Üçüncü sakınca
Taberi’nin bu tefsiri Kur’an’daki yüce ayetlere muhaliftir. Örneğin şu ayet-i kerime: “Ve ölçüsüzce davrananların emrine de itaat etmeyin. Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmakta ve dirlik- düzenlik kurmamaktadırlar”3
Ulul emr kavramı velayet ve yöneticiliği ifade etmektedir. Alimler ise sadece aydınlatma ve bilgilendirme rolüne sahiptir. Zira:
İlk olarak ulul emr kavramından akla gelen ilk şey ilim ve fıkıh ehli kimseler değildir. Alim ve bilginlere yöneticilik makamının verildiğini belirten bir dış delil olmaksızın ilk etapta ulul emirden maksadın ilim ve fıkıh ehli olduğu zihne gelmemektedir. Ve bu da ayetin delaletinden başka bir şeydir. Bu sözü söz konusu eden kimseler insanların dünyevi işlerinde alimlere itaat etmesi ve onların kılavuzluklarından nasiplenmesi mülahazası ile bu görüşü söz konusu etmişlerdir.
İkinci olarak bu ayetten bir önceki ayette Allah-u Teala hakimlerin görevlerini beyan etmiştir: “İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emretmektedir.”
Söz konusu ayette ise halkın ulul emr, yani emir sahiplerine oranla görevlerini beyan etmiştir. Bu ayet apaçık bir şekilde ulul emirden maksadın hakimler olduğunu göstermektedir; alimler değil
Üçüncü olarak eğer maksat alimler olursa bu durumda da şunu sormak gerekir: “acaba bu alimler toplu ittifak ve icma farzıyla mı kastedilmiştir yoksa tümünü kapsayan istiğraki genel bir anlam mı kastedilmiştir, ya da onlardan her biri veliyi emr olup itaatleri farz mıdır?
Eğer birinci varsayım kastedilmiş olursa bunun sakıncaları Fahr-u Razi’nin ehli’l hal ve’l akd sözünün beyanında söylenmiş oldu. Eğer ikinci durum kastedilmiş ise bu durumda ayet-i kerimede onlara itaatin mutlak olarak emredilmiş olması mümkün müdür? Oysa eğer böyle olsaydı Kur’an ve hadislerde bunun kuralları ve şartları beyan edilmiş olması gerekirdi.
Dördüncü olarak ayette geçen fa-i tefri’ edatının açıklamasın da beyan ettiğimiz gibi ayet-i kerimede yer alan bir sonraki cümlede şöyle yer almıştır: “bir hususta çekiştiğiniz takdirde onu Allah’a ve resulüne döndürünüz.”
Bu cümle, fa-i tefri’ ile bir önceki cümle ile ilişkilendirilmiştir. Bunun anlamı da niza ve ihtilaf edilen şeyleri Allah ve resulüne döndürmek, aynı zamanda Allah, resul ve ulul emre mutlak şekilde itaatin de gerekliliğidir.
Bu cümle açık bir şekilde bizlere şunu anlatmaktadır ki Allah ve resulüne döndürülmesi gereken ihtilaflı hususlarda bu döndürme ulul emre itaat yoluyla gerçekleşmektedir. Sonraki cümlede ulul emr kelimesinin yer alamamasının hikmeti de şudur ki kitap ve sünnetin içeriğinden tümüyle haberdar olan sadece ulul emrdir. İhtilaflı hususlarda bu ulul emre müracaat etmek Allah ve resulüne müracaat ermenin gerçekleşmesi anlamını taşımaktadır. Oysa bildiğimiz gibi alimler mutlak şekilde böyle değildir. Meğer ki ilahi koruma ile günah ve hatalardan korunmuş kimseler olsun.
Ulul emrden maksadın alimler olduğu hususunda müfessirlerin sözlerinde üzerinde düşünülmesi gereken bazı hususlar göze çarpmaktadır. Ayette üzerinde düşünülmesi gereken noktaları zikrederek bu problemleri de açıklığa kavuşturmak mümkündür.
Birinci husus: “Çekişir ve ihtilafa düşerseniz.” İfadesindeki muhataplar, “ey iman edenler! “ ifadesindeki muhatapların bizzat kendisidir. Ayette yer alan mümin muhataplar ile ulul emrin karşılaştırılması delili esasınca iman edenlerin ulul emirden ayrı kimseler olmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla ulul emr emir sahipleri ve müminler ise emre itaat eden kimseler olmalıdır.
İkinci husus: Bu özelliğe dikkat edildiği takdirde müminlerin ihtilafından maksadın birbirleriyle olan ihtilaf ve çelişkileri olduğu anlaşılmaktadır; ulul emr ile ihtilafları değil.
Üçüncü husus: Ayette önce müminlere hitap edilmesi ve ardından ulul emre yönelinmesi ayetin siyak ve akışına da muhaliftir. Ayette bu iltifat ve yöneliş hususunda hiçbir delil yoktur.
Kurtubi ve Cassas, “bir şey hususunda ihtilafa düştüğünüz takdirde onu Allah’a ve resulüne döndürünüz.” Ayetteki ulul emirden maksadın alimler olduğu hususunda delil olarak kabul etmişlerdir. Zira alim onlara göre alim olamayan kimseler ihtilafa düştükleri hususu Allah ve resulüne döndüremezler. Bu yüzden Allah-u Tela alimlere hitap etmiş ve onarla ihtilaf ve niza durumlarında ihtilafa düştükleri konuyu Allah ve Resulüne döndürmelerini emretmiştir. 1
Ebu Suud ise kendi tefsirinde bu görüşe yer vermiş ve bu iki müfessirin daha önce söylediğinin tam tersini söyleyerek şöyle demiştir: “İhtilafa düştüğünüz takdirde” ifadesi ulul emrden maksadın alimler olamayacağının apaçık bir delilidir. Zira mukallit bir kimse müçtehit bir kimse ile hükmünde ihtilafa düşemez. Meğer ki “ihtilafa düştüğünüz takdirde” cümlesinin mukallitlerle bir irtibatının olmadığını ve sadece alimlere hitap edildiğini söyleyelim. Bu durumda da bu ayette bir iltifat ve başka muhataba yöneliş söz konusudur ki bu da uzak bir ihtimaldir. 2
Kurtubi ve Cassas’ın sözlerinin sakıncası şudur ki onlar iltifat ve muhatap değişikliğine inanmak zorunda kalmışlardır. Bu esas üzere “ihtilafa düşerseniz” cümlesinin alimlere hitap olduğunu söylemişlerdir. Oysa ki zahire göre de ihtilafa düşerseniz” hitabı bütün müminleredir ve bu muhatap değişikliği hususunda hiçbir delil yoktur.
Ebu Suud’un sözlerinin sakıncası ise şudur ki o da ayette yer alan ihtilaf konusunu ulul emrden maksadın alimler olduğu takdirde mukallitlerin alimlerle ihtilafı ve nizası olarak kabul etmesidir. Oysa ki bu hitap bütün müminleredir. Çünkü ayette yer alan müminler ulul emr, yani emir sahipleri ile karşı karşıya karar kılınmıştır. Dolayısıyla da onların nizası ve ihtilafı kendi aralarında birbirleriyle olan ihtilaflarıdır. Dolayısıyla onların niza ve ihtilafları alimler olduğu varsayımında ulul emr ile ihtilafları değildir.
Bütün bu bilgilerden açıklığa kavuştuğu gibi ulul emirden maksat hatırlattığımız bütün bu hususlar sebebiyle alimler olamaz. Muhatap değişikliği ile bu görüşü sistemleştirmeye çalışan Cassas ve Kurtubi’nin sözleri de doğru değildir, bu sözü doğru olmayan bir şekilde reddeden İbn-i Suud’un sözü de batıldır.
Dostları ilə paylaş: |