Muvakkat Tahsisat Kanunlarıyla idareye imkan kalmadığı ve biran evvel musaddak bütçenin çıkarılmasına ilişkin 31 Mart 1921 tarihli karara istinaden, 2 Nisan’da 1337 yılı Müdafaai Milliye Vekâleti Bütçesi Meclise gelmiştir. Bütçenin heyeti umumiyesi bilâmünakaşa kabul edilmiş; Bütçe yekûnu 44.160.058 lira olarak tespit edilmiştir. Buna, Askeri Fabrikalar Müdüriyeti Bütçesi 3.764.595 lira ve Bahriye Bütçesi 418.333 lira ile dahildir.
Mali Alanda Yapılan Düzenlemeler ile Teşkil Edilen İdare
Bütçe Kanunları, bütçe usulüne uygun şekilde çıkmamakla birlikte; 1921 yılı içinde bütçeye dair yapılan düzenlemelerin bir çoğunda idari teşkilâta ilişkin çok önemli kararlar alınmıştır. Dolayısıyla, bu düzenlemeler mali kaynakların kullanımı açısından olduğu kadar yönetim gerçeğinin nasıl ve ne yönde dönüştürüldüğüne veya dönüştürülmek istendiğine ilişkin bilgi verdiği için de incelenmeyi hakketmektedir. Örneğin, 1336 yılı Bütçe Kanunu müzakere edilirken, 1 Şubat’ta Reji İdaresi’nin şekline dair yürütülen tartışma dikkat çekicidir. Reji İdaresi'nin Osmanlı Meclisi Mebusanınca temdidinin, Meclis'i, millileştirme doğrultusunda yeni bir inkılap yapmakla karşı karşı bıraktığını söyleyen Karesi Mebusu Vehbi Bey'e karşı, Maliye Vekili Ferit Bey, İtilâf Devletleriyle yapılacak Londra Konferansı öncesi idareyi feshetmenin veya ona dair yeni bir şekil vermenin Ankara Hükümeti'nin siyasi çıkarına uygun olmayacağını söylemiştir.
1336 yılı Bütçe Kanunu, 1921 yılı içinde mali açıdan da bir merkezileşmenin yaşandığını gösterir. Kanunun 8.maddesi, gelir bütçesinde belirtilen vergilerden başka vergi tarh ve tahsil edilmesini yasaklamış ve aksi davranışların Hiyaneti Vataniye Kanunu kapsamında cezalandırılacağını belirtmiştir. Bu hüküm, Müdafaai Hukuk Cemiyetleri, Heyeti Temsiliyeler ve Kuvayı Milliye Birlik Kumandanları tarafından vergi tahsili uygulamasına kat’i suretle son verildiği anlamına gelmektedir.191
Ziraat Bankası’ndan bankanın izni olunmaksızın istikraz (borç) alınamayacağına veya bankanın sermayesine el konulamayacağına (md.9); ahzı asker kalem ve şube sandıklarının kaldırıldığına ve bunların da masraflarını mal sandıklarından karşılayacaklarına (md.11); ordu, kolordu, müstakil ordu ve müstakil fırkaların saymanlarının (muhasiplerinin), Müdafaai Milliye Vekâleti Muhasebe Müdürlüğüne bağlı olmakla birlikte diğer saymanlar gibi Maliye Vekâletince atanacağına (md.12) ilişkin hükümler, askeri harcamalarda da mali yönetim birliğin sağlanmasının gözetildiğini gösterir.
1336 yılı Bütçe Kanunuyla, Düyunu Umumiye ve Reji İdaresi ile Büyük Millet Meclisi’nin 1920 yılından beri devam ettire geldikleri ilişkilere de resmiyet kazandırılmış; Büyük Millet Meclisi idaresi altındaki bütün gelirler üzerinde egemenlik kurulmuştur.192 Düyunu Umumiye İdaresi, Büyük Millet Meclisi’nin mali yönetimi altına alınmıştır. 21.maddeye göre, Düyunu Umumiye İdaresi, yönetimine bırakılmış olan devlet gelirlerinin yönetimine, Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin egemen olduğu yerlerdeki teşkilâtına ve görevlerine zarar vermemek kaydıyla ve yaptığı tahsilâtı makbuz karşılığı Büyük Millet Meclisinin Maliye Bakanlığı veznelerine yatırmak şartıyla, Maliye Bakanlığına bağlı olarak devam edecektir. Düyunu Umumiye İdaresinin giderleri bütçeye konulan ödeneklerden karşılanacaktır. 22.maddeye göre ise, Tütün Rejisi İdaresi, Büyük Millet Meclisi Hükümetinin egemen olduğu yerlerdeki yönetimine zarar vermemek şartıyla, işlemlerine devam edecektir.
Maliye Vekâleti Bütçesi müzakerelerinde, Defteri Hakani Müdüriyeti Umumiyesi lağvedilmiştir. Tapu ve kadastro işleri Defteri Hakani Müdüriyeti Umumiyesi tarafından üstlenilmişti. Defteri Hakani Müdüriyeti Umumiyesi, “memlekette bulunan bütün hukuku tasarrufiyeyi temin ve teyit etmek için kuyudatın [kayıtların] intizamı, emval ve emlâkın tespit ve tahrir edilmesi”nden sorumlu bir teşkilâttı.193 Sözkonusu kayıtlar, âşar başta olmak üzere önemli vergilere esas teşkil etmekteydi. 1920 yılında Büyük Millet Meclisi açılırken Defteri Hakani kayıtları İstanbul’da kalmıştı. Büyük Millet Meclisi’nin elinde sadece Ankara vilâyetine ait kayıtlar bulunmaktaydı. Ancak, muamelatı takip edecek bir merciye ihtiyaç olması nedeniyle Defteri Hakani Müdüriyeti Umumiyesi teşkil edilmişti. Osmanlı İmparatorluğu Defteri Hakani Nezâreti’nden beri mevcut olan kayıda ilişkin sorunlar da böylelikle Ankara’ya devrolmuştu. 1921 yılı teşkilâtını ve bütçesini belirleyecek Kadro Encümenlerinin çalışmaları dahilinde Maliye Vekili Ferit Bey’in önerisiyle Defteri Hakani teşkilâtında kimi düzenlemeler yapılmıştır. Çalışma esaslarına müdahale edilmemekle birlikte bütçede tasarrufa gidilmesi için kadrolarda yapılan ıslahat teşkilât yapısını da büyük ölçüde değiştirmiştir. Defteri Hakani Müdüriyeti Umumiyesi lağvedilerek, merkez teşkilâtı bir müdüriyet olarak Maliye Vekâleti’ne bağlanmıştır. Müdüri Umumi, müdüre kalbedilirken; muhasebei senedat, sicili memurin, evrak, istatistik ve muhasebe mümeyyizleri vb. gibi hepsi lağvedilerek, teşkilat kadroları senedat mümeyyizi ile malûlât kayıt kalemlerinden oluşan bir müdür ile iki mümeyyize ve yedi katibe tahvil edilmiştir. Taşra teşkilâtında kaza kadrolarında bir değişiklik yapılmamış; yalnız eskiden vilayet statüsünde olan livalarda kadro sayısı dörde indirilmiştir. Böylelikle, Defteri Hakanilerin vilayet teşkilatları livalara kalbedilmiştir. Vilayetlerdeki Defteri Hakani müdürleri beş olarak kalmıştır.
Maarif Vekâleti’nin kadro mevcudu, Büyük Millet Meclisi’nin Kurtuluş Savaşı sırasında ne kadar dar bir kadro ile çalışmak zorunda kaldığını gösterir. İstanbul’dan Ankara’ya gelindiğinde Maarif teşkilâtının ne oranda daralmak zorunda kaldığını ortaya koyar. Maarif Vekâleti Bütçe müzakerelerinde, Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in beyan ettiği haliyle İstanbul’da Maarif Nezâreti 200’e yakın memur ve müstahdem kullanırken, Ankara’da 24 memur ve bulunmaktadır.194
Adli Yönetim
Kuvvetler birliği nedeniyle, yasama ve yürütme yetkisi gibi yargı yetkisi de Büyük Millet Meclisi’nin elinde toplanmıştır. Meclis bu yetkisini aslen bağımsız mahkemeler eliyle kullanmış olmakla beraber, Meclis’in bu özelliğinden dolayı, bağımsız mahkemelerin yanı sıra Meclis’in doğrudan yargı yetkisini kullandığı durumlar da olmuştur. Meclis’in doğrudan yargı yetkisini kullanması, yargı yetkisinin de Meclis’te cemedilmesi gibi devrim Meclis’i özelliğinden kaynaklanmış; Büyük Millet Meclisi’nde cisimleşen siyasal iktidarın devrimci bir ruhla korunmasına yönelik olmuştur. Büyük Millet Meclisi, Hıyaneti Vataniye Kanunu’nun 8.maddesine istinaden bu kanun kapsamında bir temyiz mercii gibi çalışmış ve yetkisini Adliye Encümeni vasıtasıyla kullanmıştır. Meclis’in yargı yetkisini doğrudan kullandığı bir diğer örnek olay ise İstiklâl Mahkemeleri’dir.
1921 yılı adli teşkilâtlanmayla ilgili önemli düzenlemelerin de yapıldığı bir yıl olmuştur. Hâkimi Münferit uygulamasının yaygınlaştırılması, Şûrayı Devlet’i ikame etmesi öngörülen Memurin Muhakemat Heyeti ve Encümeni’nin kuruluşu bu düzenlemelere örnek gösterilebilir. Ayrıca, 5 Aralık’ta 168 sayılı Kanun’la Fransa ile imzalanan İtilâfname doğrultusunda Adana ve havalisinde genel af ilan edilmiş ve bu düzenleme ülke genelinde uygulamaya geçirilecek genel af tartışmasını başlatmıştır.
İstiklâl Mahkemeleri
Büyük Millet Meclisi’nin konvansiyon niteliği mebusları aracılığıyla kullandığı yargı yetkisine, bir başka deyişle, kendi içinden çıkardığı yargı merciine de yansımış ve İstiklâl Mahkemelerinde cisimleşmiştir. Firariliğin önlenmesiyle gündeme gelen İstiklâl Mahkemeleri, 11 Eylül 1920 tarihinde çıkarılan 21 sayılı Firariler Hakkında Kanuna dayanmaktadır.195 Ancak, İstiklâl Mahkemelerini doğuran fevkâlade yönetim koşulları kuruluş yasasının ötesinde olmuş; İstiklâl Mahkemelerinin düzenli ordunun kuruluşundan isyanların önlenmesine, can ve mal güvenliği ile kamu düzeninin korunmasından basın yoluyla işlenen suçlara ve casusluğa kadar çeşitlenen görevler üstlenmesine neden olmuştur.196 Fevkâlade yönetim koşullarını belirleyen Büyük Millet Meclisi’nin siyasi, idari, askeri ve adli iktidarının tesisi olduğu oranda, İstiklâl Mahkemelerinin görev ve yetkileri de artmış; İstiklâl Mahkemeleri, “Büyük Millet Meclisi’ne kavlen ve fiilen muhalefet” edenlerin ve onun kurduğu düzeni bozucu bütün güçlerin işlediği suçlara ilişkin davaları görür hale gelmiştir.197
Büyük Millet Meclisi’nin iradesine karşı işlenen suçlara ilişkin davalar İstiklâl Mahkemeleri altında tek mercide birleştirilmek istenmiştir. İstiklâl Mahkemeleri hakkındaki kanunla yetkileri kaldırılan Yozgad Divanı Harbi Örfisi lağvedilmiş ve 3 Ocak’ta 86 sayılı Heyeti Umumiye Kararı ile Yozgad Divanı Harbinden verilen hükümlerin idam dahi olsa, hiç birinin infaz ve icra edilmeyerek Ankara İstiklâl Mahkemesine devir ve teslimine karar verilmiştir. Yozgad Divanı Harbi Örfisi’nin lağvedilmesiyle birlikte Kuvayı Seyyare Kumandanı İbrahim Bey’in elinde bulundurduğu ve teslim etmediği söylenen evraka nasıl el konulacağı da Meclis’in gündemine gelmiştir.198
İstiklâl Mahkemeleri fevkâlade yetkilerini üyeleri olan Büyük Millet Meclisi âzalarından almaktadırlar. 3 Ağustos’ta İstiklâl Mahkemeleri için hazırlanan talimatnamenin, mahkeme âzalarını takyid etmek anlamına geleceği gerekçesiyle reddedilmesi bunun en açık göstergesi olmuştur. Sözkonusu talimatnamenin reddedilmesi ile, İstiklâl Mahkemelerinin işlemlerinin birleştirilmesi ve adliye, askeriye ve mülkiye ile ilişkilerinin tayin edilmesine dair öneri de reddedilmiştir. Bu da, İstiklâl Mahkemelerinin görev, yetki ve sorumluluklarının yargılama yetkilerini kısıtlayacak şekilde tayin edilemeyeceğini; mahkemelerin adli ve icrai vasıflar üstlendiklerini göstermiş ve Meclis’te uzun tartışmalar yaratmıştır. 199İstiklâl Mahkemelerinin yetkilerini arttıran bir diğer karar da Tekâlifi Milliye Emirleri olmuştur. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, 7 Ağustos’ta Tekâlifi Milliye Emirlerini yayınlarken bu emirlere uymayanların İstiklâl Mahkemelerinde yargılanacağını da belirtmiştir.
Ankara İstiklâl Mahkemesi, başkentte bulunması itibariyle bütün mahkemeler içinde en önemlisi olmuş; diğer mahkemeler daha çok bölgesel içerikli davalara bakarken, Ankara İstiklâl Mahkemesi memleket genelinde ve savaşın tarafları nezdinde büyük önem arzeden davalara bakmakla görevlendirilmiştir.200 Bu sebepten dolayı ve belki de bu özelliğinin bir göstergesi olarak, Ankara İstiklâl Mahkemesi, 7 Ekim 1920’den 31 Temmuz 1922 tarihine kadar üyeleri dahi değişmeden kesintisiz çalışan tek mahkemedir.201 1921 yılı boyunca Ankara İstiklâl Mahkemesi’nin baktığı davalar içinde 23 Ocak-9 Mayıs 1921 tarihleri arasında süren gizli Komünist Fırkası davası, 9 Mayıs’ta karara bağlanan Çerkez Ethem davası, 1 Mayıs-23 Mayıs 1921 tarihleri arasında görülen İngiliz casusluğu suçundan yargılanan Mustafa Sagir davası da yer almıştır.
8 Ocak’ta İstiklâl Mahkemeleri dairei kazalarının yeniden tesbitine ve merkezleri Trabzon ve Elâziz’de olmak üzere mevcutlara iki mahkeme daha ilave edilmesine dair Büyük Millet Meclisi Riyaseti Tezkeresi Meclise sunulmuştur. Söz konusu Tezkere Meclis’te görüşülmeyi beklerken, 17 Şubat’ta 97 sayılı Heyeti Umumiye Kararı ile, Bütün Millet Meclisi ve Hükümeti’nin çalışmalarıyla memlekette sükun temin edildiği gerekçesiyle 1 Numaralı Ankara İstiklâl Mahkemesi dışındaki bütün İstiklâl Mahkemelerinin faaliyetlerine son verilmiş ve görevli mebuslar Ankara’ya davet edilmiştir. İstiklâl Mahkemeleri, ellerinde bulunan evrâğı nizamiye mahkemeleri ile askeri divanı harplere devredeceklerdir. Bu kararlaİstiklâl Mahkemelerinin birinci dönemi sona ermiştir. Ancak, Birinci Dönem İstiklâl Mahkemelerinin faaliyetlerine fiilen son vermeleri bölgesel koşullardan ve haberleşme imkanlarından dolayı farklı zamanlarda gerçekleşmiştir. Eskişehir İstiklâl Mahkemesi 17 Şubat, Kastamonu İstiklâl Mahkemesi 2 Mart, Konya İstiklâl Mahkemesi 18 Şubat, Isparta İstiklâl Mahkemesi 23 Mart ve Sivas İstiklâl Mahkemesi 15 Mart’ta çalışmalarını durdurmuşlardır.202
23 Temmuz’da Konya, Kastamonu ve Samsun’a İstiklâl Mahkemesi gönderilmesine karar verilmiştir. İcra Vekilleri Heyeti Reisi Fevzi Paşa, “düşmanın ilerleyişiyle birlikte dahilde ortaya çıkan işaat ve ifsadata karşı tatili faaliyet etmiş olan İstiklâl Mahkemelerinin, Kastamonu merkez olmak üzere ordunun sağ cenahında ve Konya merkez olmak üzere ordunun sol cenahında tekrar teşkil edilmelerine ilişkin şifahi bir teklif”te bulunmuş; Sinob Mebusu Hakkı Hami Bey de, Samsun'a da bir İstiklâl Mahkemesi gönderilmesini teklif etmiştir. Meclis bu teklifler üzerine söz konusu üç yere İstiklâl Mahkemesi gönderilmesini kabul etmiştir. Yeni kurulan İstiklâl Mahkemelerinde eski âzaların mı görevlerine devam edeceği, yoksa yeni âza mı intihap edileceği uzun tartışmalar yaratmış; sonunda, yeni âza intihabına karar verilmiştir. 28 ve 30 Temmuz’da yapılan intihaplar neticesinde Kastamonu, Konya ve Samsun İstiklâl Mahkemelerinde görevli olacak mebuslar belirlenmiştir.
5 Ağustos’ta Başkumandanlık Kanunu’nun kabülü ile, bu tarihe kadar Büyük Millet Meclisi’ne karşı sorumlu olan İstiklâl Mahkemeleri, bu tarihten sonra Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’ya bağlanarak doğrudan Başkumandana karşı sorumlu kılınmışlardır.203 30 Temmuz’da intihap edilen âzaların bir kısmının istifa etmesi ile boşalan âzalıklara atama Başkumandan emriyle yapılmıştır.204
Tablo – 13. 1921 Yılı Boyunca Görev Yapan İstiklâl Mahkemeleri205
|
Mahkemenin Adı
|
Görev Yaptığı Şehir
|
Görev Süresi
|
Üyeleri
|
Faaliyetleri
|
Ankara İstiklâl Mahkemesi
|
Ankara, Kırşehir, Yozgad, Çorum
|
(7 Ekim 1920-31 Temmuz 1922)
|
İhsan Bey (Cebelibereket) (Reis), Kılıç Ali (Antep), Hüseyin Bey (Elâziz), Cevdet Bey (Kütahya)
|
Görülen 13096 davanın sonunda 108 idam kararı alınmıştır.
|
Kastamonu İstiklâl Mahkemesi
|
Kastamonu, İnebolu, Safranbolu, Daday, Erac, Tosya, Taşköprü, Cidde, Sinop, Boyabat, Ayancık, Kângırı, Çerkeş, Ilgaz, Bolu, Gerede, Düzce, Gönik, Zonguldak, Zahtan
|
23 Temmuz 1921-kuruluş kararı, 13 Ağustos 1921-Çankırı’da yayımlanan göreve başlama beyannamesi, 20 Temmuz 1922-271 sayılı Heyeti Umumiye Kararı ile ilga
|
Mustafa Necati Bey (Saruhan) (Reis), Neşet Bey (Kângırı), Ziya Nebizade Hamdi Bey (Canik), Hamdi Bey (Trabzon, 31 Ocak 1922-Başkumandanlık emriyle), Mahmud Esad Bey (İzmir, 15 Ağustos 1921 tarihine kadar)
|
Yaklaşık 9200 dava görülmüş ve en az 35 kişi idam edilmiştir.
|
Konya İstiklâl Mahkemesi
|
Konya, Karaman, Pozantı, Isparta, Burdur, Ereğli, Anamur, Silifke, Niğde, Akşehir, Antalya, Uluborlu
|
23 Temmuz 1921-kuruluş kararı, 12 Ağustos 1921-göreve başlama beyannamesi, 20 Temmuz 1922-271 sayılı Heyeti Umumiye Kararı ile ilga
|
Hacim Muhiddin Bey (Karesi) (Reis), Muhiddin Baha Bey (Bursa, 9 Haziran 1922’de istifa), Yusuf Bey (Denizli), Ali Sâib Bey (Urfa, 20 Temmuz 1922’de görevine son verildi), Ali Efendi (İçel, 31 Ocak 1922 tarihli Başkumandanlık Emriyle)
|
Konya-Delibaş isyanı, Denizli olayları başta olmak üzere 1407 davaya bakarak sonuçlandırmıştır.
|
Samsun İstiklâl Mahkemesi206
|
Amasya, Tokad, Sivas, Samsun, Ordu, Giresun
|
23 Temmuz 1921-kuruluş kararı, 17 Ağustos 1921-göreve başlama tarihi, 27 Aralık 1921-son karar tarihi
|
Emin Bey (Canik) (Reis), Necati Bey (Bursa), Veli Bey (Burdur), Bahri Bey (Yozgad, 9 Eylül 1921 tarihli Başkumandanlık Emriyle), Şevket Bey (Sinob)
|
Pontus meselesi, Koçgiri isyanı başta olmak üzere 2420 davaya bakmış; 485 idam kararı almıştır. Pontus meselesiyle ilgili olarak 177 kişinin idam kararı uygulanmıştır.
|
Yozgad İstiklâl Mahkemesi
|
Kayseri, Yozgad, Kırşehir, Niğde (Başkumandanlık Emriyle 6 Aralık 1921 tarihinden itibaren)
|
8 Eylül 1921-Başkumandanlık Emriyle, 22 Eylül 1921-göreve başlama tarihi, 3 Ekim 1921-yargılamaya başlama tarihi, 20 Temmuz 1922-271 sayılı Heyeti Umumiye Kararı ile ilga, 3Ağustos 1922-son karar tarihi
|
Refik Bey (Konya) (Reis, 8 Eylül 1921 tarihinde Başkumandanlık Emriyle yerine Mazhar Bey getirilmiştir.), Ethem Fehmi Bey (Menteşe), Mazhar Bey (Üsküdar, vazifesine gitmedi), Ziya Hurşit Bey (Lâzistan, vazifesine gitmedi), Mazhar Müfit Bey (Hâkkari), Necip Bey (9 Eylül 1921 tarihinde Başkumandanlık Emriyle)
|
Koçgiri Aşireti İsyanı, Yozgat ayaklanmaları başta olmak üzere 2673 davaya bakmış; 56 idam kararı almıştır.
|
Hâkimi Münferit (Tek Hâkim) Usulü
1921 yılında adalet yönetimine dair en önemli düzenlemelerden bir kaçı, hâkimi münferitlik (tek hâkimli adli yargılama usulü) alanında yapılmıştır. Bu alandaki düzenlemeler, yargılama usulü açısından olduğu kadar adliye teşkilâtının örgütlenmesi ve kadro yapısı açısından da önemlidir. Hâkimi münferitlik usulü, Adliye ve Mezâhib Vekilleri Celâleddin Arif Bey ve Refik Şevket Bey tarafından savunulmuş ve uygulamaya geçirilmek istenmiştir.
Osmanlı Klasik Döneminde, adalet yönetimi kadı’nın merkezinde bulunduğu tek hâkimli ve tek dereceli bir yargılama usulü üzerine kurulmuş; yargı çevresi olarak kaza ölçeği esas alınmıştı.207 27 Cemaziyülahır 1296 (18.06.1879) tarihli Mahakimi Nizamiye Teşkilâtı Hakkındaki Kanun’un 1. maddesinde nizamiye mahkemeleri alanındaki ceza ve hukuk mahkemelerinin bidayet mahkemesi ve istinaf mahkemesi olmak üzere iki dereceli olması ve bunların üstünde de Mahkemei Temyiz’in bulunması hükme bağlanmıştı.208Aynı Kanun ile, hâkimi müçtemi (heyet halinde yargılama) usulü de benimsenmişti.209 1908 Devriminden sonra “istinaf mahkemesi âzâ sayısının beşten üçe indirilmesi, diğer mahkemelerin ise tek hâkimle vazife yapması yönünde bir meyil doğmuş”tur.210 1913 tarihli Edirne Vilâyetinde Teşkil Olunacak Mehâkim Hakkında Kanunuyarınca ilk defa Edirne vilâyetinde hâkimi münferit uygulamasına dönülmeye başlanmış; bidâyet mahkemesi âzâlarının sayısı bire, istinaf mahkemesi âzâlarının sayısı ise ikiye (reis hariç) indirilmiştir.211 Kanun, yargı çevresi olarak kaza ölçeğini benimsemiş; bidayet mahkemelerine hâkimi münferit ataması yaparken merkez ve sancakları da kaza olarak addetmiştir.212 Bu usulü, uygun görülecek diğer vilâyetlere yaymak üzere Adliye Nâzırı’na 1913 yılı içinde salâhiyet verilmiştir.213 Hâkimi münferitliğin yanı sıra 1908 Devrimi sonrasında bidayet mahkemeleri alanında sulh mahkemelerine ilişkin de önemli düzenlemeler yapılmıştır. 1913 yılında Sulh Hâkimleri Kanunu çıkarılmış; böylelikle taşra teşkilâtında sulh hâkimliği ihdas edilmiş; 2500 kuruşa kadar olan davalara bakmak ve kaza, nahiye ve köylerde görev yapmak üzere sulh hâkimlikleri kurulmuştur.214
Hâkimi münferitlik usulü, 1921 yılında ilk kez 20 Ocak’ta Adliye Kadro Encümeni adına konuşan Canik Mebusu Nafiz Bey tarafından gündeme taşınmıştır. Nafiz Bey, Adliye Vekâletinde iki tip kadro ile karşı karşıya kalındığını beyan etmiş ve adli usulün tespit edilerek bu kadrolardan birinin seçilmesine ilişkin görüşünü Meclise sunmuştur. Adliye Vekili Celâleddin Arif Bey (Erzurum), bu noktada hâkimi münferitlik usulünün prensipte benimsenmesi gerektiğini savunmuştur. Müzakere aslen istinaf mahkemelerinin kaldırılması ve hâkimi münferit teşkilâtının kurulması üzerinden yaşanmıştır.
30 Nisan’da 117 sayılı Edirne Teşkilâtı Adliye Kanununun Altıncı Maddesinin Tadiline Dair Kanun kabul edilmiştir. Kazalarda bidayet mahakimi vazife ve salahiyetini haiz olmak üzere hâkimi münferitlikler ile vilâyet ve livalarda bir reis ve iki azadan mürekkep istinaf mahkemeleri teşkil edilmiştir.215 Kanunun tatbik edildiği yerlerde sulh işleri hâkimi münferitlere verilmiştir. Bu değişiklik ile Sulh Hâkimleri Kanunu'na istinaden sulh davalarında müddeiumumi (savcı) bulunmayacak ve hâkimi münferitler köylere kadar giderek daha süratli karar verebileceklerdir. Celâleddin Arif Bey, bu değişikliğin ilerde yapılması düşünülen ıslahatı adliyeye zemin hazırlayacağını ve Adliye Encümenince hazırlanmakta olan hâkimi münferit kanunu çıkıncaya kadar halkı bu usule alıştıracağını söylemiştir. Kanun aleyhinde söz alan Abdülkâdir Kemali Bey ise, hâkimi münferit teşkilatının kadılık sistemi olduğunu söylemiş ve adliye teşkilatının Rumeli'de yapılan inkılâp doğrultusunda olması gerektiğini savunmuştur. Abdülkâdir Kemali Bey, uzmanlık alanlarına göre görülmesi gereken davaların tek bir hâkim- yani kadı benzeri bir hâkim - tarafından görülmesine karşı çıkmıştır.216
Adliye Vekâleti’nin hazırlamakta olduğu ve hâkimi münferit teşkilâtına dair kanun olarak bilinen 5 Haziran 1295 tarihli Mahakimi Nizamiye Teşkilâtı Hakkındaki Kanunun Tadiline dair Kanun Lâyihası Adliye Encümeni tarafından Hâkimi Münferit Kanununun Bâzı Mevaddını Muaddil Kanun adıyla Meclis’e sunulmuş ve 14 Temmuz’da 134 sayılı Kanun olarak kabul edilmiştir. Kanun gerekçesinde bir nokta, özellikle adli örgütlenme açısından dikkat çekicidir. Gerekçede, “Türkiye teşkilâtı adliyesi bazan teşkilâtı mülkiyeye tabaiyet mecburiyeti ve bâzan müstakil vaziyet almak arzusu dâhilinde çok dağınık bir şekil almıştır” denilmiştir.217 Bu gerekçeden yola çıkılarak, Kanun’la, adli işlemlerin yok denecek kadar az olduğu; ancak, mülki teşkilât itibariyle vilâyet olarak sınıflandırıldıkları için birçok hâkim bulundurması gereken vilâyetlerin, birer kaza veya liva kabul edilerek adliye teşkilâtının ona göre tanzim edilmesi istenmiştir. Bu nedenle, Kanun’la, mülki ve adli örgütlenme zemininin birbirinden ayrılması amaçlanmıştır denilebilir. Adli örgütlenmede, Adliye Vekili Refik Şevket Bey’in (Saruhan) sözlerinden anlaşıldığı üzere kaza ölçeğinin esas alınması öngörülmüştür.218 Kanun’un ikinci özelliği ise, adliye teşkilâtının tanziminde bütün yetkinin Adliye Vekâleti’ne verilmiş olmasıdır. Adliye Vekâleti, bu yetkiyi, tasarruf ve vahdet ilkelerini gözetmek kaydıyla üç çeşit istinaf mahkemesini birbirine rapt ederek ve mahkemeleri hâkimi müçtemi usulünden hâkimi münferit usulüne evrilterek kullanacaktır ki, bu da Kanun’un üçüncü özelliğidir. Meclis, bu Kanun’la üç çeşit istinaf mahkemesinin birbirine raptını kabul etmekle beraber, aslen Adliye Vekâletine hâkimi münferit usulünü arzu ettiği yerlerde tatbike mezuniyet vermiş ve bu Kanuna istinaden hâkimi münferit teşkilâtı kurulmaya başlanmıştır.219
1921 yılında üç çeşit istinaf mahkemesi mevcuttur: 1) Hâkimi Münferid Kanununun icabettirdiği istinaf mahkemeleri (istinafı hukuk ve istinafı ceza – âzası 5 kişi), 2) Her vilâyet merkezinde mevcut istinaf mahkemeleri (bir reis, 4 âza, 2 âza mülâzım olmak üzere 7 kişi), 3) Her liva merkezinde liva merkezinden ayrı kazalara şâmil olan istinaf mahkemeleri (bir reis, 4 âza, 2 âza mülâzım olmak üzere 7 kişi).220 Kanun’la, “Hâkimi Münferit Kanununa tevfikan teşekkül eden istinaf mahkemesine, bu mahkemenin teşkilatsız kalan mülhakatı veya hâkimi münferit teşkilatı haricinde teşekkül eden istinaf mahkemelerine, hâkimi münferit teşkilatına tabi mahakimi iptidaiyeyi rapta” Adliye Vekili salâhiyettar kılınmıştır. Böylelikle, üç ayrı şekilde kurula gelmiş olan istinaf mahkemeleri ayrı usullere göre teşkil edilmelerine rağmen birbirine raptedilebilecektir. Bu durumun adli teşkilatta tevhidi sağlamak yerine teşkilatı daha da karışık hale getireceği ve Adliye Vekilinin teşkilat üzerindeki salâhiyetini mutlaklaştırdığı gerekçesiyle kanuna itiraz edilmiştir.
Mahakimi Nizamiye Teşkilâtı Hakkındaki Kanun ile Berlin Konferansı’dan sonra kadı’nın merkezinde durduğu tek hâkimli adli yargılama usulünden heyet halinde yargılama usulüne geçilmişti.221 Bu Kanun ile ise, yeni bir geçiş söz konusu olacaktır. Bu geçişin kadılık sistemine doğru mu olacağı, hâkimi münferitlikten kadılık sisteminin mi anlaşılması gerektiği Meclis’te ciddi tartışmalara sebep olmuştur. Kastamonu Mebusu Abdülkâdir Kemali Bey, bu usul ile yeniden kadılık sisteminin hayata geçirilmek istendiğini söyleyen tarafın güçlü sesi olmuştur. Abdülkâdir Kemali Bey, mazide kalan bütün kavaninin, bütün teşkilâtın yıkılarak yerine yenisinin inşa edilmesini savunmaktadır.222 Edirne Mebusu Şeref Bey ise, hâkimi münferitliğin ilk uyguladığı kanun olarak gösterdiği Edirne Adliye Teşkilâtı Kanunu’nu savunmuş; bu teşkilâtta arada ne vasıta ne usul vardır diyerek Balkan Savaşları sonrasında Meşrutiyetin en güzel hediyesinin hâkimi münferit teşkilâtı ihdası olduğunu dile getirmiştir.
Hâkimi Münferit Kanununun Bâzı Mevaddını Muaddil Kanun görüşmelerinde, hâkimi münferitliğin bir nevi sulh hâkimliği olduğu dile getirilmiştir.223 Bu nedenle, Kanun’un kabulünün ardından 3 Kasım’da 163 sayılı Sulh Hâkimleri Kanununun Dördüncü Maddesinin Tadiline dair Kanun’un kabul edilmesi dikkat çekicidir. Söz konusu Kanun, Adliye Encümeninin teklifiyle, Sulh Mahkemelerinin derecei salâhiyeti kazaiyelerini beş bin kuruştan elli bin kuruşa çıkararak sulh mahkemelerinin yetkilerini artırmıştır.
Dostları ilə paylaş: |