Gustavlobon’un İslam Medeniyetinin Batıdaki Etkisi Hakkındaki Sözü
“İslâm medeniyeti doğuda etkili olduğu kadar batıda da etkili olmuştur. Avrupalılar bu vesileyle medenileşmiştir. Bu medeniyetin batıdaki etki derecesini öğrenmek istersek, medeniyetin girmediği dönemde Avrupalıların durumuna bakmak gerekir. M. 9 ve 10. Asırlarda İslâm medeniyeti Avrupa’da doruklara tırmanmıştı. O dönemde batıda sadece cahil papazların idare etmiş olduğu ve insanları hurafelere sürüklediği kilise dışında hiçbir ilmi merkez yoktu. 12. Asırda ilim ve bilgi peşinde koşan kimseler için yegane sığınak İslâm ve Müslümanlardı. Bu kişiler Endülüs’e gidip Müslümanların medreselerinde okudular ve birer bilgin oldular. Bütün ilim ehli Müslümanlara minnet borçludur. Gerçekten Müslümanlar ilim ve bilgiye çok büyük hizmetler ettiler ve dünyada büyük bir ilerleme sağladılar. Müslüman Arapların, biz batılıların boynunda büyük hakları vardır. Dolayısıyla batı medeniyetini İslâm medeniyeti olarak adlandırmak gerekir.”
Bunlar sizin meşhur Fransız bilgininin sözleridir. Siz de diğer batılılar gibi ilim, sanat ve keşiflerle övünüyorsunuz. Ama lütfen Avrupa’nın eski tarihine ve İslâm’dan önceki Arabistan yarımadasına bir göz atın, böylece apaçık gerçekleri keşfedin. Sizin Avrupa hatta bugün medeniyetin beşiği sayılan Paris’in barbarlık içinde yaşadığı bir dönemde Peygamber (s.a.a) ve Müslümanlar vasıtasıyla ilim, medeniyet ve sanat Arabistan yarımadasından dünyaya yayılıyordu. Apaçık gerçeği keşfetmeniz için sizlere kısa olarak Avrupalıların ve Müslümanların medeniyet tarihini aralamaya çalıştım.
Harun’un Müslümanların Yaptığı Saati Hediye Olarak Şarlıman’a Göndermesi
Sizin de bildiğiniz gibi M. 7-8. Asırlarda Fransız İmparator Şarlıman vasıtasıyla Avrupa düzene girmeye başladı. Şarlıman Bağdat’taki Abbasi halifesi Harun Reşid’le ilişkiye geçince, karşılıklı hediyeleştiler. Harun’un gönderdiği hediyeler arasında mücevherat, elbiseler, dokuma kumaşların yanı sıra, bir de Fransızların saray kapısına astırdığı büyük bir saat vardı. Bu saati Müslüman sanatçılardan birisi yapmıştı. Bu saat büyük altın camın üzerine düşen tanelerin çıkardığı bir sesle 24 saati gösteriyordu. Fransız bilginleri hatta bütün Paris ahalisi, bu büyük şaheserin gerçeğini bir türlü anlayamamışlardı. Bunu Gustavlobon ve diğer batılı bilimciler kaydetmişlerdir.
İslâm medeniyeti karşısında Avrupa medeniyetini anlamak için Şarlıman’ın zamanını ve Müslümanların saat yapma olayını dikkatlice incelememiz gerekir. Rivayet edildiğine göre saat sarayın kapısına asılıp üzerindeki örtü indirilince, Paris halkı saatin hareketlerini görünce ellerindeki aletlerle saraya saldırmıştı. Şarlıman’a halkın saraya karşı saldırıya geçtiğini haber verdiler.
Şarlıman’ın emriyle saray kapıları kapatıldı ve bu saldırının nedenini öğrenmek için saraydaki bilginleri ve vezirleri gönderdi. Yapılan araştırmalar sonunda halkın saltanat makamına değil, saate saldırdığı öğrenildi. Çünkü onlara göre o saat keşişlerin yıllardır anlattığı ve insanları korunmaya davet etmiş olduğu şeytanın kendisiydi. Bilginler daha sonra halkı aydınlatarak, oradan ayrılmasını sağladılar.
O halde Müslümanların Avrupalılardan geri olduğunu söylemeyin. Batılılar Endülüs, Kurtuba, İşbiliye, İskenderiye, Bağdat ve diğer ilim ve sanat merkezlerinde ilim öğrenip bunları pratik hayata geçirmeye çalıştıkları gün Müslümanlar gerilemeye başladılar. Müslümanlar mağrur ve tembel oldular, dondular, gerilediler ve bugünkü hale geldiler. O zaman bizim her şeyimiz vardı. Ama bugün hiçbir şeye sahip değiliz. Hafız’ın dediği gibi:
Yıllarca gönül cam-ı cem talep etti,
Şimdi sahip olduğunu yabancıdan talep etti.
Bundan da öte sizin ilmi ve teknolojik gelişmelerinizin Hıristiyanlıkla bir ilişkisi yoktur. Aksine Müslümanların ilmi bereketleri ve batılı insanın çalışkanlığı sayesinde bu duruma ulaşmışlardır.”
Bu konuda uzun uzadıya sohbet ettik. Sonunda laf buraya gelince şöyle dedim: “Müslümanların önderlerinin dünyadaki meşhur bilginlerle farkı, bunların araçlarla keşif yapması, onların ise araçsız keşif yapmasıdır. İddiamı ispat etmek için de Ehl-i Beyt (a.s)’dan mikroplar ve gözle görülemeyen varlıklar hakkında birkaç hadis aktardım. Mikroskopların olmadığı 1300 yıl önce Ehl-i Beyt (a.s) İmamlarımız doğal gözleriyle bu gözle görülemeyen varlıkları ve mikropları görmüş, bize tanıtarak onlardan korunmamızı sağlamıştır.
Siz bugün modern teleskoplarla uzaydan haberler vermekle ve uzay araştırmaları yapmakla övünüyorsunuz. Halbuki bizim ikinci önderimiz Hz. Ali (a.s) on üç asır önceden, hem de hiçbir teleskop ve modern aletler olmadan bütün bu bilgileri aktarmış ve oralardan haber vermiştir. Nitekim Hz. Ali (a.s) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Bu gökteki yıldızlar da yeryüzündeki şehirler gibi birer şehirlerdir.”
Misyo Juen biraz düşündükten sonra bu rivayeti not aldı ve şöyle dedi: “Lütfen bu rivayeti kaydeden kitapların ismini söyleyin de yazayım.” Ben söyledim, o da yazdı. Sonra şöyle dedi:
“Paris ve Londra’da dünyanın en büyük kütüphaneleri vardır. Her kitabın el yazması orada vardır. Ben önce Londra’ya, sonra da Paris’e gidip oradaki kitapları dikkatlice inceleyeceğim. Doğubilimcileriyle bu konuyu görüşeceğim. Sizin dediğiniz bu kitaplar gerçekten de teleskopların bulunmasından önceki tarihlerde basılmışsa, sizlere söz veriyorum, İsa ve Muhammed’in Rabbi de aramızda şahit olsun ki araştırdıktan ve anladıktan sonra Müslüman olacağım. Çünkü bu haberleri bin yıl öncesinden veren kimse mutlaka melekuti gözlere ve İlahi bir güce sahip bir kimse olmalıdır. Dolayısıyla böyle bir öndere sahip olan İslâm dini, hak bir dindir ve İslâm Peygamberi (s.a.a)’in halifesi de insan üstü ilmi bir güce sahiptir.”
Beyler yabancılar görmeden ve tanımadan, buğz ve sevgiye kapılmadan sadece ilmi kaideler esasınca böyle hükmettiklerine göre, biz ve sizler bu yolu daha iyi bir şekilde kat etmeli ve bu iki kaide üzere mezkur şartları haiz bulduğumuz herkese uymalıyız.
Hakeza Peygamber (s.a.a)’in hilafeti konusunda da basiretle bakar, bağnazlıktan uzaklaşır ve adetlerimizden el çekersek, sahabe arasında Hz. Ali (a.s )’den daha zahit, alim, faziletli ve soylu bir kimsenin olmadığını açıkça görürüz. Zira Hz. Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)’den sonra bütün fazilet ve kemallerin sahibi biriydi. İlklerin ve sonların ilmi onun nezdindeydi. Hikmet, kelam, tefsir, kıraat, sarf, nahiv, fıkıh, hendese, tıp astronomi, sayı, cifr, hesap, şiir, hutbe, öğüt, bediy, fesahat, lügat ve kuşların dili ile ilgili bütün ilimler Hz. Ali (a.s)’da bitiyordu.
Bütün bu ilimleri, ya bizzat icat etmiş veya teşrih etmiştir. Her ilimde özel bir beyanda bulunmuş, o ilmin ehli olanlar o kelamı kaynak göstermiş ve sonradan o ilim hakkında söyledikleri o kaynak sözlerin beyanı olmuştur.
Örneğin: Ebu’l- Esved De’li’ye nahiv ilmiyle ilgili olarak kelimenin isim, fiil ve harf diye üçe ayrıldığını, bab-ı inne, bab-ı izafe, bab-ı imale, bab-ı lügat ve atfın kaidelerini, i’rabın ötre, üstün, esre ve cezm diye dörde ayrıldığını bizzat O öğretmiştir.
Dostları ilə paylaş: |