Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə64/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   181

HATÎE Hatâ. Günah. Kabahat. Suç.

HATİF Gayıptan haber veren cinnî. * Sesi işitilen ve kendisi görülmeyen, seslenici. Ses verici, çağırıcı.

HATÎFE Unu süt ile yoğurup pişirerek yapılan yemek.

HATİL Yorgun. * Devamlı yağan yağmur.

HATİM Hitâma erdiren. Bitiren. * Mühür basan.

HATÎM Kâbe-i Muazzama'nın şimal tarafındaki taş. Duvar gibi olan sur.

HATİM Kadı, hâkim. * Sağlamlaştıran.

HATİME Son. Nihayet. Son söz.

HATİME-KEŞ f. Son veren, hâtime çeken, bitiren, sona erdiren.

HATİN Sünnet eden.

HATİR Muhâtaralı, tehlikeli, korkulacak durum. Büyük ve şerefli kimse.

HATÎT Hasis kimse.

HATİTA Bir malın değerinden indirilen tenzilât, iskonto.

HATİTA (C.: Hatâyit) İki tarafındaki yerlere yağdığı hâlde kendisine yağmur yağmayan yer.

HATK (HATKÂN) Yürürken adımların birbirine yakın olması. * Yönelmek, teveccüh etmek.

HATLA' Kulakları sarkık olan kadın. (Müz: Ahtal)

HATM Kırmak, ufalamak.

HATM Hâlis, saf. * Sağlamlaştırma, muhkemleştirme. * Hüküm ve kazâ icabettirme.

HATM Hitâma erdirmek, bitirmek. Kur'an-ı Kerim'i veya herhangi bir şeyi sonuna kadar okuyup bitirmek. * Mühürleme. Mühürlenme.

HATM İnsan veya hayvan burnu. * Kuş gagası.

HATME Baştan aşağı (bütün Kur'ân-ı Kerimi) okuyup bitirmek. * Bir arada muayyen bir şeyi okuyup bitirmek.

HATME-İ ENFÂS Nefesleri tükenmek. Ölmek.

HATME-İ HÂCEGÂN f. Nakşi tarikatı mensublarının fikri ve nazarı mâsivadan tecerrüd ederek, topluca muayyen dua ve zikirlerini sonuna kadar okumaları.

HATME-İ MAHSUSA Hususi hatme. Kur'andan veya hadisten alınan muayyen duaları okuyup bitirmek.

HATN (HITN) Beraberlik, misil, denk olma, eşitlik.

HATN Damat. * Sünnet etme.

HATNE Kaynana.

HATR Devenin kuyruğunu kâh yukarı kaldırıp ve kâh aşağı vurması.

HATR Ahdini bozmak, sözünde durmamak.

HATR Atâ etmek, hediye vermek. * Sağlamlaştırmak.

HATRA Nehirlerde işleyen vapurların iskandil direği.

HATRE Bir kere emmek.

HATREBE (Hatribe) Dar gelirli olmak. * Maaş sıkıntısı. * Gevezelik etmek.

HATREME Sütlü bulamaç.

HATREŞE Çekirgenin bir şeyi yerken çıkardığı ses.

HATRİB Daima beyhude ve mânasız konuşan.

HATT Sınır. Çizgi. Hudud. * Yazı. El yazısı. * Nâme. Mektup. * Gençlerde yeni çıkan bıyık veya sakal. * Çizgi gibi uzanan belirsiz hafif yol. * Deniz yalısı. * Gemilerin hareketteki istikameti. * Parmağın onikide biri olan bir ölçü. * Ferman, buyruk. Padişah emri. * Geo: Sadece uzunluğu olan.

HATT-I BÂLÂ f. Tepelerin en yüksek noktalarından geçtiği itibar edilen çizgi. Zirvelerden geçen hat.

HATT-I BUTLAN İptal etmek gayesiyle bir kaydın veya künyenin üzerine çekilen çizgi.

HATT-I DEST f. El yazısı.

HATT-I FÂSIL Ayırıcı çizgi, fasledici çizgi.

HATT-I HAREKET Davranış. Davranma tarzı. Hareket tarzı.

HATT-I HÜMAYUN f. Padişanın el yazısı. Padişahın emri.

HATT-I İCTİMA-İ MİYÂH Suların toplandığı hat. Dere, çay, nehir.

HATT-I İSTİVÂ f. Dünyanın kuzey ve güney kutuplarına aynı uzaklıkta olduğu ve dünyayı iki müsavi parçaya böldüğü farzedilen dâire çizgisi. * Ekvator. * Mevlevi semahânesinde, şeyhin oturduğu post ile meydan kapısı ortasında farzolunan çizgi.

HATT-I MEVHUM Hayalî çizgi.

HATT-I MİSMARÎ Çivi yazısı.

HATT-I MUVÂSALA f. Erişme ve vâsıl olma yolu. Birbirine kavuşup buluşma ve birleşme yeri. Birbirine münasebet kurabilme yolu.

HATT-I MÜDÂFAA Savunma hattı, müdafaa hattı.

HATT-I MÜNHANÎ f. Eğri çizgi. Eğilen hat.

HATT-I MÜNKESİR Geo: Kırık çizgi.

HATT-I MÜSTAKİM f. Doğru çizgi. * Doğru yol. Doğruluk üzere olan şey.

HATT-I NISF-ÜN NEHAR Meridyen. Ekvatora dik olarak geçtiği farzedilen dairelerin her biri.

HATT-I ŞAKUL Çekül doğrultusu. Yer çekimi istikametinde, dünyanın merkezine doğru.

HATT-I ŞEHRİYARÎ Tar: Padişahın yazısı manâsına gelen bir kelimedir. Eskiden padişahlar "hatt-ı hümayun" "hatt-ı şerif" adı verilen emirleri kendi el yazılarıyla yazdıkları gibi, başkalarına yazdırdıklarının başına da imzalarını koyarlardı. İşte bu türlü vesikalardaki padişahların el yazılarına "hatt-ı şehriyarî" denilirdi.

HATT-I UFKÎ f. Düz hat. Ufki hat.

HATT-I VÂSIT Geo: Kenarortay. Üçgenin köşelerinin her birini karşı kenarın orta noktasına birleştiren doğru parçaları.

HATT-I ZERENDUD Altunla yazılmış celi yazılar.

HATT Bir şeyi yukarıdan aşağıya indirmek. * Ucuzlatmak. * Cilâ vurmak. * Bırakmak.

HATT Yolmak. * Çekmek.

HATTA Harf-i atıftır, gaye bildirir. Ve (fazla olarak, kadar, bile, dahi, hem de...) mânalarına gelir.

HATTAB Oduncu. Odun satan.

HATTAF Kırlangıç kuşu. * Kapıp kaçıran, kapıp aşıran.

HATTAN Sünnetçi.

HATTAR (Hatur) Gaddar. * Hud'akâr. Hilekâr.

HATTAR Süngü vuran.

HATTAT Çok güzel yazı yazan san'atkâr.

HATT-AVER Sakalları yeni çıkmaya başlayan genç.

HATTİYYE (C.: Hatyât) Canı, kıymeti yüce olmak. * Küçük ok.

HATT-ŞİNAS f. Yazı uzmanı, yazıdan anlayan.

HATUN (C.: Havâtın) Kadın. Hanım. * Tar: Yüksek şahsiyetli kadınlara veya hakan eşlerine verilen ünvan.

HÂTUN-U KIYAMET Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) kızı Hz. Fatıma'ya mecaz yoluyla söylenen bir tabirdir.

HATUT Yeri tırnağıyla kazıyıp çizgiler çizen vahşi sığır.

HATUT Tez yürüyüşlü yedek atı.

HATV Adım adım yürümek, adım atmak.

HATV Saçak bükmek.

HATV Rengin değişmesi.* Engel olmak, menetmek. * İplik bükmek.

HATVE (Hutve) Adım. Bir adım atışta iki ayak arasındaki mesafe. Bir adım atmak.

HATVE-İ TEKARRÜB Yaklaşma adımı.

HATVE-ENDAZ f. Adım atan.

HATVE-ENDAZÎ f. Adım atıcılık.

HATVE-ŞÜMAR f. Adım sayan. * Çekinerek ve ihtiyatla yürüyen.

HAV Çuha ve buna benzer kumaşların ters yüzlerinde bulunan tüy. * Şeftâli gibi bazı meyvelerin üzerlerinde bulunan ince tüy.

HAVA (Hevâ) Hava. Dünyayı çeviren atmosfer. Cevv. Yer ile gök arası. * Hafif yel. * Bir binanın üzerine kat çıkma hakkı. * Bir yerin hâli ve sıhhat bakımından durumu. * Müzikte ezgili ses, sadâ.

HAVA-İ NESİMÎ Sabahki hava. Temiz hava.

HAVA' Hâli olmak, boş olmak. * Düşmek, sâkıt olmak.

HAVABAT (Bak: Havbâvât)

HAVACİB Hicablar, perdeler, örtüler.

HAVADİS (Hâdise. C.) Yeni hâdiseler, yeni sözler. * Alâka ile karşılanan haberler.

HAVAFİ Kuş kanadında ebâhir yeleklerinden sonra olan dört kısacık yelekler.

HAVAFİR (Hâfir. C.) Kazanlar, yeri kazıcılar. * Hayvan, dâbbe tırnakları.

HAVAGAZI t. Isı veya ışık temin etmek maksadıyla yakılarak kullanılan bir gaz.

HAVAÎ (C.: Havâiyât) Havaya âit ve müteallik. Hava ile alâkalı. * Heves ve nefis hesabına olan, boşuna veya çirkin. Günahlı iş. Nefsâni hâl ve hareketler.

HAVAİC (Havâyic) İhtiyaçlar. Hâcetler. Gerekli ve lüzumlu şeyler.

HAVAİC-İ ASLİYE Fık: Mesken ile, eve lüzumlu eşyadan ve kışlık, yazlık elbise ile lüzumlu silâhtan, âletten, kitaptan ve binek (hayvan) ile hizmetçi ve bir aylık - sahih görülen diğer bir kavle göre; bir senelik - nafakaya mahsus erzaktan ibârettir.

HAVAİC-İ ZARURİYYE Zaruri ihtiyaçlar. Giderilmesi lüzumlu olan ihtiyaçlar.

HAVAİYYAT Havâi şeyler ve sözler.

HAVAK (HAVKA') Geniş yer, vâsi.

HAVAKÎN (Hâkan. C.) Hükümdarlar, hakanlar, padişahlar, başbuğlar.

HAVALE Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama. * Görmeyi önleyen duvar gibi perde. * Tıb: Küçük çocuklarda veya gebe kadınlarda bazan meydana gelen, baygınlık veren bir hastalık. * Postadan gelen emanet kâğıdı.

HAVALE-İ MUACCELE Huk: Havale konusunun, behemehal ödenmesi lâzım geldiği şekilde yapılan havale.

HAVALE-İ MÜBHEME Huk: Havale konusunun, ta'cil veya te'cili beyan olunmadan yapılan havale.

HAVALE-İ MÜECCELE Huk: Havale edilen şeyin vadesi geldiğinde ödenmesi şeklinde yapılan havale.

HAVALENAME f. Posta gibi vasıtalarla para göndermek üzere yazılan havale mektubu.

HAVALETEN Havale suretiyle, havale olarak.

HAVALİ Çevre, civar, etraf, yöre.

HAVAMİS-İ SÜLEYMANİYE Tar: Süleymaniye Medresesini teşkil eden medreselerden beşinin müderrisine verilen ünvan. İlk zamanlarda havamis namı altında beş medrese ve beş aded de müderris bulunurken daha sonraları müderrislerin sayıları arttırılmış ve bundan dolayı "havamis" kelimesi de "hamise"ye kalbolunmuştur. Havamis medreseleri sonraları "Hâmise-i Süleymaniye" ismini almıştır.

HAVAN İçinde çeşitli şeylerin dövülüp ufalandığı ağaç, mâden veya taştan yapılmış çukurca kap. * Tütün kesmekte kullanılan makine. * Başkalarına destek olacak gücü bulunmadığı halde, yardakçılık eden kimse. * Elektrikî bir boşalmanın ısı değerini gösteren âlet. * İçine çukur delikler oyulmuş büyük ağaç kütüğü. (XlX. yy.dan önce bu deliklerin içinde, kara barutun bileşimine giren maddeler tokmak vasıtasıyla dövülerek ufalanırdı.) * Ask: Namlusu çapına oranla kısa olan ve aşırma atış yapmak için kullanılan top cinsinden bir ateşli silâh.

HAVAN Arslan, esed.

HAVANIK (Hânkah. C.) Tekkeler.

HAVANİT (Hânut. C.) Dükkânlar. * Meyhaneler, işrethâneler.

HAVARE f. Yiyecek, azık.

HAVARIK (Hârika. C.) Acib ve garip olan hâdise. İnsanda hayret ve hayranlık uyandıran şeyler. * Okun nişanı delerek öbür tarafından çıkıp gitmesi.

HAVARIK-I ÂDE Fevkalâde olaylar, hârika hâdiseler.

HAVARİ Yardımcı. * Hz. İsa'nın (A.S.) yardımcı ve sahabeleri olan 12 zâttan her biri.

HAVARİC (Hâric ve Hârice. C.) Asiler, zorbalar, isyankârlar. * Hâricîler. Hâriçte kalanlar. (Bak: Hâricî)

HAVARİYYUN Hz. İsa'nın (A.S.) yardımcı ve sahabeleri olan 12 kişinin hepsine birden verilen isim. Bunlar: İsa'nın (A.S.) Petrus adını verdiği Yunus'un oğlu Simun, kardeşi Andreas, Yakub, Zebedi'nin oğlu Yuhanna, Filipus ve Bartholomaeus, Matta ve Tomas, Alte'nin oğlu Küçük Yakub, Gayur Simdeu, Yakub'un oğlu Yahuda, hain Yahuda İskariyot'tur.

HAVAS (C.: Ahvâs) Çukur ve kısık gözlü olmak.

HAVASIB (Hâsıb. C.) Şiddetli rüzgârlar, fırtınalar.

HAVASIN (Hâsına. C.) Namuslu kadınlar.

HAVÂSS (Hâss - Hâssa. C.) Hâslar. Hâssalar. Keyfiyetler. Hususlar. * Dindarlık ve doğruluğu ile, ilmiyle âmil olup mâneviyat mertebelerinde yükselmekle makbul ve muteber olan zatlar. * Zenginler sınıfı. * Kur'anî ve manevî sırlara ve hususlara vâkıf bulunan, ilim, ibadet, tâat ve takva yolunda yükselerek mümtaz olan Evliyâullah. Herkesin hürmet ettiği büyük zevât. * Manevî te'sir için okunan duâlar.

HAVÂSS-I HÜMAYUN Tar: Osmanlı İmparatorluğunun fütuhat devirlerinde (yükselme devri) fethedilen araziden devlet hazinesine ayrılan kısım. Her yer zaptedildikçe, arazi: timar, zeamet ve has namıyla üç sınıfa ayrılırdı. Meselâ 250 köyden müteşekkil bir sancağın 100-150 köyü ikişer üçer köy olarak 40-50 tımara ayrılır, harpte başarı gösteren askerlere dağıtılırdı. Kalanı zeamet ve has itibar edilerek bundan vezirlere, sancak beylerine, beylerbeyilere ve sâir devlet büyüklerine hisse ifraz edildikten sonra geri kalan kısım, "Hass-ı Hümâyun" namıyle devlete bırakılırdı. (O.T.D.S.)

HAVÂSS-I REFİA Tar: Eyüp Kadılığı eskiden Çatalca'ya kadar uzanır ve Çatalca'da kadının bir vekili bulunurdu. İkinci meşrutiyete kadar bütün mahkeme işleri, kadının tayin ettiği bir naib tarafından idare edilirdi. Meşrutiyet devrinde diğer kadılara yapıldığı gibi, Eyüp Kadılığına da maaş bağlandı. Şer'î ve nizamî mahkemeler birleştirilince havâss-ı refia ortadan kaldırıldı.

HAVÂSS U AVÂM İleri gelen kimseler ve halk.

HAVASS (Hasse. C.) Hasseler. Duygular.

HAVASS-I (HAMSE-İ) BÂTINA Kalbe bağlı beş duyğu: Hiss-i müşterek (hayâl kuvveti), müdrike (akıl), vehim (vâhime), hâfıza, mutasarrıfa (meydana getirici hayal kuvveti).

HAVASS-I (HAMSE-İ) ZÂHİRE Zâhirî beş duygu: Tatmak, görmek, işitmek, koklamak, dokunup duymak.

HAVAŞİ (Hâşiye. C.) Bir yazının kenarına eklenen not veya açıklamalar. Hâşiyeler, derkenarlar. * Maiyet adamları.

HAVAT Tavşancıl kanadının fısıltısı. * Ses, sadâ.

HAVATIF Göz kamaştırıcı şeyler. (Bak: Hâtıf)

HAVATIR Hâtıralar. Fikirler. Düşünceler.

HAVATIR-I RABBANİYE Rabbanî telkinler. İlâhî ilhamlar.

HAVATIR-I ŞEYTANİYE Şeytanî vesvese ve düşünceler.

HAVATÎM (Hatime. C.) Sonlar, nihayetler.

HAVATİM (Hâtem. C.) Mühürler, hâtemler.

HAVÂTİM-İ RESMİYYE Resmî mühürler.

HAVATİN (Hâtun. C.) Şerefli kadınlar, hâtunlar.

HAVAYİC (Bak: Havâic)

HAVAZ Kalbde olan gam ve tasa.

HAVAZE (C.: Havâzât) Ziyafet.

HAVB (Hub - Havbet) Günah, ma'siyet. * Fakirlik. * Meşakkat. * Maraz, ağrı, dert. * Ana, baba.

HAVB Fakir ve muhtaç olmak.

HAVBA' Zât, nefs.

HAVBAVAT Nefsler. Zâtlar.

HAVBET (Havb) Açlık, hâcet, meskenet. * Çayırı, otlağı olmayan kır yer.

HAVC (Havcâ') Hâcet, ihtiyaç.

HAVCEB (C.: Havâcib) Kırmızı gül.

HAVCELE Ağzı büyük, kendisi küçük şişe.

HAVCEME (C.: Havâcim) Kırmızı gül.

HAVD Güzel ahlâk. * Güzel ve yumuşak vücutlu câriye.

HAV'EB Basra yakınında bir mevkinin adı. * Çeşme. * Geniş dere. * Pek büyük kova.

HAVEBE Zayıf adam.

HAVEL Eğrilik. * Şaşılık. Bir şeyin yerinden ayrılması.

HAVEL Mülk. * Haşmet.

HAVELÂN Dönme, dolaşma. * Değişme.

HAVELAN-ÜL HAVL Senenin geçmesi. Senenin değişmesi.

HAVEME Büyük, ulu, yüce.

HAVENE (Hâin. C.) Hâinler, hıyânet edenler.

HAVER f. Doğu, şark.

HAVER Zayıf olmak. * Yumuşak, çukur yer. * Denize suyun akıp döküldüğü yer.

HAVER Gözün beyazının çok beyaz ve karasının da çok kara olması.

HAVERAN f. Doğu ile batı. Şark ile garp.

HAVERNAK Irak'ta bulunan Numân-ı Ekber denen biri tarafından binâ edilmiş olan bir köşk.

HAVERVER Şey mânasına gelir bir isim.

HAVF Korku, korkutmak.

HAVF-I ÂR Utanma korkusu.

HAVF-I BÂRİ Allah korkusu.

HAVF Kavim, kabile.

HAVFEN Çekinerek, korkarak, havf ederek, korku ile.

HAVFEZAN Tarhun otu.

HAVFNAK f. Korkulu, korkutan, korkunç.

HAVF VE RECA Korku ve ümid. (Hem yaşama ümidi, hem de ölüm korkusu. Yahut, affedilmesi ümidi veya cehenneme gitmek korkusu.) (Bak: Celâl)

HAVIT Deve semeri. Devenin hörgücüne takılan küçük semer.

HAVİ İçine alan, ihtiva eden, kaplayan. Câmi'. * Biriktirici. * Kuşatan.

HAVÎ Çekirge.

HAVİL (C.: Huvel) Hizmetkâr.

HAVİYE Şenliksiz olan yer. Harabe. Issız, boş yer. * Sâkıt. Göçük, çökük.

HAVİYE (Sukut mânasından) Cehennem'in 7. tabakası. En korkunç yer.

HAVİYYE Çocuk doğuran kadına loğusa yemeği yedirmek. * Namaz kılan kimsenin, secde halinde iken, karnını uyluğundan yukarı tutması.

HAVİYYE (C.: Havâyâ) Yağlı bağırsak. * Bağırsak. * Deve palanı.

HAVK "Halka" denilen yuvarlak.

HAVK Bâdruç otu. * Bez dokumak.

HAVK Ev süpürmek. * İhâta etmek, kaplamak.

HAVKALE (C.: Havâkıl) İhtiyar, zayıf, kuvvetsiz ve çelimsiz adam. * Hızlı yürüme.

HAVL Güç. Kuvvet. * Muhit, etraf. * Yıl, sene. * Tahavvül, inkılâb. * Geçmek. * Bir hâlden bir hâle dönmek. * Rücu etmek. * Sıçramak. * Hile.

HAVL-İ HAVELÂN Zekâtın lüzumu için; bir mal üzerinden, bir sene geçmiş olması.

HAVLA' Gözü şaşı olan kadın. (Müz: Ahvel)

HAVLE (HAVÂL) Çok fazla döndürmek veya dönmek.

HAVLEKA "La havle velâ kuvvete illâ billah" demek.

HAVLÎ Bir yıllık.

HAVM Deve sürüsü. * Devretmek.

HAVMANE (C.: Havâmin) Çok sağlam yer.

HAVME Tasarruf dâiresi.

HAVN Hıyanet etmek, hâinlik yapmak.

HAVR Rücu etmek, dönmek. * Eksiltmek, noksan etmek.

HAVRA Yahudi mâbedi, sinagog. * Mc: Pek gürültülü yer.

HAVRA (Ahver'in müennesidir.) Çok beyaz veya çok beyaz gözlü. Ahu gözlü kadın.

HAVRAN Şam diyarından bir yerin adı. * Balıkesir'in bir ilçesi.

HAVREM Ayak ovup kir gidermekte kullanılan, kırmızı renkli delikli taş.

HAVREME Burun ucu.

HAVS Geceleyin istemek.

HAVS Ayrılmak. * "Haysü" mânâsına zarf-ı mekân için lügattır.

HAVSA Bağır. * Bağırın yanındakiler.

HAVSA' Bir gözü beyaz, bir gözü siyah olan koyun.

HAVSA' Karnı sarkık olan kadın. (Müz: Ahves)

HAVSAL Havuzun kenarında suyun durulduğu yer.

HAVSALA Zihnin bir şeyi kavrama derecesi. Anlayış. Akıl. * Tıb: Kuş kursağı. Karın boşluğu. Cevf. * Mide.

HAVSALA-SUZ f. Takati kaldıran, tahammülü mahveden.

HAVSERE Araptan bir kabile.

HAVŞEB Köstek yeri.

HAVTA' Tavşan yavrusu. * Bir nevi sinek. * Delil.

HAVTEK(Î) (C.: Havâtik) Kısa boylu.

HAVTEL Büluğa eren oğlan. * Bağırtlak yavrusu.

HAVV (HUVV) Bal, asel.

HAVVA Hz. Adem'in (A.S.) muhterem zevcesi, eşi. * Rengi esmere mâil kadın. * Yalancı, kezzab.

HAVVAS Hurma yaprağı satan kişi. * Hurma yaprağından zenbil yapıp satan kişi.

HAVVAT Bahadır, çeri, kahraman, öncü.

HAVYA Madenlerle yapılan kaynak işlerinde, lehimin eritilmesinde kullanılan âlet. Lehimi eritebilmesi için sıcak olarak kullanılması gereken bu havyaların çoğu elektrikle ısıtılır.

HAVYAR Balık yumurtası. Mersin balığı yumurtasından yapılan siyah, mugaddi ve leziz bir madde.

HAVYE Tıb: Yaranın etrafındaki kabarık etler.

HAVZ Suya girme. * Sakınılacak işe girişmek. * Başlamak.

HAVZ Seri sevk, yeynilik, sür'atli oluş, hızlılık.

HAVZ Cem' etmek. Bir şey ilâve etmek.

HAVZ (C.: Hıyâz) Hususi suretle yapılan su havuzu.

HAVZ-I HAYAL Hayal havuzu.

HAVZ-I KEBİR Fık: Büyüklüğü 45 - 50 metre kare genişliğinde olan akmayan, durgun su bulunan havuzdur. Genişliği bu ölçüden küçük olursa ona havz-ı sagir denilir.

HAVZ-I KEVSER Kevser havuzu. (Bak: Kevser)

HAVZA Coğ: Açık ve düz deniz kıyısı. Kenar. * Memleket. * Taraf. * Sınır için: Bir şeyin çevresi içinde olan.

HAVZA Bir hükümetin idaresi altında bulunan bütün ülkeler.

HAVZAA Kumluktan alınmış bir miktar kum.

HAVZAN Sarı çiçekli, güzel kokulu bir çiçek. Nilüfer çiçeği. * Tarhun otu.

HAVZE Nâhiye. * Cemaat, topluluk.

HAVZERÎ Birbirinden ayrılmayı istemek.

HAY f. Eyvah! Vay!

HAYA Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak.

HAYA Yağmur. * Ucuzluk.

HAYADAR f. Utangaç, çekingen, mahcub.

HAYADİD (Haydud. C.) Haydutlar, eşkiyalar.

HAYA-HUY f. Çığlık, vâveyla. * Çalıp eğlenmeden çıkan gürültü, ses.

HAYAL (C.: Hayâlât) Zihnen tasarlanan şey. Hakikatı bilinmeyip akılla tasarlanan veya gölgeli görünen şey. * Asıl olmayan ve akıldan geçen fikir.

HAYAL-İ BEŞER İnsan hayali.

HAYAL-İ FENER Sihirbaz feneri denilen ve resimli camları olan ve bu resimleri duvara aksettiren fenere benzer bir âlet. * Mc: Son derece vücutça zayıf olan kimseler için kullanılır.

HAYAL-İ HÂİL Korku ve dehşet veren hayal.

HAYAL-İ SEFİD f. Beyaz hayal.

HAY'AL Yakasız gömlek.

HAYALÂT (Hayal. C.) Hayaller, hülyalar.

HAYALÂT-I ÂLİYYE Yüksek ve âli hayaller.

HAYALEN Hayal olarak. Zihinde tasarlayıp canlandırarak.

HAYALET Göze görünen hayal, karaltı.

HAYALÎ Hayale âit. Hayale mensub ve müteallik. * Hayal, yahut halk dili ile "Karagöz" oynatanlar.

HAYALİYYUN (Hayalî. C.) Romantik şâirler, hayalî yazarlar.

HAYALİYYUN MEZHEBİ Aslı olmayan ve hayalde tasavvur edilen şeyleri, gerçek olduğunu vehm edenlerin mesleği.

HAYAL-PEREST f. Hayalî şeylerle çok uğraşan. Çok hayal kuran. Dalgın. Olmayacak şeylerle avunan.

HAYAL-PERESTLİK Kelâmda hakikatı rencide edecek şekilde lüzumsuz hayallere yer vermek.

HAYAL-PERVER f. Hayale düşkün.

HAY'AME Yaramaz huylu, kötü mizaçlı.



HAYAT Dirilik. Canlılık. Yaşama. Sağlık. * Fık: Allah (C.C.) kendi Zât-ı Ehadiyyetine mahsus bir hayat sıfatı ile muttasıftır. Bu, Hak Teâlâ'nın ilmi ile, irade ve kudret ile ittisafına hâs bir sıfattır. (Bak: Meratib-i hayat) (Hayat, şu kâinatın en ehemmiyetli gayesi.. hem en büyük neticesi.. hem en parlak nuru.. hem en lâtif mâyesi.. hem gayet süzülmüş bir hülâsası.. hem en mükemmel meyvesi.. hem en güzel zineti.. hem sırr-ı vahdeti.. hem rabıta-i ittihadı.. hem en yüksek kemali.. hem en güzel cemali.. hem kemalatın menşei.. hem san'at ve mahiyetçe en hârika bir ziruhu, hem en küçük bir mahluku bir kâinat hükmüne getiren mu'cizekâr bir hakikatı, hem güya kâinatın küçük bir zihayatta yerleşmesine vesile oluyor gibi; koca kâinatın bir nevi fihristesini o zihayatta göstermekle beraber, o zihayatı ekser mevcudatla münâsebettar ve küçük bir kâinat hükmüne getiren en harika bir mu'cize-i kudrettir.Hem hayatın hakikatı altı erkân-ı imaniyeye bakıp, mânen ve remzen isbat eder. Yâni, hem Vâcib-ül Vücud'un vücub-u vücudunu ve hayat-ı sermediyesini.. hem dar-ı âhireti.. hem hayat-ı bâkiyesini.. hem vücud-u melâike.. hem sâir erkân-ı imaniyyeye pek kuvvetli bakıp iktiza eden bir hakikat-ı nuraniyyedir. Hem hayat, bütün kâinattan süzülmüş en sâfi bir hülâsası olduğu gibi, kâinattaki en mühim bir maksad-ı İlahî ve hilkat-ı âlemin en mühim neticesi olan şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbeti netice veren bir sırr-ı azamdır...Evet bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebediyye olduğu gibi, bir meyvesi de hayatı veren Zât-ı Hayy ve Muhyi'ye karşı şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbettir ki; bu şükür ve muhabbet ve ibadet ve hamd ise hayatın meyvesi olduğu gibi kâinatın gayesidir. Ve bundan anla ki; bu hayatın gayesini "rahatça yaşamak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskârâne nimetlenmektir" diyenler, gayet çirkin bir cehaletle, münkirâne, belki de kâfirâne, bu pek çok kıymettar olan hayat nimetini ve şuur hediyesi ve akıl ihsanını istihfaf ve tahkir edip, dehşetli bir küfran-ı nimet ederler. L.)(Ziya ile mevcudat görünür, hayat ile mevcudatın varlığı bilinir. Her birisi birer keşşaftır. M.)(Ey nefis! Eğer şu dünya hayatına müştaksan, mevtten kaçarsan; kat'iyyen bil ki: Hayat zannettiğin hâlât, yalnız bulunduğun dakikadır. O dakikadan evvel, bütün zamanın ve o zaman içindeki eşya-yı dünyeviye, o dakikada meyyittir, ölmüştür. O dakikadan sonra, bütün zamanın ve onun mazrufu o dakikada ademdir, hiçtir. Demek güvendiğin hayat-ı maddiye, yalnız bir dakikadır. Hattâ bir kısım ehl-i tedkik "Bir âşiredir, belki ân-ı seyyaledir" demişler. İşte şu sırdandır ki; bazı ehl-i velâyet, dünyanın dünya cihetiyle ademine hükmetmişler. Madem böyledir; hayat-ı maddiye-i nefsiyeyi bırak. Kalb ve ruh ve sırrın derece-i hayatlarına çık, bak; ne kadar geniş bir daire-i hayatları var. Senin için meyyit olan mâzi, müstakbel, onlar için hayydır, hayatdar ve mevcuttur. S.)(Vücudun kemali hayat iledir. Belki vücudun hakiki vücudu hayat iledir. Hayat vücudun nurudur. S.)(Hayatı veren O'dur. Ve hayatı rızık ile idame eden de odur. M.)

HAYAT-I ALİL Hasta ömür, hastalıklı hayat.

HAYAT-I ASKERİYYE Askerlik hayatı.

HAYAT-I HUSUSİYYE Hususi hayat, özel hayat. Şahsa ait hayat.

HAYAT-I İNSANÎ İnsana ait hayat.

HAYAT-I TAKDİRİYYE Huk: Ana rahminde bulunan çocuğun hayatı.

HAYAT Kasaba ve köy evlerinde üstü kapalı, bir, iki veya üç tarafı açık sofa. * Avlu.

HAYAT-BAHŞ f. Hayat bağışlayan, hayat veren, zindelik veren.

HAYAT-ENGİZ f. Yaşamaya zorlayan, yaşatan.

HAYAT-FEZA (EFZA) f. Hayat artırıcı, hayat bahşedici. (Bak: Fezâ)

HAYATÎ Hayata ve yaşamağa ait. Hayatla alâkalı. Hayat için mecburi olan. * Mc: Çok önemli bir şeyin bağlı bulunduğu başka bir şey. Temel.

HAYATİYET Canlılık. Hayat işaretinin, alâmetinin görünür olması.

HAYATİYYUN Biyoloji âlimleri.

HAYAVİYE Hayatla alâkalı âza. (Hayeviye diye de okunur)

HAYBER Arap Yarımadasında Hicaz bölgesinin doğu sınırında ve Medine-i Münevvere'nin 170 km. kuzeyinde bir kasabadır. Evleri, yüksek bir kayanın üzerinde kurulmuş olan bir kalenin etrafında bulunur. Hicretin yedinci senesinde vuku bulan Hayber Gazası ile meşhur olmuştur. Aynı sene içinde Hz. Resulullah Efendimiz, Hudeybiyeden döndükten sonra binikiyüz piyâde ve ikiyüz süvari ile Hayberin fethine gitmiştir.Hayberin eski ahalisi yahudi olup, fetihten sonra haraca bağlanarak vatanlarında bırakılmışlar ise de, Hz. Ömer (R.A.) Peygamberimizin son hastalıklarında "Arap Yarımadasında iki din birleşemez." dediğini işittiğinden, daha sonra halifeliği zamanında bu hadise istinaden bütün yahudileri çıkarıp Şam'a naklettirmiştir.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin