS Herkesin önünde. Halkın huzurunda.

ALÂ-MERATİBİHİM Rütbesine ve derecesine göre sırasıyla.

ALÂMET İz, nişân, işâret.

ALÂMET-İ FÂRİKA Ayırıcı işaret. Damga.

ALÂMET-İ GURUR Gurur ve kibiri belli eden alâmet.

ÂLÂM U ASKAM Kederler ve hastalıklar.

ALAN Orman içinde açıklık, meydan.

ALÂNÎ Açıkta, meydanda, herkesin gözü önünde.

ALÂNİYETEN Herkesin önünde, açıkça, alânen.

ALÂ-RAĞM-İ ENF-İL YE'S Ye'sin burnunu kırmak maksadiyle ve ona tahkir ile.

ALARGA İtl. Açık deniz, engin.

ALÂ-RİVAYETİN Rivayet edildiği üzere. Söylenenlere bakılırsa.

ALARM Fr. Tehlike anında herkesi haberdar etmek için verilen işaret.

ALÂ-RUUS-İLEŞHAD Aleme karşı. Herkesin gözü önünde. Halkın önünde.

ALAS Odun kömürü.

ALAŞIM Madenlerin eriyerek birleşmesi sonunda meydana gelen madde, halita.

ÂLÂT (Âlet. C.) Vasıtalar. Âletler.

ÂLÂT-I BASARİYE Gözle alâkalı gözlük, dürbün gibi optik âletler.

ÂLÂT-I CÂRİHA Yaralayıcı âletler.

ÂLÂT-I HARBİYE Harb âletleri, silâhlar.

ÂLÂT-I KATIA Kesici âletler.

ÂLÂT-I NARİYYE Ateşli silâhlar.

ÂLÂT-I RASADİYYE Meteoroloji ve astronomi araştırmalarında kullanılan âlet ve cihazlar.

ÂLÂT-I TAB'İYYE Baskı âletleri. Matbaa levâzımatı.

ALATURKA İtl. Türkvari, Türk usulü, Osmanlı usulü.

ALÂ-TARİK-İL İCMAL Kısaca, icmal yoluyla.

ALÂ-TARİK-İL MÜNAVEBE Nöbetleşe, münâvebe yoluyla.

ALA VECH-İ ÎCAZ İcâz yolu ile.

ALAVERE Vapurlara kömür vermek için bordaya kurulan kademeli iskele. * Tulumbanın basıp emme suretiyle işlemesi. * Herc ü merc. Karışıklık, kargaşalık. * Bir şeyin elden ele verilerek veya atılarak aktarılması.

ALAVÎ (İlâve. C.) İlâveler, ekler.

ALAY (Ask.) 3-4 tabur piyade veya5 bölük süvari askerinden mürekkep kuvvet. * Debdebe ve gösterişle yapılan tören, geçit resmi. * Cemaat, topluluk, güruh, kalabalık, fevç. * Fazla miktar, muhtelif ve müteaddit kişiler veya şeyler.

ALAYBOZAN Eskiden kullanılmış olan bir çeşit fitilli tüfek.

ALAYE Yüksek yer, yükseklik.

ALAY EMİNİ Osmanlı İmparatorluğu zamanında bir alay askerin hesap işlerine bakan subay ki, binbaşıdan alt derecededir.

A'LÂ-YI İLLİYYÎN (Bak: A'lâ)

ALAY İMAMI Osmanlı İmparatorluğu zamanında bir alay askere imamlık vazifesini yapan subay.

ALAYİŞ f. Bulaşıklık, bulaşma. * Debdebe, tantana, gösteriş.

ALAZ Alev.

ALB (C.: Ulub) Eser. * Yaşlı keler.

ALB Yiğit, kahraman, bahadır, cesur gibi manalara gelen bir sıfattır.

ALBASTI Ateşli bir lohusalık hastalığı, lohusa humması.

ALBATR f. Yumuşak ve beyaz bir çeşit mermer, kaymak taşı.

ALBAY Yarbay ile tuğgeneral arasındaki askeri rütbede olan üstsubay.

ALBORA İtl. (Denizcilik) Serenlerin, direklerin üzerine kaldırılıp bağlanması. * Floka küreklerinin, selâmlamak için yukarı kaldırılması. * Dalyanlarda ağın yukarı alınması ile balığın toplanması.

ALBÜM Lât. Fotoğraf resimlerini veya sair resim, şekil ve hatıraları içine alan defter veya kitap.

ALBÜMİN Fr. Tıb:Nebat ve hayvanların etli ve sulu kısımlarında bulunan karbon, oksijen, azot, hidrojen ve kükürt bileşiği gıdalı madde.

ALC (C.: Uluc) Yaramaz huylu kişi.

ALCEM Uzun boylu, uzun.

ALCÜN Ahmak kadın. * Semiz dişi deve.

ALÇI Sağlam harç yapmada kullanılan beyaz toz, cibs.

ALD Boyun siniri.

ALDEHİT Lât. Kim:Alkol veya asitlerden elde edilen kimyevi bir sıvı.

ÂLE (C.: Al) Harbe. * (C. Alât) Çadır direği. * Edât.

ÂLE Güneş, yağmur gibi etkenlerden korunmak için yapılmış barınak. * Fakirlik.

ÂLE f. İlaç için kullanılan ve "Hint Sünbülü" adı verilen çiçek.

ALEBAT Yemek kapları, çanaklar.

ALEBE (C. Alebât) Yemek kabı, çanak.

ALE-D-DERECAT Derecelere göre, sırayla.

ALE-D-DEVAM Devamı üzere. Devamlı olarak.

ALEF (C. A'lâf - Ulufe) Saman, ot, yulaf. * Hayvan yemi.

ALEF RESMİ Hayvanların yedikleri saman ve otlardan alınan vergi.

ALEF Cana yakın.

ÂLEK f. İlaç için kullanılan ve "Hint Sünbülü" adı verilen bir çiçek.

ALEK Sülük. * Kan pıhtısı.

ALEKA (C.: Alekat) Yapışkan balçık, çamur. * Kan pıhtısı. * Uyuşmuş kan. * Sülük.

ALEKSİ yun.Tıb: Okuma kabiliyetinin kaybedilmesi.

ALEL İkinci defada içmek.

ALE-L-ACAİB Tuhaf şey, şaşılacak şey.

ALE-L-ACELE Çarçabuk, acele olarak, çabuk.

ALE-L-ADE Adet olduğu üzere. * Bayağı, basbayağı.

ALE-L-AMYA Körü körüne. (Bak: Alel-ımıya)

ALE-L-EKSER Ekseriya, çok vakit.

ALE-L-FEVR Birden, derhal, hemen.

ALE-L-GAFLE Dalgınlığa getirerek. Dalgınlığa gelerek, boş bulunarak.

ALE-L-HADİSE Gölge hâdise. (fr. epiphenomene)

ALE-L-HESAB Hesâba sayarak.

ALE-L-HUSUS Hususiyle, hepsinden önce olarak. Bâhusus.

ALE-L-IMIYA Körü körüne, körlemeden. (Bak: Ale-l-amyâ)

ALE-L-ITLAK Umumiyetle. Mutlaka. Bir suretle kayıtlı olmayarak. Mingayri tahsis.

ALE-L-İCMAL Toplu olarak, topluca.

ALE-L-İNFİRAD Ferd olarak. Birer birer.

ALE-L-İNSAN İnsan hakkında. İnsana dâir. İnsan üzerine.

ALE-L-İSTİMRAR Aralıksız.

ALE-L-İŞTİRAK Birlikte, müştereken.

ALE-L-İTTİSAL Birbiri ardınca, peş peşe, aralarında fâsıla olmadan.

ALE-L-KAİDE (Ka, uzun okunur) Kurala, kaideye göre.

ALE-L-KAVL Birinin sözüne, iddiasına göre.

ALE-L-KİFAYE Yetecek kadar, kâfi gelir derecede, yeter derecede.

ALE-L-UMUM Herkese âit. Herkes hakkında.

ÂLEM Bütün cihan. Kâinat. * Dünya. * Her şey. * Cemaat. * Halk. * Cemiyet. Dehr. * Hususi hal ve keyfiyet. * Bir güneş ile ona tâbi olan ve etrafında devreden seyyarelerin teşkil ettiği dâire. (Cenab-ı Haktan gayrı mahlukata Âlem denmesi, mucidi olan Zât-ı Ecelle ve A'lâ Hazretlerini bilmeğe delâlette vesile olduğuna mebnidir. L.R.)(Semâvatta binler âlem var. Yıldızların bir kısmı her biri birer âlem olabilir. Yerde de her bir cins mahlukat, birer âlemdir. Hatta her bir insan dahi küçük bir âlemdir.( $) tâbiri ise, "Doğrudan doğruya, her âlem, Cenâb-ı Hakkın rububiyyeti ile idâre ve terbiye ve tedbir edilir" demektir. M.)

ÂLEM-İ ASGAR Daha küçük âlem. En küçük âlem. * İnsan. (Nasıl ki insanın anasırları, Kâinatın unsurlarından; ve kemikleri; taş ve kayalarından; ve saçları nebat ve eşcarından, ve bedeninde cereyan eden kan ve gözünden, kulağından, burnundan ve ağzından akan ayrı ayrı suları, Arz'ın çeşmelerinden ve mâdeni sularından haber veriyorlar, delâlet edip onlara işaret ediyorlar. Aynen öyle de, insanın ruhu, âlem-i ervahtan; ve hafızaları, levh-i mahfuzdan; ve kuvve-i hayaliyeleri, âlem-i misalden.. ve hakeza.. her bir cihazı bir âlemden haber veriyorlar. Ve onların vücudlarına kat'i şehadet ederler. L.)

ÂLEM-İ BERZAH Berzah âlemi. Kabir âlemi. (Bak: Kabr)(Âlem-i ziyâ, âlem-i hararet, âlem-i hava, âlem-i kehriba, âlem-i elektrik, âlem-i cezb, âlem-i esir, âlem-i misal, âlem-i berzah gibi âlemler arasında müzahame ve yer darlığı yoktur. Bu âlemler, hepsi de, ihtilâlsiz, müsâdemesiz küçük bir yerde içtimâ ederler. M.N.)(Nass-ı Kur'anla, şühedânın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet şüheda, hayat-ı dünyevilerini tarik-ı hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak kemâl-i kereminden onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı Âlem-i Berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar... Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar... Kemâl-i saâdetle mütelezziz oluyorlar.. Ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir, fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saâdet, şühedanın lezzetine yetişmez. Nasılki, iki adam bir rü'yada Cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rü'yada olduğunu bilir. Aldığı keyf ve lezzet pek noksandır. "Ben uyansam şu lezzet kaçacak" diye düşünür. Diğeri rü'yada olduğunu bilmiyor, hakiki lezzet ile hakiki saâdete mazhar olur.İşte Âlem-i Berzahtaki emvât ve şühedanın hayat-ı berzahiyyeden istifadeleri, öye farklıdır. Hadsiz vâkıatla ve rivâyatla şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sâbit ve kat'îdir. Hatta Seyyidüşşüheda olan Hazret-i Hamza (R.A.), mükerrer vâkıatla kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi.. ve dünyevi işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vâkıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve isbat edilmiş. M.)

ÂLEM-İ CEBERUT Âlem-i azamet ve kudret. (Bununla âlem-i esmâ ve sıfât kasdolunur. Muhakkıkların ekserisine göre bu, âlem-i evsattır. Yâni üstte olan Lâhut âlemi ile altta bulunan melekut âlemi arasındaki âlem. Amiriyyet-i umumiyyeyi muhit olan berzahtır. Ceberut, ibranice "kudret" mânasındadır).

ÂLEM-İ EKBER En büyük âlem. Kâinat.(Şu kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misâl-i musağğarı olan âlem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfâkî ve enfüsî vahdaniyet delâilini gösteriyorlar. Evet, kâinattaki san'at-ı muntazamanın küçük bir mikyasta, nümunesi insanda vardır. O daire-i kübrâdaki san'at, Sâni-i Vâhid'e şehadet ettiği gibi, şu insanda olan küçük mikyastaki hurdebini san'at dahi, yine O Sâni'a işaret eder, vahdetini gösterir. M.)

ÂLEM-İ EMİR Sâdece bir emr-i İlâhî ile işlerin hemen olduğu âlem. Yaradılışa ait kanunlar âlemi.(Ruha bir derece müşabih ve ikisi de âlem-i emirden ve iradeden geldiklerinden masdar itibariyle ruha bir derece muvafık, fakat yalnız vücud-u hissi olmayan nevilerde hükümran olan kavânine dikkat edilse ve o namuslara bakılsa görünür ki: Eğer o kanun-u emri, vücud-u harici giyse idi o nevilerin birer ruhu olurdu. Halbuki o kanun daima bakîdir. Daima müstemir, sabittir. Hiçbir tagayyürat ve inkılâbat, o kanunların vahdetine te'sir etmez, bozmaz. Meselâ: Bir incir ağacı ölse, dağılsa; onun ruhu hükmünde olan kanun-u teşekkülâtı zerre gibi bir çekirdeğinde ölmiyerek baki kalır. İşte madem en âdi ve zaif emri kanunlar dahi böyle beka ile, devam ile alâkadardır. Elbette ruh-u insani, değil yalnız bekâ ile, belki ebed-ül âbâd ile alâkadar olmak lâzım gelir. Çünki: Ruh dahi Kur'anın nassıyla $ ferman-ı celili ile âlem-i emirden gelmiş bir kanun-u zişuur ve bir namus-u zihayattır ki; kudret-i ezeliyye, ona vücud-u harici giydirmiş. Demek, nasıl ki, sıfat-ı irâdeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavanin daima veya ağleben bâki kalıyor. Aynen onların bir nevi kardeşi ve onlar gibi sıfat-ı iradenin tecellisi ve âlem-i emirden gelen ruh, bekâya mazhar olmak daha ziyade kat'idir, lâyıktır. Çünki zivücuttur, hakikat-ı hariciye sahibidir. Hem onlardan daha ulvidir. Çünki zişuurdur. Hem onlardan daha daimidir, daha kıymettardır. Çünki zihayattır. S.)(Maddiyattan olmayan, bilhassa mahiyetleri mütebayin olan bir çoklukta tasarruf eden bir zatın, o çokluğun herbirisiyle bizzat mübaşeret ve mualecesi lâzım değildir. Evet asker neferatı arasında bir kumandanın tasarrufatı, tanzimatı, ancak emir ve iradesiyle husule gelir. Eğer o kumandanlık vazifeleri ve işleri, neferata havale edilirse, her bir neferin bizzat mübaşeret ve hizmetiyle veya herbir neferin bir kumandan kesilmesiyle vücud bulacaktır. Binâenaleyh, Cenab-ı Hakk'ın mahlukatındaki tasarrufu, yalnız bir emir ve irade ile olur. Bizzat mübaşereti yoktur. Şemsin kâinatı tenvir ettiği gibi. M.N.)

ÂLEM-İ ERVAH Ruhlar âlemi. Ruhların ve ruhanîlerin bulunduğu âlem. (Bak: Ruhaniyat)

ÂLEM-İ ESBAB Sebepler âlemi. Her şeyin bir sebebe dayanarak olduğu âlem. Bu dünya.

ÂLEM-İ FÂNİ Gelip geçici âlem, dünya.

ÂLEM-İ GAYB Zâhir duygularımızla bilinemeyen ve ervah ve meleklere, cinlere mahsus olan âlem. Mâzi ve müstakbeldeki mahlukatın mânevi hayatlarının âlemi.(Her şeyin bâtını zâhirinden daha âli, daha kâmil, daha lâtif, daha güzel, daha müzeyyen olduğu gibi; hayatça daha kavi, şuurca daha tamdır. Ve zâhirde görünen hayat, şuur, kemâl vesaire ancak bâtından zâhire süzülen zaif bir tereşşuhdur. Yoksa bâtın câmid, meyyit olup da ilim ve hayatı dışarıya vermiş olduğuna zehaba ihtimâl yoktur. Evet karnın "miden", evinden; cildin, gömleğinden; ve kuvve-i hâfızan, senin kitabından nakş ve intizamca daha yüksek ve daha gariptir. Binâenaleyh, âlem-i melekut, âlem-i şehâdetten; âlem-i gayb, dünya ve âhiretten daha âli ve daha yüksektir. Maalesef nefs-i emmare, hevâ-i nefs ile baktığı için zâhiri hayatlı, ünsiyetli bir perde gibi meyyit ve zulmetli ve vahşetli zannettiği bâtın üstüne serilmiş olduğunu görüyor. M.N.)

ÂLEM-İ HÂB Uyku ve rüyâ âlemi. Bazan âlem-i mâna, âlem-i misal, âlem-i nevm gibi tâbirler de kullanılır.

ÂLEM-İ İSLÂM İslâm dünyası. İslâm milletleri. (Ey âlem-i İslâm, uyan! Kur'ana sarıl! İslâmiyete maddi ve manevi bütün varlığınla müteveccih ol! Ve ey Kur'ana bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde naşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı! Kur'ana yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu'cize-i manevîsi olan Nur Risalelerini mütalaa etmeğe çalış. Lisanın, Kur'anın âyetlerini âleme duyururken, hâl ve etvar ve ahlâkın da onun manasını neşretsin; lisan-ı hâlin ile de Kur'anı oku. O zaman sen dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun! Ey asırlardan beri Kur'anın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlâdı ve torunları! Uyanınız, âlem-i İslâmın fecr-i sadıkında gaflette bulunmak, kat'iyyen akıl kârı değil! Yine âlem-i İslâmın intibahında rehber olmak, arkadaş kardeş olmak için Kur'anın ve İmanın nuruyla münevver olarak İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip hakiki medeniyet-i insaniye ve terakki olan medeniyet-i İslâmiyyeye sarılmak ve onu, hâl ve harekâtında kendine rehber eylemek lâzımdır. T.H.)

ÂLEM-İ KEVN Varlık âlemi. Kâinat.

ÂLEM-İ KEVN Ü FESAD Cismani âlem. Bir taraftan vücuda gelip, diğer taraftan da harab olan fâni âlem.

ÂLEM-İ MA'NA Mâna âlemi, bazı ehline münkeşif olan âlem, mânen anlaşılan ve bilinen âlem.

ÂLEM-İ MELEKUT Melekut âlemi. (Bak: Melekût)

ÂLEM-İ MENÂM Uyku âlemi, rüya âlemi.

ÂLEM-İ MİSÂL Rüyâda görülen âlem. Dünyada mevcud bulunan bütün eşya ve zuhura gelen bütün ef'âlin aynısı ile müretteb ve mütekevvin olan bir tarzı veya âlem-i ruhâninin bir nev'i. (L.R.)(Gördüm ki: Âlem-i misâl, nihâyetsiz fotoğraflar ve her bir fotoğraf, hadsiz hâdisât-ı dünyeviyeyi aynı zamanda hiç karıştırmıyarak alıyor. Binler dünya kadar büyük ve geniş bir sinema-i uhreviyye ve fâniyatın fâni ve zâil hallerini ve vaziyetlerini ve geçici hayatlarının meyvelerini sermedi temâşâgâhlarda ve Cennette Saadet-i ebediyye ashâblarına dünya macerâlarını ve eski hâtıralarını levhaları ile gözlerine göstermek için pek büyük bir fotoğraf makinesi olarak bildim. S.) (Bak: Âlem-i hâb)

ÂLEM-İ NÂSUT İnsanlar âlemi ve dünya hayatı. Mahlukiyet. Âlem-i Lâhut'un zıddı.

ÂLEM-İ SABAVET Çocukluk dünyası.

ÂLEM-İ SİYASET Siyâset dünyası, siyaset âlemi.

ÂLEM-İ SÜFLÎ Süflilerin âlemi. Dünyâ âlemi. Âlem-i şehadet, âlem-i nâsut. (Bak: Nâsut)(Şu kâinata nazar-ı hikmetle bakıldığı vakit, azim bir şecere mânasında görünür. Ve şecerenin nasıl dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri vardır. Şu şecere-i hilkatin de bir şıkkı olan âlem-i süflinin: Anasır, dalları; nebatat ve eşcar, yaprakları; hayvanat, çiçekleri; insan, meyveleri hükmünde görünür. Sâni-i zülcelâl'in, ağaçlar hakkında câri olan bir kanunu, elbette şu şecere-i âzamda da câri olmak, mukteza-yı ism-i Hakîm'dir. S.)

ÂLEM-İ ŞAHADET Şahâdet âlemi. Bu dünya. Cenâb-ı Hakkın âyetlerine ve emirlerine imân edenlerin, hakka, hakikate şahadette bulundukları ve Allah'a itaat ve ibadetle mükellef oldukları dünya âlemi.(Âlem-i şahadet, avâlim-i guyub üstünde tenteneli bir perdedir. M.)

ÂLEM-İ ŞUHUD Bilip keşfedilen, görür gibi bilinen âlem. Görünen âlem. Dünya. Kâinat.

ÂLEM-İ TEKVİN Devamlı değişen. Vücud ve hudus âlemi.

ÂLEM-İ ULVÎ Ulvi âlem, ruhlar âlemi.

ÂLEM-İ ZUHUR Görünen âlem, şahâdet âlemi, şu anda içinde yaşadığımız âlem.

A'LEM Daha iyi bilen. En iyi bilen. * Yarık dudaklı. * Alâmetli, belirtili.

A'LEM-İ ÜLEMÂ Alimlerin âlimi. Alimlerin en çok bilgilisi, büyüğü.

ALEM Bayrak. * Nişan, işâret. * Özel isim. * Mc:Yüksek dağ. * Büyük âlim. * Üst dudakta olan yarık.

ALEM-İ ZÂTÎ Zata âit isim, zatına âit işâret, zâtına mahsus alâmet, delil.(Evet, Zât-ı Akdes'in alem-i zâtîsi ve en âzamî ismi olan Lafzullahtan sonra en âzam ismi olan Rahman, rızka bakar. Ve rızıktaki şükür ile ona yetişilir. Hem Rahman'ın en zâhir mânası, Rezzak'tır. M.)

ÂLEMANE f. Dünya ile ilgili. Dünyevî.

ÂLEMÂRÂ f. Dünyayı, âlemi süsleyen.

ALEMDAR Bayrağı veya sancağı taşıyan. Bayraktar, sancaktar.

ALEMDÂR-I NEBİ Peygamberimizin (A.S.M.) bayraktarı olan Hz. Ebu Eyyub-il-Ensarî (R.A.)

ALEMDARÎ Bayraktarlık.

ALEMEFRAZ Bayrak kaldıran, bayrak çeken.

ÂLEM-EFRUZ f. Âlemi parlatan, bütün âleme ışık saçan.

ÂLEMEYN İki âlem. Dünya ve âhiret.

ÂLEMGİR f. Bütün âleme yayılan, cihanı kaplayan, dünyayı zapteden.

ALEMÎ (Alem. den) Has isimle alâkalı. Aleme aid.

ÂLEMÎ (C.: Âlemiyan) (Âlem. den) Dünyaya ait. İnsan.

ÂLEMÎN (Bak: Âlemûn)

ÂLEMİYAN (Âlemî. C.) Âleme mensub olanlar, insanlar.

ÂLEMNÜMA f. Dünyayı gösteren.

ÂLEM-PENAH f. Cihanın sığındığı (yer veya saha).

ÂLEMPESEND f. Bütün herkesin hoşuna gidip beğendiği şey.

ÂLEM-SUZ f. Cihanı yakan.

ÂLEMŞÜMUL Bütün dünyayı alâkadar eden, dünyayı kaplayan ve her yerde tanınmış olan.

ÂLEM-TAB f. Dünyayı aydınlatan, cihanı parlatan.

ÂLEMÛN (ÂLEMÎN) (Âlem. C.) Âlemler.

ALEN Aşikâr, apaçık, meydanda olma.

ALENDA (C. Alânid) Çok sağlam nesne.

ALENDAT Kuvvetli deve.

ALENDAT Katı, sağlam nesne.

ALENEN Gizli olmayarak, açıktan.

ALENG f. Hücum eden asker. * Siper, istihkâm.

ALENİ Açık olarak, meydanda. Gizli olmayarak.

ALENİYYE Açık, aleni, göz önünde.

ALENİYYET Göz önünde olma.

ALENKED Çok sağlam nesne.

ALER-R-RAĞM Rağmen.

ALER-RE'S Baş üstüne. Hemen. Derhâl.

ALER-RE'Sİ-VEL-AYN Baş ve göz üstüne. (Gelen misafire karşı veya bir işi deruhte edeceğine karşı hürmet ve memnuniyetle kabul ettiğini ifâde için söylenir.)

ALES Şiddetli kıtal.

ALES Bir cins buğday ki bir kabuk içinde iki tane olur. * Buğday arasında biten çavdar ve mercimek. * Büyük kene. * Bir nevi karınca. * Katı, sağlam nesne.

ALE-S-SABAH Erkenden, sabahın ilk saatlerinde.

ALE-S-SEHER Gün doğmadan evvel, seher vakti.

ALE-S-SEVİYYE Bir seviyede, aynı boyda. * Müsâvat üzere.

ALESSEVRİ VELHUT (Ale-s-sevri ve-l hut) Öküz ve balık üzerinde.Risale-i Nur Külliyatından Lem'alar adlı eserin Ondördüncü Lem'asında bu mevzuizah edilmiştir. Nümune olarak bir parçası aşağıda dercedilmiştir:(Hamele-i arş ve semâvat denilen melâikenin birinin ismi "Nesir" ve diğerinin ismi "Sevr" olarak dört melâikeyi, Cenâb-ı Hak, arş ve semâvata Saltanat-ı Rububiyetine nezaret etmek için tâyin ettiği gibi, semavatın bir küçük kardeşi ve seyyarelerin bir arkadaşı olan küre-i arza dahi iki melek, nâzır ve hamele olarak tayin etmiştir. O meleklerin birinin ismi"Sevr" ve diğerinin isim "Hut"dur. Ve o nâmı vermesinin sırrı şudur ki; arz iki kısımdır: Biri, su; biri, toprak. Su kısmını şenlendiren balıktır. Toprak kısmını şenlendiren, insanların medar-ı hayatı olan ziraat, öküz iledir ve öküzün omuzundadır. Küre-i arza müekkel iki melek, hem kumandan, hem nâzır olduklarından, elbette balık tâifesine ve öküz nev'ine bir cihet-i münâsebetleri bulunmak lâzımdır. Belki, o iki meleğin âlem-i melekut ve âlem-i misâldesevr ve hut suretinde temessülleri var (Haşiye). İşte bu münâsebete ve o nezârete işareten ve küre-i arzın o iki mühim nevi mahlukatına imaen lisan-ı mu'ciz-il beyan-ı Nebevi $ demiş, gayet derin ve geniş bir sahife kadar mes'eleleri havi olan bir hakikatı, gayet güzel ve kısa bir tek cümle ile ifade etmiş...İkinci Vecih : Mesela: Nasıl ki denilse: "Bu devlet ve saltanat, hangi şey üzerinde duruyor?" cevabında: $denilir. Yani: "Asker kılıncının şecaatine, kuvvetine ve memur kaleminin dirayetine ve adâletine istinad eder." Öyle de: Küre-i Arz madem zihayatın meskenidir ve zihayatın kumandanları da insandır ve insanın ehl-i sevâhil kısmının kısm-ı azamının medar-ı taayyüşleri balıktır ve ehl-i sevâhil olmıyan kısmının medâr-ı taayyüşleri, ziraatle, öküzün omuzundadır ve mühim bir medâr-ı ticareti de balıktır. Elbette devlet, seyf ve kalem üstünde durduğugibi, Küre-i Arz da, öküz ve balık üstünde duruyor denilir. Zirâ, ne vakit öküz çalışmazsa ve balık milyon yumurtayı birden doğurmazsa, o vakit insan yaşayamaz, hayat sukut eder. Halik-ı Hakim de arzı harab eder. L.)(Haşiye) : Evet Küre-i Arz, bahr-i muhit-i havâide bir sefine-i Rabbaniye ve nass-ı Hadisle âhiretin bir mezraası, yâni fidanlık tarlası olduğundan, o câmid ve şuursuz büyük gemiyi o denizde emr-i İlâhî ile, intizam ile, hikmet ile yüzdüren, kaptanlık eden melâikeye "Hut" nâmı; ve o tarlaya izn-i İlâhî ile nezaret eden melâikeye "Sevr" ismi ne kadar yakıştığı zahirdir.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin