Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə84/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   80   81   82   83   84   85   86   87   ...   181

İRA Bağış yapma, iyilikte bulunma. * Çakmaktan ateş çıkarma. Parlama.

İ'RA Çıplak bırakma, soyma.

İR'Â Otlatma.

İR'Â-Yİ AGNAM Koyunları otlatma.

İ'RAB Düzgün konuşmak ve hakikatı açıklamak. * Gr: Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim.

İRABE Şüphelendirme, şüpheye düşürme.

İRABET Akıl, anlayış, kavrayış.

İRAD Varid kılmak. Getirmek. Söylemek. * Gelir. Kazanç. Bir mal veya mülkün getirdiği kazanç.

İRAD-I KELÂM Söz irad etme, söz söyleme.

İRAD-I MESEL Edb: Bir fikri isbat için misal getirme. Buna İrsal-i mesel de denir.

İRAD-I NUTK Nutuk iradetme. Nutuk söyleme.

İRAD Ü MASRAF Gelir ve gider.

İR'AD Tehdid etmek, korkutmak. Muztarib etmek. * Kılıç parlatmak. * Kadın yüzünü kendisi açmak.

İRADAT (İrade. C.) İstemeler, buyruklar, iradeler, emirler, fermanlar.

İRADE İstek, arzu. Dilemek. Emir. Ferman. * Bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç.(İrade, ihtiyardan daha geniştir, umumidir. İhtiyar, taraflardan birini diğerine tafdil ile beraber tercihtir. İrade; yalnız tercihtir. Mütekellimler bazan iradeyi ihtiyar mânasında kullanmışlardır. İradenin zıddı kerâhet; ihtiyarın zıddı icâb ve ıztırardır. İrade, hakikatte dâima ma'duma taalluk eder. Çünkü, bir emrin husûl ve vücudu için o, tahsis ve takdir eder.) * Fık: Cenab-ı Hak irade sıfatı ile muttasıftır ve iradesi ezelîdir. Yaratacağı şeyleri bu irade sıfatı ile kendi hikmeti ile birer veche tahsis buyurur ve onun irade buyurduğu mutlak olur.(Âdetullah üzerine irade-i külliye-i İlâhiye, abdin irade-i cüz'iyesine bakar. Yani, bunun bir fiile taallukundan sonra o taalluk eder. Öyle ise cebir yoktur. İ.İ.) (Bak: Vicdan)

İRADE-İ ALİYE Tar: Sadrazam tarafından verilen emir. Bu emir yazılı olduğu gibi, şifâhi de olurdu. Yazılı olana "iş'arat-ı âliye" de denilirdi.

İRADE-İ CÜZ'İYYE Allah tarafından insanın kendi salâhiyetinde bıraktığı istek, arzu. İnsanın herhangi bir tarafa meyletme kuvveti ve isteği. Az ve zayıf irade.

İRADE-İ İLÂHİYE Külli irade. Allah'ın emri ve isteği.

İRADE-İ KÜLLİYE Külli irade. Allah'ın her şeye şâmil olan emri ve iradesi.

İRADE-İ SENİYYE Padişahın, bir işin yapılması veya yapılmaması hakkında verdiği emir. İrade eskiden şifahî, yani ağızdan emir vermek, yahut kendi el yazısı ile yazmak suretiyle verilirdi. Sonradan iradeler mabeyn baş kâtibinin imzasını taşıyan yazılı kâğıtla bildirilmeğe başlamıştır. * Çok yüksek ve mühim yerden gelen emir.

İRADE-İ ŞÂHANE Padişahın emri, fermanı, buyruğu.

İRADE-İ ZÂTİYE Bir adamın kendi arzu ve isteği.

İRADET İrade, istek, dileme. * Gönül isteği.

İRADÎ İrade ile alâkalı, iradeye dâir.

İRAE Göstermek, göstererek öğretmek. * Göz önüne koymak. * Gösteriş.

İRAE-İ TARİK Yol gösterme. Kılavuzluk etme.

İRAGA İsteme, irade etme.

İRAHE (Rahat. dan) Rahatlandırma, rahat ettirme.

İRAKA Dökmek, akıtmak.

İRAKA-İ DEM Kan akıtmak. İnsan öldürmek.

İRAN Tabut. * Neşeli ve mesrur olma.

İRAN Fars memleketi.

İRAS Sebeb olmak, vermek. Vâris kılmak, miras bırakmak, miras yemek. * Gerekmek.

İRAS-I FÜTUR Bıkkınlık verme.

İR'AS Çekerek sarsma.

İR'AS Titretme.

İRAS (Ağaç) yapraklanma. * Yosun olma.

İRAT Tehlikeye, vartaya düşürmek.

İ'RAZ Yüz çevirmek. Başka tarafa dönmek. İctinab, çekinmek.

İRAZA Kandırmak, kandırılmak. Râzı etmek.

İRB (İreb) Akıl. Zihin, zekâ. * Akıllılık.

İRBA' (Ribâ. dan) Çoğaltma, artırma, fazlalaştırma. * Faize verip artırma. (Haramdır)

İRBAB Bir yerde mukim olma. Bir mevkide devamlı olarak kalma.

İRBAH (Ribh. den) Fayda ve kazanç elde etme. * Fâize para verme.

İRBAŞ Ağacın yeşillenip yapraklanması.

İRBE Akıllılık, zekâ. * Hile, oyun.

İRBİYAN Teke, istakoz gibi deniz hayvanları.

İRCA' Geri çevirmek, geri döndürmek. * Alışverişi faydalı kılmak. * Musibet vaktinde Allah'a sığındığını âyet okuyarak ifade etmek.

İRCA-İ İNAN Atın dizginini çevirme, başka tarafa yöneltme.

İRCA-İ KELÂM Sözü yine maksada çevirme ve getirme.

İRCA-İ NAZAR Bakışı gerilere çevirme, mâziye bakma.

İRCA Sonraya bırakmak. * Kuyuya kenar yapmak.

İRCAF (Bak: Recefe)

İRCAL Birini yayan olarak yürütme.

İRDA' Meme vermek, süt emzirmek. (Bak: İrza')

İRDA' Helâk etme, aşağı düşürme.

İRDAF Ardısıra yürütme, yürütülme.

İRDAFEN Ardısıra yürüterek.

İREB (Bak: İrb)

İREM (Bak: Irem, Şeddâd)

İREM Kurşun veya ok atılan nişan tahtası.

İREN Alt dudak.

İRFAD Yardım etme, bağışta bulunma. Hediye verme.

İRFAH Refaha ulaştırma, rahata kavuşturma.

İRFAK Fayda vermek, işe yaramak. Kolaylık ve mülâyemetle tutmak.

İRFAL Elleri sallıyarak yürüme. * Eteği sarkıtma.

İRFAN Bilmek, anlayış, tecrübe ve zekâdan ileri gelen zihnî kemal. * İkrar. * Mücazat. * Fık: Esrar-ı İlâhiyeye, iman ve Kur'an hakikatlarına vukufiyet. (İlim ile irfan ve ma'rifet arasında fark vardır: İlim, vech-i küllî ile, yani her vechesiyle bilmektir. İrfan ve marifet ise; vech-i cüz'î ile bilmektir. Bu cihetle Cenab-ı Hakk'a irfan ve marifet isnad olunmaz. Fıtrî istidat eseri olarak inceleyerek tefekkür edip bilmektir. Buna "İlm-i Ledün" ve İlm-i Rabbanî" de denir.) (Bak: Ârif)

İRFAŞ Yeme içme ile uğraşma. * Bir yerde daimi oturma.

İRFİTAT Ufak ufak yapma, ufalama.

İRGAB Rağbet ettirme.

İRGAF Hırsla bakma. * Hızlı yürüme.

İRGAM Aşağılatma. Hor, hakir kılma. * Burunu kırma. * Yere sürtme. * Galip olma. * Kahretme.

İRGAN Bir işi kolaylaştırma.

İRGANDİ Yerinde oynama, sallanma, kımıldama.

İRHA Tatlılıkla ve kibarca hareket etme, yumuşak davranma, tatlı muâmele etme.

İRHA' Gevşetme, aşağı salıverme ve sarkıtma. Koyverme, salıverme. * Dilmek, dilim dilim etmek.

İRHA-İ İMAME "Sarığı gevşetme" Kaygısız, endişesiz olma.

İRHA-İ İNAN Dizginleri salıverme. * İşine devam etme.

İRHA-İ LİSAN Ağzına geleni söyleme.

İRHAB Bollanma, bol olma. Genişleme.

İRHAB Korkutma veya korkutulma. * Kaçırma.

İRHAF Bileme. Keskinleştirme.

İRHAF Hamuru gevşek ve sulu tutma.

İRHAK Sıkıntı ve eziyet etme. * Zorlama, sıkma.

İRHAN Rehin koyma veya konulma.

İRHAS Fiat indirmek, ucuzlatmak.

İRHAS Hayırlı işler yapmak. * Israr etmek. * Duvar yapmak. * Sağlam şey.

İRHASAT Hayırlı işlerle uğraşmak. * Sağlam şey. * Ist: Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) nübüvvetinden evvel zuhur eden hârikulâde haller ki, bunlar peygamberliğine delil teşkil eden hâdiselerdendir.

İRHEM YAREB Tıb: Bağırsak tıkanması veya dolanması.

İRİN (Bak: Cerahat)

İRİS yun. Gözümüzün saydam tabakasının arkasında olup, deliği, ışığın az veya çok miktarda olmasına göre genişleyip büzülen tabaka. Kuzahiye.İRKÂ' : Geciktirme. * İftira etme.

İRKA' Akan kan veya göz yaşını silme, dindirme.

İRKAB Huk: Öldükten sonra kanunî mirasçılarından başka bir kimseye de miras bırakma.

İRKÂB (Rükûb. dan) Bindirme. * Binilecek hayvan verme. * Araba veya gemi gibi bir vasıtaya bindirme.

İRKÂBEN Bindirerek, irkâb suretiyle.

İRKAD Uyutma veya uyutulma.

İRKÂH İnanma, itimad etme, güvenme. * Sığındırma, dayandırma.

İRKAK Köle edinme. Cariye veya köle satın alma. * İnciltme.

İRKAL Hızlı yürüme.

İRKAN Kına yakma, kına sürme. * Safran ağacı, kızılağaç. * Tıb: Sarılık hastalığı.

İRKAS Oynatma, raksettirmek.

İRMA' Atma, fırlatma.

İRMAD Fakir düşme. Sefil olma. * Göz ağartma.

İRMAN f. Arzu, taleb, istek. * Dalkavuk. * Nedâmet, pişmanlık. * Dâvet edilmeden bir yere giden kimse.

İRMEGAN f. Saadet. İkbal, mutluluk, uğurluluk. * Terbiye eden, mürebbi.

İRMİK Buğday gibi hububatdan elde edilen ve helva, çorba yapımında kullanılan iri taneli un.

İRS Karı ile kocadan her biri. (Bak: Irs)

İRS Vefat eden kimsenin vâsi olup malını almak. * Ölen yakın akrabadan kalan mal, miras, mülk. * Bir şeyin artığı. Fâsıla nişanları.

İRSA' Mızrak gibi sivri bir şeyle dürtme.

İRSA' Sağlamlaştırma, sâbit kılma. * Geminin demir atması. * Pâyidar olmak.

İRSA' Yerinden ayrılmama. Mukim olma.

İRSAD Gözetlemek. * Hâzır ve âmâde eylemek. * Mükâfat vermek. * Edb: Secili ve kâfiyeli bir cümlede ses uyumundaki ana sesi önce tanıtıp, ondan sonra gelecek kelimeyi tanıtma sanatıdır. Meselâ:Elemin Kays'a kıyas etme din-i mahzunun, Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnunun.(Baki)Birinci mısrada "Kays" isminin geçmesi, ikinci mısrada ise "Yok idi aklı, ne derdi var idi." denmesi sözün sonunun "Mecnun" olacağını hemen akla getirmektedir.

İRSAH Yerinde tutma, durdurma. Bir şeyi sağlamlaştırma.

İRSAL (Resul. den) Göndermek, gönderilmek, yollamak. * Havale kılma. * Salıvermek. Kendi haline koymak. * Sürü sahibi olmak. * Elçi gönderme.

İRSAL-İ LİHYE Salak bırakma.

İRSAL-İ MESEL Konuşurken meşhur hikmetli sözleri kullanmak."Hakir olduysa millet, şanına noksan gelir sanmaYere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten.""Muini zâlimin dünyada erbab-ı denâettir.Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insâfa hizmetten."(Namık Kemal)

İRSAL-İ RÜSÜL Cenab-ı Hakk'ın insanlara her hususta ve hususen Allah'a itaatte rehber olacak peygamberler göndermesi.

İRSALAT (İrsal. C.) Göndermeler. Gönderilen şeyler.

İRSALİYE Makbuz. * Her hangi bir yere gönderilen eşya veya malların listesi.

İRSAN Muhkem ve sağlam kılma, rasanet verme.

İRSAS Eskitme, yıpratma. Eskitilme, yıpratılma.

İRSAS-I LİBAS Elbisenin yıpranması, eskitilmesi.

İRSEN Miras olarak, anadan, babadan geçmek yolu ile.

İRSÎ Miras ile alâkalı, irse âit ve müteallik.

İRSİYET Verâset. Aile ve soydan geçen benzerlik.

İRŞA' Rüşvet verme.

İRŞAD Doğru yolu göstermek. Akli ve kalbi, mukni ve te'sirli eserler veya sözlerle gafletten uyandırıp hidâyet yolunu göstermek. Cadde-i kürba-yı Kur'aniye yolunda selâmetle devam ettirmek. Allah'a ibadet ve itaata kavuşturmak. Veli bir zâtın, bir kimsenin hidâyete ermesine vesile olması. * Ist: Hak ve hakikatı arayan kimselere bir mürşid-i ekmelin Kur'ânî ve İslâmî eserleriyle veya sözüyle Sırat-ı Müstakim olan İslâmiyet yolunu tanıtması ve tarif etmesi. İmanı kuvvetlendiren ve inkişaf ettiren tahkikî ve yakînî delillerle hak ve hakikatı talim ve tedris etmesi. (Bak: Mürşid)

İRŞADAT (İrşad. C.) İrşadlar. Hak ve hakikatı ve doğru yolu bildirmeler. İkazlar. (Bak: İrşad)

İRŞAF Suyu yavaş yavaş ve yudum yudum içme.

İRŞAK Bir şeye dik bakma. Dosdoğru etme.

İRTA' Zoraki ve istemeyerek gülme.

İRTA' Otlatma veya otlatılma.

İRTAB Dikme veya dikilme.

İRTAC Bir kimsenin sözünü kesme, konuşturmama. * Devamlı yağmur ve kar yağma. * Kapıyı örtme, kapama. * Kıtlık her tarafa yayılma.

İRTAM Hatırlamak için parmağa iplik bağlama.

İRTAT Tenbellik etme. Yerinden kımıldamama.

İRTECEK f. Şimşek, berk.

İRTİA' (Ra'y. den) Otlatma.

İRTİA' Düşünmek, istikbali düşünme.

İRTİAB (Ru'b. dan) Ürkme, korkma.

İRTİAD (Ra'd ve Ri'd. den) Iztırablı ve sıkıntılı olmak. * Deprenme. Titreme.

İRTİAF İleri geçme, ilerleme.

İRTİAS Küpe takma.

İRTİAS Silkinme, sıçrama, deprenme.

İRTİAŞ Ra'şeye tutulma, titreme, sarsılma.

İRTİAŞ-I MEST Sarhoş ve baygın titreyiş.

İRTİBA' Bahar mevsiminde güzel bir yerde oturma.

İRTİBAB Kokulu şeyler yapma. * Bir çocuğu büluğ çağına varıncaya kadar besleme.

İRTİBAH Yükselme, yükseğe çıkma.

İRTİBAK Karışık ve çapraşık bir işe girişme. * Karaca, geyik gibi hayvanların tuzağa düşmeleri. * Bir kazâya uğrama.

İRTİBAK Çamura batma. * Dolanbaçlı konuşma. * Karışma. * Bir işi aksi veya ters gitme.

İRTİBAL Bir malı çoğaltma. Bereketlendirme.

İRTİBAS Dağılma.

İRTİBAS Perişan ve zor durumda kalma. * Pek karışık ve sıkışık olma.

İRTİBAT Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık. * Düşmana karşı cenk için hudutta at sahibi olmak.

İRTİCA Ummak, ümidetmek, rica etmek.

İRTİCA Geri dönmek. Ric'at etmek. Eski hayat tarzına dönmek.(İşte Kur'an'ın bu gibi kudsi kanun-u esasisine irtica namını veren bedbahtlar, vahşet ve bedeviliğin dehşetli bir kanun-u esasisi olarak kabul ettikleri şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: "Cemaatin selâmeti için fert feda edilir. Vatanın selâmeti için eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selâmeti için cüz'i zulümler nazara alınmaz" diye bir tek câni yüzünden bir köyü mahvetmekle bin mâsumun hakkını nazara almaz. Bir tek câninin yüzünden bin adamın kılınçdan geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanması ile binler mâsumu sıkıntıya verdirir. Ve ikiyüz adamı kurşuna dizilmesini o bahane ile nazara almaz. Birinci Harb-i Umumî'de üç bin adamın câniyane siyaset hatalariyle otuz milyon biçâre nev'-i beşer aynı harpde mahvedildiği gibi, binler misaller var. İşte bu vahşiyâne irticaın bu dehşetli zulümlerine karşı gelen Kur'an şakirdlerinin Kur'anın yüzer kanun-u esasîsinden $ âyetinin ders verdiği kanun-u esasisi ile adâlet-i hakikiyeyi ve ittihadı ve uhuvveti te'min etmeğe çalışan ehl-i iman fedakârlarına "mürteci" namını verip onları müttehem etmek, mel'un Yezid'in zulmünü, adalet-i Ömeriyeye tercih etmek misillü en vahşi ve zâlimane bir engizisyon kanununu, beşerin en yüksek terakkiyatına ve adaletine medar olan Kur'an'ın mezkûr kanun-u esasisine tercih etmek hükmündedir. Emirdağ L.) (Bak: Medeniyet, Mürteci')

İRTİCAC Çalkanmak. Heyecana gelme. * Sarsıntı. Muztaribane hareket etmek.

İRTİCAC-I DERYÂ Denizin kabarması, dalgalanması.

İRTİCAF (Recfe. den) Sarsma, sarsıntı, çalkalama. Tahrik.

İRTİCAÎ (İrticaiye) İrtica ile alâkalı.

İRTİCAL(EN) Hazır cevaplılık. Düşünmeden ve birdenbire açıkça güzel söz veya şiir söylemek.

İRTİCALİYYAT Düşünmeden, içinden doğarak söylenen sözler.

İRTİCAM Birşey üstüste katlanma.

İRTİCAN Adamın işi gücü bozulma.

İRTİCAS Gök gürleme. * Top bürünme.

İRTİCAZ Kısaltma, ihtisâr.

İRTİDA' Süt emmek.

İRTİDA (Ridâ. dan) Örtünme, bürünme.

İRTİDA' Dinin yasak ettiği şeyleri yapmama, geri durma.

İRTİDAD Din değiştirmekle mürted olmak. İslâmiyetten çıkarak dinsiz olmak. * Geri dönmek. (Bak: Mürted)

İRTİDAF (Redif. den) Ardından gitme, ardına düşme, peşinden koşma.

İRTİFA' Yükseklik. * Yukarı kalkmak. Kaldırmak. Terakki.

İRTİFA ALMAK Öğle vakti, güneşin yüksekliğini ölçerek zamanı belirlemek. * Yükselmek.

İRTİFAD Kazanma, kesbetme, kazanıp kâr etme.

İRTİFAEN Yükseklikçe, yükseklik bakımından.

İRTİFAK Bir yere dayanma. * (Kap) dolma. * İhtiyaç duyma. * Arkadaşlık etme. * Tıb: İki kemiğin hareketsiz kalmak üzere mafsallanması.

İRTİFAS Fiatların yükselmesi, pahalılık.

İRTİGAB (Rağbet. den) Heveslendirme, isteklendirme, rağbet ettirme.

İRTİHA' Katılma, karışma.

İRTİHAL Bir yerden başka yere göçmek, gitmek. Nakl-i mekân etmek. * Ölmek.

İRTİHAL-İ DÂR-I BEKÂ Dâr-ı bekaya göçme. Ölme.

İRTİHAN (Rehn. den) Bir şeyi rehin olarak alma veya alınma.

İRTİHAS Ucuz saymak veya sayılmak.

İRTİHAŞ Rahatsız olma, huzuru kaçma. Sıkıntı ve ıztırâb içinde bulunma.

İRTİHAZ Rezil rüsvay olma. Kepaze olma.İRTİKA' : Yükselme, yukarı çıkma. * Daha yüksek yerlere ve mevkilere erişme. Yüksek derecelere ulaşma.

İRTİKÂ' Güvenme, dayanma.

İRTİKÂB Bir işe girişmek. * Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak. * Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak.

İRTİKAB Bekleme, gözleme. * Ümit etme, umma.

İRTİKAK Söz gücü olan kimsenin, söz söylemekten âciz kalması.

İRTİKAM Yığılma, üst üste birikme.

İRTİKAS Baş aşağı olmak. * Bir hâdiseye yakalanmak.

İRTİKAŞ Harpte askerlerin birbirine karışması.

İRTİKAZ Çocuğun, ana karnında kımıldaması. * Çalkanıp durma. * Acı çekme, ıztırâb duyma.

İRTİKAZ (Rekz. den) Dikilme. * Bağlanma. * Tıb: Nabız atma.

İRTİMA' Birbirine atışma.

İRTİMAS Suya dalma, dalıp gitme. Dalgıçlık.

İRTİMAZ Iztırab ve acı içinde kıvranma. * Remzetme.

İRTİMAZ Yerinden kaldırıp sıçratma. * Birini koruma, himâye etme.

İRTİSA' Dişler sık olma. * İki şey, birbirine bitişik olma. * Taneleri, iki taş arasında döğüp parçalama.

İRTİSAD İstif etme. Birbiri üstüne düzgün bir şekilde yerleştirme.

İRTİSAM Resmedilmek, resmi çıkmak, resimli ve nişanlı olmak. * Emrolunan şeye imtisâl etmek. * Cenâb-ı Hakkı tekbir ve O'na ilticâ etmek.

İRTİSAS Yayılma, meşhur olma, şüyu bulma, şâyi olma.

İRTİŞA' Rüşvetçilik. Rüşvet almak.

İRTİŞAF Emerek ve azar azar içme. * Tıb: Vücudun her hangi bir yerinde toplanan suyun, dışarı atılması.

İRTİŞAH (Reşha. dan) Sızma, terleme.

İRTİTAC Konuşurken kekelemeye başlama, dili tutulma.

İRTİVA' Suya içerek kanma. * Tıb: Vücuttaki organ ve eklemlerin kuvvetlenip kalınlaşması.

İRTİVAH Nöbetle çalışma.

İRTİYA' Ürkme, korkma.

İRTİYAB Duraklama, şüphelenme, tereddüt.

İRTİYAD Bir kimseden bir şey isteme.

İRTİYAH (Rîh. den) Genişleme, ferahlama, feraha erme. * Rüzgârlanıp rahatlama.

İRTİYAZ Riyâzet yapma, nefsine eziyet etme.

İRTİZA' Bir şey eksilme, ziyân görme.

İRTİZA' (Rızâ. dan) Memeden süt emme.

İRTİZA-İ SABİ Çocuğun süt emmesi.

İRTİZA' (Rıza. dan) Razı olma, rıza gösterme, uygun ve münasib bulma. Kabul etme. * Beğenme, seçme.

İRTİZAH Biraz bahşiş alma. * Özür dileme.

İRTİZAK (Rızk. dan) Rızık alma, rızıklanma.

İRVA Bolca sulamak. Suya kandırmak. * Birisine hadis veya şiir rivayet ettirmek.

İRVA VE İSKA Sulama, suya kandırma.

İRZA Bir kimseyi râzı etmek, gönlünü yapmak, kandırmak.

İRZA-Yİ TARAFEYN İki tarafı anlaştırma, râzı etme.

İRZA' Meme vermek, süt emzirmek veya emzirilmek.

İRZA Çayırlık. Otluk yer.

İRZAK Rızıklandırmak, maddi veya mânevi ihtiyacını vermek.

İRZİZ Dik ses. * Titreme. * Dolu tânesi.

İS Dumandan hasıl olan siyah madde. Kurum.

İSA (A.S.) Dört büyük peygamberden birisidir. Hakiki Hristiyanlık dininin peygamberidir. Kur'an-ı Kerim'de meziyet ve senası geçmektedir. İncil, mukaddes kitabıdır. Vahiy ile kendine gönderilmiştir. Ancak kendisinden sonra Havarileri tarafından yazılmıştır.(İncil'in bir yerinde İsa (A.S.) demiş: "Ben gideceğim; tâ dünyanın reisi gelsin." Acaba Hz. İsa (A.S.)'dan sonra dünyanın reisi olacak ve hak ve bâtılı fark ve temyiz edip Hz. İsa'nın (A.S.) yerinde insanları irşad edecek, Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) başka kim gelmiştir? Demek Hz. İsa (A.S.), ümmetine dâima müjde ediyor ve haber veriyor ki: Birisi gelecek; bana ihtiyaç kalmayacak, ben onun bir mukaddemesiyim ve müjdecisiyim. M.)

İSA' Zenginleştirme veya zenginleştirilme. * Genişletme.

İSA' Teselli verip sabra irşad etmek.

İSABET Ecir, mükâfât, karşılık vermek. * Doldurmak.

İSABET Rastlamak. Doğruca varıp erişmek. Doğru düşünmek, matluba uygun iş işlemek.

İSABET-İ AYN Göz değmesi, nazar değmesi.

İSABET-İ RE'Y Fikir doğruluğu. İsabetli ve yerinde bir düşünce.

İSABETKÂR f. Doğru rastlayan. İsabetli.

İS'AD Yükseltmek, yukarı çıkarmak. * Mekke-i Mükerremeye gitmek.

İS'AD Mes'ud etmek. Mübarek eylemek. İâne, yardım etmek.

İSAET Bir işte ihmal ile zarar verme.

İSAET (Sû'. dan) Kötü iş işlemek. Kötülükte bulunmak. Yaramazlık.

İS'AF Birisinin arzusunu, istediğini kabul etmek ve yerine getirmek.

İSAF Asr-ı saadetten evvelki câhiliyet devrinde Mekke putlarından birinin adı.

İSAF Eseflendirmek. Esef vermek. * Hışım ve gadab etmek. Öfkelenmek.

İSAGA Kalıba dökme veya dökülme.

İSAGA Kolaylıkla ve rahatlıkla yutulma.

İSAGA-İ TAAM Yemeğin kolaylıkla yutulması.

İSAH (Vesah. dan) Kirletme veya kirletilme.

İSAKA Akıtma. * Arkadan sürme. Sevk etme.

İSAL Ulaştırmak, vâsıl etmek. Yetiştirmek.

İSALE Akıtmak, dökmek. * Seyyal kılmak. Cereyan ettirmek.

İSALE-İ DÜMU' Gözyaşları dökme, ağlama.

İSAM Günaha sokmak, günaha sokulmak.

İSAM (İsm. den) Ceza. Bir kabahat veya suçun gerektirdiği netice, karşılık.

İSAR Kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek, cömertlik, ikrâm. * İhtiyar etmek. * Yumuşatmak. * Dökmek, serpmek. Saçmak.(...Sahabelerin, sena-i Kur'aniyeye mazhar olan "İsar hasletini" kendine rehber etmek, yâni hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek; ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-ı maddiyeyi istemeden ve kalben taleb etmeden, sırf bir ihsan-ı İlâhî bilerek, nâsdan minnet almıyarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır.(Çünki hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada bir şey istenilmemeli ki ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez; belki verilir. Verildiği vakitte, hizmetimin ücretidir denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârane başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmek $ sırrına mazhariyetle, bu müdhiş tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir... L.)

İ'SAR Sürçtürmek, ayak kaydırmak. * Zemmetmek, kötülemek.

İ'SAR Fakirlik. * Borçluya karşı takaza etmek, sıkıştırarak alacağını istemek, güçleştirmek.

İ'SAR İkindi zamanında bulunmak. * Kızın gelinlik çağına gelmesi. * Kasırga.

İSAR Sargı, bağ. * Esirlik, kölelik.

İSAR Keçinin memesine takılan torba, kese.

İSAR Zengin, maldâr olmak; gani olmak.

İS'AR Narh koyma, fiat veya pahâ biçme.

İS'AR Çocuğun diş çıkarması.

İSARE Esir etmek ve gezdirmek. * Bağ, bend.

İSARE Koparmak, kaldırmak. * Tozu havaya kaldırmak.

İSAS Çok sık ve uzun saç veya bitki.

İSASE Zenginlik, servet. * Göz ucuyla bakma. * Cemiyet, topluluk.

İSAVE Gammazlık, ağız karalığı.

İSB Kasık tüyü.

İSBAH (Sebh. den) Yüzdürme, suda yüzdürülme.

İSBAL (Sebl. den) Yollama, gönderme veya gönderilme.

İSBAT Doğruyu delil göstererek meydana koymak. Delil ve şâhitle bir fikrin sıhhatını göstermek. İtiraf, ikrar ve tasdik etmek. * Sabit ve muhkem kılmak. * Bâki ve pâyidar eylemek. * Delil. Bürhan. Şâhit. (Bak: İman-ı bil-âhiret)

İSBAT-I HÜNER Maharet ve hüner gösterme.

İSBAT-I VÜCUD Hazır bulunma. Varlığını gösterme.

İSBAT Bir hastalığın devamlı olması, müzmin oluşu, ayak kaydırma.

İSBATİYECİLİK (Fr: Pozitivizm) Fls: Bu felsefe nazariyesine göre, isbat yolu ile yakîn, şüphesiz bilginin elde edilebilmesi, tecrübelerle müşahadelerle ve vakıalara istinaden mümkün olacağı iddia edilir. İsbat şeklini ve sahasını daraltıp sadece maddiyata münhasır kılan bu anlayış yalnız maddiyata ait mes'eleler için doğrudur.(Bir şeyden uzak olan bir kimse yakın olan adam kadar o şeyi göremez. Ne kadar zeki olursa olsun, o şeyin ahvali hakkında ihtilâfları olduğu zaman yakın olanın sözü muteberdir. Binaenaleyh Avrupa feylesofları maddiyatta şiddet-i tevaggulden dolayı imân, İslâm ve Kur'ân'ın hakaikından pek uzak mesafelerde kalmışlardır. Onların en büyüğü yakından hakaik-ı İslâmiyeye vukufu olan âmi bir adam gibi de değildir. Ben böyle gördüm, nefs-ül emir de benim gördüğümü tasdik eder. Binaenaleyh şimşek, buhar gibi fenni meseleleri keşfeden feylesoflar Hakk'ın esrarını Kur'ân nurlarını da keşfedebilir diyemezsin. Zira, onun aklı gözündedir. Göz, kalb ve ruhun gördüklerini göremez. Çünkü kalblerinde can kalmamıştır. Gaflet o kalbleri tabiat bataklığında çürütmüştür. M.N.) (Bak: Rasyonalizm)

İSBİ' (C.: Esâbi) Parmak. * Ölçü parmağı, arşının yirmidörtte biri. (Türkçede: $ telaffuz edilir.)

İSEVÎ Hz. İsa'nın (A.S.) dininden olan. Nasrani. Hristiyan.

İSEVİYYET Hristiyanlık.

İSFAR Sabah namazının ortalık aydınlanırken kılınışı.

İSFENC Sünger.

İSFENCE (İsfencî) Süngere benzer, sünger biçiminde, süngerimsi.

İSFENCİYE Süngerler.

İSFEND Şarap.

İSFENDAN f. Beyaz biber tohumu. * Akçaağaç.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   80   81   82   83   84   85   86   87   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin