düşünceye
dayanarak, “Türk Terakki Takvimi” adı verilen
sistemdir. Her iki takvim de Bakanlar Kurulu kararıyla yü-
rürlükte olduğu için, nüfus kâğıtlarına, bazen birinci bazen
de ikinci sisteme göre tarih düşürülmüş olması, tarihi bile
şaşırtacak karışıklıklar doğurmaktadır. Selim’in babası, he-
men her babanın yaptığı gibi, oğlunu kütüğe, doğumundan
yedi yıl sonra kaydettirdiği için, yukarıda bahsedilen ikilik
bir yana, bir de nüfus memurunun yanında doğum tarihini
tam olarak hatırlayamaması (günler, aylar, hatta yıllar ne
kadar birbirine benziyordu) Selim’in başlangıcını
daha da
karışık bir duruma sokuyor.
Mısra 14 ve sonrası:
Doğumu önemlidir...
İsa’dan tam 1936 yıl sonra dünyaya gelen Selim’in doğu-
mu yalnız kendisi için mi önemlidir? O tarihte orta yaşlı bir
adam olan Numan Beyin “erkek evlat” istemesi, bunak de-
denin bir torun özlemi içinde olması -henüz oğlunu toru-
nundan ayıracak kadar aklı başındaydı-
ufak tefek annesi-
nin bu ağır yükü dokuz aydan beri karnında taşımasının
sabırsızlığı ve tutunanların yeni bir av bekleme heyecanı da
bu doğumun önemini artırıyordu.
Annesi, yapılan hesaplara göre, karnında Selim’i, taşıma
süresinden biraz fazla tutmuş. Selim’in sonradan bütün çıp-
laklığıyla ortaya çıkan sabırsızlığında
bu beklenmedik ola-
yın da payı olmalı. Müzeyyen Hanımın karnındaki şişkinli-
ğin çok sivri bir biçim aldığını gören komşu kadınlar, “Mu-
hakkak kız olacak,” sözleriyle Numan Beyi ümitsizliğe sev-
ketmişler. Bu kocaman şişkinlik, bir de kız olsaydı, Numan
Bey ve kısa boylu erkekler için büyük bir ümitsizlik kayna-
ğı haline gelecekti.
Söylentilere göre, Selim; doğduğu zaman beş kilo sekiz yüz
160
gram geliyormuş. Bir taşra kasabasında, ebe eliyle doğan bir
çocuğun ağırlığının gramına kadar
tespit edilmiş olduğuna
inanamıyorum. Zaten Selim de, bu miktarı ona kimin söyle-
diğini ve bu sayının nereden aklında kaldığını bilmiyor. Tartı
işleminin, bir kasaba götürülerek yapılmış olabileceğini ileri
sürüyor. Ben pek ihtimal vermiyorum. Kasaba götürmüşler-
se, herhalde çıplak olarak sokağa çıkarmamışlardır. Bu du-
rumda da, ya kundağıyla tartmışlardır ki, o zaman verilen sa-
yının net değil brüt olduğunu kabul etmek gerekiyor; ya da
Selim’i kasapta soymuş olabilirler.
Temizliğiyle bilinen Mü-
zeyyen Hanımın buna razı olması ve açıkta çengellere asılı
etlerin çevresinde sineklerin uçuştuğu bir kasap dükkânında,
soğuk bir sonbahar günü Selim’in çıplak bırakılıp pis terazi-
ye konulması, bana uzak bir ihtimal olarak görünüyor.
Başparmağını emmesinin de yalnız Freud açısından yo-
rumlanmasını eksik buluyorum. Selim bile, bu hareketinde
beslenme içgüdüsünün önemli bir payı olduğunu düşüne-
rek, bu stanzanın ilk taslağında, şu mısralara yer vermiş:
Başparmağını emdi, evde koptu kıyamet
Dostları ilə paylaş: