kanmış göründü. Onun, sevinçle, düşüncelerini kabul ettir-
mesine göz yumdu.
Daha çok genç, Olric. Duygu ve düşün-
celerinin etkisini görmeye ihtiyacı var. Ona yardım etmeli-
yiz. Onu kırmamalıyız. Birkaç saat içinde bir insanın dü-
şüncelerini değiştirebildiğini görmek ona gurur verecektir:
kendi düşüncelerini değerlendirmesini kolaylaştıracaktır.
Bizi de daha çok sevecektir. Kendisini ispat etmesine fırsat
verelim. Ya büyüyünce uslanmaz bir eleştirmeci olursa,
efendimiz? Buna engel olmaya zaten gücümüz yetmez, Ol-
ric. Onu biz bozmayalım. Bırakalım anlatsın,
döksün için-
dekileri. Ona, ayıklama imkânı verelim. Birçok gerçeği ka-
bul ettiğimiz gibi, onun gerçeğini de kabul edelim. Heye-
canlarının körleşmesine yol açmayalım. Bizim gibi sabaha
kadar
düşünecek değil ya; birazdan uykuya dalar.
Onu uyurken seyrettiler. Düşünceleri, kimseyi rahatsız
etmesin diye koridora çıktılar. Turgut sigara içti ve koridor
ışığının aydınlattığı kadar dışarıya baktı.
Gazetecinin adresini aldılar: ona yazmaya söz verdiler.
Birkaç güne kadar taşınacakları için ona adreslerini vereme-
diler. Onu da bir peronda bıraktılar el sallayarak.
Trendeki yaşayışın görgü kurallarına alıştırdılar kendile-
rini. Kompartımana yeni gelenlerin bavullarını yerleştirme-
lerine yardım ettiler, tuvaletin kapısı önünde sabırla bekle-
mesini öğrendiler, kompartımanda
herkesle birlikte uyuma-
ya çalıştılar. Turgut, yıllardır özlediği uzun yolculuğun tadı-
nı çıkarıyordu. Bu yaşayışa kendini o kadar kaptırmıştı ki
gece uyumayan çocukların ağlamasına bile aldırmıyordu.
İleride sizi bekleyen bir istasyon daima vardı ve bacakları-
nızın uyuşmasını gidermek her zaman mümkündü peronda
dolaşarak.
İyi ve kötü trenlerde yolculuk ettiler. Bir trende, istasyon-
da durdukları zaman ışıklar sönüyordu. Bazen saatlerce
715
karşı yönden gelen treni bekliyorlardı karanlıkta. Bazısının
da kompartıman kapıları kilitlenmiyordu. Aynı zamanda
yavaş giden bu trenlere yolda hırsızlar atlayarak yolcuların
eşyasını çalıyorlarmış. Her şeye razı oluyorlardı. Genç gaze-
teciye adresleri olmadığını söylemeye utanmışlardı. Oysa,
treni adres olarak gösterebilirlerdi. Nasıl düşünememişlerdi
bunu? Fakat,
hangi treni gösterecektik, efendimiz? Her
trenden inerken kondüktöre haber bırakabilirdik, Olric. İn-
san bir evden taşınırken nasıl eski evine yeni adresini bıra-
kırsa, öyle yapabilirdik. Çocuk gibi oldunuz, efendimiz.
Evet, çocuklaşıyorum Olric: trencilik oynuyorum. Bütün
oyunları nasıl oynamışsam bunu da öyle oynayabilirim Ol-
ric: istediğim gibi. Trenin dışında, duran dünyaya aldırmı-
yorum artık. Gazeteciyi bile dışımızda, geride bıraktık.
Onunla inmeyi düşündüm bir an için. Onunla yeniden dü-
şünmeye başlamayı istedim. Yeni bir düzenin içine girmek-
ten korktum, Olric. Belki de -dediğin gibi- biz artık bir ya-
nımızla onlardan uzaktayız. Bunu, onlara hiçbir zaman bel-
li etmeyeceğiz. Yolumuza çıkan herkese saygı göstereceğim.
Bırakalım bunları artık, Olric. Tren yavaşladı: bir istasyona
yaklaşıyoruz. Aşağı inip bacaklarımızı dinlendirelim biraz.
Trenden indiler, perondaki insanların arasına karıştılar.
Yolcular, Turgut Özben’den ve onun aklından çıkmayan Se-
lim Işık’tan habersiz, trene binmenin telaşı
içinde koşuşu-
yorlardı. İstasyon binasının önünde duran hareket memu-
ru, kimseye bakmadan dalgın dalgın yürüyen ve kendi ken-
dine mırıldanan bu adama dikkatle baktı. Sonra, karşı yön-
den bir tren geldi: istasyona girdi. Yolcular ve Turgut, trenin
arkasında kayboldular.
716