Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə82/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   78   79   80   81   82   83   84   85   ...   181

İMSAS Değdirmek. Elle tutmak. Meshetmek.

İMŞEB f. Bu gece.

İMTAR Yağdırma veya yağdırılma.

İMTAR-I AHCÂR Taş yağdırma.

İMTAR-I MATAR Yağmur yağdırma.

İMTİDAD Uzanmak. Uzayıp gitmek. Gerilip ve çekilip uzanmak. * Boy. Tul. Uzunluk. * Feza, uzay.

İMTİDAH (Medh. den) Medhetme, övme.

İMTİDAH Aşma, taşma.

İMTİHA' (Mahv. dan) Mahvolma, perişan olma, yok olma.

İMTİHA' Bileme veya bilenilme, yahut da bilenme.

İMTİHA-Yİ SEYF Kılıcın bilenmesi, keskinleştirilmesi.



İMTİHAK Bozulma.

İMTİHAN Deneme, Tecrübe etmek. * Bir şeyin hakikatına ıttılâ peyda etmek için çok dikkatle düşünmek. * Salâhiyet veya salâhiyetsizliğini anlamak için yapılan teftiş ve tecrübe.(Hakîm-i Ezeli, inâyet-i sermediye ve hikmet-i ezeliyenin iktizası ile, şu dünyayı, tecrübeye mahal ve imtihana meydan ve esmâ-i hüsnâsına âyine ve kalem-i kader ve kudretine sahife olmak için yaratmış ve tecrübe ve imtihan ise neşv ü nemâya sebeptir. O neşv ü nemâ ise, istidatların inkişafına sebeptir. O inkişaf ise, kabiliyetlerin tezahürüne sebeptir. O kabiliyetlerin tezahürü ise, hakaik-ı nisbiyenin zuhuruna sebebtir. Hakaik-ı nisbiyenin zuhuru ise, Sâni-i Zülcelâlin esmâ-i hüsnâsının nukuş-u tecelliyatını göstermesine ve kâinatı mektubat-ı Samedaniyye suretine çevirmesine sebeptir. İşte bu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki; ervâh-ı âliyenin elmas gibi cevherleri ervâh-ı sâfilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır.İşte, bu mezkur sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, âli hikmetler için, âlemi bu surette irade ettiğinden şu âlemin tegayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti. Tahavvül ve tegayyür için zıtları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi. Zararları menfaatlara mezcederek, şerleri hayırlara idhal ederek, çirkinlikleri güzelliklere cem'ederek, hamur gibi yoğurarak şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül düsturuna tâbi kıldı. Vaktaki meclis-i imtihan kapandı. Tecrübe vakti bitti. Esmâ-i Hüsnâ hükmünü icra etti. Kalem-i kader, mektubatını tamamiyle yazdı. Kudret, nukuş-u san'atını tekmil etti. Mevcudat, vezaifini ifa etti. Mahlukat, hizmetlerini bitirdi. Herşey, mânasını ifade etti. Dünya, âhiret fidanlarını yetiştirdi. Zemin, Sâni-i Kadir'in bütün mu'cizat-ı kudretini, umum havârık-ı san'atını teşhir edip gösterdi. Şu âlem-i fena, sermedi manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı. O Sâni-i Zülcelâl'in hikmet-i sermediyyesi ve inayet-i ezeliyyesi; o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini, o Esmâ-i Hüsna'nın tecellilerinin hakikatlarını, o kalem-i kader mektubatının hakaikını, o nümune-misal nukuş-u san'atının asıllarını, o vezaif-i mevcudatın faidelerini, gayelerini, o hidemat-ı mahlukatın ücretlerini ve o kelimat-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri mânaların hakikatlarını ve istidat çekirdeklerinin sünbüllenmesini ve bir mahkeme-i kübra açmasını ve dünyadan alınmış misalî manzaraların göstermesini ve esbab-ı zâhiriyyenin perdesinin yırtmasını ve herşey doğrudan doğruya Hâlik-ı Zülcelâline teslim etmesi gibi hakikatları iktiza etti ve o mezkur hakikatları iktiza ettiği için, kâinatı dağdağa-i tagayyür ve fenadan, tahavvül ve zevalden kurtarmak ve ebedileştirmek için o zıtların tasfiyesini istedi ve tagayyürün esbabını ve ihtilâfatın maddelerini tefrik etmek istedi. Elbette kıyameti koparacak ve o neticeler için tasfiye edecek. İşte şu tasfiyenin neticesinde cehennem, ebedî ve dehşetli bir suret alıp, taifeleri $ tehdidine mazhar olacak. Cennet; ebedî, haşmetli bir suret giyerek ehli ve ashabı $ hitabına mazhar olacak. S.)

İMTİHAN Hor ve zelil kılmak.

İMTİHAZ Hâlis, katıksız ve saf olma. Durulanma.

İMTİKÂR (Mekr. den) Oyuna kanma, aldanma.

İMTİLA' Dolma. Dolgunluk. * Tıb: Kan durma, kan toplanma.

İMTİLA-İ MİDE Mide dolgunluğu.

İMTİLAL Bir millete karışma.

İMTİNA' Feragat edip geri durma. * Muvafakat etmeme. Çekinme. İstememe. Yapmama. * İmkânsızlık, mümkün olmayış.

İMTİNA-İ ÂDİ Bir şeyin olması âdeta mümkün olmamak.

İMTİNA-İ HAKİKİ Bir şeyin mümkün olmamasının aklen zaruri olması. (Meselâ: Bir kimse kendinden yaş bakımından büyük olan başka bir kimse hakkında: "Bu benim oğlumdur" diye iddia etse, dâvâsı dinlenmez. Çünkü, kendinden yaşça büyük bir adamın, kendisinin neslen oğlu olması aklen muhaldir.)

İMTİNAN Minnet. Kendine minnet etmek. Birisine yaptığı ihsan ve iyiliği başına kakmak. * Memnun olmak. * Birisinin çok iftiharla sevdiği ve mâlik olduğu şeye nâil olmak.

İMTİRA' Çıkarma, ihrac etme, dışarı atma. * Şüphelenme, kuşkulanma. * Tereddüt, mütereddidlik, kararsızlık.

İMTİRAS Sürtünme, kaşınma.

İMTİRAS-I HİMAR Eşeğin sürtünüp kaşınması.

İMTİSAL Nümune kabul etme. * Uymak. Ayrılmamak üzere inkıyad etme. * Mesel ve kıssa söyleme. * Bir şeyin suretine girme. * Muvafakat ve mutabakat etme. * Katili kısas etme. (Bak: Dimağ)

İMTİSALEN Bağlı olarak, imtisal ederek, uyarak, tâbi olarak.

İMTİSAR (Bak: İmmisar)

İMTİSAS Emerek çekilmek, emmek, emilmek. Hazmolunmuş olan maddelerin, damarlar tarafından emilmesi.

İMTİŞAT Tarama. Saç veya sakal tarama.

İMTİYAZ Diğerlerinden ayrılmak. Farklı olmak, benzerlerinden ayrılmak. * Resmi veya hususi izin. * Masraflı veya mes'uliyetli bir işin başkaları yapmamak üzere bir şahıs veya şirket yahut da bir hey'ete tahsis edilmesi.

İMTİYAZAT (İmtiyâz. C.) İmtiyâzlar, izinler, müsâadeler.

İMTİYAZ MADALYASI 2. Abdülhamid'in 11/10/1885 tarihli emriyle devlet ve memleket yararına hizmet edenlere, vazifeyle gönderildikleri yerde başarı gösterenlere verilmek üzere çıkarılan madalya. Altun ve gümüşten olmak üzere iki çeşit olan bu madalyaların ön yüzünde II. Abdülhamid'in "Elgazi" tuğrası, bunun altında saltanat arması yer alır. Arka yüzünde: "Devlet-i Osmaniye uğrunda fevkalâde ibraz-ı sadakat ve şecaat edenlere mahsus madalyadır" yazısı altında madalyayı alacak olanın adının yazılacağı boş bir bölüm vardır. En altta 1300 rakamı okunmaktadır.

İMTİZAC Muvafık ve mutabık olmak. Mezcolmak, uyuşmak. İyi geçinmek. Karışmak.

İMTİZAC-I ELVAN Renklerin uygunluğu.

İMTİZACAT (İmtizac. C.) İmtizaclar.

İMTİZACKÂR f. Uyuşarak, anlaşarak, karışarak. Kaynaşmağa müsait surette.

İMZA Kendi ismini veya kendine ait bir işareti, kendisinin kabullenerek yazması. * İcra ve tamam eylemek.

İMZA-İ KAZA Huk: Verilen hükmü infaz edip yerine getirme.

İMZA-Yİ PADİŞAHÎ Padişahın imzası. Osmanlı Padişahları tarafından vaktiyle hükümdarlara yazılan name-i hümayunların kenarlarına altun yaldızla imza konurdu. Bunlara imza-yı padişahî denilirdi.

ÎN İri ve güzel gözlüler.İN : Yabani hayvanların barınağı, yuvası. Mağara.

İNA' Kap-kacak, tencere gibi lüzumlu ev eşyası. * Bir şeyin vakti gelip çatmak.

İNA Uzaklaştırma.

İ'NA Zahmete uğramak.

İNA' Yemiş toplama zamanı gelme.

İNA Geciktirme, alıkoyma, zayıf düşürme.

İNABE Günahları terk ile Hakka dönüş. Hakka tâbi bir mürşide bağlanmak. (Hakk'a ikbal ü teveccüh ve âyât-ı hakkı teemmül ile tevbedir ki, asl-ı hakikatı hayır nöbetine girmek demektir.) (E.T.)

İ'NAC Hayvanı kıç üstü çökertmek. (Omurga kemiği) ağrıma.

İ'NAD Dinmeden akma. * Çekişme.

İNAD Israr, muannidlik, ayak direme, dediğinden vazgeçmeme.

İNADEN İnad olsun diye. Tersine olarak.

İNADİYE Eşyanın hakikatlarını, varlığını inkâr eden bir zümre. (Bak: Sofizm)

İNAF Bir kimseyi, bir şeyden vazgeçirmeğe çalışmak.

İ'NAF Sertlik etme.

İNAHA (Deve) Çökerme.

İNAK Birbirinin boynuna sarılma, kucaklaşma.

İNAK Sözüne inanılır, itimat edilebilir, mutemed.* Müsteşar, müşavir. * İstişare, re'y.

İNAKA Aşırı güzelliği ve câzibedarlığı ile hayret verme.

İN'AL Nallama veya nallama.

İNALE Kavuşturma, vâsıl etme, nâil etme, ulaştırma. * Yemin, kasem, and. * İhsanda bulunma, bağışta bulunma.

İN'AM Nimet vermek. İhsan etmek. * Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak. * İyilik etmek, bahşiş vermek. * Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında yeniçerilerin aylıklarına yapılan zam. (Bak: Nimet)

İN'AMAT (İn'am. C.) Yardım ve inayetler, meded vermeler. Nimetlendirmeler.

İN'AMAT-I KÜLLİYE Bütün in'amlar. Cenab-ı Hakk'ın mahlukata, hususan insanlara hadsiz nimetler ihsan etmesi.

İNAME Uyutma. * Kıtlık.

İNAME-İ ETFAL Çocukların uyutulması.

İN'AMPERVER f. Nimetlerle bezeyen, çok nimet veren. Tehlikelerden sâlim kılan.

İNAN Dizgin. * İdare etme, yürütme.

İ'NAN Büyü ile bağlanma.

İNAN f. Bu kimseler, bunlar. (İşaret zamiridir).

İNANGERDAN f. Dizgin çevirme, geri dönme.

İNANGİR f. Dizgin yakalama. Dizgin tutma.

İNANKEŞ f. Dizgin çeken, hasaplı giden.

İNANRİZ f. Dizgin bırakmış, koşturan.

İNANTAB f. Dizgin çevirip dönen.

İNARE (Nur. dan) Nurlandırma, aydınlatma, ışıklandırma.

İNAS (Ünsâ. C.) Kadınlar, kızlar.

İNAS (Üns. den) Alıştırma, ünsiyet ettirme. * Görme, bilme.

İN'AŞ Harekete getirme, canlılık kazandırma. Yukarı kaldırma.

İ'NAT Zahmete uğratma, meşakkate maruz bırakma. * Edb: Mukayyed kafiye ve mukayyed seci' san'atı.

İNAYAT (İnayet. C.) İnayetler, iyilikler, lütuflar, ihsanlar.

İNAYET Yardım, lütuf meded etmek. * Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olmak.

İNAYET-İ RABBANİYE Allah'ın inayeti.

İNAYET-İ ŞÂMİLE f. Herkese ait umumi inayet ve yardım.

İNAYET DELİLİ (Bak: Delil-i inayet)

İNAYETEN İnayet, yardım ve iyilik olarak.

İNAYETHAH f. İnayet isteyen, meded bekleyen.

İNAYETKÂR f. Yardım ve iyilik eden. Lütuf ve inayette bulunan.

İNAYETKÂRÂNE f. İnayet edene yakışır surette. Yardım ve iyilikte bulunan kimseye yakışacak şekilde.

İNBA Haber verme. İhbar eyleme. Tebliğ etme.

İNBAC Münasebetsiz ve lüzumsuz konuşma.

İNBAH Uyandırma, uyarma. * Kımıldatma, harekete getirme.

İNBAT Nebâtı bitirme. Tohumu yere dikip yeşillendirme. Nebâtın bitmesini sağlama.

İNBAT Su arama.

İNBİAS Gönderilme, yollanma. * İleri gelme, meydana çıkma.

İNBİGA Liyâkat, lâyıklık, beğenilme.

İNBİHAR Yorgunluktan dolayı nefes kesilip soluk soluğa kalma.

İNBİK Süzme âleti. Akıcı maddelerin süzgeçten geçirilmesine mahsus âlet.

İNBİKA (Bükâ. dan) Ağlama, göz yaşı dökme.

İNBİSAS Yayılıp dağılma.

İNBİSAT Genişleme. Yayılma. * Açık yüzlü olma. Şâd, mesrur ve mahzuz olma. * Gönül açıklığı. Kalb ferahlığı. * Fiz: Sıcaklığın etkisiyle madenî cisimlerin enine, boyuna büyüyüp uzaması. Genleşme.

İNCA' Kurtarma, necata erdirme, selâmete çıkarma.

İNCAH İşi tamamlama, işi bitirme. * İsteğe erme, arzu edilen şeye ulaşılma.

İNCAL Davarı çimene salma, yeşilliğe bırakma.

İNCAM Meydana çıkarma. * (Yağmur) dinme.

İNCAS (Necis. den) Pisleme, necisleme.

İNCAZ (C.: İncâzât) Yerine getirme. Verilen sözü tutma.

İNCAZ-İ VA'D Va'dini yerine getirme. Verdiği sözünü tutma.

İNCE DONANMA Tar: Hafif gemilerden meydana gelen donanma. Bunun yerine "Hafif Donanma" da denilir. Bunların en meşhurları: Uçurma, varna, beş çifteleri, karamürsel, aktarma, üstüaçık, çiftekayığı, brolik, celiyye, çamlıca, kütük, at kayığı, kancabaş, âyaska, işkampaviya, şahtur, çekelve, kırlangıç, firkate, kalite, pergandi, mavna, grıp, kadırga, baştarde vb. dir.Buharın icadından ve zırhlı harp gemileri yapıldıktan sonra hafif kruvazör ve gambotlardan teşekkül eden deniz kuvvetine "İnce Donanma" denmeğe başlanmıştır. (O.T.D.S.)

İNCİBAR Kırılmış olan kemiğin bağlanıp tekrar kaynaması.

İNCİFAF (Ceff. den) Kurumak.

İNCİL Dört büyük kitabdan birisi. Hristiyanların mukaddes kitabı olup, Hazret-i İsa'ya (A.S.) gelen kitab. * Beşaret, müjde.

İNCİLA Cilâlanma. Parlama. * Görünme, belli olmak, açılma.

İNCİLAB Celbedilme. Çekilme. Sürülüp götürülme.

İNCİMAD Donma. Buzlanma. Sertleşme.

İNCİRAD Mücerred olma, tecrid edilme, soyunma.

İNCİRAR Çekilip uzanma. Çekilme. Bir neticeye doğru çekilerek sona erme.

İNCİRAR-I KELÂM Söz gelişi.

İNCİZA' (Değnek) Kırılma. * (İp) Kopma.

İNCİZAB Cezbedilme, çekilme.(Fıtrat-ı zîşuur olan vicdandaki incizab ve cezbe, bir hakikat-ı câzibedarın cezbesiyledir. M.)

İNCİZAM Kesilme. * Cüzzam hastalığına tutulmuş kimsenin bir organının (âzâsının) kopması.

İNCİZAM (Kemik) Kırılma. * Gr: Meczum olma. Kelimenin son harfi harekesiz olarak telâffuz olunma.

İNCİZAZ Kesilme.

İNCU f. İnci, lü'lü', dürr.

İND Arapçada zaman veya mekân ismi yerine kullanılır. Hissî ve manevî mekân. Maddî ve manevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan, vakt, taraf gibi mânâlara gelir. Gayr-ı mütemekkindir. Yani harekeleri değişmez. İzafete göre zamanı ifade eder (Min) harf-i cerriyle birleşebilir. Bazan da zarf olmaz. Bazan kalb ve ma'kul irade olunur. Yani, bazan huzur-u kalbîye delâlet eder ki, itikad mânasına kullanılır. Bazan mâkuledeki hissi huzura zarf olduğu gibi, huzur-u manevîye de zarf olur. Bâzan onunla fiil emir olur. Hüküm, fazıl, ihsan, teşvik ve tergib etmek mânalarına gelir.

İND-İ İLÂHÎ Allah'ın indinde. Allah'ın nazarında.

İNDA' Cömertlik etme.

İNDAB (Nedeb. den) Yara iyileşip kabuk bağlama.

İNDALLAH Allah yanında. Allah indinde.

İNDEKE Senin yanında. Sana göre.

İNDELBA'Z (İnd-el ba'z) Bazılarına göre.

İNDELHACE İhtiyaca göre. İhtiyaç vaktinde.

İNDELİCAB (İnd-el icab) İcab ettiği zaman, gerekince, iktiza ettiğinde.

İNDETTAHKİK (İnd-et tahkik) Tahkik sonunda, araştırma neticesinde.

İNDÎ Şahsi. Keyfi. Zati. Kendine göre. * Bana göre. Bence.

İNDİBAG Deri tabaklama.

İNDİFA Def olma. * Meydana çıkma. Yerden fışkırma. * Söze girişme. * Geri çekilme. * Başlama. * Teveccüh eyleme. * Yer yer baş gösterme.

İNDİFA-İ BÜRKANÎ Volkan püskürüğü, yanardağdan çıkan lâvlar.

İNDİFAÎ Püskürme ile alâkalı. * Püskürük.

İNDİFAK (Su) birdenbire ve şiddetle dökülme.

İNDİFAK-I NEHR Nehrin şiddetle dökülmesi.

İNDİHAŞ Çok korkma, dehşete düşme.

İNDİMAC Kenetlenme. Dürülüp birbirine geçme.

İNDİMAL Yara iyi olma, kapanma.

İNDİMAM Pişman olma.

İNDİMİZDE t. Bize göre, bizce, yanımızda.

İNDİRA' (Su) dağılıp yayılma.

İNDİRA-İI MÂ' Suyun dağılıp yayılması.

İNDİRA' Bir işe girişme, bir şeye teşebbüs etme. * Öne geçme. * Buluttan kurtulma.

İNDİRAC Dahil olma. İçeri girme, katılma. * Nesil tamamen tükenip halefi kalmama.

İNDİRAS Zail olma, eseri kalmama, mahvolma. Bozulma.

İNDİSAS Toprak altına gömme.

İNDİYAL Çok ishâl olma. İçi sürme.

İNDİYYAT (İndî. C.) Birinin kendince uydurduğu şeyler. Bir kimsenin kendi görüş ve inanışına göre söylediği sözleri.

İNEB Üzüm.

İNEBE Üzüm tanesi. * Tıb: Göz kenarında çıkan sivilce, arpacık.

İNEBÎ Üzüm biçiminde, üzümsü.

İNFAD Bitirme, tüketme. * Kuyunun suyu tükenme.

İNFAK Nafaka verme. Besleme. Geçindirme. * Harcayıp tüketme. * Fakir olma.

İNFAK-I MUHTACÎN Muhtaçları, yoksulları besleme.

İNFAL Ganimetten mal ayırıp verme.

İNFAR Ürkütme, ürkütülme.

İNFAZ Sözünü geçirme. Bir hükmü yerine getirme. * Aldığı emre göre birisini öldürme. * Öte tarafa geçirme.

İNFAZ-I FERMAN Hükmünü geçirme, emrini dinletme.

İNFİAL Gücenme. Darılma. * Can sıkılma. Teessür. * Hareketlenme. Harici bir sebeb ve te'sirle hâsıl olan hâl, te'sir ve hareket. * Harici te'sire kabil olmak. * Ruhun kabul ettiği tahavvülât. (Bir eser, müessirine nisbetle fiildir. Zuhur ettiği yere nisbetle infialdir.)

İNFİALAT (İnfial. C.) İnfialler. Gücenmeler. Aksi te'sirler. Teessürler. * Hareketlenmeler. Teessür ve hareketler.

İNFİCAR Tan yeri ağarma. Fecir sökme. * Tohumun yerde çatlaması. * Suyun, yerden kaynayıp çıkması.

İNFİDAD (İnfadda) Bir şeyin kırılıp dağılması. Parça parça olma.

İNFİHAM (Fehm. den) Anlaşılma, fehmedilme.

İNFİHANÎ Şişman adam.

İNFİKAK Yerini terk etme. Yerinden ayrılma. * Ayrı düşme. * Çözülme.

İNFİLAK Açılma. Yarılma. Patlama. İnşikak etme.

İNFİLAL Delinme, delik açılma. * Keskinliği kaybolma, körlenme, körleşme.

İNFİLAL-İ SEYF Kılıcın keskinliğinin gitmesi, körlenmesi.

İNFİRAC Gam ve gussadan kurtulma, açılma.

İNFİRAD Tek başına kalma. Yalnızlık hâli.

İNFİRAG Boşalma.

İNFİRAG-I CÜZ'Î Bir sıvının kısmen boşaltılması.

İNFİRAH Ferahlanma. Ferahlık duyma.

İNFİRAK (Fark. dan) Ayrılma.

İNFİRAK-I TURUK Yolların ayrılması.

İNFİRAZ Bulunmama, kalmama, münferiz olma.

İNFİSAD (Fesad. dan) Bozulma, fesada uğrama.

İNFİSAH Bollaşma. Genişleme.

İNFİSAH Hükümsüz kalma, fesholma. Bozulma.

İNFİSAL Olduğu yerden ayrılma. Yeni bir fasıla geçme. * Yerini bırakıp gitme. * Azledilme.

İNFİSALAT (İnfisal. C.) Yerinden ayrılmalar. * Azledilmeler.

İNFİSAM Kırılma. * Kesilme. * Yırtılma. * Üzülme. * Kopma.

İNFİTAH Açılma. Boşalma. Tıkanan bir şeyin açılışı. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman dil ile üst çene birbirinden ayrılıp, aralarından nefes çıkması. İnfitah harfleri ise şunlardır: (Min, Nun, Elif, Hı, Zel, Vav, Cim, Dal, Sin, Ayın, Te, Fe, Ze, Kef, Lem, Ha, Se, Kaf, He, Şın, Ra, Be, Gayın, Ya.)

İNFİTAH-I EBVAB Kapıların açılması.

İNFİTAH-I EZHAR Çiçeklerin açılması.

İNFİTAHİYYET Kapalılığın açılıp inkişaf etmesi. (Tohumların açılarak nebât hâline gelmesi gibi olan hâl.)

İNFİTAK Yarılma, sökülme.

İNFİTAM Kesilme. * Sütten kesilme. * Menedilen bir şeyden uzaklaşma.

İNFİTAR Yarılma, açılma.

SURET-ÜL İNFİTAR Kur'an-ı Kerim'de seksenikinci Sure olup Mekkidir.

İNFİTAT Paralanma, kırılma.

İNFİZAC Sıcaklık verme, ısı verme. * Buharlaşma. * Terleme.

İNFİZAZ (Bak: İnfidad)

İNGAS (Tengis) Keder verme. Rahatını bozma.

İNGIMAM Kaygılanma, gamlanma, tasalanma.

İNGIMAS Suya dalma.

İNGIMAZ Göz yumulma.

İNGISAS Suya dalma.

İNGITAT Suya dalma.

İNGIVA Dalâlete düşme, sapıtma, yoldan çıkma.

İNHA Bir hususu resmen bildirme, tebliğ. * Bir memurun daha üst makamdaki bir memura bir maddeyi hâvi olmak üzere yazdığı kağıt. * Ulaştırma, yetiştirme.

İNHA' Vazgeçme. * Yöneltme, tevcih etme.

İNHA f. Bu şeyler. (İşaret zamiridir.)

İNHAC Meydanda, zâhir, açık. Belli etme. * Hayvanı yorarak solutma. * Esvabı eskitme.

İNHAF İnceltme, zayıflatma.

İNHAK Çok eziyet etme. Çok fazla sıkıntı verme.

İNHİBAS Vakıf namına malı hapsetme. * Nefes tutulma.

İNHİBAT Yukarıdan aşağı inme.

İNHİCAF Yalvarıp yakarma.

İNHİCAM (Bina) çöküp yıkılma.

İNHİDA' (Hud'a. dan) Aldanmak, hileye düşme.

İNHİDAB (Hadeb. den) Kamburlaşma, yumrulaşma. * Kamburluk, yumruluk.

İNHİDAD (Hadde. den) Keskinleşme, incelme, sivri olma. * Basılıp ezilme, haddeden geçme.

İNHİDAM Çökme, yıkılma. Viran olma.

İNHİDAR İnişe inme. * Vurmakla derinin şişmesi.

İNHİDAR Perdelenme.

İNHİDAR-I NİSVAN Kadınların örtünmesi.

İNHİDAŞ Dalaşma, hırlaşma (köpek).

İNHİFA Gizlenip saklanma.

İNHİFAZ Aşağılanma, alçaklanma. * Çökkünlük.

İHHİKAK Kördüğüm olma. * Mc: Sıkışıp kalma. Halledilmeyip çözülmez hale gelme.

İNHİKAK Kaşınma.

İNHİLA' Def'olunma, çıkarılma, kovulma.

İNHİLAK Kendini tehlikeye atma.

İNHİLAL Çözülüp ayrılma. Dağılma. * Erime. * Münhal olma.

İNHİLAL-PEZİR f. İnhilali mümkün olan. Dağılabilen. Çözülebilen. Eriyebilen.

İNHİMA Mahv olma.

İNHİMAD Ateşi sönmeyip alevi geçme.

İNHİMAK Ahmak olma. Ahmaklaşma. *Akılsız görünme.

İNHİMAK Bir şeye fazla düşkün olma.

İNHİMAL İhmal etme, önem vermeme. * Mühlet alma. * Göz yaşı dökme. * Ciddi bir şekilde çalışma, uğraşma.

İNHİMAM İhtiyarlama, yaşlanma.

İNHİMAZ Ekşilenme.

İNHİNA Eğilme, münhani olma, yay biçimine girme, kavislenme.

İNHİNAK Boğulma. * Bunalma, nefesi kesilme.

İNHİRAF Doğru yoldan sapma. * Dönme. * Bozulma. Değişme. * Kırıklık. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman o harfde, dil ucuna veya dil arkasına doğru bir meyli bulunmasına denir. İnhirâf sıfatının harfleri Lâm ve Ra harfleridir. Bunlara Münharif denir.

İNHİRAK Yırtılma.

İNHİRAT Bilmediği bir işe danışmadan girişme. * Zarar verme, ziyana sokma. * İpliğe boncuk dizme. * Beden çelimsizlenip zayıflama. * Bir yola süluk etme, girme.

İNHİSAF Ay tutulması. Husufa uğramak. Ay'ın, dünyanın gölgesi altına girmesi veya o şekildeki gölgelenmek.

İNHİSAF-I AYN Kör olma.

İNHİSAM (Hasm. dan) Kesip bitirme, halletme.

İNHİSAM-I DA'VA Dâvânın halledilmesi.

İNHİSAR Hasr olunma. * Tecavüz etmeme. * Bir iş veya malın idâresinin bir kişiye, bir ele bırakılması. Bir elden idâre. Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Yalnız bir şeye veya bir şahsa hasrolunma.(Zihniyet-i inhisâr, hubb-u nefisten geliyor, sonra maraz oluyor, nizâ ondan çıkıyor. S.)

İNHİŞAŞ (C.: İnhişâşât) Birbirine dokunup hışırdama, hışırtı. Şakırtı, şakırdama.

İNHİŞAŞ-I ESLİHA Silâhların şakırtısı.

İNHİŞAŞ-I EVRAK Yaprakların hışırtısı.

İNHİTAK Bozulma, yırtılma. * Bekârlığın bozulması. Kızlığı bozulma.

İNHİTAM Kırılma, ezilme, ufalanma.

İNHİTAT Aşağılanma, aşağı inme. * İhtiyarlama, yaşlıyığa yüz tutma. * Kuvvetten düşme. * Bir şişin inmesi. * Düşme, inme.

İNHİVA Yukardan aşağı düşme.

İNHİYAŞ Ezilip büzülme, sıkılma, çekinme.

İNHİZAL Beli kırılmış gibi ağır yürüme. * Soruya karşılık verme.

İNHİZAM Basılıp ezilme. * Bozulma. Askerin bozulup dağılması.

İNHİZAM Yemek hazmolunma. Yemeklerin midede erimesi.

İN'İDAL (Udul. den) Doğru yoldan çıkma, sapma, dalâlete düşme.

İN'İDAM İdama gitme. Mahvolma. Yok olma.

İN'İKAD Akdetme. Bağlanma. * Fık: İcab ve kabulün taraflarca eseri zâhir olup, meşru bağlılık ve alâkadarlık. * Kurulma. Toplanma.

İN'İKAS Aksetme, tersine çevrilme. * Işık veya sesin bir şeye çarpıp geri gelmesi. * Aynada parlak şeyde eşyanın temessülü.

İN'İRA Dişin (etleri çekilip) kökü çıkma.

İN'İSAB Zorlaşma.

İN'İSAM Muhafaza etme, koruma.

İN'İSAN Emin ve muhafazalı bulunma.

İN'İSAR Ezip sıkma, sıkıştırma, suyunu çıkarma.

İN'İTAF İki kat olma, bükülme, katlanma. * Bir tarafa dönme, temâyül. Meyletme.

İN'İZAL Bir tarafa çekilme, tek başına kalma.

İNKA' Pâk ve temiz olma.

İNKA-YI KALB Kalb temizliği, gönül temizliği.

İNKA' Suda ıslatma.

İNKÂH (Nikâh. dan) Nikâh etme veya edilme.

İNKÂR Bilmeme, tanımama. Yaptığını ve söylediğini gizleme. * Yapmadım deme ve ayak direme. * Reddetme. (Bak: Nefy)

İNKÂRÎ İnkârla alâkalı.

İNKAS Eksilme, eksiltme.

İNKAZ Kurtarma. Kurtarılma. Halâs etme.

İNKAZ Kırma ve bozma. * Tuhaf sesler çıkarma. Küçük bir hayvanın veya böceğin kendine mahsus ses çıkarması. * Vücuttaki oynak yerlerden çıkan ses.

İNKIBAZ Büzülme. Çekilip toplanma. * Sıkıntı. Gamlı olmak. * Kabızlık. Tutukluk.

İNKIBAZÎ İnkıbazla ilgili.

İNKIDAD Yıkılma. * Perakende olup dağılma. * Kuş havadan süzülüp inme.

İNKIHAL Büsbütün zayıf ve güçsüz düşme.

İNKIHAM Düşünmeden bir işe girişme.

İNKILA' (Kal'. den) (Ağaç) kökünden koparılma.

İNKILÂB Başka tarza değişme. Bir hâlden diğer hâle geçme. Başka türlü olma. * Altüst olma.

İNKILÂB-I HAKAİK Hakikatlerin tam zıddına dönmesi (ki, böyle bir şey mümkün değildir.) (Bak: İçtima-ı zıdden) (İnkılâb-ı hakaik ittifâken muhaldir. Ve inkılâb-ı hakaik içinde muhal ender muhal, bir zıd, kendi zıddına inkılâbıdır. Ve bu inkılâb-ı ezdâd içinde bilbedahe bin derece muhâl şudur ki: Zıd kendi mâhiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun. S.)

İNKILÂB-I SAYFÎ İlkbaharın bitip, yaz mevsiminin balayışı. Gün dönümü. (21 hazirana rastlar.)

İNKILÂB-I ŞİTEVÎ Sonbaharın bitip, kış mevsiminin başlayışı. (Aralık ayının 21'ine rastlar.)

İNKILÂB ALE-L A'KIB Ökçeler üzerine dönmek demektir ki, asker yürüyüşünde olduğu gibi, tam sağdan veya soldan geri dönmektir. İki ökçeyi birden yerinde çevirmek suretiyle inkılâb ale-l a'kıb, ayakları çaprazlaştırdığından yürümeyi imkânsız bırakır. Kur'an'da bu tâbir ya harbde firardan kinaye veya dinde irtidaddan mecaz olmak üzere iki mânâya muhtemildir. (E.T.)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   78   79   80   81   82   83   84   85   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin