Peşaver geceleri


Ebced” Arap elifbasını meydana getiren harflerin akılda tutulmasını kolaylaştırmak için düşünülen sekiz kelimeden ilkidir. Diğerleri ise şunlardır: “Hevvez



Yüklə 3,04 Mb.
səhifə185/185
tarix27.05.2018
ölçüsü3,04 Mb.
#51853
1   ...   177   178   179   180   181   182   183   184   185
Ebced” Arap elifbasını meydana getiren harflerin akılda tutulmasını kolaylaştırmak için düşünülen sekiz kelimeden ilkidir. Diğerleri ise şunlardır: “Hevvez”, “hutti”, “kelemen”, “sa’fes”, “kareşet”, “sehhaz”, “dazıg”. Bu sıralamada birden ona kadar olan her harf bir sayılmaktadır; ondan sonraki olan harflerin her birisi ise on sayılıyor. (Müt.)

70 - İtidal: Denge, eşitlik.

71 - Şura/23.

72 - Şafii’nin maksadı, teşehhüddeki salavattır. Kasten bunu söylemeyen kimsenin namazı kabul olmaz.

73 - Vera: Haram ve şüpheli şeylerden titizlikle kaçınmak.

74 - En’am/103.

75 - Ar’af/143.

76 - Şöhret: Yani yaptıklarını başkalarına duyurmak ya da göstermekle meşhur olmaya çalışmak.

77 - Mâide/99.

78 - Karşılaştığım bir olay tarihi vakiaları bana ispatlamıştır. Olay özetle şudur:

H. 1371. yılın Cemadi’üs- Sani ayının on dokuzunda Beyt’ul- Mukaddes’teki Mescid’ul- Aksa’yı ziyaretten dönüp Şam’a gidiyordum. İlk gece namaz kılmak için Ürdün’ün doğusunda yer alan Umman’ın büyük camisine (ki çok güzel bir cami idi) gittim. Sünni olan bu müslümanların bazıları akşam namazından dönüyor, bazıları da sünnetle meşgul idiler. Ben de caminin bir köşesinde akşam ve yatsı namazını kılmaya başladım. Farzları ve sünnetleri kıldıktan sonra bazılarının öfkeli bir şekilde bana baktığını gördüm. Özellikle, Kur’ân’ın kıraat edildiği yerde, bir kaç kişiyle Kur’ân’ın kıratıyla meşgul olan bir alim, dikkatle benim halime bakıyorlardı.

Takibatı (zikir ve duaları) da bitirdikten sonra camiden çıkıp terminale gidip otobüsün hareket etmesini beklemeye koyuldum. Yemek yedikten sonra, caminin müezzini yatsı ezanını okumaya başladı. Ezan okununca kendi kendime dedim ki otobüs yolda durmayabilir, iyisi fırsat varken gece namazını da kılıp gideyim. Bu niyetle abdestimi yeniledikten sonra yeniden camiye gittim. Herkesin gelip-gittiği büyük kapı yerine, batıda köşede yer alan bir kapıdan içeri girdim. Etrafı sakin olan büyük sütunların birisinin yanında nafile namazlarını kılmakla meşgul oldum.

Daha önce bana kötü kötü bakan ve kıraatle meşgul olan o alim, yatsı namazından sonra halkı başına toplayıp şirk ve müşrik konusu üzerinde sohbet etmeye başladı. Biraz sohbet ettikten sonra, kızgın bir halde etrafındakilere şöyle dedi: “Siz müslümanlar sorumlusunuz, kıyamette cevap vermek zorundasınız. Çünkü Allah Teala buyuruyor ki: “Müşrikler necistirler, onları mescide bırakmayın.” Biraz önce putperest necis bir müşrik camiye gelip hepinizin gözü önünde puta secde etti, onu kovmadınız. Ben kıraatle meşgul idim, sizler ise ölmüş idiniz. Camiden şirk necasetini temizlemenin, putperest ve müşrik rafizinin öldürülüp katledilmesinin gerekliliğini bilmiyor musunuz? Çünkü müşrik, müslümanların camisinde putperestlik ederse katli farzdır.” Öylesine ateşli bir şekilde avam halkı tahrik ediyordu ki, o anda yanlarında olsaydım kesinlikle beni öldürürlerdi.

Konuşması bittikten sonra cemaatin yarısı benim girdiğim kapıdan çıktılar. Ben de vitir namazı ile meşgul olduğum için kimse beni görmesin diye oturdum. Ama birden gözleri bana takılınca, öylesine tekme-tokatla üzerime saldırdılar ki hesaba gelmez. Bana sürekli; “Kalk ey müşrik, dışarı çık ey müşrik...” diyorlardı. Artık hayatımdan ümidimi kesmiştim. Derken şehadet kelimesini (Eşhedu en lâ ilahe illellah vahdehu la şerikeleh ve eşhedu enne Muhammed’en abduhu ve resuluh) söyledim. Şehadet kelmesini söyleyince onların arasına ihtilaf düştü. Birbirlerine; “Eğer bu müşrik ise, nasıl olur da Allah’ın vahdaniyetine ve Hatem’ul- Enbiya’nın peygamberliğe şahadet getirir?” dediler. Bir kısmı; “Biz ne bilelim, kadı onun rafizi ve müşrik olduğunu söyledi” diyorlardı.

Onlar aralarında tartışırken ben de namazın selamını verip kendimi savunmaya hazırladım. Arapça olarak uzun bir konuşma yaptım, onları güzel bir şekilde cezp edip kendimi onlara sevdirdim. Kadıyı da Allah’tan korkmayan garazlı birisi diye tanıtarak şöyle dedim: “O, müslümanların arasına tefrika sokarak yabancıların müslümanlara hakim olmasını istiyor...” Kısacası benden özür dileyip evlerine davet bile ettiler. Ama yolcu olduğum için davetlerini kabul edemedim.

İşte bu, Ehl-i Sünnet alimlerinin yüzlerce hareketlerinden sadece bir örnekti. Onlar avam halkı kandırarak, mazlum müslümanların katl ve ihanet edilmesine sebep olmuşlardır.


79 - Ama maalesef sonunda yabancıların tahrikleri etkili oldu; iç kargaşalıklar çıkararak müslümanların birliğini sağlamak isteyen bu insanı saltanattan uzaklaştırdılar.

80 - Yakut Himvi “Mucem’ul- Buldan”da şöyle diyor: Ciyrun, sütunları üzerine yapılmış geniş tavandır. Burası Şam’ın giriş kapısına yakındır. Onun etrafında bir şehir var ki eskiden zorbalardan biri orada bir kale yaptırmıştı. Sonraları “Sabiin” orada imaret yaptılar. Onun içinde müşteri çekmek için bir mabet de vardı. Orası halkın eğlence yeriydi.

81 - Karga sesi Araplarda kötüye yorumlanır.

82 - Handef, Yezid’in atalarından biridir.

83 - Bakara/285.

84 - Bakara/253.

85 - Tathir ayetinin meali: “Ey Ehl-i Beyt! Gerçekten Allah, ancak sizden ricsi (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” (Ahzab/33)

86 - Mâide/55.

87 - Meryem/96.

88 - Kitabın 9. celesesinde, Gazali’nin bu cümlesini, Gadir-i Hum hadisiyle beraber naklettik.

89 - Yaklaşık üç kilogram olan bir ölçü kabı.

90 - Muzeyre; Sütten yapılmış olan bir tür yemeğin ismidir. Bu yemek Muaviye’ye mahsustu.

91 - Yıllar önce trenle, Kazimeyn’den Samerra’ya bir grup Şii ile birlikte gidiyorduk. Bizim bulunduğumuz vagonda Musullu bir grup şahıslar da vardı. Onlardan ikisi ehli Sünnet’in kadı ve alimiydiler. Daima bizi küçümsüyor, alay ediyor ve iftira atıyorlardı. Benim Arapça bildiğimden haberleri yoktu. İş bir yere vardı ki, kadı şöyle konuşmaya başladı:

“Bu Rafizilerin birçok fasit ahlak ve adetleri vardır. Tamamen bidatçı olup müşriktirler. Onların acayip bidatlarından biri şudur: Namazın selamını verdiklerinde ellerini üç kere havaya kaldırıp “Han’el- Emin” (Cebrail hiyanet etti) diyorlar.”

Yanındakiler sordular: “Emin kimdir? ve nasıl bir hiyanette bulunmuştur?”

Şeyh (alim) şöyle cevap verdi: “şiiler diyorlar ki; Peygamber (s.a.a), Ali ve Cafer Hira’da uyuyorlardı. Allah, nübüvvet vahyini Ali’ye götürmesi için Cebrail’i görevlendirdi. Ama Cebrail hiyanet edip vahyi Hatem’ul- Enbiya’ya verdi. Onun için bütün şiiler Cebrail’e düşmandırlar. Her namazdan sonra üç kere “Han’el- Emin” (Cebrail hiyanet etti.) derler. Yani vahyi Ali’nin yerine Hatem’ul- Enbiya’ya verdi.

Ben artık dayanamadım, şeyhe dedim ki: “Şeyhim, yalan ve iftira büyük günahlardan mıdır yoksa küçük günahlardan mı?” Dedi ki: “Büyük günahlardan.” Dedim ki: “Öyleyse bu ak sakalınla neden iki günah işleyip şiiler hakkında insanları yanıltıyorsunuz?” Büyük bir utanmazlıkla; “Ben gerçek ne ise onu söyledim” diye cevap verdi. Musullulardan; “Aranızda Farsça bilen var mı” diye sorduğumda birkaç kişi bildiklerini söylediler. Bunun üzerine konudan haberi olmayan şiilerden on veya on iki ziyaretçiyi yaşlı-genç olmak üzere tek-tek çağırıp şöyle sordum: “Siz namazın selamından sonra ellerinizi kulaklarınızın hizasına kadırıp ne diyorsunuz?” Dediler ki:” Namazımızın kabul olması için üç defa “Allah-u Ekber” deriz.”

Şeyhe dedim ki: “Utandınız mı Şeyhim, yoksa utanmadınız mı?” Şeyh; “Onları sen öğrettin” diye cevap verdi. Dedim ki: “Allah’tan kork! Hep yanınızda oturup yerimden kımıldamadığımı görmediniz mi?” Sonra Musullulara dönüp şöyle dedim: “Rica ediyorum kalkın, öteki kompartımanlara gidin, şiilerden kendiniz sorun. Farsça bilen bir-iki kişi gidip döndüler. Döndükten sonra Şeyhe; “Bu yalanları söylemekten amacın neydi? Şehirli olsun, köylü olsun kimden sorduysak dediler ki; “Biz Allah-u Ekber” diyoruz. Hatta; “Han’el- Emin” (Emin hıyanet etti) demiyor musunuz?” diye sorduğumuzda; “Biz şimdiye kadar böyle bir şey duymadık” diye cevap verdiler.” Gençler tahsilli oldukları için Şeyhe çok sinirlenmişlerdi.



Şeyh: “Daha önce de söyledim, ben bunları kitaplarda okudum.” Dedi. Onlar da: “Alim birisinin araştırmadan bir şeyi söylememesi gerektiğini bilmiyor musun?”diye onu kınadılar. Bunlar sünni alimlerin şiilere attıkları iftiralardan bir örnekti. İşte bu şekilde şiileri sünni kardeşlere kötülüyorlar.

92 - (Kitapta şiilerin cemaat namazlarını gösteren bir-kaç resim var; biz buna gerek duymadığımız için o resimleri getirmedik. Müt)

93 - Mısırlı Abdullah Kuseymi “Es- Sıra-u Beyn’el- İslam-ı ve’l- Veseniyyet”te, Mısırlı Muhammed Sabit “El- Cevle fi Rubu’il- Şark’il- Edna”da, Türkistanlı Musa Carullah “El Veşia fi Nakd’il- Akaid’iş- Şia”da, Mısırlı Ahmed Emin “Fecr’ul- İslam ve Zuha’l- İslam”da, vs. alimler İbn-i Teymiyye’nin iddialarını yazmışlardır.

94 - İbn-i Saad’ın “Tabakat”tında, İbn-i Hacer’in “İsabe”sinde ve Ehl-i Sünnetin diğer alimlerinin muteber kitaplarında Ebu Hureyre’nin Hayber’in fethinde Müslüman olduğu yazılıdır. Buhari’nin rivayetine göre (Sahih-i Buhari’nin “Alamat’un- Nübüvvet’i fi’l- İslam” babında) Ebu Hureyre, Resulullah (s.a.a) ile üç yıldan fazla görüşmeye muvaffak olmamıştır. İbn-i Hacer “İsabe”de, Hakim “Müstedrek”te, İbn-i Abdulbirr “İstiab”da ve daha başkaları şöyle naklediyorlar: “Ebu Hureyre hicri 57 yılında 78 yaşındayken Akik Vadisi’nde öldü. Cenazesini Medine’ye getirip Baki mezarlığında defnettiler.

95 - Devs, Ebu Hureyre’nin Yemen’deki kabilesidir.

96 - Buzine, dağlarda yaşayan bir tür maymundur.

97 - Vakıa/35-36-37.

98 - İsteyenler Kiyafet’ut- Talib’in 32. babına başvurabilir.

99 - Tevbe/40.

100 - Hicr/34-35.

101 - Haşr/16-17.

102 - Kendini Allah’a feda eder; nefsini ve hayatını O’nun rızası karşısında Allah’a satar.

103 - Ama müfessir, muhaddis ve tarihçilerin çoğunun kanaati, İsmail’in kurban edilmesidir, İshak’ın değil.

104 - Bir ayette; “Mallarınız ve evlatlarınız fitnedir” diye geçmektedir. (Müt.)

105 - Arapça’da “Usallî” kelimesi iki manaya gelmektedir: Biri “Namaz kılıyorum”, diğeri ise “salat gönderiyorum.” Bundan dolayı Ömer yanılarak mezkur kelimenin diğer manasını unutmuştur. (Müt.)

106 - Ebu’l- Hasan, Hz. Ali’nin künyesidir.

107 - Hz. Ali ve takipçileri gibi.

108 - Bir Korur, Hindistanlıların yanında on milyon, İranlıların yanında ise beş yüz bindir. (Müt.)

109 - Mâide/55.

110 - Yani bu ayet, sadece Hz. Ali (a.s) değil diğer Ehl-i Beyt İmamalarının velayetini de ispatlamaktadır.

111 - Hudeybiyye; Mekke yakınında bir kuyunun adıdır; yarısı haremden, diğer yarısı ise haremin dışından sayılmaktadır.

112 - Fetih/27. Bu fetihten maksat, Hayber fethidir.

113 - Hacamat; iki omuz arasından bir miktar kan almaya denir. Sırta küpe atarak bir çeşit kan almak durumu. Hadislerde bunun çok faydaları zikredilmiştir. (Müt.)

114 - “Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan, onu (Peygamber’i) ondan bir şahit (Ali) izleyen” Hud/17.

115 - Bakara/31.

116 - Nuh/26.

117 - Sakife, Beni Saide kabilesinin önemli bir iş için toplanıp istişare ettikleri üstü kapalı bir yerin ismi idi.

118 - “Zü’ş- Şehadeteyn” (yani tanıklığı iki kişinin yerine geçerli olan) lakabını Resulü Ekrem (s.a.a) ona vermiştir.

119 - A’raf/150.

120 - İbn-i Ebi’l- Hadid onun hakkında şöyle demiş: O, alim, muhaddis, edebiyatçı, güvenilir, takvalı, alimlerin çok övdüğü ve kendi teliflerinde ondan hadis naklettikleri bir zattır.

121 - Hz. Fatıma (a.s), hayatta olduğu müddetçe onlarla konuşmayarak kendi yemini ve ahdi üzerinde baki kaldı.

122 - Bu sözler, Sahih-i Buhari’nin 5. ve 7. cildlerinde nakledilmiştir.

123 - Yani biat edenlere uyarak siz de biat edin.

124 - Resulullah (s.a.a)’in kızı Zeynep, teyzesi oğlu Ebu’ul- As bin Rabia bin Abduluzza’nın hanımı idi. Ebu’l- As, Bedir savaşında müslümanların eline esir düştü. Müşriklerin fidye vererek kendilerini kurtarabilecekleri kararlaştırılınca, Ebu’l- As, hanımı Zeyneb’e mesaj göndererek kendisine bir miktar mal temin ederek göndermesini istedi. Zeynep, annesi Hadice’den kendisine yetişmiş olan Yemani akik ve Romani yakutla süsletilmiş incisini, kocası Ebu’l- As’ın serbest bırakılması için Peygamber’e gönderdi. Resulullah (s.a.a) kızının gönderdiği inciyi görünce çok mahzun oldu. Ashap Resulullah (s.a.a)’in hatırı için fidye almaksızın Ebu’l- As’ı serbest bıraktılar. Resulullah (s.a.a) Ebu’l- As’a; “Zeynep sana haram olduğundan dolayı onu Medine’ye gönder.” diye buyurdular. O da kabul etti.

Resulullah (s.a.a), yaşlı olan Zeyd bin Harise’yi, Zeyneb’i Medine’ye getirmesi için onunla birlikte Mekke’ye gönderdi. Müşrikler Peygamberin kızı Zeyneb’in Medine’ye hareket ettiğini öğrenince, Ebu Süfyan’la birlikte bir grup süvari onları takip etmeye koyuldu. Müşrikler “Zi Tuva” denilen bir yerde onlara ulaştılar. Hebbar bin Esved isminde bir şahıs, mızrağını Zeyneb’in tahtırevanına sapladı; öyle ki mızrağın ucu Zeyneb’in sırtına isabet etti. Zeynep korku ve vahşetten dolayı rahmindeki çocuğunu düşürdü. Zeynep Medine’ye ulaşıp bu olayı Resulullah’a nakledince Hazret haddinden fazla rahatsız oldu. Bunun üzerine, Hebbar’ın bu katı kalpliğinden dolayı onun kanını mübah ederek eliyle kolunun kesilerek öldürülmesini emrettiler.



125 - En’am/149.

126 - Bunlar, dört mezhep İmamlarının fetvalarından birer örnektir.

127 - Zümer/53.

128 - Nisa 31. ayet.

129 - Müellifin kendisi az ileride “Nekes” ile “Kes” sözcüklerini açıklıyor.

130 - İki kılıçtan maksat; Zülfikar kılıcı ve ondan önceki kılıçtır.

131 - Merhum Hacı Şeyh Abbas-i Kummi (r.a) “Nefes’ul- Mehmum”da şöyle yazıyor: “Şeyhimiz Muhaddis-i Nuri (r.a) “Nefes’ur- Rahman” adlı kitabında şöyle diyor: “Nevavis, Hıristiyanların kabristanıdır.” Nitekim Kef’ami’nin haşiyesinde de böyle yazmışlardır. Duyduğumuza göre bu kabristan Kerbela’nın kuzey doğusunda Hür binYezid-i Riyahi’nin olduğu yerdedir. O bölgenin halkı, güneyinden nehrin geçtiği yere Kerbela diyorlar. Bu nehir İbn-i Hamza diye meşhur olan yerden de geçmektedir. Buranın bir kısmı bağlık bir kısmı da ekim alanıdır. Kerbela bu ikisinin arasındadır.

132 - Hucurat/14.

133 - Nisa/94.

134 - Yani her Müslüman mümin değildir; ama bilindiği gibi her mümin müslümandır. (Çev.)

135 - Saffat/24. Şii ve Sünni yollardan rivayet edilen birçok muteber rivayetlerde İbn-i Hacer'in de ayetin tefsirinde yer verdiği birçok hadiste ümmetin kıyamet gününde Hz. Ali (a.s)’ın velayetinden hesaba çekileceği yer almıştır.

136 - Zümer/19.

137 - Bakara/105.

138 - “Na’sel” sözlükte; yaşlı ahmak ve erkek sırtlan anlamına gelir. (Çev.)

139 - Nitekim İbn-i Hacer-i Mekki de “Savaik” kitabının 9. babının sonunda, s. 72’de bunu rivayet etmiştir.

140 - Bakara/219.

141 - Maide/90.

142 - Nahl/91.

143 - Rad/25.

144 - Tevbe/119.

145 - Berasa camisi, şimdi de Bağdat’la Kazemey arasında meşhurdur.

146 - Maide/3.

147 - Ahzab/6.

148 - Ra’d suresinin 25. ayetinde Allah Teala şöyle buyuruyor: “Allah’a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah’ın bağlanmasını emrettiği bağları (akrabalık bağlarını) kesip koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir.”

149 - İsra/26.

150 - Neml/16.

151 - Meryem/5-6.

152 - Enbiya/89-90.

153 - Enfal/75.

154 - Nisa/11.

155 - Bakara/180.

156 - Bakara/180.

157 - Haşr/7.

158 - Ahzap/40.

159 - Ahzab/36.

160 - Nisa/83

161 - Nahl/43.

162 - Nisa/83.

163 - Ankebut/49.

164 - Yani kadın 6 ayda çocuk doğurabilir; çünkü hamileliğin en kısa müddeti 6 aydır.

165 - Hatta Ehl-i Sünnet’in büyük alimlerinden olan İbn-i Teymiyye, İbn-i Kayyim ve diğerleri, Hz. Fatıma (a.s)’ın, Resulullah (s.a.a)’in Fedek’i kendisine bağışlamış olduğunu iddia ettiğini ikrar etmişlerdir.

166 - Tevbe/120

167 - Zümer/33

168 - Hadid/19.

169 - Nisa/69.

170 - Ahzab/33.

171 - Hud/17.

172 - Nitekim Buhari, Sahihin 5. cildinde Hayber gazvesi babı s. 9’da ve hakeza c. 8, “Kavl’un- Nebiy la Nurisu Ma Tereknahu sadaka” babı, s. 87’de: “Hz. Fatıma dünyadan göçünceye kadar Ebu Bekir’le konuşmadı” demiştir.

173 - Zümer/17-18.

174 - Ahzap/53.

175 - Nisa/3.

176 - Şia rivayetlerinden, Hz. Ali (a.s)’ın Hz. Fatıma (a.s) hayattayken başka bir kadınla evlenmesinin câiz olmadığı anlaşılmaktadır. Bu konunun münazara meclisinde açılmasının uygun olmadığından dolayı üzerinde durulmadı.

177 - Bu hadis uydurma bir hadistir.

178 - Kerabisi sözlükte; dokunan ve örülen manasına gelmiştir. Hadis uydurduğundan dolayı bu isim ona verilmiş olabilir. (Çev.)

179 - Nehc’ul- Belağa, mektup 45.

180 - Nur/26.

181 - Tahrim /10.

182 - Tahrim/10.

183 - Ahzâb/57.

184 - Ahzap/33.

185 - Ahzap/32.

186 - Ölen bir adamın çocukları varsa karısına mirasından sekizde bir düşer. Peygamber (s. a.a)’in dokuz hanımı olduğu için de bu sekizde bir oranının, dokuza bölünmesi icab ederdi. Yani Aişe’nin hakkı Peygamber (s.a.a)’den kalan mirasın sekizde birinin dokuzda biriydi. Ama Aişe buna razı olmayarak hepsine el koydu. (Müt.)

187 - “Hani İbrahim babası (amcası veya üvey babası) Azer’e: “Bir takım putları tanrılar mı ediyorsun? Doğrusu ben seni de, kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum, demişti.” (Enam/74)

188 - Bakara/133.

189 - Şuara 219.

190 - Meryem/43.

191 - Nisa/145.

192 - Örneğin: Ebu’l- Ferec, İbn-i Cezvi, son olarak da büyük alim Seyyid Muhammed bin Akil el-Alevi bu konuda kitaplar yazmışlardır.

193 - Nisa/116.

194 - “Allah birdir, Allah’dan başka tanrı yoktur, eşi ve ortağı da yoktur, Muhammed benim kulum ve resulümdür ve ben onu Ali ile güçlendirdim.”

195 - “Allah’dan başka tanrı yoktur, Muhammed Allah’ın elçisidir ve onu Ali ile güçlendirdim.”

196 - “Allah’dan başka tanrı yoktur, Muhammed Allah’ın elçisidir, Ali Allah’ın velisi ve Peygamber’in kardeşidir; gökle yer yaratılmadan iki bin yıl önce.”

197 - “Allah’dan başka ilah yoktur, Muhammed Allah’ın resulüdür ve onu veziri olan Ali ile teyit ettim.”

198 - “Ben Allah’ım, benden başka tanrı yoktur, tekim, Muhammed benim habibimdir, halk arasında ona veziri olan Ali ile yardım ettim.”

199 - “Ben Allah’ım, benden başka tanrı yoktur, tekim, Muhammed benim habibimdir, halk arasında ona veziri olan Ali ile yardım ettim.”

200 - “Ben Allah’ım benden başka tanrı yoktur, tekim, Muhammed benim habibimdir, halk arasında ona veziri olan Ali ile yardım ettim.”

201 - Enfal/ 62.

202 - “Allah’dan başka ilah yoktur, birdir, eşi yoktur, Muhammed benim kulum ve elçimdir; O’nu Ali bin Ebi Talib ile güçlendirdim ve yardım ettim.”

203 - Bakara/35.

204 - Necm/3-4.

205 - Kalec Vaschool, Peşaver şehrinin dışında yapılan yeni bir kültür merkezidir. H.K. 1330 yılında yapılmıştır. Burası büyük Ehl-i Sünnet şahsiyetlerinden muhterem Nevvab Sahibzade Abdulkayyum Han’ın gayretleriyle yapılmıştır. Yaklaşık bir milyon Rubye harcama yapılmıştır. Yarılı öğrencilere mahsustur, burada beş yüzden fazla öğrenci ilk okuldan yüksek tahsile adar eğitim görmektedir. Özellikle de doktora ve felsefe eğitimi de yapılmaktadır. Kültür merkezinin ortasında yapılan camide bütün öğrenciler beş vakit namaz kılmaktadır. Kuzey tarafında ilmi ve dini konferanslar için büyük bir salon yapılmıştır. Haftada bir gün mutlaka orada konuşma yapılmaktadır. Orta okuldan yukarı bütün öğrenciler bu dini konferanslara katılmak zorundadır. Benden de konuşmamı istediler, ben de dört yüzden fazla öğrencinin huzurunda yaklaşık bir saat konuşma yaptım. Kütüphanenin hatıra defterini imzalayıp bir şeyler yazdım.

206 - Al-i İmran/144.

207 - Yani Ali hepinizden daha fakihtir ve ilmi daha geniştir. Zira hüküm vermede bütün hükümleri bilmenin yanı sıra, alimlerin yargı ile ilgili kitaplarında belirttiği bir takım şartlar da gerekir. Dost düşman herkesin ittifak etmiş olduğu üzere bütün bu şartlar Hz. Ali (a.s)’da mevcuttu ve Peygamber (s.a.a) de bu yüzden: “Ali sizin en iyi hüküm vereninizdir.” diye buyurmuştur.

208 - Kaf/19.

209 - Saffat/24.

210 - Haşr/7.

211 - Nebiz ve uyuşturucu maddelerle abdest almak caiz deðildir.

212 - H.K. 1374 yılında hacca gittim, akşam namazına bir saat kala Beyrut uçağıyla Medine’ye indik. Vakit geç olduğu için o çölde namaz kıldım. Oradakiler benim yanımda taşıdığım bir toprak parçasına değil de toprağa secde ettiğimi görünce şaşırdılar. Namazı kıldıktan sonra bana; “Sen putperest Şiilerden değil misin?” diye sordular.

Ben de cevaben şöyle dedim: “Ben Şia olduğum için övünüyorum, aksine muvahhid ve Allah-u Teala’ya tapan biriyim. Sizin bu sözünüz Şiilere iftiradır. Çünkü onlar da temiz kalpli muvahhidlerdir.”

Bunun üzerine şöyle dediler: “Biz genellikle onların üzerinden putları çıkarıp kırıyoruz. Sizin nasıl Şiisiniz ki yanınızda put yok?”

Onların bu sözüne karşılık şöyle dedim: “Sizin bu sözleriniz yanlış ve iftiradır. Şiiler putperestlikten uzaktır. Biz Kur’an hükmünce temiz toprağa secde etmekle yükümlüyüz. Bu yüzden temiz yer olmayınca üzerine secde etmek için bir miktar temiz toprağı yanımızda taşıyoruz. Burada toprak temiz olduğu için direkt yere secde ettim. Bunlar Müslümanlar arasında fitne düşürmek isteyen Harici ve Nasibilerin iftirasıdır. Siz Ehl-i Sünnet kardeşleri kandırmışlar, siz de onlara kanarak Şii Müslümanları müşrik, putperest sayıyorsunuz.”



Böylece grup vaktine kadar genelde Vahhabi olan cemaatle sohbet ettim. Hepsi etkilenerek istiğfar ettiler. Bana el vererek boynuma sarıldılar. Daha sonra birbirimizden ayrıldık. İbret alın ey basiret sahipleri!

213 - Âl-i İmran 179.

214 - Son kesin karar veya hak ve batılı ayıran söz veyahut evliyaya mahsus olan insan veya hayvanların dilini bilme ilmi.

215 - Hz. Ali (a.s) sahip olduğu bu İlahi ilmiyle kendisinden sonra bazılarının Muhammet bin Hanefiyye’nin imametine inanacaklarını birliyordu. İşte bu yüzden bu vesileyle onun imamete layık olmadığını göstermek istemişti. Zira imamet makamına sahip olsaydı, o Cifr-i Camia kitabının şifrelerini bilebilirdi.

216 - Bundan maksat, İbn-i Ebil Hadid’in Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 1 s. 335’de dediği gibi Muaviye’dir. Zira Muaviye tarihte çok yemekle meşhurdur. Zemahşeri’nin Rebi’ul- Ebrar’da dediği gibi günde yedi defa yemek yiyordu. Yedikten sonra da kölesine şöyle sesleniyordu: “Ey köle, gel bu sofrayı kaldır, Allah-u Teala’ya andolsun yemekten yoruldum ama doymadım. Muaviye’nin açlığı Araplar arasında Darb-ı Mesel haline geldi. Şairlerden biri çok yiyen arkadaşını kınarken şöyle diyordu:

Benim arkadaşım karnı Haviye’dir.

Bağırsaklarında duran Muaviye’dir.

217 - Bazılarına göre Zu’s- Sediyyeh “küçük ellerin sahibi” manasınadır. Zira “Sedy” el manasınadır ve sonundaki “he” edatı küçük olmanın alametidir. Yani haricilerin reisi Tezmele iki küçük ele sahipti. Dolayısıyla Zu’s- Sediyye onun lakabı olmuştur. Lügat alimlerine göre ise “Sedy” meme demektir. Haricilerin Reisi Hakkus bin Zuheyr’in büyük memeleri vardı. Bu yüzden Zu’s- Sediyye diye adlandırılmıştır.

218 - Nisa/59.

219 - Vakıa/10.

220 - Nisa/59.

221 - Maide/55.

222 - Tevbe/16.

223 - Şura/23.

Yüklə 3,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   177   178   179   180   181   182   183   184   185




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin