Ayette ulul emrin makamı
Tartışmanın bu aşamasında ayette ulul emre itaatin nasıl söz konusu edildiğine dikkat etmek durumundayız.
Birinci husus: ulul emre itaatin mutlak oluşu
Ayet-i kerimede emir sahiplerine itaat mutlak bir şekilde beyan edilmiştir ve bu konuda hiçbir kayıt söz konusu değildir. Nitekim bu konu Allah resulüne itaat hususunda açıklanmış oldu.
Emir sahiplerine itaatin mutlak beyanı emir sahiplerine mutlak itaatin farz olduğunu beyan etmektedir. Onlara itaat özel bir emir veya şartlara bağlı değildir. Aksine onların bütün emir ve yasakları itaat edilmesi farz olan emir ve yasaklardır.
İkinci husus: Emir sahiplerine itaat Allah’a itaat ve resule itaat siyakında yer almıştır
Yani bu üç makama itaat hiçbir hat ve kayıt taşımamaktadır. Bu siyak ister istemez mezkur itlakı da teyit ve tekit etmektedir.
Üçüncü husus: Ulul Emirde “itaat ediniz” emrinin tekrar edilmemesi
Önceki noktadan çok daha önemli olan bu husustan maksat Allah ve Resule itaatin ayette, “itaat ediniz” ifadesi ile yer almış olmasıdır. Nitekim ayette şöyle buyurulmuştur: “Allah’a itaat ediniz ve resule itaat ediniz.” Ama ulul emre itaat hususunda “itaat ediniz” kelimesi tekrar edilmemiştir ve emir sahipleri bizzat resule atfedilmiştir. Bu esas üzere Allah resulü hakkındaki, “itaat ediniz” emri bizzat emir sahipleri hakkında da geçerlidir.
Bu atfedilmeden anlaşıldığı üzer emir sahipleri ve resul iki itaat farziyetine sahip değildir. Aksine emir sahiplerine itaatin farz olması bizzat resule itaatin farz olmasının kendisidir. Bu emir sahiplerine itaatin de tıpkı bütün emir ve yasaklarda resule yapılan itaatin bir benzeri olduğu hususunda kesin bir delildir ve bunun neticesi ise emir sahiplerinin tıpkı resul gibi bütün emir ve yasaklarda günah ve hatalardan masum olmasıdır.
Bu delili daha fazla açıklamak için şöyle demek mümkündür: ayette resul ve emir sahibine itaat için sadece bir tek, “itaat ediniz.” İfadesi yer almıştır. “itaat ediniz” ifadesi de hem mutlak ve hem de mukayyet, (kayıtlı, sınırlı) olamaz. Burada yer alan , “itaat ediniz” ifadesinin Allah resulü hakkında mutlak ve emir sahipleri hakkında mukayyet ve sınırlı olduğu söylenemez. Zira ıtlak ve takyit (mutlakıyet ve sınırlılık) gerçekleri bir araya gelebilecek türden değildir. Eğer Peygamber (s. a. a.) Hakkında ifade edilen itaat ediniz” ifadesi mutlak ise ve hiçbir kayıt ve sınırı yok ise (örneğin Peygamber’e itaatin günah ve hatalar dışında olduğu söylenmiyorsa) emir sahiplerine itaatin de mutlak ve kayıtsız olması gerekir. Aksi takdirde zıtların birliği lazım gelir.
Bu hususlara teveccüh sayesinde açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır ki ayeti karime bu ayette emir sahiplerinin tıpkı Peygamberler gibi masum olduğunu beyan etmektedir.
Bu konu –ki emir ayette sahiplerine itaat mezkur niteliklerle emir sahiplerinin ismetine delalet ettiği gerçeği- Fahr-u Razi gibi bazı Ehl-i sünnet müfessirlerinin dikkatini çekmiştir. Bu yüzden bu konu hususunda kesin delil teşkil eden Fahr-u Razi’nin sözlerinin özetini buraya aktarmayı gerekli görüyoruz.
Ulul emr ayeti hakkında Fahr-u Razi’nin söylediği sözler
Fahr-u Razi de emri sahiplerinin ismetini bu ayet-i kerimeden istifade etmiştir. Fahr-u Razi’nin sözlerinin özeti şudur:
Ayet-i kerimede Allah-u Teala kesin olarak emir sahiplerine itaati gerekli görmüştür. Bu tür itaati farz olan kimseler mutlaka hata ve günahtan masum olmalıdır. Eğer günah ve hatadan masum olmazsa ve farz edelim bir hata yapacak olursa bu ayet üzere onlara itaat etmek gerekir be bu da o hata ve yanlış işe itaatin emredilmesi anlamını ifade eder. Oysa hata ve yanlış işler nehyedilmiş ve sakındırılmış şeylerdir. Hata ve yanlışlığa itaat edilmemesi gerekir. Böyle bir varsayımın sonuçları ise bir tek iş hususunda emir ve yasağın birliğidir.”1
Fahr-u Razi söz konusu delili açıkladıktan sonra emir sahiplerinin ismetini ayet-i kerimeden istifade etmiştir.
Masum olması gereken emir sahiplerinin kim olduğu hususunda ise şöyle demiştir: “bu emir sahipleri Şia’nın iddia ettiği gibi masum imamlar olamaz. Aksine bu kimseler Ehl-i hal ve akd, yani toplumsal önemli konularda karar alma yetkisine sahip olan kimselerdir. Bunlar aldığı kararlarda masumdurlar ve onların verdiği hükümler yüzde yüz doğru ve gerçeklere uygundur.
Fahr-u Razi’ye cevap
Ulul emirden maksadın aldığı kararlarda ismet sıfatına sahip olan ehli hal ve akd kimseler olduğu hususu aşağıdaki deliller ışığında doğru değildir ve geçersidir.
1- Ayet-i kerimede ulul emr kelimesi çoğuldur ve umumiyet, zahiriyet, şumuliyet ve istiğrak anlamlarına sahiptir. Eğer maksat Ehl-i hal ve’l akd olursa bu durumda bir topluluk göz önünde bulundurulmuş olur ve bu da zahire aykırıdır.
Bunun açıklaması da şudur ki ayet-i kerimenin zahiri emir sahiplerine itaatin gereğini ifade etmektedir. Bu kimseler emir ve itaat makamlarına sahip olan bireylerdir. Bunların her birine itaat farzdır; topluluğun tümüne değil. Onların ortak tek bir kararına itaat söz konusu değildir. Maksat itaat edilmesi gereken toplu bir karar değildir.
2- İlahi dokunulmazlığı ifade eden ismet nefsani ve gerçek bir sıfattır. Dolayısıyla da gerçek bir mevsufu (bu niteliğe sahip kimseyi) talep etmektedir. Dolayısıyla gerçek bir emir ile zahir olması gerekir. Oysa Ehl-i hal ve’l akd toplu bir birliği ifade etmektedir ve toplu birlik ise itibari bir şeydir. Gerçek bir emrin itibari bir işe ait kılınması ise imkansızdır.
3- Müslümanların ittifak ettiği üzere Şiilerin imamları ve Peygamberler dışında hiç bir masum söz konusu değildir
Fahr-u Razi’nin Masum İmamların (a. s.) İmameti hususundaki itirazları
Fahr-u Razi daha sonra İmamiye şiasının ulul emirden maksat on iki masum imamdır sözüne bir takım itirazlarda bulunmuştur. O itirazlar şunlardır:
Birinci itiraz: Bu masum imamlara itaatin farz oluşu ya mutlaktır ya da onları tanıma ve onlara ulaşma şartına bağlıdır ki bu da güç yetirilmeyen bir tekliği gerektirir. Zira onları tanımadığımız ve onlara ulaşamadığımız takdirde nasıl onlara itaat edeceğiz. Veya onları tanıma şartına bağlıdır ki bu da doğru değildir. Zira bu sözün gereği de onlara itaatin farz oluşu koşuluna bağlıdır. Oysa ayet-i kerimede onlara itaat mutlak bir şekilde zikredilmiştir. Ve hiçbir şart ve kaydı yoktur.
Cevap: Masum imamlara itaatin farz oluşu onları tanıma koşuluna bağlı değildir ki bir kimse onları tanımadığı takdirde itaatleri kendisine farz olmasın. Aksine onlara itaatin kendisi meşruttur. Neticede onları tanımak gerekir ki itaat edilebilsin. Bu ikisinin arasındaki fark oldukça büyüktür.
Bunun açıklaması da şudur ki bazen şart vücubun şartıdır ve bazen de şart vacibin şartıdır. Örneğin haccın vücubu istiaat ile meşruttur. Ve istitaat haccın vücubunun şartıdır. O halde eğer istitaat olmazsa hacda vacip olmaz. Ama namazda taharet meselesi vacibin şartıdır. Yani vacib olan namaz taharet ile meşruttur. Bu esas üzere eğer bir kimse teharet içinde olmazsa namaz kılamaz ama günah işlemiştir. Zira namaz kılması için temizlik içinde olması da farzdır. Oysa hac meselesinde eğer bir kimse istitaat içinde değilse kendisine hac farz değildir ve bir günahta işlememiştir. Bu hususta da Peygamber ve imama itaat onları tanıma ile meşruttur. Bu yüzden onları tanımak gerekir ki onlara itaat edilebilsin. Dolayısıyla onlara itaatin vücubu mutlaktır ama itaatin kendisi meşruttur.
Allah da kesin bir takım deliller ortaya koyarak bunu tanımanın öncüllerini temin etmiştir. Nitekim Peygamber kesin deliller esasınca tanındığı gibi Peygamber’in yerine geçen masum imamlar da kesin ve apaçık deliller üzere Şii hadis ve kelam kitaplarında detaylı bir şekilde beyan edildiği üzere tanıtılmıştır. Onları tanımak ve bilmek de gereklidir.
İkinci itiraz: İmamiye şiasının görüşüne göre her zaman sadece bir imam vardır oysa ulul emr çoğuldur ve çeşitli imamlara itaati farz kılmaktadır.
Cevap: Gerçi her zaman birden fazla imam yoktur, ama imamlara itaat çeşitli zamanlar mülahazası iledir ve bu da her zaman bir imamın itaatinin farz oluşuyla çelişki teşkil etmemektedir. Sonuçta müminler tarih boyunca emirlerini duyduğu masum imamlara itaat etmekle mükelleftir.
Üçüncü itiraz: Eğer ayette geçen ulul emirden maksat masum imamlar olursa o halde ihtilaflı hususlarda Allah ve resulüne müracaat edilmesini emreden ayetin devamında masum imamlara da müracaat da söz konusu edilmeliydi ve ayet şöyle olmalıydı: “bir şey hususunda ihtilafa düştüğünüzde onu Allah’a resulüne ve ulu’l emre döndürünüz.” Oysa ki ayette ulul emr zikredilmemiştir.
Cevap: masum imamlar ihtilaflı hususlarda Kur’an ve Peygamber’in sünnetine göre amel etmektedirler ve tümüyle kitap ve sünnet hususunda büyük bir ilme sahiptirler. Dolayısıyla ihtilaflı hususlarda onlara müracaat Allah ve resulüne müracaata dönmektedir. Dolayısıyla ulul emrin zikredilmesi ve tekrarı gerekli görülmemiştir.
Dostları ilə paylaş: |