Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni dönem
Moda bir ifadeyle söyleyecek olursak, Türkiye-ABD ilişkilerinde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bunalımlı bir sürecin ardından ve üstelik hoyratlığa varan tarzda burnu sürtülmesine rağmen kendi tercihi ve çabasıyla yeniden ABD’nin insafına sığınmış bir Türk burjuvazisi/devleti gerçeği var karşımızda bugün. Bu elbette bundan böyle Türk burjuvazisinin/devletinin ABD’nin her isteğine olduğu gibi boyun eğeceği anlamına gelmez. Fakat artık ne pazarlık(349)ve ne de direnme gücünün eskisi gibi olmadığı da kesindir. Dahası halihazırda gündemde emperyalist efendiye sadakatte Irak sınavını geçememiş bir uşağın bunu yeni sınavlarla telafi etmesi sorunu da var.
Bütün bunları tam olarak yerli yerine oturtabilmek için son günlerde AB cephesinde yaşanan derin krizi ve bunun Türkiye için anlamını da hesaba katmak gerekir. Fransız emekçileri Türkiye açısından çifte anlamı olan bir iş başardılar. Ortaya koydukları red tutumuyla ilkin, AB’nin bir demokrasi ve refah projesi değil, tersine emekçiler payına neo-liberal yıkıma dayalı emperyalist bir odaklaşma projesi olduğunu göstermiş oldular. AB projesi Alman ve Fransız işçisinin Polonya işçisi düzeyine düşürülmesi anlamına geliyordu; Fransız emekçileri bunu aynen böyle gördüklerini bir biçimde söylemiş oldular. Bu, Türk burjuvazisinin Türkiye emekçilerini AB hayalleriyle sersemletme çabalarına vurulmuş önemli bir darbe sayılmalıdır. İkinci olarak, Fransa ve Hollanda’daki reddin ardından AB genişlemesinin sınırları önemli bir sorun haline geldi ve artık herkes Türkiye’nin kesin olarak bu sınırların dışında kalacağını söylemeye başladı. Gerçekte bu son gelişmelerden önce de böyleydi. Fakat artık onu ikiyüzlü ve aldatıcı bir seremoni olarak sürdürmek bile önemli ölçüde olanaklı olmaktan çıktı.
Bu Türk burjuvazi payına basitçe, ABD ile kaderini daha sıkı bir biçimde birleştirme zorunluluğu anlamına geliyor. Sorun açıktan böyle konulmasa da fiiliyatta artık tüm hesaplar ve planlar buna göre yapılıyor. Bazı düzen kalemleri bunun Türkiye için daha hayırlı bir yol olduğunu, böylece AB’yle uyumun biçimsel yüklerinden de kurtulma olanağı doğduğunu daha şimdiden seslendirir oldular. Baskı ve terörün yeniden dizginlerinden boşalması, faşist çetelerin sokağa salınması, Kürdistan’da kirli savaşın ve katliamların tırmandırılması, Kürtçe şarkı söylemenin bile yeniden ceza konusu haline(350)gelmesi, fazlasıyla iğreti duran AB makyajının son zamanlarda iyiden iyiye dökülmeye başlaması, yeni duruma fiili uyumun ilk göstergeleri sayılmalıdır. Amerika’ya daha çok mecbur kalmak ve bağlanmak demek, aynı zamanda içerde baskı ve terör rejimini dizginsizce uygulayabilme olanağı da demektir. Türk burjuvazisi bunun böyle olduğunu biliyor, yeni duruma bu gözle bakıyor ve uygulamada da artık gitgide daha çok buna göre davranıyor.
Fakat yeni durumun asıl önemli sonuçları kendini dış politika alanında gösterecektir. ABD’nin iyi bilinen ve üzerine çok tartışılan bir Büyük Ortadoğu Projesi var. Bu saldırgan projenin güncel hedefleri arasında ise Türkiye’nin iki önemli komşusu olarak İran ve Suriye var. Bu henüz bu ülkelere yönelik dolaysız bir savaş planı anlamına gelmiyor. Irak batağına düşeli beri ABD emperyalizmi savaşa dayalı bir müdahaleyi artık eski pervasızlıkta düşünemiyor. Fakat sonuçta işlerin bir biçimde buraya varması da bir önemli olasılık olarak ortada duruyor. Günü geldiğinde resmen açıklansın ya da açıklanmasın, sonuçta Türkiye’nin bu türden bir emperyalist saldırı savaşı için bir kez daha ABD üssü olacağından bugünden kimsenin kuşkusu olamaz. Tüm sorun Türk ordusunun bu saldırı savaşında doğrudan göreve alıp almayacağında düğümleniyor. ABD tüm gücünü ve avantajlarını kullanarak Türkiye’yi bu kez böyle bir batağın içine çekmek isteyecektir. Sonucun ne olacağı üzerine şimdiden kesin bir kestirimde bulunmak olanaklı değildir. Zira durduk yerde ve sırf ABD ile İsrail’in saldırgan emperyalist hesapları uğruna böylesi bir ağır suça bulaşmak, en sadık Amerikan uşakları için bile Ortadoğu gibi bir bölgede ve Türkiye gibi bir ülkede o kadar kolay bir iş değildir. Fakat hareket ve manevra alanı bugün iyice daralmış durumdaki Türk burjuvazisi bu batağa bir biçimde batarsa, abartmasız biçimde bu onun için sonun başlangıcı olacaktır.(351)
Fiili savaş durumunda ne olacağı bugün açıkta bırakılsa bile, bunun ötesinde Ortadoğu halklarına karşı kurulmuş bulunan ABD-İsrail-Türkiye ekseninin yeni dönemde daha da güçleneceğinden kuşku duyulmamalıdır. Türk burjuvazisi ve devleti bu konuda üstüne düşeni bugüne kadar zaten fazlasıyla yapmış durumdadır ve bundan sonra daha fazlasını yapmak zorunluluğu ile yüzyüzedir.
Yine de özellikle Kürt sorunu bu saldırgan eksenin zayıf halkası olarak durmaktadır. ABD-İsrail ikilisi Güney Kürdistan’da yaratmış bulundukları mevziyi güçlendirmek için gerekeni yapacaklardır. Irak direnişi dışında buna ilişkin hesapları bozacak herhangi bir etken yoktur artık. Güney Kürdistan’ın güçlendirilmesi ise katlı biçimde Türkiye’deki Kürt sorununun ağırlaşması demektir. Bu ağırlık bir yandan Barzanilerin “Büyük Kürdistan” hedefinden ve öte yandan Güney örneğinden hareketle Kuzey Kürtlerinin daha da büyüyecek özgürlük isteminden beslenecektir.
Bu, Türk burjuvazisi için olduğu kadar onu kendi saldırgan politikalarının bölgesel vurucu gücü olarak kullanmak hesabındaki ABD emperyalizmi için de çözümü zor bir açmaz demektir. Bunca yılın inkar ve imha politikasının ardından Kuzey Kürtlerini bir ölçüde tatmin edip yatıştıracak bir kısmi çözüme geçmek Türk burjuvazisi için kolay olmayacaktır. Hele de İmralı’ın sunduğu tarihi değerdeki fırsat önemli ölçüde harcanmışken ve bu arada Güney’de bir Kürt devleti şekillenmişken.
Dostları ilə paylaş: |