Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə81/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   77   78   79   80   81   82   83   84   ...   181

İLTİFATAT İltifatlar.

İLTİFATKÂR İltifat eden, mültefit. Hal hatır sorup gönül alan.

İLTİFATKÂRANE f. İltifat edene yakışır şekilde.

İLTİFATPERVER f. İltifat eden, iltifatkâr, mültefit.

İLTİHA' Oynama, eğlenme.

İLTİHA' (Lihye. den) Sakal bırakma. * Kabuk soyma.

İLTİHAB Caddede gitmek. Geniş yolda yürümek.

İLTİHAB Alevlenmek. Yanmak. * Tıb: Bir uzuvda olan hararet, yanma. Cerahat toplanıp yaranın hararetlenmesi.

İLTİHAB-I A'VER Tıb: Körbağırsağın iltihabı.

İLTİHAB-I EDEME Tıb: Cildin iltihablanarak katılaşması.

İLTİHAB-I KEBED Tıb: Karaciğer iltihabı.

İLTİHABAT (İltihab. C.) İltihablar, alevlenmeler.

İLTİHABÎ İltihabla alâkalı.

İLTİHAF (Lihaf. dan) Sarılıp bürünme. Örtünme.

İLTİHAF Parlama, yanma.

İLTİHAK Karışmak. Katılmak. Yetişmek. Bitişmek.

İLTİHAM Yaranın iyi olup ağzının kapanması, etlenerek iyileşmesi. * Muharebenin kızışması.

İLTİHAP (Bak: İltihab)

İLTİHAS Açlık veya susuzluktan dolayı soluma.

İLTİHAT Öfkelenme, kızma, gazaba gelme, hiddet etme.

İLTİKA Rast gelmek. Buluşmak. Kavuşmak. * Kavuşturulmak.

İLTİKA' İnsanın rengi değişmek. Benzi sararmak.

İLTİKAM (Lokma. dan) Lokma etme, yutma.

İLTİKAT Yere düşen şeyi almak. * Toplamak. Çeşitli kitaplardan bilgi toplamak. (Bak: Lükata)

İLTİMA Sararıp solmak. Renk değiştirmek.

İLTİMA' Parıldamak. Işıldamak. * Kapıp almak.

İLTİMA-İ KEVAKİB Yıldızların parıldaması.

İLTİMAH (Lemh. den) Bir şeye şaşkın şaşkın bakınma.

İLTİMAM Bir kimseyi ziyaret etme. * Konma, konup durma.

İLTİMAS Tavsiye. Rica. İstirham. * Kayırmak, tutmak, haksız olarak yardımda bulunmak. * Yapılmasını isteme.

İLTİMASAT (İltimas. C.) İltimaslar, tavsiyeler, ricalar. * Kayırmalar, tutmalar.

İLTİMASGERDE f. İltimas edilen, kayırılan.

İLTİMASNAME f. İltimas mektubu. Kayırma yapılması için yazılan mektub.

İLTİSAK Rutubetlenmek, ıslanmak.

İLTİSAK İki uzvun birbirine yapışık olması. * Bitişmek. Yapışmak. Kavuşmak. Yapışık olmak.

İLTİSAK-I ECFAN Tıb : Ağrı ve sızıdan dolayı gözkapaklarının birbirine bitişmesi.

İLTİSAKÎ İltisakla alâkalı. * Yapışan, birleşen. Kavuşan, bitişen.

İLTİSAM Örtünmek, yaşmaklanmak, ağzını örtmek. * Öpmek, takbil eylemek, öpülmek.

İLTİSAM-I NİSVAN Kadınların örtünmeleri.

İLTİTAM Dalgalanma, temevvüc.

İLTİVA Burulmak. * Kıvrılmak, bükülmek. * Sarılıp birbirine dolaşmak. * Dalgalanma. * Eğri durma. * Nehrin dolaşıklı bir yatağı olma.

İLTİVA-Yİ EM'Â Tıb: Bağırsağın kendi üzerine helezoni biçimde kıvrılması.

İLTİYA' Heyecanlanmak, iç alevlenmesi. * İç sıkıntısı çekme, dertlenme.

İLTİYAH Vücudun güneşten yanması. * Susama. * Şimşek çakma. * Yıldızın parıltısı.

İLTİYAH Mayalanmak. * Karışmak.

İLTİYAK Sıkı fıkı dost olma, candan arkadaş olma.

İLTİYAM Yaranın kapanıp iyi olması. * Cem' olmak. * Zemmolunmak.(Hayatın yarası iltiyam bulur. İzzet-i İslâmiyenin ve namusun ve izzet-i milliyenin yaraları pek derindir. M.)

İLTİYAM-PEZİR f. İyi olabilir, kapanabilir yara.

İLTİYAM-NÂPEZİR f. İyi olmaz, kapanmaz yara.

İLTİZAK Yapışma, birleşme.

İLTİZAK-I ESABİ' Parmakların yapışması.

İLTİZAM Kendine lâzım kılma. İcrasına cehdettiği şeyi kendi üzerine vâcib kılma. Mülâzemet etme. Gerekli bulma. * Tarafgirlik etme, birinin tarafını tutma. * Onyedinci y.y. dan itibâren devlete gelir getiren kaynaklar, yavaş yavaş belirli bedel karşılığında şahıslara verilmeğe başlandı. Bu usulün adı iltizamdı. İltizamı üzerine alan kimseler, yani mültezimler; geliri devlete peşin olarak öderler, sonra bunu halktan tahsil ederlerdi. (Bak: Mültezim)(Dimağda merâtib var, birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir.Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor sonra iz'an oluyor.Sonra gelir iltizam, sonra i'tikad gelir.i'tikadın başkadır, iltizamın başkadır. Her birinden çıkar bir hâlet: Salâbet i'tikaddan.Taassub iltizamdan, imtisal iz'andan, tasdikten iltizam, taakkulde bitaraf, bibehre tasavvurda. Tahayyülde safsata hasıl olur, mezcine eğer olmaz muktedir.Bâtıl şeyleri güzel tasvir etmek her demde.Sâfi olan zihinleri cerhdir, hem idlâli. S.)

İLTİZAMEN İltizam yoluyla, iltizam suretiyle.

İLTİZAMİYE Bilerek yapılmış olan ve iltizama müteallik.

İLTİZAZ (Lezzet. den) Lezzet duyma, hoş ve lâtif bulma.

İLTİZAZAT (İltizaz. C.) İltizazlar, lezzet duymalar.

İLVA Çevirmek. Baş eğmek. Başı eğilmek. * Başkasının sözünü maksadı olmayan başka tarafa çevirmek. * Birinin hakkını inkâr eylemek. * Bayrağı kaldırmak. Sancak dikmek.

İLVİNAN Renklenme, televvün.

İLYAS (ALEYHİSSELÂM) Benî İsrail peygamberlerinden olup, Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen ve Tevrat'ta "Ella" diye mezkûr olan bir Peygamberin ism-i mübarekidir. M.Ö. 9. asırda yaşamış olup ondan sonra Elyesa (A.S.) Peygamber olmuştur. İlyâs (A.S.), zamanının hükümdarıyla çok mücadele etmiş, çok zaman mağaralarda yaşamış, çok mu'cizeler göstermiştir. (Bak: Merâtib-i hayat)

İLYASÎN İlyas demektir. Bazı kıraetlerde "âl yasin" okunduğundan, her iki kıraete de mutabık olmak için imlâsı, "el yasin" suretinde yazılır.Yasin, İlyas Aleyhisselâm'ın babası olmakla Âl-i Yasin, yine İlyas demek olur. Yasin bir de Resul-i Ekrem'in isimlerinden olduğuna göre, bazıları Âl-i Yasin'den murad; ümmet-i Muhammed (A.S.M.) olduğunu söylemişlerdir. (E.T.)

İLYE Sağrı, but. Kalçanın üst kısmı.

İLYETEYN Kaba etler. Sağ ve sol butlar.

İLZAK (Lazk. dan) Yapıştırma.

İLZAM Muaraza veya muhakemede delil göstererek muhalifini susturmak, iskât etmek. Söz ve fikirde galibiyet. İltizam ettirmek. İsnad ve isbat etmek.

İLZAMİYAT Bir kimseyi ilzam edip susturmak için söylenen sözler.

İMA İşaret etmek. İşaretle anlatmak. İşaret.

İ'MA Kör etme, âmâ yapma.

İMA' (Emen. C.) Câriyeler, kadın esirler.

İMAAT (İmâ. C.) İşaretler. İmâlar.

İMAD Direk, kolon. * Temel, esas. * Kuvvet. * Bir kavmin reisi ve başta geleni. * Yüksek bina.

İMAD-ÜD DİN Dinin direği.

İ'MAD Direk dikme.

İMAEN İşaret vererek. İşaret ederek.

İ'MAK Derinleştirme. Bir şeyin derinliğine varma.

İ'MAK-I Bİ'R Kuyunun derinleştirilmesi.

İ'MAL Yapmak. İşlemek. İhdas eylemek. * Kullanmak. * Zabt, idare ve hâkimlik etmek. * Fık: Sözü mühmel bırakmayıp bir mâna ile mukayyed ve yüklü eylemek.

İ'MALAT Bir memlekette veya bir fabrikada yapılan işler ve eserler.

İMALAT (İmale. C.) İmaleler. Meylettirmeler. Eğmeler.

İMALE Bir tarafa meylettirmek. Bir tarafa eğmek. * Benzetmek. * Mal vermek. * Edb: Bir heceyi vezne uydurmak için uzatarak okumak.

İ'MALGÂH f. Fabrika, atölye.

İMAM Öne geçmek. * Önde ve ileride olan. Delil ve rehber. * Cemaate namaz kıldıran. * İçtihad sahibi zat. Mezheb sahibi olan. * Bir mahallenin lüzumlu işlerine ve içtimaî vazifelerine nezaret eden. * Müslümanların imamı olan halife ve askerlerin başı. Sultan. Hâkim. Reis. * Ümmetin reisi. İslâm hükümetlerinde Devlet Reisi. * Hz. Ali (R.A.) neslinden gelen zât. * Dershanede günlük talim ve dersler için talebelerin önlerine konan tahtalar. * Kıble tarafı.

İMAM-I ALİ (R.A.) (Bak: Ali-ül Murtaza)

İMAM-I ALİ NAKİ (Hi: 212-254) Eimme-i İsnâ Aşer'den onuncu zât olup, manevi büyük nüfuz ve takva sahibi, ehl-i kemal bir zâttır. Ali İbn-i Muhammed Hâdi diye de bilinir. (R.A.)

İMAM-I ALİ RIZA (Hi: 153 de Medine-i Münevvere'de doğmuştur.) Eimme-i İsnâ Aşer'in yedincisidir. İmam-ı Musa Kâzım'ın oğludur. Tus; yani Meşhed'de medfun olup kabri ziyaretgâhtır. (R.A.)

İMAM-I A'ZAM (Hi: 80-150) Hanefi Mezhebinin imamı. Asıl ismi: Ebu Hanife Nu'man bin Sâbit'tir. Bağdatlı olup Abbasiler devrinde yaşamıştır. Fıkıh ilminin en ileri geleni olup, bu ilmin tedvin ve tervicinde çok büyük hizmet etmiştir. Böyle zâtların vicdan-ı umumiye nezdinde idareyi, hak ve adalette selâmet için, mânevi mürakabeleri çok ehemmiyetli bir husus olduğundan, teklif edilen Kadılık Makamını, hapse ve işkencelere mâruz kaldığı halde kabul etmemiştir. Kudsi vazifesi, siyasetçe muhtelif düşünen müslümanların hepsine şâmil olması sebebi ile bilfiil siyasete girmemiştir. (K.S.)

İMAM-I BEYHAKÎ (Bak: Beyhaki)

İMAM-I BUHARÎ (Bak: Buhari.)

İMAM-I BUSİRÎ (Mi: 1213-1295) İmam-ı Muhammed bin Said "Busayrî" diye bilinir. Kaside-i Bür'e ve Hemziyesi ile meşhur üstün bir İslâm şâiridir.

İMAM-I CA'FER-İ SÂDIK (Hi: 83-148) Hazret-i Ali'nin (R.A.) torununun torunudur. Medine-i Münevvere'de yaşamıştır. Annesi, Hazret-i Ebu Bekir'in soyundandır. Mânevi nüfuzu çok ileri idi, dine büyük hizmetleri görüldü. Demiştir ki: "Kim nefsi için nefsi ile mücâhede ederse, keramete kavuşur, kim de Allah için nefsi ile mücâhede ederse, Allah'a kavuşur." Eimme-i İsnâ Aşerin altıncısıdır. (K.S.)

İMAM-I EBU YUSUF (Hi: 113-182) İmam-ı A'zam'ın fıkha dair eserlerini te'lif etmiştir. Fıkıh sahasının büyük imamlarındandır. Dedesi Sahabe-i Kiramdan Sa'd'dır. (R.A.) İmam-ı Muhammed'le ikisine Fıkıh kitablarında "İmameyn" denir. (K.S.)

İMAM-I GAZALÎ Ahirete irtihâli Hi: 505 dir. "Hüccet-ül İslâm İmam-ı Muhammed Gazalî" diye anılır. O zamanın felsefesinin bâtıl akidelerini red ve cerh ederek Kur'anın eşsizliğini ve hakkaniyet ve mu'cizeliğini isbat etmiş pek çok eserler vermiştir. (K.S.)

İMAM-I HANBELÎ (Hi: 164-241) (Ahmed İbn-i Muhammed İbn-i Hanbelî) Hanbelî Mezhebinin imamı olup ezberinde bir milyon hadis vardı. Müsned adlı kitabında otuzbin hadis mevcuttur. Zühd ve takvası çok ileri idi. (K.S.)

İMAM-I MÂLİK (Hi: 93-179) Medine-i Münevvere'de doğdu. İmâm Mâlik bin Enes diye anılır. Mâlikî Mezhebinin imamı. El-Muvatta isimli eseri, "Kütüb-ü Sitte"ye dahil olacak kıymettedir. Mezhebinin mensubları, Afrika ve Endülüs'te çok yayılmıştır. Bu mezhepte olana "Malikî" denir.

İMAM-I MATÜRİDÎ (Bak: Matüridî)

İMAM-I MUHAMMED (Hi: 135-189) Kufe'de yetişti. 99 kitab te'lif etmiştir. İmâm-ı Mâlik'ten hadis okudu. En meşhur Hanefî fakihlerindendir. (K.S.)

İMAM-I MUHAMMED BÂKIR (Hi: 75-117) Hz. İmam Zeynelâbidin'in oğlu, Hz. İmam-ı Hüseyin'in torundur. Hz. İmam-ı Ca'fer-i Sadık'ın babasıdır. On iki imamın beşincisidir. Büyük bir âlim ve en meşhur velilerdendir (K.S)

İMAM-I MÜBİN İlim ve emr-i İlâhînin bir nev'ine bir ünvandır ki, âlem-i şehadetten ziyade âlem-i gayba bakıyor. Yani, zaman-ı halden ziyade mazi ve müstakbele nazar eder. Yani, her şeyin vücud-u zahirîsinden ziyade aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar.(...Evet, şu İmam-ı Mübin, bir nevi ilim ve emr-i İlâhînin bir ünvanıdır. Yani, eşyanın mebadileri ve kökleri ve asılları kemal-i intizam ile eşyanın vücudlarını gayet san'atkârane intac etmesi cihetiyle elbette desatir-i ilm-i İlâhînin bir defteri ile tanzim edildiğini gösteriyorlar. Ve eşyanın neticeleri, nesilleri, tohumları; ileride gelecek mevcudatın programlarını, fihristelerini tazammun ettiklerinden elbette evamir-i İlâhiyenin bir küçük mecmuası olduğunu bildiriyorlar. Meselâ; bir çekirdek bütün ağacın teşkilatını tanzim edecek olan programları ve fihristeleri ve o fihriste ve programları tâyin eden o evamir-i tekviniyyenin küçücük bir mücessemi hükmünde denilebilir...Şu mânadaki İmam-ı Mübin, kader-i İlâhînin bir defteri, bir mecmua-i desâtiridir. O desâtirin imlâsı ile ve hükmü ile, zerrat, vücud-u eşyadaki hidemâtına ve harekâtına sevkedilir. Amma Kitab-ı Mübin ise; âlem-i gaybdan ziyade âlem-i şehadete bakar. Yani, mazi ve müstakbelden ziyade zaman-ı hâzıra nazar eder. Ve ilim ve emirden ziyade kudret ve irâde-i İlâhiyenin bir ünvanı, bir defteri, bir kitabıdır. İmam-ı Mübin kader defteri ise, Kitab-ı Mübin kudret defteridir. Yani, her şey vücudunda, mahiyetinde ve sıfat ve şuunâtında kemal-i san'at ve intizamları gösteriyor ki; bir kudret-i kâmilenin desatiri ile ve bir irade-i nâfizenin kavanini ile vücud giydiriliyor. Suretleri tayin, teşhis edilip, birer mikdar-ı muayyen, birer şekl-i mahsus veriliyor. Demek o kudret ve iradenin küllî ve umumî bir mecmua-i kavanini, bir defter-i ekberi vardır ki; her bir şeyin hususî vücudları ve mahsus suretleri ona göre biçilir, dikilir, giydirilir. S.)

İMAM-I RABBANÎ (Bak: Ahmed-i Farukî)(Silsile-i Nakşi'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbanî (R.A.) Mektubat'ında demiş ki: "Hakaik-ı imaniyeden bir mes'elenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve keramata tercih ederim."Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehası, hakaik-ı imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."Hem demiş ki: "Velâyet üç kısımdır: Biri velâyet-i suğra ki, meşhur velâyettir, biri velâyet-i vusta, biri velâyet-i kübradır. Velâyet-i kübrâ ise; verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden doğrudan doğruya hakikata yol açmaktır."Hem demiş ki: "Tarik-ı Nakşide iki kanad ile sülûk edilir." Yâni: "Hakaik-ı imaniyeye sağlam bir surette itikad etmek ve feraiz-i diniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez." Öyle ise tarik-ı Nakşinin üç perdesi var: Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakaik-ı imaniyeye hizmettir ki, İmam-ı Rabbanî de (R.A.) âhir zamanında ona sülûk etmiştir. İkincisi : Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyyeye tarikat perdesi altında hizmettir.Üçüncüsü : Tasavvuf yoliyle emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağıyle sülûk etmektir. Birincisi Farz, ikinci Vâcib, bu üçüncüsü ise Sünnet hükmündedir.Madem hakikat böyledir, ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şâh-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-ı imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennet'e gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet'e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-ı İslâmiye gıdadır. M.)

İMAM-I REMLÎ (Bak: Remlî)

İMAM-I ŞÂFİÎ (Hi: 150-204) İmam-ı Abdullah bin Muhammed diye de anılır. Üçüncü ceddi olan Şâfiî, hayatında Resulüllâh'ı (A.S.M.) gördüğü için o isimle anılır. Nesebi, Abd-i Menaf'da Peygamberimiz (A.S.M.) ile birleşir. Gençliğinde çok fakir bir hayat yaşadı. Çok ileri muhaddis ve müfessir-i Kur'andır. Usul-ü Hadis ve Fıkha dair te'lifatı vardır. Şâfiî Mezhebinin imamıdır. Tıb, şiir ve edebiyatta da çok ileridir. (K.S.)

İMAM-I TABERANÎ (Süleyman bin Ahmed Taberanî) Hadis âlimidir. Şam'da Taberiyye'de doğmuş ve orada vefat etmiştir. (260-360) Kebir, Evsat ve Sagir hadis kitablarını yazmak için 33 sene Irak, Hicaz, Yemen, Mısır ve başka yerleri dolaşmıştır.

İMAME İslâma mahsus baş kisvesi olan sarık. Zırhlı külâh. * Çubuk ve sigaralığın başına takılan ağızlık. * Tesbihin başındaki ve ipin iki ucu içinden geçen uzunca tane.

İMAMET İmamlık. Namazda cemaati idare eden zâtın hal ve sıfatı. * Halifelik.İmamet iki kısma ayrılır:1- İmamet-i suğra: Namazda cemaate yapılan imamlık.2- İmamet-i kübra : Emir-ül mü'minîn olmak. Yani müslümanlar arasında riyaset-i âmmeyi hâiz bulunmaktır.

İMAMEVİ t. Eskiden kadınlara mahsus hapishane.

İMAMEYN İki İmam. * Fık: Ekseriyetle Hanefî kitaplarında "İmameyn" dendiği zaman "İmam-ı Ebu Yusuf ile İmam-ı Muhammed" anlaşılır. Bazan da İmam-ı A'zam ile İmam-ı Şâfiî Hz.lerine söylenir.

İMAMZADE İmam oğlu. Babası imam veya imam ünvanını hâiz olan adam.

İM'AN Fazla dikkat ve ihtimam. Bir şeyde çok ileri gitmek. * Bir adamın hakkını ikrar eylemek. * Pek uzağa koşmak ve bir hususta hakkı mütecaviz olmak üzere, mübalâğa ve içtihad etmek.

İM'AN-I NAZAR Bir işi dikkatle düşünmek; inceden inceye bakmak ve tedkik etmek.

İMAN İnanmak. İtikad. Hakkı kabul, tasdik ve iz'ân etmek. İslâmiyeti kabul edip amel etmek. Dini bütün hakikatleri kabul edip gereğini yerine getirmek. "Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) tebliğ ettiği zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrısını icmâlen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur."(Öyle ise iman, Şems-i Ezelîden vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki; vicdanın iç yüzünü tamamiyle ışıklandırır ve bu sâyede, bütün kâinat ile bir ünsiyet, bir emniyet peyda olur. Ve her şeyle kesb-i muarafe eder. Ve insanın kalbinde öyle bir kuvvet-i maneviye husule gelir ki; insan o kuvvet ile her musibete, her hâdiseye karşı mukavemet edebilir ve öyle bir vüs'at ve genişlik verir ki; insan o vüs'atle geçmiş ve gelecek zamanları yutabilir. İ.İ.)(Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi, bütün elemler de dalâlettedir. Bunun izahı ise; bir şahıs, kudret-i ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birdenbire düşmanlar, hastalıklar, elemler, belâlar hücum etmeğe başlarlar. Bir meded, bir yardım için müsterhimane tabiata ve anasıra baktığı vakit, kasavet-i kalble, merhametsizlikle karşılaşır. Ecram-ı semâviyeden istimdat etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli hâlleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeğe başlar. Bakar ki, hayati hâcetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder; bakar ki; vicdanı, binler âmâl (emeller) ve emânî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hâle gelir. Acaba, hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdi, Sâni' ile haşri itikad etmezse, onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı? İ.İ.)

İMAN-I BİL-ÂHİRET Âhirete, öldükten sonra dirileceğine, haşir ve neşre, Cennet ve Cehennem'e inanmak.(Evet, subutî bir emri ihbar etmenin kolaylığı ve inkâr ve nefyetmenin gayet müşkül olduğu bu temsilden görülür. Şöyle ki:Biri dese: Süt konserveleri olan gayet hârika bir bahçe, küre-i arz üzerinde vardır. Diğeri dese: Yoktur. İsbat eden, yalnız onun yerini veyahut bazı meyvelerini göstermekle kolayca dâvasını isbat eder. İnkâr eden adam, nefyini isbat etmek için küre-i arzı bütün görmek ve göstermekle dâvasını isbat edebilir. Aynen öyle de: Cennet'i ihbar edenler yüzbinler tereşşuhâtını, meyvelerini, asârını gösterdiklerinden kat'-ı nazar, iki şâhid-i sâdıkın sübutuna şehadetleri kâfi gelirken; onu inkâr eden, hadsiz bir kâinatı ve hadsiz ebedî zamanı temaşa etmek ve görmek ve eledikten sonra inkârını isbat edebilir; ademini gösterebilir. S.)

İMAN-I BİLLÂH Allah'a ve O'nun sıfatlarına inanmak.

İMAN-I İCMALÎ İcmalî iman, yani; taraf-ı Nebevîden tebliğ buyurulan şeylerin hey'et-i mecmualarına inanmak, yâni; "Her ne tebliğ buyruldu ise; cümlesi haktır" diye tasdik etmektir.

İMAN-I MAKBUL Mü'minlerin imanı.

İMAN-I MERDUD Münafık olan kimselerin imanı.

İMAN-I TAHKİKÎ İmana aid bütün mes'eleleri yakînî surette tedkik ile bilmek ve yaşamak ve tahkikî iman derslerini veren ve taklidî imanı tahkike tebdil eden eserleri sadakatla okumak neticesinde hâsıl olan sağlam, sarsılmaz iman. (Mü'minin kalbi tasdik nuru ile o derece münevver olmasıdır ki, o nur bütün letaif-i insaniyyeye nüfuz eder.)

İMAN-I TAKLİDÎ Az şüphelere mağlup olabilen, başkalarını takliden olan iman. Tahkik ehline ait olmayan, câhillere mahsus iman.

İMAN-I YE'S Çaresiz kalan, hayatından ümidsiz olan bir kimsenin imanı.

İ'MAR Yapmak. Tâmir etmek. Şenlendirmek. Mâmur kılmak. Harabilik ve ıssızlıktan kurtarmak.

İMARAT (İmaret. C.) İmaretler, genel aşevleri.

İMARET Emirlik. Beylik.

İMARET Mâmur etmek, şenlendirmek. Mâmurluk. * Hayrat için fakirlere yemek verilen yer. (Bak: Amâir)

İMARET KEMERİ Eskiden medresenin en güçlü, kuvvetli, kıdemli ve sözü dinlenen talebesi hakkında kullanılır bir tabirdi. Ayrıca bu tabir, medrese talebelerinden iaşe işlerine bakmak üzere bir sene müddetle seçilenler hakkında da kullanılırdı. Bunlar, bellerine kemer taktıkları için bu isim verilmişti.

İMATA Uzaklaştırma yahut uzaklaştırılma.

İMATE Ölü hale getirmek. Öldürmek. Fena etmek.

İMATE-İ VAKT Vakit öldürme. Boşu boşuna zaman harcama.

İMBİK (Bak: İnbik)

İMDAD Yardım. Yardıma yetişmek. "Yetişin, kurtarın" mânasında da kullanılır. * Yardıma gönderilen kuvvet. * Vâdeyi uzatmak. Mühlet vermek.

İMDADİYE Savaş zamanlarında harp masrafını karşılamak, sulh vaktinde de bütçe açığını kapatmak için halktan alınan örfi vergi. Harp için alınana "imdadiye-i seferiye", açığı kapatmak gayesiyle alınana da "imdadiye-i hazariye" denilirdi.

İMECE Köyün umumi işlerinde veya köylünün kendi işlerinde köy halkının müştereken çalışması. Beraberce birçok kimsenin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin işini halletmesi ve herkesin işinin sıra ile bitirilmesi.

İMHA Bozmak, yok etmek, mahvetmek. Yıkmak. Zâil etmek.

İMHA Keskinletme, bileme.

İMHAK Kararma. * Bereketsiz.

İMHAL Mühlet verme. Sonraya kalmasına müsaade etme.

İMHAR Hâtun için mehr tayin etmek. Evleneceği kız veya kadın için mehr tayin etmek.

İMHAZ Doğrulukla yapma.

İMKÂN Mümkün olmak. Olacak hâlde bulunmak. (Bak: Hudus)

İMKÂN-I ÂDÎ Zâtında dâima mümkün olan. Her zaman olabilen. Olmasında bir mânia bulunmayan.

İMKÂN-I AKLÎ Man: Aklen mümkün bilinen. * Aklen mümkün olma.

İMKÂN-I ÖRFÎ Emsaline pek az rastlanan hârika bir âdet veya keramet gibi.

İMKÂN-I VEHMÎ Vehimle bir şeyi mümkün görmek, zannetmek.

İMKÂN-I ZÂTÎ Vukuu mümkün olan iş. Bir şeyin, aslında mümkün olması.

İMKÂN-I ZİHNÎ Bir şeyin mümkün olabileceğini zihinle düşünmek.(Vesveseli adam imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yani, bir şeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkuk tevehhüm eder. Halbuki, İlm-i Kelâm'ın kaidelerindendir ki; imkân-ı zâtî ise, yakîn-i ilmîye münâfi değil ve zaruret-i zihniyyeye zıddiyyeti yoktur. Meselâ: Şu dakikada Karadeniz'in yere batması zâtında mümkündür ve o imkân-ı zâtî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz. Şüphesiz biliyoruz ve o ihtimâl-i imkânî ve o imkân-ı zâtî bize şek vermez, bir şüphe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ: Şu güneş zatında mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarın tulu' etmesin. Halbuki bu imkân, yakînimize zarar vermez, şüphe getirmez. İşte bunun gibi, meselâ: Hakaik-ı imâniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurubuna ve hayat-ı uhreviyyenin tuluuna, imkân-ı zâtî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i imanîye zarar vermez. Hem "lâ ibrete li-l-ihtimali-l-gayri-n-nâşi an delilin" yani: "Bir delilden neş'et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur" olan kaide-i meşhure, hem usul-üd din, hem usul-ü fıkhın kaide-i mukarreresindendir. S.)

İMKÂNAT Varlığı da yokluğu da mümkün olanlar. Ademle vücudu müsavi olanlar. Var olmasında başkasına muhtaç bulunan şeyler.

İMLA Doldurma, doldurulma. * Yazı yazma. (Dikte) * Bir dildeki kelime ve sözleri doğru yazma bilgisi. * Müddeti mühlet vererek uzatma.

İMLAK Çok fakir düşmek.

İMLAK Mülk sahibi olmak. * Bey etmek. * Evlendirmek.

İMLAL (Melâl. den) Usandırma veya usandırılma.

İMLAS Karanlık. * Karışma. * Koyunun tüyü dökülme.

İMLİSE Çöl, sahra.

İMLİSÎ Hırsız, sârık.

İMMA (Terdid edatıdır) "Ya, veya" diye tercüme edilir.. Şek, şüphe, ibahe, bağışlamak, hayret vermek mânâlarını da ifade eder.

İMMİSAR (İmtisar ile aynı mânâdadır) Süt sağmak. * Bir şeyi incelemek. * Az olmak. * Dağılmak. * Hâil, perde.

İMPARATOR Lât. Büyük kral. Birkaç devlete hükmünü geçiren büyük hükümdar. Tahta çıkan kadın olursa ona imparatoriçe denir.

İMRAC Ahde vefa etmeme, sözden cayma. * Hayvanı çayıra salıverme.

İMRAN Hz. Meryemin babası. (Bak: Âl-i İmran)

İMRAR Geçirmek. Mürur ettirmek. * İpi sağlam bükmek. * Acıtmak. Acı olmak.

İMRAR-I EVKAT Vakitleri geçirmek.

İMRAZ İllet sahibi olmak. Hasta etmek. Bir kimseyi hasta bulmak.

İMREE(T) Kadın. Hâtun. Avrat.

İMRUZ f. Bugün.

İMSA Akşama kalma. * Bozma.

İMSAK Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme. * Oruca başlama zamanı. * Hapsetmek. * Şer'an müftirat denen şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek. * Yemez içmez adamın hâli. Cimrilik, hasislik, pintilik.

İMSAKİYE Ramazanda imsak vakitlerini gösteren cetvel.

İMSAL Boşuboşuna sarfetme, lüzumsuz yere harcama. Har vurup harman savurma.

İMSAS (Mass. dan) Emdirme, emdirilme. * Tıb: Suda erimiş ilâcı şırınga etmek.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   77   78   79   80   81   82   83   84   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin