Kürt sorunu üzerinden kuşatma ya da Güney Kürdistan açmazı
Güney Kürdistan üzerinden bağımsız bir Kürt devleti, Türk burjuvazisinin en büyük tarihi korkularından biriydi ve bu, bugün fiilen artık gerçeğe dönüşmüş bulunmaktadır. Barzani’nin yakın günlerde ABD’nin doğrudan himayesi altında Washington’dan başlayıp Londra ve Berlin’dan sonra Vatikan’la süren büyük “başkan”lık turu, bu fiili duruma uluslararası bir diplomatik meşruiyet sağlama ve Güney Kürdistan’ı yarınki resmi devlet statüsüne bugünden hazırlama operasyonudur. Politik ve diplomatik bakımdan büyük bir anlam ve önem taşıyan bu gezi, ABD’nin öteki büyük emperyalist güçleri de buna ikna etmiş bulunduğunu göstermektedir. Türk burjuva gericiliğinin büyük korku ve kaygılar içinde izlediği bu gelişme karşısında yapabileceği hemen hiçbir şey yoktur. Nitekim bizzat Genelkurmay Başkanı bu alandaki gelişmeleri bir “realite” olarak tanımlamıştır ve bu, boyun eğmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok demekle aynı anlama gelmektedir. Bir süredir işlerin ve ilişkilerin bu “realite”ye göre ayarlanması da bunu göstermektedir.
Fakat oluşan “realite”ye boyun eğmek sorunların bittiği değil, tam tersine başladığı noktadır. Bugün Güney’de devletleşme düzeyine ulaşmış bir sorunun Kuzey’de hala varlığı bile resmen kabul edilmemektedir. Doğal olarak bu da Türkiye’nin kendi içinde Kürt sorunu eksenli gerilimi gitgide artan ölçülerde şiddetlendirmektedir. Geçen Newroz’dan beri(383)tırmanan olaylar bunun somut bir yansımasından başka bir şey değildir. Newroz gösterileri yılları bulan İmralı operasyonuna rağmen Kürt halkının kırılamayan ulusal özgürlük ve eşitlik arzularının yeniden tescili olmuş, bu işi önemli ölçüde hallettiğini sanan burjuva gericiliğini şaşkınlık içinde bırakmıştı. Güney Kürdisan’daki gelişmelerin yarattığı büyük tedirginliklerle üstüste bindiği ölçüde de, Kürt sorununa ilişkin korku ve kaygılarını şiddetlendirmişti. O zamandan beri devlet büyüyen bu korku ve kaygıların sersemletici etkisi altında soğukkanlı düşünme yeteneğini adeta tümden yitirmiş görünüyor. O Kürt sorunundaki inkarcı tutumunu gitgide katılaştırmakla kalmıyor (son olarak bu “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”nin yeni biçiminde yeniden ifadesini bulmuştur), yanısıra Kürt halkına yönelik sindirici saldırı ve provokasyonlarla gerçekte sorunu daha da azdıran bir kör politika izliyor. Gerçekte bu bir politika bile değil, şaşkınlık ve çözümsüzlük içinde olayların ardından sürüklenme durumudur. Fakat sonuçları kendini, kirli özel savaşın yeniden tırmandırılması, Türk halk kitlelerinin saldırgan bir kör şovenizm içinde sersemletilmesi, baskı ve terör yasalarının tahkim edilmesi, kısaca Türkiye’nin iç siyasal yaşamının ağır bir gericilik atmosferi içinde hepten zehirlenmesi olarak gösteriyor.
ABD-İsrail destekli Güney Kürdistan gerçeğinin Türkiye’deki Kürt sorununu ağırlaştıran etkisi sorunun bir yanıdır. Öteki yanı bu aynı ikilinin Güney’deki Kürt devletinin tanınmasını, dahası kendileriyle aynı çizgide müttefik olarak himaye edilmesini Türk burjuvazisine ve devletine dayatacak olmalarıdır. Bunun birçok belirtisi bugünden vardır. Amerikan emperyalizminin düzen medyasındaki uzantıları uzun zamandır Amerikalı efendilerin telkinleri doğrultusunda bunu bütün açıklığı işleyip durmaktadırlar. İşbirlikçi büyük burjuvazinin TÜSİAD’da temsil edilen en güçlü ve ABD’ye en yakın kesimleri, kendileri yönünden gerçekçi bir tutumla buna(384)dünden razıdırlar. Onlar bunu bir yandan artık direnilmesi olanaksız bir “realite” saymakta ve öte yandan, iktisadi-mali olanaklarına güvenerek, Güney Kürdistanı kendileri için yeni bir sömürü alanı ve pazar olarak görmektedirler. Kabullenmenin ve hamiliğe soyunmanın, Güney Kürdistan’ı fiilen Türkiye’nin iktisadi uzantısı ve siyasal nüfuz alanı haline getireceğine inanmaktadırlar. ABD tarafından sistemli bir biçimde iştahları bu yönde ayrıca kabartılmaktadır. Henüz açıkça dile getirme gücü ve iradesi gösteremese de gerçekte AKP hükümeti de bu konuda Amerikancı politikaya destek vermeye hazırdır ve içerde kendisine diş bileyenlere karşı varlığını ABD desteğine endekslemiş bulunduğu için, buna bir bakıma mecburdur da. Adı çok doğrudan konulmasa da Güney’deki Kürt yönetimiyle adım adım geliştirilen açık-gizli ilişkiler bunun çoktan icraata döküldüğünü de göstermektedir.
Burjuvazinin ve ordunun bir kesimi ile CHP ve MHP gibi düzen partileri elbette halihazırda buna karşıdırlar. Fakat bu karşıtlık uygulanabilirliği olan bir politikadan çok tarihsel Kürt sorunu korkusundan, bunun bir uzantısı olarak geleneksel inkarcı Kürt politikasının körlemesine bir devamından ibarettir. Bu bir politika değil fakat çözüm bulamadıkları, bulma olanaklarından da yoksun bulundukları büyük bir açmazdır. Yaşadıkları açmazın öteki bir yanını da, ABD, İsrail ve giderek bütün bir batı emperyalizminin destek ve omuz verdiği bir gelişmeye, bu aynı güçlerin bölgedeki en sadık uzantıları olarak karşı durmaları oluşturmaktadır. Bunu karşı durmaktan çok, durmak istemek olarak tanımlamak daha doğrudur; zira olaylar bu karşı duruş politikasının tutmayacağını günden güne daha açık olarak göstermektedir.
Eğer Türkiye’de bir Kürt sorunu bulunmasaydı, dahası Kürt sorununun asıl belirleyici gövdesi Türkiye’de olmasaydı, bu durumda kuşkusuz sorun kalmaz, sözkonusu açmaz oluş(385)maz, Güney Kürdistan üzerinden yaşanan gelişmelerin bunaltıcı etkisi Türk burjuva gericiliğini bu denli uğraştırıp yormazdı. Tersine, onyıllardan beridir siyonist İsrail ile yakın ilişkileri Amerikancı konumun bir gereği olarak benimseyip uygulayan tüm kesimleriyle bu aynı burjuva gericiliği, yine aynı konumun bir gereği olarak bu kez, Amerikan emperyalizminin Güney Kürdistan üzerinden yarattığı bu yeni mevziye de tüm gücüyle omuz verirdi. Nitekim böyle “yan sonuçları” olmadığı için Yugoslavya’nın parçalanmasına gönül rahatlığı içinde omuz verilmiş, bunun için yürütülen emperyalist savaş içinde Türk sermaye devleti dolaysız olarak yer almış, bu bölünmenin ürün yeni devletlerle çok yakın ilişkiler kurulmuştur. Gelgelelim sorunun temelden farklılığı ve dolayısıyla kritik özü de burada anlamını bulmaktadır. Irak’ın bir Kürt devleti doğuracak biçimde bölünmesi demek, Türkiye’deki Kürt sorununa acilinden çözüm ihtiyacı demektir. Bunu soruna taraf hemen herkes çok iyi bilmektedir.
Soruna ağırlaştıran ve içinden çıkılması zor bir ikileme dönüştüren ek etkeni zaten dile getirmiş bulunuyoruz. Kendi içindeki Kürt sorununu boğmakla meşgul olan ve bunu bir kez daha gerçek anayasası üzerinden katı inkarcı bir “milli politika” olarak yinelemiş bulunan Amerikancı bir rejim, emperyalist efendilerinin bölgedeki yeni mevzisi olarak Kürt devletini tanımak ve dahası himaye etmek sorunuyla yüzyüzedir bugün. Bu, başlarına gelebilecek felaketlerin en büyüklerinden biri sayılırdı ve bugün somut olarak gelmiş bulunmaktadır. Halihazırda, ABD’nin gitgide anlamını yitiren resmi söyleminden güç alarak, “Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması”na ilişkin istek ve hassasiyetlerini yineleyip durmakla yetiniyorlar; daha fazlasını yapacak, daha ötesine geçecek güçten ise tümüyle yoksunlar.(Türk burjuva gericiliği açığa vurmasa da, düne kadar Irak direnişinin ABD’yi sıkıntıya sokmasından belirgin bir biçimde yarar umuyordu. Bunun kendilerine Irak’da devreye girme olanağı sağlayacağını ve bu sayede de Kürt devletini engelleyebilecek bir konum elde edeceklerini düşünüyorlardı. Direnişin güçlenmesinin Irak’ın bölünmesini hızlandırdığını gördükten sonra ise şimdi bir başka yol tutmuş görünüyorlar. Sünnileri ABD ile diyaloga ikna etme girişimleri bunun ifadesidir. Bunun direnişi ve dolayısıyla iç savaş ihtimalini zayıflatarak Irak’ın bütünlüğünü korumayı kolaylaştıracağını, dolayısıyla da ayrı bir Kürt devleti girişimini engelleyeceğini düşünüyorlar.)Başlarına geçirilen çuvalla Amerikalı emperyalist efendiler bunu onlara yeterli açıklıkta göstermiş de bulunmaktadır. Onlar ise buna rağmen yeniden(386)Amerikancı çizgiye tam uyuma geçerek, bu terbiye operasyonundan gerekli sonuçları çıkardıklarını gösterdiklerine göre gerçekte yapabilecekleri fazla bir şey yok demektir. Ordunun başındaki adam, Barzani’nin Beyaz Saray’da gösterişli törenler eşliğinde “başkan” olarak ağırlanmasını bir “realite” sayarken, elinde olmayarak bu aynı gerçeği en dolaysız biçimde ve en üst seviyeden doğrulamış olmaktadır.
Ama yineliyoruz; Güney’deki fiili devleti realite olarak kabullenmek yetmiyor, emperyalist efendileri bu realitenin resmi düzeyde benimsenmesini ve yakın ilişkiler içinde himaye edilmesini de istiyorlar. Buradan gelen dayatmalardan bir kaçış olanağı olabileceğini sanmıyoruz; bu ancak ABD-İsrail ikilisini karşıya almakla olanaklı olabilir ki, bu da olacak şey değildir. Bu olanaksızlığı bize olayların seyri de yeterli açıklıkta göstermektedir.
Dostları ilə paylaş: |