Kelime ve yalnızlık...
“Önce Kelime vardı,” diye başlıyor Yohanna’ya göre İncil.
Kelimeden önce de Yalnızlık vardı. Ve Kelimeden sonra da
var olmaya devam etti Yalnızlık... Kelimenin bittiği yerde
başladı; Kelime söylenemeden önce başladı. Kelimeler, Yal-
nızlığı unutturdu ve Yalnızlık, Kelimeyle birlikte yaşadı in-
sanın içinde. Kelimeler, Yalnızlığı anlattı ve Yalnızlığın için-
de eriyip kayboldu. Yalnız Kelimeler acıyı dindirdi ve Keli-
meler insanın aklına geldikçe, Yalnızlık büyüdü, dayanıl-
maz oldu.
151
Selim Işık yalnızlığını Kelimelerle besledi. Kelimelerin an-
lamını bilmeden önce tanıdığı yalnızlığı Kelimelerin içinde
yetiştirdi. Eski yaşantılarının hastalığından yeni kalktığı sı-
rada, aldırışsız Kelimeler konuşurken, eski yaraların eski
Kelimelerinin göğsüne saplandığını duydu birden; sustu
kaldı. Kelimeler, yalnızlığını yaşamasına da bırakmadılar
onu. Her yandan kuşatıp saldırdılar. Kullandığı Kelimeler de
dönüp ezdi onu, soluksuz bıraktı. Sonra, yatağından fırladı
birden Selim; bütün Kelimeleri ve yaşantılarını ezdi ayağının
altında. Güneşe çıktı. Güneş, gözünü acıttı bir süre sonra,
perdelerini kapayıp Kelimelerin karanlığına döndü. Birta-
kım Kelimeler bağışladı onu; aralarında gene yaşamasına
izin verdiler. Bu Kelimelerle birlik olup amansızca saldırdı-
lar başka Kelimelere: aşağılayan, ezen, soluk aldırmayan Ke-
limelere. Yendi, yenildi; sonunda gene yenildi Kelimelere,
Kelimelerle birlikte açtığı savaşta. Yalnızlık hep oradaydı.
Büyük kelimelerden her zaman kaçındı ve büyük kelime-
ler kullandığını gördü. Küçük kelimeleri kendine yakıştıra-
madı; oysa küçük kelimelerle suçlandı ve kendini küçük
kelimelerle savundu. Bütün insanlar, ellerini uzatarak işaret
parmaklarıyla suçladılar onu, kelimeleri yüzünden. Herke-
se ihanet etmişti. Burhan, Metin, annesi, Sabri, babası, Mi-
mar Cemil ve daha birçok kimse vardı. Metin: “Ben keman
çalarken ve Türkçe tango dinlerken benim adıma utanmaya
ne hakkın var?” diye soruyordu. Burhan saldırıyordu: “Her
gün benimle birlikte yaşadın, seni sevdiğime hiçbir zaman
inanmadın.” Annesi ihmale uğradığını söylüyordu. Babası:
“Bana hep isyan ettin; küçümsedin beni!” diye tepiniyordu.
Bazı okumuş arkadaşları da, kültürsüzlüğüne bakmadan gi-
riştiği işlerle acı acı gülerek alay ediyorlardı. Sabri: “Ayağım
kokuyor diye beni sevmedin,” diyordu. Bazılarını dinlerken
yüzünde bir sıkılma izi belirirmiş, birinin yanında ötekin-
den utanırmış, dilencilere sadaka vermezmiş, Kenan’la Al-
152
man hayranı diye alay edermiş, biraz bilince siz anlamazsı-
nız diye azarlarmış, sıkışınca kaçarmış, bekletir aramazmış,
kadınların bacaklarına bakarmış, bu yaşa gelmiş daha...
Herkes davacıydı. Sonra, hep birlikte, “Bizi başkalarına çe-
kiştirdin!” şarkısını çok sesli kanon biçiminde söylediler.
Birden İsa göründü, hepsini dağıttı: “Hadi bakalım, her-
kes işine,” dedi. Birlikte havalandılar; yüksekçe bir yere çı-
kıp başbaşa oturdular. Ruhun güzelliğinden filan bahsetti-
ler. İnsanlardan çektiklerini anlattılar, vaktin nasıl geçtiğini
anlamadılar. Hava kararırken İsa, izin isteyip ayrıldı: yukar-
da babası bekliyormuş.
İsa’ya da ihanet etmişti çaresiz. Konuşmaları öyle tatlı bir
yönde gelişmişti ki, ona da her şeyi söyleyememişti. Kadınla-
rın bacaklarına baktığından bahsedememişti bir kere. (Ama
o, her şeyi biliyordu - olsun gene de anlatmalıydı; aralarında
gizli saklı bir taraf kalmamalıydı.) Sonra -bunu kendine bile
söylemekte zorluk çekerdi- tanıdığı bütün kadınlarla düşün-
cesinde zina ettiğini saklamıştı. Bütün bunlar yetmiyormuş
gibi, bu meseleleri küçümseyen bir tavırla konuşmuştu
İsa’yla. Fakat, O da çok yüksekten atmıştı; bazı meselelerin
varlığından habersizmiş gibi davranmıştı. Selim bunları,
odasında, tavana bakarak düşündü durdu. Sonunda dayana-
madı, kalktı; Lefter’in meyhanesine gitti. Orada, bir daha
ihanet etti İsa’ya. Haluk’la oturup adamcağızı bir güzel çekiş-
tirdiler. Cinsel meselelere ilgisizliğinin ondaki bir eksiklik-
ten ileri geldiğine karar verdiler sonunda. İnsanı tanımak is-
tiyorsa her yönüyle kabul etmeli onu, dediler. İsalığını bil-
meliydi. İnsan, hareketlerine engel olabilirdi; fakat düşünce-
lerini nasıl durdurabilirdi? İnsan tabiatına bu kadar aykırı
bir şey olamazdı. Düşünce suçundan söz etmek anayasaya
aykırıydı. Benim de suçum bu kadar olsun, razıyım, dediler
birbirlerine. Papazlar hakkında müstehcen fıkralar anlattılar;
kendi adamlarına sahip çıksın önce; önce dinini yayanlara
153
söz geçirsin de, dediler ondan sonra... Sonra Hilmi onları ba-
ra götürdü. İyi olamadık, bari kötü olalım, dediler.
Babana söyleseydin, Freud’u yaratmasaydı, dediler. İkiniz
de Yahudi’siniz; birbirinizden utanın, dediler. Yavrum senin
adın Hülya mı? dediler. Bacakların ne kadar güzel, dediler.
Bu barda çalışan Maria Magdalena diye bir kadın var mı?
dediler. Kadın anlamayınca yüksek sesle güldüler. Terden
sırılsıklam oluncaya kadar dansettiler. Sabaha kadar içtiler.
Yolda eve giderken birbirleriyle kavga ettiler. Selim düştü,
ayağı burkuldu.
Bir hafta yattı evde, şiş ayağının üstüne basamadığı için.
(Ötekilere bir şey olmamıştı.) İçkiyi bırakmaya karar verdi.
Durmadan İncil okudu. Can sıkıntısıyla günler geçti. So-
nunda dayanamadı; oturdu, İsa’ya kısa bir mektup yazdı:
Sevgili İsa,
Bütün olanlar için özür dilerim. Kabahatin bende oldu-
ğunu biliyorum. Günlerdir durmadan seni düşünüyorum.
Kitabını elimden bırakmıyorum. Bütün meselelerde sen
haklısın. Bugün düşündüklerimi, seninle birlikte olduğu-
muz gün bilseydim, her şey başka türlü olurdu. Fakat, gö-
receksin, bir daha buluşursak nasıl istediğin gibi bir adam
olacağım. O kadar değiştim ki beni tanıyamayacaksın. Çar-
şamba günü annemler evde yoklar. Gelebilirsen rahat rahat
konuşuruz.
Seni-Seven
Selim
İsa gelmedi.
154
Mısra 12:
Dostları ilə paylaş: |