Pekala! Ne rüya gördün? Dedi


-Hocam, burası açılmadan önce rahmetli Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Hocaefendi Ankara'da bir sene gibi bir süre başlangıç yapmıştı galiba



Yüklə 1,21 Mb.
səhifə9/27
tarix30.10.2017
ölçüsü1,21 Mb.
#22657
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   27

-Hocam, burası açılmadan önce rahmetli Mehmet Rüştü Aşıkkutlu Hocaefendi Ankara'da bir sene gibi bir süre başlangıç yapmıştı galiba.

-Ben açtırdım onu da. Daha sonra hastalandım. O yüzden Mehmet Rüştü Efendi'ye devrettim. Burada da onunla beraber başladık. 1. Devreyi beraber bitirdik. 2. devrenin basında Rahmet-i Rahman'a intikal etti. Allah rahmet eylesin.

KUR'AN VE MUSİKÎ

-Hocam biraz önce, Kur'an dinleyen cemaatten bahsederken, bir kısminin sadece musikîye itina gösterdiğini söylediniz. Acaba, eskiden de kıraat ile musikî arasında bir ilişkisi var mıydı? Bir köprü kuruluyor muydu? Kur'an okuyucuları, musikî bilgisi almak gibi bir lüzum hissediyorlar mıydı?

- Kur'an-ı Kerim, eski tabirle, efradını cami ağyarını mani olarak nazil olmuştur. Kur'an-ı Kerim'in, tabir caizse, ilahi olan musikîsi de kendisi ile beraberdir. Nedir o? Tecvid Medler şöyle çekilecek, ihfa böyle olacak. İdğam şöyle olacak. Bunlardan başka her harfin mahreci vardır. Sıfatları vardır. Özelliği diyorlar şimdi. Bütün bunlar, tabir caizse, Kur'an'ın musikîsidir ve bunlar ile beraber nazil olmuştur. Şimdi insanların icad ettiği musikî aletleri aleyhinde konuşmuyorum. Ancak şunu iyi anlamanızı isterim. İnsan ya talimle, ya da şevki tabiî ile, musikîyi, bazı makamları öğrenir. İşte öğrendiği bu musikî ile, Kur'an'ın hususiyetlerini muhafaza ederek, o musikîyi, makamları vs.' yi hakim değil de mahkum bir şekilde, Kur'an'a tabi olarak, nazil olan şeyleri bozmamak şartıyla, riayet etmek şartıyla yaparsa, eh, ma fi zarar. Zarar yok. Ama ben şimdi, o makamdan gireceğim, bundan çıkacağım. Haa ha, hi hi, ho ho derse o zaman ne oldu? Bu, Hazret-i Kur'an'ı Allah kelamını , insanların uydurduğu bir şeye teslim ve tabi kılıp, sürüklemek olur ki, bu caiz değil, haramdır. Çünkü öyle yaptığımız zaman hurufat-ı Kur'aniye sarsılır, mahrecinden çıkar, zıvanadan çıkar. Ben musikî biliyorum" diyen, hakikaten musikî bilen musikişinasları gördük. Kur'an okuyamıyor. Sözün özü, musikî hakim değil, mahkum olmalıdır, tabi olmalıdır.

KUR'AN OKUMADA İFRAT VE TEFRİT

Hoca burada değişik örnekler veriyor. Makamları anlatıyor. Kur'an okuyuşun kendine has özelliklerim anlatıyor. Kur'an'ın herhangi bir şarkıdan farkını anlatıyor. Sonra Kur'an okumada ifrat ve tefrit konusuna geliyor söz. Hoca bu konuda da şunları belirtiyor:

- Kur'an okuyuşunda ifrat makbul değil. Tefrit de makbul değil. Eskiden ifrat ile okuyanlar vardı. Talim okur gibi. İfrat ile okumak, huzur-ı cemaatte makbul değil. İfrat ile okuyan, talim okurken bunu yaparsa caiz. Ancak daha sonra okuyuşunu hal-i itidale çevirecek. İmam Cezeri de bunu söylüyor:

"Tekellüf yok. Sıkıntılı okumayacak. Sıkıntılı okumak sıkıntı verir. Aşağıya da düşürmeyecek. Yani ifrat île tefrit arasında, hal-i itidale getirerek okuyacak."

İstanbul, kıraat için mihenk taşıdır. Burada tenkid vardır. Tenkid olacak, tenkid edecek adam olacak. Burada İstanbul'da bu var. Yerinde olmak şartıyla tenkid iyi şeydir. Mesela ben ifrat ile okuyorsam, bu tenkid edilir. Benim de kulağıma gelir, düzeltirim. Fatih İmamı Rasim Efendi, konuşurken de tecvid ile konuşurdu. Hatta bir latife anlatılır. Enderüni İsmail Efendi "Ra" çıkarırken uzaktan duyanlar tayyare geçiyor sanırlarmış. Bu ifrattır. Bunu ancak talimde kullanmak uygun olur. Normal okuyuşta ise itidal sahibi olmak lazımdır.

-Hocam son olarak bir hususu öğrenmek isterdik. Zati aliniz tekkelerin açık olduğu döneme yetiştiniz. O döneme ait, tekkelerin faal olduğu döneme ait hatıralarınız var mı?

- Hepsini unuttum.

Sohbetimiz böyle noktalanıyor. Abdurrahman Hoca'nın elini öperek ayrılıyoruz. Kur'an'ın, yüzünü nurlarla aydınlattığı bir insanı görmenin mutluluğu içindeyiz hepimiz. Kur'an'ın güzelleştirdiği bir insanı görmenin...



Ali Yakub Hocamız geçen sayımızda neşredilen sohbetlerinde, tavzihi gerekli bazı hususların bulunduğunu bildirdiler. Konuşma metninin teypten çözülüşü sırasında vuku bulduğunu sandığımız, tavzihe muhtaç hususları Hocamızın münasip gördükleri şekilde düzeltiyor kendilerine yeniden sıhhat ve afiyet diliyoruz.

1) Röportajda "Sırplar Türktür" şeklinde bir ifade anlaşılmaktadır. Halbuki burada vurgulanmak istenen şudur. Sırplar, oradaki müslümanlar için'o türktür" derler. Hatta Hicazdan bir müslüman gelse ona da "onye puhşin", "O Türk'dür" derler. Burada Türklükden kasıt müslümanlıktır.

2) Röportajda benim Rusça bildiğim kanaatini uyandıracak şekilde bir ifade geçmektedir. Halbuki ben Rusça bilmem. Fakat Islav dillerinden birini bilen diğerlerini de az çok anlayabilir. İşte Kahire Üniversitesi kütüphanesinde memur iken kütüphaneye gelen Rusça kitapların konularını tesbit edecek kadar bu dili anladığımı ifade etmek istemiştim.
Akşemseddin'den Fatih'e

Bir Allah Dostundan Bir Cihan Pâdişahına Öğütler



İstanbul'un feth'iyle ilgili çalışmalar Rumeli ve Anadolu'daki Osmanlı şehir ve kasabalarında geceli-gündüzlü devam ediyordu. Fakat Gelibolu ve Edirne'deki çalışmalar hepsinden fazla idi. Geliboluda yeni yeni gemiler tezgahlara konuyor, zırhlı gemilerin yapılmasına da özen gösteriliyordu.

Edirne'deki hazırlıklarla bizzat genç padişah meşgul oluyordu. Harb hazırlıkları gece uykularını kaçırıyordu. Planlar harita üzerinde hazırlanıyor, toplar döktürülüyordu.

23 Mart 1453 Cuma günü Edirne'den hareketle 6 Nisan 1453 günü Istanbul'a gelindi. Evvela padişahın sulh teklifini Mahmut Paşa Bizans'a iletti. Sonuç alınamayınca 6 Nisan 1453 günü muhasaranın başladığı ilan edildi. Kara surları Ayvansaray'dan Yedikule'ye kadar kamilen sarılmıştı. Padişahın karargahı Edirnekapı civarında idi. Galata sırtlarına da bir miktar kuvvet konmuştu.

12 Nisan günü Gelibolu'dan hareket eden 150 parçalık donanma Beşiktaş ve Salıpazarı önlerine geldi, ilk hücum emri 18 Nisan'da verildi. Çünkü daha önce başlayan top atışları surlarda gedik açmış, çukurlar birazcık doldurulmuştu.

20 Nisan günü önemli bir hadise cereyan etti. Bir kaç geminin Bizans'a yardım ulaştırmak üzere olduğu haberi padişaha ulaştırıldı. II. Mehmed atına atlayarak deniz kenarına indiğinde yüklü dört yelkenlinin gelmekte olduğunu gördü. Üçü Cenevizlilere, biri de imparotora ait olan bu gemilerin içi erzak, mühimmat ve asker dolu olsa gerekti. Hatta bu gemilerde top, tüfek gibi çok miktarda silah da olmalıydı.

Gemileri Zeytinburnu civarından seyreden Padişah bunların limana girmesine mani olunmasını Donanma Komutanı Baltaoğlu Süleyman Bey' e emretti. Bunun üzerine nöbetçi gemilerle, donanmadan gelen bir kaç gemi bu yelkenlileri karşıladı, aralarında çarpışma oldu. Çıkan şiddetli rüzgar yelkenlilerin Yenikapı limanına sığınmalarını kolaylaştırdı. Yardıma gelen bu gemiler geceleyin yanlarına gelen Bizans gemileri kılavuzluğunda Haliç'e girmeyi başardılar.

Gemilerin Bizansa yardım ulaştırmasına mani olamayan Baltaoğlu Süleyman Bey, olaydan çok müteessir olan Padişah tarafından vazifeden azledildi.

Bizanslılar durumu kendi lehlerine değerlendirerek, gönderdikleri bir elçiyle Padişahı sulha ikna edebileceklerine dair umutları sevinmelerine, adeta şımarmalarına sebep oldu.

Osmanlı karargahında da harbe taraftar olanlarla olmayanlar arasındaki mücadeleyi bu olay hareketlendirdi. Padişah divanı toplayarak tekliflerin münakaşasını yaptı. Çandarlı Halil Paşa öteden beri savunduğu savaşa devam edilmemesi fikrini ileri sürmesine rağmen, Molla Gürani, Akşemseddin ve Zağanos Paşa'nın fikri harbe devam edilmesiydi. Padişah bunların fikrini kabul ederek sulh tekliflerini red ve harbe devam kararını aldı. Bu karar orduda yeniden canlanmaya ve ruhen takviye olmaya sebep oldu.

Burada Akşemseddin'in talebesi Genç Padişaha gönderdiği bu olayla ilgili mektubunun lisan-ı aslisi ve sadeleştirilmiş şeklini vermekte fayda mülahaza ediyoruz.



Tahiyyat-ı zakıyat ve teslimat-ı safiyyat Iblağ kılmaktan sonra;

Cenab-ı Kerîme maruz oldur ki: Bu hadis ki, ol gemi ehlinden oldu, kalbe hayli tekessür ve melalet getirdi, bir fırsat görünür idi, fevt olduğuna gayretler geldi.

Biri gayret-i din ki; kafirler ferah olup şematet-i a'da olundu.

Ve biri bu ki: Mübarek vücüdunuza noksan rey ve adem-i nefaz-ı hüküm nisbet olmak,

Ve biri bu ki: bu zaîfe adem-i isticabet-i dua nisbet ve tebşirimiz gayri muteber olmak ve dahi mahzur çok.

Imdi, müsahele ve rıfk gerekmez. Bunun gibi babda istiksa idüp, kimden bu tehallüf ve adem-i ikdam oldu, bilip ukubet-i azime gerek -azl gibi, tazir-i şedid gibi- Eğer olunmaya, yarın birgün kal'aya hücum edecek ve hendek doldurmalı olacak, tehavün ederler. Bilirsiz, ekseri yasak müslümanıdır, Allah içün canım ve başım koyan azdan azdır. Meğer ki bir ganimet göreler canlarını dünya içün od'a atarlar.

İmdi, mercuv ve mütevekki olan, cidd ü cehd bikadr-i istitaa hem fiilen, hem emren ve hükmen ve kavlen idesüz. Ve bunun gibiye raci olanı bir merhamet ve rıfkı az olana buyurasız, teşdid ve tağlizide, kema yenbaği, Kal'Allahü Teala:

"Ey Peygamber, kafirlerle ve münafıklarla savaş, karşılarında çetin ol. Onların yeri cehennemdir. O ne kötü dönüş yeridir. (Tevbe IX/73)

Bir aceb nesne vaki oldu, melaletle otururken Kur'an-ı azime tefe'ül itdik, Sultan-ı Sadat Ca'fer-i Sadık işareti üzre bu ayet geldi:

"Allah erkek münafıklara da kadın münafıklara da -kafirlere de- kendileri içinde ebedi kalıcı olmak üzere cehennem ateşini va'd etti. Bu onlara yeter. Allah onları rahmetinden koğdu. Onlara bitip tükenmeyen bir azab vardır. (Tevbe IX/68)

İmdi, evvel varmayanların batını müslüman değildir.Hükm-ü müna-fikıynde kafirlerle azab-ı cehennemde mukim olmakta beraberdir demek işareti düştü.

Bes, teşdid-i maslahat göründü, himmet idesiz, akıbet hacaletle inkisarla gitmeyevüz, belki ferah ve mansur ve muzaffer gidevüz. -Bi avni'llahi Teala ve nusratihi, amin.-

İmdi, gerçi "el-abdü yüdebbiru V'Allahü yukaddiru" kaziyyesi sabittir. el-hükmü lillah. Velakin elinden geldikçe cidd ü cehdi kul taksir etmemek gerekir. Rasulullahın ve ashabının sünneti budur. Ve dahi melaletle biraz Kur'an okuyup yatmak vaki oldu. Şükür Allahü Tealaya envai vecihe lütuflar idüp beşaretler oldu ki, çok zamandır anın misli olmadıydı. Teselli-i tam hasıloldu. Ve bu sözleri söylediğimiz hazretinize, fudul kelam addolmaya! Sevdiğimizdendir Hazretinizi."

Topkapı Sarayı Arşivi No: 5584


SADELEŞTİRİLMİŞ ŞEKLİ

Saf ve tertemiz selamları ulaştırdıktan sonra Cenab-ı Kerime arz olunur: Gemi ehlinin kusurundan olan şu olay kalbe kırgınlık ve sıkılma getirdi. Görünen fırsatın kaçırılmasına üzüldük, sebepleri:

Birincisi; Din gayreti ki, kafirler ferah buldu, düşman şımardı.

İkincisi; Sizin idari hususlarda reyinizin yetersiz hükmünüze geçersizlik nisbet olunması,

Üçüncüsü; Bizim duamızın kabul olunmadığı ve müjdemizin muteber olmadığı zannedilmesi ve başka çok mahzurlar.

Öyleyse yumuşak tavır iyi olmaz. Kim uyumsuzluk etti, kimin ihmali varsa araştırılmalı, şiddetle cezalandırılmalı -azl ve tazir gibi- Böyle yapılmazsa kaleye hücum ve hendekleri doldurmak gerekince önemsemezler. Bilirsiniz, çoğu yasak müslümanıdır. Ganimet görseler canlarını dünya malı için ateşe atarlar, ama Allah için canını ve başını koyan azdan azdır.

Umudumuz imkan ölçüsünde gerek fiilen gerek emir vermek ve hükmetmek hususunda ciddi ve gayretli olmamızdır. Aynı şekilde ihmalkar davrananları cezalandırma işini merhameti ve insafı az olan birine bırakınız, gerektiği şekilde cezalarını infaz eylesin. Allah Teala buyuruyor:

"Ey Peygamber kafirlerle ve münafıklarla savaş, karşılarında çetin ol. Onların yeri cehennemdir. O ne kötü dönüş yeridir. (Tevbe IX/78)

Bıkmış ve usanmış olarak otururken Kur'an-ı Kerimi araştırdık. Caferi Sadık (r.a.) işaretiyle şu ayet (aklıma) geldi.

"Allah erkek münafıklara da, kadın münafıklara da -kafirlere de kendileri içinde ebedi kalıcı olmak üzere- Cehennem ateşini va'd etti.

Bu onlara yeter. Allah onları rahmetinden koğdu. Onlara bitip tükenmeyen bir azat vardır. (Tevbe IX/68) (Düşman üzerine) önce gitmeyenlerin batını müslüman değildir. (Münafıktırlar) Münafıklar da cehennemde kafirlerle beraber yanacaklardır.

Maslahat icabı himmetinizi alî tutun. Sonunda kalbi kırık ve utanarak gitmeyelim. Aksine ferah, mansur ve muzaffer olarak gidelim -Allah'ın yardımıyla-

Gerçi "Kul tedbîrim alır, Allah takdir eder" kariyesi sabittir. Hüküm Allah'ındır. Ancak kul ciddiyet ve çalışmada kusur etmemelidir. Rasulullah ve ashabının sünneti budur. Yine kalbi kırık biraz Kur'an okuyup yattım. Allah'a şükür, çok zamandır olmayan müjdeler oldu. Tam teselli hasıl oldu. Hazretinize söylediklerimiz fuzuli kelam sayılmasın, sevdiğimizdendir."

Netice malumdur.



İKİNCİ MEKTUP

Akşemseddin daha sonraki zamanlarda da gerek şifahi, gerek mektubi irşadlarıyla Fatihi yalnız bırakmamış, gerek manevi tekamülde, gerekse devlet idaresinde ona yol göstermiştir. Samiha Ayverdi'nin ifadesiyle "fatih şu cihetten talihli bir insandı ki, bir cihangir olmasına rağmen elini öpeceği bir üstadı, karşısında nazlanıp sesini yükseltse "Hizaya gel!" diyecek bir efendisi vardı. Diğer cihangirler fütuhat ve istidatlarına rağmen terkipsiz malzeme olmaktan kurtulamamışken Fatihin manevi terbiyesinde nefs kontrolü şart kılınmış" ve Fatih ayrı bir yere sahip olmuştur. Fatih de "Bu ferah ki,bende görürsüz, yalnız Bizans Fethine değildür Akşemseddin gibi bir aziz benim zamanımda olduğuna sevinirim" demiştir.

Ömrünün son demlerim göynük'te geçirmiş Akşemseddin'in Fatih'e yazdığı bir mektubunu da mütalaalarınıza arz ediyoruz.

Arza maruz budur ki; lütfedip rahat-ı dünyevi rahat-ı uhreviye nisbet bimenzil-i ademdir. Ve lezzet-i cismani, lezzet-i ruhaniye nisbet la şeydir. La şey olan şeye iltifat itmeyesüz. Eşeddi bela Enbiyaya badehu Evliyaya ve badehu hulefayadır.

Enbiya ve evliya silkinde münselik olduğunuzu nimeti azime bilip hiç bir beladan müteellim olmayasız, belki mütelezziz olasız, ki Kelamullah da usr-i vahidyüsreyn arasında vaki olmuştur. İnşallah akreb zamanda usreyne müntehi olup her tarafta a'da makhur ve zelil ola. Ve ol ahidler ki, Bari Tealaya bu fakir yarımda vaki olmuştur. Zinhar ve zinhar anın nakzindan hazer edesiz. Ta ki her zamanda mansur ve muzaffer olasız.

Hiç ahdsiz gelme, ahdin nakzetme. Memleketin ahvali sizin ahvalinize tabidir. Zira Selatin memlekete nisbet ruh gibidir.

Bedene nisbet her nesne ki bedende zahir olur. Bilhakıka ruhun eserlerindendir. Siz sizi sair halk gibi zannetmeyesiz. Islah-ı memleketten gayri nesneye iştigal getirmeyesiz. Ve fakirin bu tarafa gittiğine mübarek batırma gubari mu gelmeye ki valideyn bir nice kerre mektup göndermekten sonra adam göndermişler. Anların maşım tahsil etmek içün geldük. Umuttur ki birkaç gün bu rızasun alup devamı devlet ve izdiyadı haşmet duasını meşgul olavuz.

Eğer huzur-ı surimizde maksud otursa inşallah ya bize anda oluruz, ya Padişah gele. Diyar-ı Arabi varub böylece feth edevüz. Amma Türkmenden gafil olmayasız, önünde ip salıvermeyesiz, bilmiş olasız.

Ed'af-uI İbad Muhammed-ü1 Fakir Topkapı Saray Arşivi No: 5862



İKİNCİ MEKTUBUN SADELEŞTİRİLMİŞ ŞEKLİ

Dünya rahatı ahiret rahatına nisbetle yok gibidir. Cismani lezzet, ruhani lezzete nisbetle bir hiçtir. Hiçe iltifat etmeyiniz. Belaların en şiddetlisi Enbiyaya, sonra evliyaya sonra Halifeleredir. Enbiya ve Evliya yolunun yolcusu olduğunuzu en büyük nimet bilip hiç bir beladan elem duymayınız, aksine lezzet alınız. Kur'an-ı Kerim'de "bir zorluk" iki kolaylık arasında geçer. İnşallah yakın zamanda zorluklar bitecek, her tarafta düşmanlar hakîr ve zelîl olacaktır. Yanımda Allah'a ahdettiğiniz şeyleri sakın ha bozmayın ki her zaman mansur ve muzaffer olasınız.

Memleketin ahvali sizin ahvalinize tabidir. Zira sultanlar memlekete nisbetle ruh gibidirler. Bedende açığa çıkan her şey ruhun eseridir. Kendinizi sair halk gibi zannetmeyin. Memleketin ıslahından başka şeyle meşgul olmayın. Bu tarafa gelmemiz hatırınıza kötü bir şey getirmesin. Valideynim muhtelif kereler mektup gönderdikten sonra adam göndermişler. Onların rızasını almak için geldik. Ümidimiz onların rızalarını alıp devletinizin devamı, haşmetinizin ziyadeleşmesi için duayla meşgul oluruz.

[İstişare] Bizzat yanımızda yapılmak istenirse ya biz geliriz, veya padişah gelsin. Arap diyarını fethederiz. Ama Türkmen'den gafil olmayın, onlara fırsat vermeyin, bilmiş olun.

Kulların en zaifi Fakir Muhammed (Akşemseddin)

Topkapı Saray Arşivi No: 5862


BİR LAHZACIK TEFEKKÜR

Ramazan boyunca namaz sûrelerimizi yeniden bir gözden geçirelim. Mümkünse bir hocanın önüne oturup, bizi dinlemesini rica edelim. Yanlışlarımızın varsa düzeltelim. Bu ay, namaz sûrelerimiz içine Kur'an'dan bir bölüm daha katalım. Ezberleyerek. Kur'an'ın diğer ayetleri gücenmesinden bize.
Sultan Abdülhamit'in Nöbetinde

Muzaffer Ozak Hoca - Rahmetullahi Aleyh- ile Bir Sohbet...



Çeşitli Avrupa ülkelerinde ve Amerika'da birçok kimsenin İslâm'la tanışmasına vesile olan merhum Muzaffer Ozak Hoca ile yaptığımız muhtelif sohbetler sırasında bir ara durgunlaştı ve insanlığın haline üzüldüğünü belirterek şöyle demişti:

-Bugünkü insanlığın ızdırabı imandan uzaklaşmasındandır. İnsan mahküm-u ilahidir. Allah'a mahkumdur. O'nun iradesine teslim olarak huzur bulabilir. Allah'a mahkumiyetini kabullenemeyen ve istiklalini ilan eden insan, hürriyete değil, başıboşluğa düşüyor. Halbuki o, sadece Allah'a mahkum olmakla, bütün başka mahkûmiyetlerden kurtulur. Allah'a itaat zincirinden çıkan insan, sayısız ve sonsuz mahkûmiyete uğrar, Allah'a esir ve asker olan, bütün esaretlerden ve başka kulluklardan kurtulur.

* * *

İnsan inanmak üzere yaratılmıştır. Kalp ve ruh Allah'a imanda huzur ve rahat buluyor. İnançsız insanın rahat etmesi mümkün değildir. Çünkü insan imana müptela olarak yaratılmıştır. Vazgeçemeyeceğimiz bir iptiladır iman... Tiryakinin alışkanlığından vazgeçmesi nasıl onu rahatsız ederse, biz de imandan uzaklaştıkça rahatsız oluyoruz: O zaman da, "la rahate fid-dünya" sırrı tecelli ediyor. Hülasa müptelayı imanız.

* * *

Sohbetinde zaman zaman tarihi menkıbelere de yer veren Rahmetli'den dinlediğim bir hadiseyle sözü bağlamak isterim:

Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında, Saray'da gece gündüz nöbet tutan hassa askerleri vardı. Bu nöbetçilerin geleneksel olarak geceleyin bir seslenişleri yankılanırdı etrafta:

-Kimdir o!

-Kim var orda!..

Hiç kimse yoktur ama, onlar sanki birilerini görüyormuş gibi, belli aralıklarla hep seslenirlermiş... Böylece devamlı uyanık durduklarını ve vazife başında olduklarını duyururlarmış. Ayrıca bu askerler her saat başı nöbeti başka arkadaşlarına devrederlermiş.

Bir gece, yine nöbet yerinden sesler duyar Padişah:

-Kimdir o?

-Kim var orda?..

Bir saat sonra yine aynı ses bağırır:

-Kimdir o?

-Kim var orda?

Padişahın dikkatini çeker. Bu ses, bir saat geçtiği halde değişmemiştir. Halbuki her saat başı nöbetçi değişmelidir. Bir müddet bekler ve tekrar sese dikkat kesilir. Hayret, ses önceki sestir. Nöbetçi niçin değişmemiştir?

Sultan Abdülhamid Han, hemen ilgilileri çağırtır ve durumu öğrenmek istediğini söyler. Çünkü kendisine karşı düzenlenmiş müthiş bir bombalı suikasttan kıl payı kurtulmuştur. Ve bu olay daha çok yenidir.

* * *

Biraz sonra saatinde değişmeyen nöbetçi Padişah'ın huzurundadır. Heyecan ve korku ile, yüzü yerde beklemektedir.

Padişah sorar:

-Sen kaç saattir nöbettesin?

-Bir buçuk saate yaklaştı Hünkarım.

-Niçin saat başında vazifeni devretmedin?

-Hünkarım, benden sonraki arkadaş rica etti, onun yerine de nöbet tutuyorum.

-Niçin? Neden usulü çiğniyorsun? O yiğit mehmetçik utançla indirir mübarek başını. Ürkekliği iyice artar, söylemek istemez. Fakat Padişah'ın ısrarı üzerine şöyle konuşur:

-Padişahım, benden sonraki nöbetçi ihtilam olmuş. "Ben bu halde iken Halife-i Müslimin'in korunmasında vazife alamam. N'olur, sen benim yerime de nöbet tut, sonra da ben senin yerine tutarım" dedi. Ben de kabul ettim.

Mehmetçiğin bu inceliği Sultan Abdülhamid Han'ın çok hoşuna gider. Sabahleyin hemen gusülsüz nöbet tutmayan askeri huzuruna getirtir. Geceki davranışından duyduğu memnuniyetini ifade eder:

-Benden bir dileğin var mı? der. Mehmetçik teşekkür eder ve gayet vakur bir eda ile:

-Saltanatında berkarar ol Hünkarım, der...

Padişah tekrar sorar ve aynı cevabı alır. Üçüncü defa tekrarladığında, arkasında bulunan Saray görevlileri fısıldarlar:

-Paşalık iste, paşalık iste... O, hiç umursamaz ve fısıldayanlara dönerek:

-Paşalık, maşalık istemem, der... Bakar ki Padişah hala soran gözlerle bakıyor. Çaresiz bir şey istemesi gerektiğini anlar ve şu istekte bulunarak herkesi şaşırtır:

-Padişahım, bize bir tayın veriyorlar doymuyoruz. Emredin de iki tayın versinler gayrı...

* * *

Gerçekten de o günden sonra askerlere iki tayın verilmeye başlanır. Ayrıca Padişah pek sevdiği bu mehmetçiğe Danca'da bir çiftlik bağışlar ve ayrıca bir de rütbe ihsan eder.

Merhum Muzaffer Ozak Hoca, işte uzun ömrünün son günlerinde Danca'daki çiftliğinde yaşayan bu askeri ziyaret eder ve hikayesini bir de kendi ağzından dinler.

Alemlerini değişmiş olan olayın kahramanlarına ve Merhum Muzaffer Efendi Hoca'ya Allah'tan rahmet ve mağfiretler dilerim.

Ruhları Şad, makamları Cennet olsun!

Ezân-ı Muhammedi

Afaki inletiyor ilahî, ismin namın,
Bu Ezanlar-ki elbet temelidir İslamın!..


Nice yüzbin minareden revan olur göklere,
Kalb-i zemin titreşir, vahdetin iner yere!..


Vecde gelir bu sesle: Dağlar, taşlar, denizler;
Şevk ile Arş'a kadar artık yükseleyim, der!..


Cihan başka cihandır, yerde gökte her varlık,
Rabbı Tesbîh ederler huzur içinde artık!..


Olur bütün gönüller gündüzler gibi aydın,
Başlar dillerde tevhîd, başlar kalblerde yadın!..


Kavuşur bütün alem ebedî fecirlere,
Binbir güneşler doğar o anda gönüllere...


Artık hayat başkadır: Al, yeşil, mavi, mavi,
Bir alem yaşar kaibler Cennetlere müsavi!..


Yüklə 1,21 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin