Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə4/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   181

AHKAR En hakir, pek âciz ve değersiz. (Daha çok tevazu makamında söylenir.)

AHKAR-UL İBÂD Kulların en hakiri.

AHKEM En sağlam. En kuvvetli. * En çok hükmeden. * En hakim ve akıllı.

AHKEM-ÜL HÂKİMÎN Hükümdarların hükümdarı. Hâkimlerin en hâkimi. Cenâb-ı Hak (C.C.)

AHKER f. Ateşli kül, kül ile karışık ince kor.

AHLA En tatlı, çok şirin. Çok tatlı.

AHLAF Halefler. Sonra gelenler. Zürriyetler. Evvelkilerin yerine geçenler. Nesil. Evlâdın evlâdları. Nesl-i âti.

AHLAF Yemin edenler. Müttefikler.

AHLAK (Hulk.C.) Huy, tabiat. İnsanın davranış tarzı, tutum ve tavrı, bir cemiyette makbul ve iyi sayılan davranış kuralları. Bu kural ve kaideleri inceliyen ilim. Ahlâkın kaynağı ve mahiyetini inceliyen felsefe.Filozoflar hangi hareketlerin iyi, hangilerinin kötü olduğu ve insanın neden ahlâk kaidelerine uyması gerektiği konusunda ortak bir fikre varamadılar. Kimi menfaati, kimi saadeti, kimi de vazifeyi ahlâkın temeli saydı. İslâm ahlâkı ise ahlâkın temeli Allah'ın emrine uygunluğu ve gaye olarak da Allah rızasını almakla insanı şahsi veya içtimâi (toplumsal) bencillikten kurtarmıştır. Ahlâkı da cemiyetten cemiyete ve zamanla değişen keyfî ve tesadüfî kaideler yığını olmaktan çıkarıp Allah'ın emirlerine uygunluğu esas almakla, birlik ve beraberliği ve devamlılığı sağlamıştır. (Bak: Hulk)

AHLÂK-I FÂZILA İyi ahlâk, faziletli huylar.

AHLÂK-I HAMİDE Beğenilen güzel ahlâk.(Hz. Muhammed (A.S.M.) bütün ahlâk-ı hamidede en yüksek ve yetişilmeyecek bir dereceye malik idi...... Onda içtima etmiş ahlâk-ı hamidedir ki her bir haslette en yüksek tabakada olduğuna dost ve düşman ittifak ediyorlar. M.)

AHLÂK-I HASENE Yüksek ahlâkı en parlak ve ulvi bir şekil ve ruhta gösteren ve bilfiil yaşayan Peygamberimizin (A.S.M.) ve O'nun yolunda gidenlerin ahlâkı.(Diyorsun ki: Teklif, saadet içindir. Halbuki ekser-i nâsın şekâvetine sebeb, tekliftir. Teklif olmasaydı, bu kadar tefavüt-ü şekavet de olmazdı?C- Cenab-ı Hak, verdiği cüz'-i ihtiyâri ile ef'al-i ihtiyariye âlemini kesbiyle teşkil etmeğe insanı mükellef kıldığı gibi, ruh-u beşerde vedia olarak ekilen gayr-i mütenâhi tohumları sulamak ve neşv ü nemalandırmak için de beşeri teklif ile mükellef kılmıştır. Eğer teklif olmasaydı, ruhlardaki o tohumlar neşv ü nemâ bulamazdı. Evet, nev'-i beşerin ahvaline dikkatle bakılırsa görülür ki; ruhun mânen terakkisini, vicdanın tekâmülünü, akıl ve fikrin inkişaf ve terakkisini telkih eden, yani aşılayan, şeriatlardır; vücud veren, tekliftir; hayat veren peygamberlerin gönderilmesidir; ilham eden, dinlerdir. Eğer bu noktalar olmasaydı, insan hayvan olarak kalacaktı ve insandaki bu kadar kemâlât-ı vicdaniye ve ahlak-ı hasene tamamen yok olurlardı. Fakat insanların bir kısmı, arzu ve ihtiyariyle teklifi kabul etmiştir. Bu kısım, saadet-i şahsiyeyi elde ettiği gibi nev'in saadetine de sebep olmuştur. Amma insanların büyük bir kısmı, ihtiyarı ile küfrü kabul ve tekâlif-i İlahiyyeyi reddetmişlerse de teklifin bazı nevilerinden süzülen terbiyevi, ahlâki vesaire güzel şeyleri aldıklarından, teklifin o nevilerini zımnen ve ıztıraren kabul etmiş bulunurlar. İşte bu itibarla, kâfirin her sıfatı ve her hâli kâfir değildir. İ.İ)(Hadsiz salât ve selâm ol Peygamberimiz Muhammed Mustafa (A.S.M.) üzerine olsun ki, demiş: $Yani; benim, insanlara Cenab-ı Hak tarafından bi'setim ve gelmemin ehemmiyetli bir hikmeti, ahlâk-ı haseneyi ve güzel hasletleri tekmil etmek ve beşeri ahlâksızlıktan kurtarmaktır. H.)

AHLÂKIYYÂT Ahlâk ilmi ve düsturlarını ve bunların vasıflarını ve tatbiklerini inceleyen, öğreten ilim. * Ahlâk ve terbiye ile alâkalı ders ve bahisler.

AHLÂKIYYUN Ahlâk ilmi ile uğraşan âlimler; bunlar iki kısımdır. Bir kısmı ahlâk-ı hasene olan İslam ahlâkını telkin eder, diğer kısmı ise, dine tâbi olmayan ve hakiki ahlâkı bulamamış olanlardır.

AHLÂKÎ Ahlâkla ilgili, ahlâka ait.

AHLAL (Hıll. C.) Samimi dostlar, yâranlar.

AHLAM Rüyâlar. (Bak: Hulm)

AHLAS En hâlis, daha temiz.

AHLAT (Hılt. C.) Çok karıştırılabilir, karıştırılmağa elverişli.

AHLAT-I ERBAA İnsan vücudunda varlığı kabul edilen dört unsur veya üsareler.

AHLEF Solak kimse.

AHLES Kara ile kırmızı arasında olan renk.

AHLET Saçı dökülmüş kişi.

AH-LİÜMM Baba ayrı, ana bir kardeş.

AHLİYA (Hali. C.) Boş şeyler.

AHMA (Hamâ. C.) Kayın biraderler.

AHMA (Hamiyyet. den) Çok hamiyetli.

AHMAK (Humk. dan) Pek akılsız, sersem, şaşkın. Anlayışsız.

AHMAK-UL HUMAKA Ahmakların en ahmağı.

AHMAKANE f. Ahmakçasına, ahmak olana yakışır şekilde.

AHMAKÎ Akılsızlık, ahmaklık.

AHMAKİYET Ahmaklık, akılsızlık.

AHMAL (Haml. C.) Yükler. * Ağır şeyler. Eşya, ağırlık.

AHMAL Ü ESKAL Ağır yükler.

AHMAS (C: Ehâmis) İnce belli.* Ayak altında yere değmeyen yer.

AHMAS (Hums. C.) Beşte birler, humslar.

AHMAS-ÜL KADEM Ayak tabanı.

AHMED Daha çok hamdeden. * Çok övülmeğe ve medhedilmeğe lâyık. * Çok sevilen. Beğenilmiş. * Hz. Peygamber'in (A.S.M.) bir ismi.

AHMED-İ BEDEVÎ (Seyyid) (Hi. 596-675) Mısır'ın en büyük velilerindendir. Hz. Ali neslinden gelir. Bir çok lâkabı vardır. Ona Afrika bedevileri tarzında (yüzü örten peçe) taşıdığından dolayı (el-Bedevi) deniyordu. 626 yılına doğru onda deruni bir tahavvül vukua geldi. Yedi kıraat üzere Kur'an okudu ve Şafii fıkhı tahsil eyledi. Kendisini ibadete vakfeyledi ve kendisine yapılan izdivaç teklifini reddeyledi. Berlindeki bir yazmada bu hususta şunlar yazılıdır: "Cennet hurilerinden başka hiçbir kadın ile evlenmemeğe ahdettim." Kerametler ve harikalar göstermiştir. Geceleri Kur'an okumak âdeti idi. Aktab-ı Erbaa'dandır. (R.A.)

AHMED-İ FÂRUKÎ (Hi. 971-1034) (İmam-ı Rabbanî) Hz. Ömer (R.A.) ahfadından olduğundan Fârukî denilmiştir. Kendisi demiştir ki: "Hakaik-i imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmata tercih ederim." Hem demiş ki: "Bütün tarikatların nokta-i müntehası hakaik-i imâniyenin vuzuh ve inkişâfıdır." Bu zatın büyük ve çok kerametleri görülmüş ve müceddidiyet vazifesini bihakkın ifâ etmiştir. Nakşi tarikatının kahramanı ve bir güneşi hükmünde olduğu Risale-i Nur'dan "Mektubat" isimli eserde mezkurdur. (R.A.) (Bak: Müceddid)

AHMED-İ MUHTAR Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimiz.

AHMED-İ RÜFÂÎ (Hi: 512-578) Büyük bir veliyullahtır. Pek çok kerametleri görülmüştür. İmam-ı Musa Kâzım Hazretlerinin evlâtlarından olup, dine büyük hizmetler etmiştir. (R.A.)

AHMED-İ SÜNUSÎ (Bak: Sünusî)

AHMED İBN-İ HANBEL (Bak: Hanbelî, İmam-ı Hanbel)

AHMER Kırmızı.

AHMES Kuvvetli, yiğit. Kahraman, cesur, şecaatli, bahadır.

AHMEŞ İnce, dakik.

AHMEZ Daha metin, daha sağlam, daha çetin.

AHNA Çapraz ve birbirine zıt işler. Çarpık, eğri şeyler.

AHNA' Çok alçak gönüllülük, mütevazilik.

AHNAS (Hıns. C.) Yeminden dönmeler. Yalan yeminler.

AHNEF Ayakları çarpık ve eğribüğrü olan.

AHNES Burnu basık ve sivri olan adam.

AHOND f. Tahsil yapmış, hoca. Ulu, büyük.

AHRA Daha lâyık, daha münasib, en elverişli.

AHRAB Kulağı kesik. * Kulaktaki küpe deliği.

AHRAC (Hırc. C.) Hayvanların yular, tasma ve palanlarına dizilen boncuklar.

AHRAD Pek tamahkâr cimri.

AHRAK Miskin, akılsız adam.

AHRAM (Harem ve Harim. C.) Gizli yerler. Gizli olup herkesin girmesi serbest olmayan yerler. * Kadınların bulunduğu haremlikler.

AHRAR (Hür. C.) Hürler. Esir veya köle olmayan kimseler. * Silsilesinde esir veya köle bulunmayanlar. * Hürriyetçiler.

AHRARANE f. Hürriyetçilere yakışır tarzda. Serbestçe. Hür olana yakışır surette.(İnsana karşı hürriyet, Allah'a karşı ubudiyyeti intac eder. Mün.)

AHRAS (Hâris. C.) Bekçiler, muhafızlar, koruyucular.

AHRAS Dilsiz.

AHRAZ (Ahrad) Kirpikleri dökülmüş, çipil gözlü.

AHREB Çok harap, perişan, yıkık. * Kulağı yarık kimse. * Edb: Rübai vezinlerinden "Mef'ulü" ile başlayan oniki şekilden herbiri.

AHREC Ak ile kara. Siyahla beyaz.

AHRED Ayaklarının siniri kurumuş veya bozulmuş olan hayvan.

AHREM Burnu kesik olan. Kesik burunlu. * Edb: Rübai vezinlerinden "Mef'ulü" ile başlıyan oniki şekilden herbiri. * Tıb: Omuz ucu.

AHRES Dilsiz, dili olmayan kimse.

AHREZ Gözleri dar ve küçük olan.

AHRUF (Harf. C.) Uçlar. * şiveler, lehçeler. * Harfler.

AHSA Çok kumlu, taşlı yer.

AHSA "İhsa"dan fiildir. (Bak: İhsâ)

AHSAR Pek kısa, daha kısa, daha özlü, daha veciz.

AHSAS Hisler. Duygular.

AHSEB Çok iyi hesab edilmiş, münâsib. * Çok fazla cimri, hasis. * Miskin. * Saçının rengi kırmızıya yakın. *Tüyünün rengi boz renk olan kızıl deve.

AHSEF Kara ile ak, alaca.

AHSEM Geniş yüzlü kılıç. * Arslan. * Enli, yassı ve yayvan burun. * Enli, yassı ve yayvan burunlu adam.

AHSEN En güzel. Çok güzel.

AHSEN-ÜL GAYÂT Gayelerin en güzeli, en iyisi.

AHSEN-ÜL HÂLIKÎN Hâlıkıyyet mertebelerinin en güzel ve en münteha mertebesinde olan bir Hâlık-ı Zülcelal. Her şeyi herşeyle münasebetine lâyık bir tarzda güzel yaratan Hâlık. (C.C.)

AHSEN-ÜL KASAS İbret verici vakıaların en güzel şekilde nakledilişi. Kıssaların en güzeli. * Sure-i Yusuf (A.S.).

AHSEN-İ TAKVİM En güzel kıvama koyma. * Cenab-ı Hakkın her şeyi kendisine lâyık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratması. İnsanın en yüksek ve câmi isti'dâd ve kabiliyetlerde ve en güzel surette yaratıldığı.(Envâ'-ı zihayat içinde en ziyade rızkın envâına muhtaç, insandır. Cenab-ı Hak insanı bütün Esmâsına câmi' bir âyine ve bütün rahmetinin hazinelerinin müddeharâtını tartacak, tanıyacak cihâzata mâlik bir mu'cize-i Kudret ve bütün Esmâsının cilvelerinin vaziyetlerinin inceliklerini mizana çekecek âletleri hâvi bir halife-i Arz suretinde halk etmiştir. Onun için hadsiz bir ihtiyaç verip, maddi ve mânevi rızkın hadsiz envâına muhtaç etmiştir. İnsanı, bu câmiiyete göre en âlâ bir mevki olan ahsen-i takvime çıkarmak vâsıtası, şükürdür. Şükür olmazsa, esfel-i sâfiline düşer; bir zulm-ü azimi irtikâb eder. M.)

AHŞA' (Haşâ. C.) Vücuttaki bağırsak, ciğer gibi organlar. * Mahaller, bölgeler, cihetler.

AHŞA Pek korkunç. Çok korkunç. Çok korkunç yer.

AHŞAB Kereste. Tahta. Ağaçtan yapılan bina. * Ağaçtan olanlar.

AHŞAM (Haşem. C.) Bir büyük zâtın yakınları, maiyeti, taraftarları.

AHŞEB (C.: Ehâşib) Sert taşlı büyük dağ. * Haşin ve yoğun olan.

AHŞEF Uyuz adam.

AHŞEM Burnu koku almayan. * Burnunun içi kokan kimse.

AHŞEN Pek sert şey. * Geçimsiz kimse.

AHŞİC f. Zıt ve uygunsuz.

AHŞİCAN (Ahşic. C.) f. Zıtlar. Dört unsur. (Toprak, su, ateş, hava.)

AHŞİG f. Zıt ve uygunsuz.

AHŞİGÂN (Ahşig. C.) Zıtlar.

AHŞİŞAN Çok katı, pek huşunetli.

AHTAB (Hatab. C.) Odunlar.

AHTAL Çabuk yürüyen. * Boşboğaz, çok konuşan kimse. Çenesi düşük.

AHTAPOT Fr. Çok ayaklı, kafadan bacaklı bir nevi deniz hayvanıdır ve yakaladığı canlı hayvanı kıstırıp kanını emer. * Canlı yengece benzeyen bir çıban.

AHTAR (Hıtar - Hatarat) Tehlikeler.

AHTE f. Dışarı çıkarılmış, dışarı çekilmiş. (kılıç, bıçak gibi..) * Husyesi çıkarılmış hayvan.

AHTEB Arı kuşu dedikleri kuş. * Kızıl eşek.

AHTEL Sarkık kulaklı.

AHTEM Uzun burunlu.

AHTER Yıldız. * Mc: Baht, talih.

AHTER-İ DÜNBÂLE-DAR Kuyruklu yıldız.

AHTERÂN f. Yıldızlar. Necimler.

AHTER-BÎN f. Müneccim. Yıldız ilmi ile meşgul olan kimse.

AHTER-GÛ f. Yıldız ilmi ile uğraşan kişi, müneccim.

AHTER-ŞİNAS f. Yıldız ilmi ile uğraşan. Müneccim.

AHU Kardeş, dost.

AHU Saç ve sakalı ak olup şayan-ı hürmet ve tâzim olan. Ahubaba, yalnız bu tabirde kullanılır.

AHU f. Ceylân. * Gözleri çok güzel olan. Çok güzel göz. * Gazâl. * Mc: Dilber. Mahbub.

AHU-Yİ LENG GİRİFTEN Topal ceylan tutmak. * Mc: İnsafsızlık etmek. Acizlere sataşmak.

AHU-Yİ MÂDE f. Dişi ceylan.

AHU-Yİ NER Erkek ceylan.

AHU-Yİ SİMİN Sevgili. * Sâki.

AHU-BEÇE f. Ceylan yavrusu.

AHU-BERE f. Ceylan yavrusu.

AHU-ÇERENDE f. Otlıyan ceylan.

AHU-DİL f. Ceylan yürekli. * Mc: Korkak.

AHUN f. Delik, yarık. Lağam.

AHUN-BÜR f. Yer kazan, delik açan. Lağamcı.

AHU-NİGÂH Ceylan bakışlı

AHU-PA(Y) f. Ceylan ayaklı. Çevik, atik. * Altı köşeli, nakışlı ev ve köşk.

AHUR f. Ahır, dam.

AHURİ f. Hardal.

AHUVAN (Ahu. C.) f. Ceylanlar. Karacalar.

AHVA (C.: Huvve) Kararmış nesne.

AHVAL Haller. Vaziyetler. Oluşlar.

AHVAL-İ HAYRET-FEZÂ Hayret verici haller.

AHVAL-İ SIHHİYE Sağlık durumu.

AHVAL-İ ŞAHSİYE Huk: Hakiki şahısların, hukuki varlıklariyle alâkalı olan hukuki durumlar. (Doğum, evlenme, boşanma, evlat edinme, ölüm hadiseleri gibi)

AHVAL (Hâl. C.) Dayılar. Annenin erkek kardeşleri.

AHVAS (C.: Ehâvis, Huves) Bir gözü birinden küçük olan.

AHVAT (Uht. C.) Kız kardeşler.

AHVAT En ihtiyatlı, tedbirli.

AHVEB Asi, günahkâr.

AHVEC En muhtaç, pek çok ihtiyacı olan.

AHVED Çok değişen.

AHVEF En korkak. * Çok korkunç.

AHVEL Bir şeyi çift gören, şaşı.

AHVER Akıllı. * İri gözlü güzel. * Müşteri yıldızı. (Jüpiter) * Beyaz yüzlü, güzel gözlü adam.

AHVERÎ Yumuşak, beyaz nesne.

AHVES Cesur, kahraman, yiğit, şecaatli, bahadır.

AHVES Karnı sarkık kişi. (Müe: Havsâ)

AHVEZİ Yeyni, hafif. * Tez, seri.

AHVEZİ Cem'edici, toplayıcı. * Her işi insanlar arasında halleden.

AHYÂ (Hayy. C.) Diri olanlar. Hay olanlar. Canlılar.

AHYÂ VÜ EMVÂT Diriler ve ölüler.

AHYAL (Hayl. C.) : Atlar, at sürüleri. Atlı kıtalar.

AHYAN (Hin. C.) Arasıra. Vakit vakit. Vakitler. Zamanlar.

AHYANEN (İhyânen) Zaman zaman, arasıra. Kâh kâh.

AHYAR Hayırlılar. * Dostlar. * İyilik sevenler. (Eşrar'ın zıddı)

AHYAZ (Hayiz. C.) Odalar, bölmeler, bölümler.

AHYED Hz. Peygamberin (A.S.M.) Tevrattaki bir ismidir.(Bazı metinlerde Uheyd, Uhidu, Uheydu, Uhyidu şeklinde yazılıdır.)(... İncil'de Ahmed, Tevrat'ta Ahyed, Kur'anda Muhammed ismiyle müsemma iki cihanın güneşi kabrin arka tarafında milyonlarca Faruki Ahmedler ile muhat olarak sâkindir. M.N.)

AHYEF Bir gözü gök, diğer gözü siyah olan.

AHYUS Ekseriyetle su kenarında biten bir ot.

AHZ Alma. * Tutma. * Kabul etme. * İşkence etme.

AHZ-I ASKER Askere alma. * Askere alınma.

AHZ-I MİSAK Sözleşme. * Yemin etme.

AHZETMEK Almak. Tasarrufuna dahil etmek. Tahsil etmek.

AHZ U İTÂ Alışveriş.

AHZ U KABUL Alıp kabul etmek.

AHZA Çok alçak, menfur kişi. Nefret edilmiş olan kimse.

AHZAB (Hizb. C.) Hizbler, bölükler, kısımlar, gruplar. * Toprağı katı yer. * Kur'ânın kısımları. Hizbleri.

AHZAB SURESİ Kur'ân-ı Kerimde otuzüçüncü surenin adı olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.

AHZAD Eğrilip bükülen, esnek.

AHZAN (Hüzn. C.) Hüzünler, kederler, sıkıntılar, tasalar, gamlar.

AHZAR (Bak: Ahdar)

AHZAR (Hazer. C.) Endişeler, ihtiyatlar.

AHZEKA Bodur ve şişman adam.

AHZEL Yüksek olmak, irtifa.

AHZEL Beli kırılmış olan adam.

AHZEM Erkek yılan.

AHZEM İşini sıkı tutan, ihtiyatlı, tedbirli. * Yüksek yer. * Göğsü büyük.

AHZEN Çok hüzünlü kederli. En tasalı, daha gamlı.

AHZER Devamlı gözünü kırpan adam. * Ufak gözlü olan kimse.

AHZ Ü GİRİFT Ele geçirme, yakalama. * Esir alma.

AHZ Ü KABZ Kendine mal etme.

AİB (Bak: Ayib)

AİD Geri gelen, dönen. Râci. Dâir. * Bir kimse veya bir şeyle ilgili olan. * Hastayı ziyaret eden.

AİDAT (Aide. C.) Gelirler, kazançlar. * Resim, vergi. İrad. Belirli sürelerde bir derneğe ödenmesi taahhüd edilen para.

AİDE (C: Avâid - Aidat) Kâr, kazanç, fayda, gelir.

AİDİYYET Alâkalılık, ilgililik. Aid olma. Birine mahsus olma.

AİK (Aika ) Mâni'. Alıkoyan. Engel. Meşgale. Bir işten alıkoyup men ve sarfeden.

AİKA (C. Avâik) Alıkoymaya ve te'hire sebep olan şey, mâni, engel.

AİL Ailesini geçindiren, idare eden. Kalabalık ailesi olan. Fakir.

AİLE Erkeğin karısı. * Ev halkı. * Akraba. * Aynı işte olan, aynı gaye için çalışanların hepsi.(Kadının aile hayatında müdür-ü dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan en esaslı hasleti; sadakattır, emniyettir. Açık saçıklık ise, bu sadakatı kırar; kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir. Hatta erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakata zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir. Kötü haslet sayılırlar. L.)

AİLE-PERVER f. Evine düşkün, ailesine düşkün.

AİLEVÎ Aile ile ilgili.

AİNNE (İnan. C.) : Dizginler.

AİR Göz ağrısı.

AİŞ Yaşıyan. * Rahat yaşıyan.

AİŞE (Bak: Ayişe)

AİZ Yeni doğmuş deve yavrusu.

AİZ Karşılık olarak veren. * Karşılık olarak verilmiş olan.

AİZZE (Bak: Eizze)

AJ f. Dinlenme, rahat hâl, istirahat.

AJAN Fr. Bir şahsın, bir şirketin veya bir devletin bazı işlerini gören kimse. * Gizli vazifeli olan kişi.

AJANDA Akılda tutulması icab eden şeyleri not etmeye yarayan, takvim şeklinde tanzim edilmiş defter.

AJANS Fr. Her türlü havadisi toplayıp, ilgili mevkilere bildiren kuruluş. * Ticari bir teşekkülün kolu.

AJEH f. Vücutta çıkan pürtüklü küçük ur.

AJENDE f. Çamur. * Binalarda kullanılan harç.

AJİG f. Nefret, kin ve düşmanlık.

AJİH f. Kir, küf. * Çapak.

AJİNE f. Değirmen taşı gibi maddeleri yontup düzelten demir alet. Dişengi.

AJİR f. Göl, havuz. * Kalabalık, izdiham. * Bağırma, feryât. * Çekingen. * Akıllı, uyanık. * Amâde, hazır.

AJİRAK f. Gürültü, ses. Bağırış.

AJUR Fr. Gözenek. Göz göz işlenmiş nakış.

AJÜG f. Hurma lifi. * Ağaç budama.

AKA İran Türkleri "ağa" yerine kullanırlar.

AKAB Topuk. Ökçe. * Bir şeyin hemen arkası. * Bir şeyin gerisinde olan zaman veya mekan.

A'KAB (Akab. C.) Bir şeyin hemen sonrası.

AKABE (C.: Akabât) Bâdire. Sarp ve çıkılması müşkül yokuş. * Tehlikeli geçit. Dar ve iki tarafı pusu yeri olan boğaz. * Muhatara, tehlike. * Hastalığın veya başka bir halin en tehlikeli ve korkulur süresi. * Kızıldenizin kuzey ucunda, Süveyş'in doğu tarafında bulunan dar bir körfezin ismi.

AKABE BİATI Nübüvvetin 11. senesinde Mekke'nin haricindeki Akabe denilen yerde Medine ahalisinden bir cemaatın, Hz. Peygamber'le (A.S.M.) gürüşüp konuşarak İslâm'ı kabul ve tasdik ettikleri biat hâdisesi.

AKAB-GİR f. Peşe düşen, kovalıyan.

AKABİNDE Arkasından, hemen arkadan. Hemen ardından.

AKAB-REV f. Arkadan gelen. Peşe düşmüş, arkaya takılmış.

AKADEMİ yun. Yüksek mekteb. * Âlimler, edebiyatçılar heyeti. * Eflatun'un vaktiyle talebesine ders verdiği yer. * Çıplak modelden yapılan insan resmi. * Belli bir ilmin gelişme ve ilerlemesini te'min maksadı ile müşterek tetebbularda veya serbest tedrisatta bulunan salâhiyetli kimseler topluluğu. (Huk. L.)

AKAĞA Osmanlı saraylarında hizmet gören beyaz hadımağası.

AKAİD (Akide. C.) Akideler. İtikad olunan hakikatlar. İtikada dâir kaziye ve hükümler, esaslar.(Akaidî ve imanî hükümleri kavi ve sabit kılmakla meleke haline getiren, ancak ibadettir. Evet, Allah'ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle vicdanî ve aklî olan imani hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve te'sirleri zayıf kalır. Bu hale, Alem-i İslâmın hâl-i hazırdaki vaziyeti şahittir. İ.İ)

AKAİD-İ DİNİYE Dini akideler. İmâni esaslar.(Ben tahmin ediyorum ki: Eğer şeyh Abdulkadir-i Geylâni (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) ve İmâm-ı Rabbâni (R.A.) gibi zâtlar bu zamanda olsa idiler; bütün himmetlerini hakaik-ı imâniyyenin ve akaid-i İslâmiyyenin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünkü, saadet-i ebediyyenin medârı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyyeye sebebiyet verir. M.)

AK'AK Saksağan.

AKAK (C.: Akâık ) Saksağan kuşu.

AKAK Sıcak çok olmak.

AK'AKA Saksağan sesi.

AKAKİR (Akkar. C.) Tıb: İlaç yerine kullanılan nebâtî kökler.

A'KAL En akıllı. Pek akıllı. Daha akıllı.

AKALA Bir çeşit pamuk.

AK ALEM Osmanlılarda saltanat sancağı.

AKALİD Yoğurt.

AKALİM (Ekalim) (İklim. C.) İklimler. * Dünyanın kıt'a ve memleketleri.

AKALİT Yoğurt.

AKALL (Ekall) Daha az. En az.

AKALL-İ KALİL En az. Azın azı.

AKALLİYET (Ekalliyet) Azlık. Azınlık. * Bir ülkede hâkim unsurların haricinde olan ve ekseriyet teşkil edemiyen insanlar.

AKAM Erkek ve dişi kısırlığı.

AKAM Çocuksuz, çocuğu olmayan, kısır. * Tedavisi kabil olmayan hastalık.

AK'AM Burnu eğri.

AKAM Yük bağladıkları ip.

AKAM (Bak: Ekkâm)

AKAMET Neticesizlik. Kısırlık, sonu alınmama.

AKAN Deve ayağını bağladıkları ip.

AK ANBER Beyaz cins anber.

AKANYILDIZ Daha ziyade yaz geceleri gökyüzünde hızla geçip giden ışıklı iz, şahap.

A'KAR Kısır.

AKAR Zayi etme, kaybetme. * Kumlu yer. * Para getiren mülk. (Ev, dükkân gibi.)

AKAR Köşk, yüksek bina. * Bâbil vilayetinde bir yer adı. * Dehşetli olmak. Yaralamak. Boğazlamak. * Korku ve dehşetten kişinin ayakları titreyip dövüşememesi.

AKARAT (Akar. C.) Gelir getiren yapılar ve mallar.

AKARET Kısırlık, kısır olma.

AKARİB (Bak: Ekarib)

AKARİB (Akreb. C.) Kuyruğunda zehiri bulunan bir hayvancık olan akrebler.

AKAS Çirkin kokulu olma.

A'KAS Boynuzu kulağı ardında bitmiş veya boynuzu kulağı ardına gelmiş nesne.

AKASIR (Akser. C.) Pek kısalar.

AKASİ (Aksa. C.) Çok uzaklar.

AKAT Çukur yer.

AKAT Evin ortası. Evin çevresi, etrafı.

AKAVİL (Bak: Ekavil)

AKB Sakalın kaba ve sık olması.

AKBEH (Kabih. den) En çirkin. Çok kabih.

AKBEL Eğri gözlü. * Kabiliyetli kimse. * En çok beğenilen

AKBENEK Gözün saydam tabakasında bir yara veya çıbandan kalan ve görmeyi yavaş yavaş azaltan beyaz benek.

AKBİYE (Kubâ. C.) Kaftanlar, üste giyilen elbiseler.

AKCİĞER Göğüs boşluğunu dolduran ve solunmağa yarayan bir organ. Ree.

AKÇA (Akçe) Beyaz, oldukça beyaz. * Para. * Eskiden para ölçüsü olarak kullanılan küçük gümüş sikke.

AKD Anlaşma. Sözleşme. * Düğümleme. Düğümlenme. Bağ bağlama. Bağlanma.* Huk: Nikâh, hibe, vasiyet, bey' u şirâ gibi şer'î bir muameleyi iki tarafın iltizam ve taahhüd etmeleridir, icab ile kabulün irtibatından ibarettir. Böyle bir muameleye mün'akid denir. Bunun böyle vücuda gelmesine de in'ikad denilir.

AKD-İ MECLİS Konuşmak için toplanma, meclis kurma.

AKD-İ MUAVAZA Hibe ve sadaka gibi teberruattan olmayıp iki taraftan ivaz verilerek yapılan akd, ivazlı akd. Satış, trampa gibi.

AKD-İ ZİMMET İslâmlarla muharebe etmiş veya eden bir şahsın veya bir cemaatın İslâm ahd u emânını, yani tâbiiyyetini kabul etmesi.

AKDAM (Kadem. C.) Ayaklar, kademler.

AKDAR Değerler. Kudretler.

AKDEM Daha önce. Daha ileri. Daha mühim.

AKDEM-İ UMUR İşlerin en mühimmi.

AKDEMÎN (AKDEMÛN) Daha evvelce yaşamış olanlar. Geçmişler. İleride ve daha mühim kimseler. * Eksikler. (Bak: Kudemâ)

AKDER En kudretli. * Kısa boylu.

AKDERİ Eski zamanda kağıt yerine kullanılan ve üzerine yazı yazılan deri.

AKDES En kudsi. En mübarek.

AKDİYYE Mafsallarda bulunan yumru ve düğüm.

A'KEF Ahmak.

AKEM Vergisi olmayan emlâk. Türbe, cami, köprü, çeşme gibi.

AKER Zeytinyağı tortusu.

AKERKER Kuvvetli arslan. * Yoğurt.

AKESE f. Ökse. * Bir şeye ilişmiş, asılmış.

AKEVKA' Kısa boylu.

AKF Eğmek, meylettirmek.

AKF Hapsetmek. Vakfetmek.

AKFA (Kafâ. C.) Başın arka kısımları. Enseler.

AKFAL (Kufl. C.) Kilitler. Kapı kilitleri.

AKFAR (Kafr. C.) Sahralar, çöller.

AKFAS (Kafas. C.) Hamal küfeleri. * Kafesler.

AKFEN Kulağı küçük ve kalın olan.

AKFER Çok kısır, en kısır. * İki ön ayakları dirseğine kadar beyaz olan at

AKHAF (Kıhf. C.) Ağaç kaplar, ağaçtan yapılmış kaplar. * Kafa tasları.

AKHEB Rengi bozrak olan ak nesne.

AKHEBAN Fil, câmus.

AKHER En kahredici, çok kahreden.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin