Sırrı Süreyya Önder’e ve Ertuğrul Kürkçü’ye Mektup
Merhaba Değerli Önder,
Sağlık ve bürokratik sorunlarım nedeniyle hemen cevap veremediğim için kusura bakmayın. Bunca zaman sonra sizden bir yankı gelmesini çok önemli gördüğümü bilmenizi isterim.
Aslında çok uzun zamandan beri sizinle (ve Ertuğrul'la) bir imkân bulup uzun uzun konuşmayı, bunun imkânlarını yaratmayı çok istiyordum. Kısmet olmadı. Şimdi ise sağlık sorunlarım nedeniyle Almanya'da olduğumdan bir plan yapmam mümkün değil.
Hatta bu imkân olmayınca, son zamanlarda, sizlere bir açık mektup yazmayı bile düşünmeye başlamıştım.
Şu an ikisini de yapacak bir imkan olmadığından en azından kısaca söylemek istediğim bir iki konuya dokunmak isterim.
Aslında bunlar yeni şeyler de değil. Yazılarımda çok söz ediyorum. Bu yazıları da belki okursunuz diye sizlere de iletebilmeye özen gösteriyorum. Ama yine de direk olarak söylemek bir başka.
Siz ve Ertuğrul şu an Türkiye'deki sosyalistlerin (Bunlar içinde de liberallerin ve ulusalcıların rüzgarlarına kapılmamış olanlarının) dikkatle izlediği, kendilerinden çok şey beklediği iki isimsiniz.
Dolayısıyla siz Türkiye sosyalist hareketinin gündeminde bir değişiklik yapıp, sosyalistleri başka bir gündemi tartışmaya çekebilirsiniz. Bu muazzam bir güç ve olanaktır. Bunun farkında olmanızı dilerim. Bunu şu an yapabilecek başka kimse yok.
Ancak böylece Türkiye’de (ve Kürdistan’da) gerçekten radikal demokrat diyebileceğimiz bir hareket yaratılabilir. Bu olmadan da hiçbir gelişme sağlanamaz.
Sosyalistler tüm unutmuşluklarına ve eksiklerine rağmen, yine de demokratik talepleri sonuna kadar ve radikal olarak savunabilecek biricik yatkın kesimi oluşturuyorlar.
Bunları radikal demokratik bir pozisyonu sistemli ve tutarlı olarak savunacak bir çizgiye çekebilmek ise, bugün onlara egemen olan görüş ve anlayışlara karşı ciddi bir ideolojik ve teorik mücadele gerektiriyor. Bu ise bu tartışmayı gündeme taşımakla olabilir.
Bu başarıldığı an, göreceksiniz, Türkiye’deki mücadele birden muazzam bir hız ve güç kazanacaktır. Aynı şekilde Kürt hareketi de “ilkel milliyetçilerin” baskısını dengeleyecek bir güç bulacak ve demokratik pozisyonları daha rahat ve doğrudan savunmaya kendini bu yönde geliştirmeye başlayacaktır. Bu da Türkiye’deki bütün güç dengelerini değiştirecek gelişmelere yol açabilir.
Emin olun, dediğim yaklaşım gösterildiğinde hiç aklınıza gelmeyecek ölçüde olumlu ve cesaretlendirici yankılar gelmeye başlayacaktır. Bunu bizzat kendi sınırlı deneylerimden biliyorum. Ama biraz olsun meyvesini görebilmek için biraz sabır ve direnç de gerekiyor. Kaldı ki sizin elverişli konumunuzda bunlara çok daha az ihtiyaç duyulabilir.
Ama bütün bunların olabilmesi için, öncelikle sizin ve Ertuğrul’un misyonunuzun, gücünüzün, etkinizin farkında olmanız gerekmektedir. Tarih insanları iki türlü harcar, ya kimilerini kapasitelerinin altındaki görevlerle karşılaştırır ve öylece ezerek tüketir ya da kapasitelerinin çok altındaki işler içinde onların enerji ve ömürlerini tüketir. Şu an sizin için ikinci tehlike var.
Şu an sizler, “kapasitenizin altında” çalışıyorsunuz. Bundan yaptıklarınızı küçümsediğim gibi bir sonuca ulaşmayın lütfen. Yapabileceklerinizin yaptıklarınızdan çok daha fazla olduğunu anlatmak istiyorum. Şu an sizin en büyük düşmanınızın “tevazu” veya “kanaatkarlık” olması gerektiğini söylemek istiyorum.
Ama bütün bunların olabilmesi için, önce sizin ikna olmanız gerekiyor. Keşke karşılıklı olarak oturup gereğinde yeterince uzun bir zaman ayırıp bunu yüz yüze yapabilsek. Ama şimdilik mümkün değil. Bu nedenle size şimdi ancak bazı yazılı önerilerde bulunabilirim.
Öncelikle, şunu iyi belirlemek gerekiyor. Gerek Türk sosyalistlerinin, gerek Kürt hareketinin programı, radikal demokratik bir program değildir ve yanlıştır.
Ulusun, politik olanın, devletin (ki hepsi özünde aynıdır) bir dinle, dille, soyla, ırkla, kültürle vs. ile tanımlandığı bir ülkede radikal bir demokrasiden söz edilemez. Çünkü demokrasi insanların en azından hukuki ve biçimsel bir eşitliğidir ve yukarıdaki nedenlerle bir eşitsizliği reddeder.
Yani Türklükle tanımlanmış bir Türk Devleti kadar, Kürtlükle tanımlanmış bir devlet veya bölge de bir demokratik cumhuriyet olamaz. Ulus, devlet ya da politik olan böyle tanımlamaya karşı tanımlandığında ancak demokratik olabilir.
Bunu günümüzün politik diline çevirirsek, Kürtlere statü istemek, ne Türk Devletinin Türklükle tanımlanmasını reddetmiş olur (aksine zımnen devletin Türklükle tanımlanmış olmasını meşru bir hak olarak da tanımış olur) ne de Kürdistan’da demokrasi istemiş olur. Bu diyanetten Alevileri tanımasını istemekten farklı değildir. Demokratik olan Diyanetin kaldırılması ve devletin her hangi bir dini tanıma veya tanımama hakkının olmamasıdır.
Öte yandan tıpkı Alevilerde olduğu gibi şöyle bir çelişkili durum da var. Alevilerin bir kısmı da bir yandan örneğin diyanetin kaldırılmasını, din derslerinin kaldırılmasını istiyorlar; diğer yandan iki satır aşağıda Cem evlerinin tanımasını. Bu korkunç bir eklektisizimdir. Aslında ne dediğini bilmemektir.
Benzeri “ulusal sorun”da da görülüyor. Bir yandan demokratik denebilecek talepler de sıralanıyor diğer yandan “Statü” veya Türk Sosyalistlerince “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” isteniyor. Ulusun bir dille dinle etniyle vs, tanımlanmadığı, böyle tanımlamaya karşı tanımlandığı bir cumhuriyette bir tek köyün bile ayrılma hakkı olur ama “ulusların kaderini tayin hakkı” olmaz. Çünkü bu ulusu bir dille, inle, soyla, ırkla, kültürle tanımlama hakkı anlamına gelir. Bu Allah’a şirk koşmanın modern biçimidir bir bakıma. Ulusu bir dille, dinle vs. tanımlamaya karşı tanımlamış bir devlette ulusu bir dille, dinle vs. tanımlama hakkı demektir. Bu hem Allah’ı hem de putları tanımak gibidir. Dolayısıyla fiili sonucuyla Allah’ı tanımamak olur. Bu nedenle Allah nasıl kendisine şirk koşmayı yasaklamışsa; demokratik bir cumhuriyet de ulusu bir dille, dinle, vs. ile tanımlama hakkını yasaklar. Yoksa Allah gibi kendi kendini inkar etmiş olur. Kendini böyle tanımlamadığı sürece; ayrıldığı demokratik cumhuriyetle aynı ilkeleri savunduğu sürece bir köy bile ayrılabilir. Ama devleti bir dille, dinle, etniyle vs. tanımlayan koca bir ülke bile olsa ona karşı demokratik ulusu savunmak için, tıpkı Kuzey Amerika eyaletlerinin Güney’e savaş açması gibi savaş açılır.
Bu kadar çok temel ve basit bir konuda, ne Kürt hareketinin ne de Türk sosyalistlerinin kafası açık değil. Bu radikal demokrat da olamamak demektir. Onun en temel koşulunu yerine getirememek demektir.
Bu en temel ve basit sorun aşılmadan demokratik bir muhalefetin örgütlenmesi ve bir adım atılması mümkün değildir. Bu tıpkı savaşı kaybeden komutanın “Barut yoktu” demesi gibidir. Bu demokratik bir ulus hakkındaki çok basit ve temel koşul olmadan, sosyalistler birer gerici milliyetçi olmaktan çıkıp bir demokrata dönüşemez; kendi özlemleri ve sübjektif değerlendirmeleri öyle olsa da.
Ama bunun hazmedilmesi ve temsil edilmesi ciddi bir tartışma ve teorik yenilenme gerektirir. Bu aynı zamanda bir program ve strateji tartışması anlamına gelir.
İşte sizin yapacağınız, her adımda, teorik, politik ve taktik olarak her adımda bu tartışmayı başlatmak ve bunun için de, bu radikal demokratik program ve stratejiyi açıkça ve direk olarak savunmaktır.
Bunu yaptığınız an ilk kez sosyalistler tekrar okumaya ve tartışmaya başlayacaklardır. Bu da ulusun (milletin) ne olduğu tartışmasını açacaktır. Zaten onun ne olduğu anlaşılmadan bu demokratik programı geliştirmek ve savunmak da mümkün olmaz. Böyle bir teorik ve ideolojik mücadele yürütülmeden; bu konular sosyalistlerin gündemine gelmeden sosyalistlerin kendini yenilemesi mümkün değildir.
Bunu ancak sizler yapabilirsiniz. Ama bunun için de önce sizlerin ikna olmanız; hazm ve temsil etmeniz gerekiyor.
Bu durumda benim söyleyebileceğim tek şey şudur: Marksist bir ulus teorisi yoktur. Bu durum, Stalinizm’in egemenliğine kadar, Marksizm içinde demokratik ve gerici ulusçuluğun bir arada bulunmasına yol açmıştır. Marksizm içinde bu çelişki var olmuştur. Bir yandan demokratik bir ulusçuluk anlamına gelen demokratik cumhuriyet savunulur; diğer yandan “Ezen bir ulus özgür olamaz” veya “Ulusların kaderini tayin hakkı” gibi gerici ulusçuluğun ulus tanımlarına göre ulusçuluk savunulur. Marks, Engels, Lenin hep bu çelişkiyle malul olagelmişlerdir.
Bu çelişki, Stalinizmin zaferiyle, demokratik ulusçuluğun tamamen tasfiyesi ve unutulması ile sonuçlanmıştır. Bu anlamda Stalinizm esas büyük zararı sosyalizme değil Demokratik harekete yapmıştır.
Bu nedenle dünyadaki bütün sosyalistler fiilen ulusları dilli, dinle, soyla, kültürle vs. tanımlayan gerici milliyetçilerdir ve artık demokratik bir ulusçuluğu savunmamaktadırlar. Kuşaklar böyle yetişmiştir.
Sosyalistler bu gerici milliyetçiliği bilince çıkarıp mücadele etmedikçe; birer radikal demokrata dönüşmedikçe; radikal demokrat bir program ve hareket gelişemez; bu gelişemeyince de halklar, tıpkı Türkiye’de (veya Mısır, Suriye’de vs.) olduğu gibi örneğin politik İslam ve ulusalcılar; CHP ve AKP arasında sıkışıp kalırlar.
İşte, tüm zinciri sürüklemek için yakalanması gereken ana halka, Demokratik milliyetçilik (Ulusu bir dille, dinle, etniyle, soyla, kültürle tanımlamaya karşı tanımlamak. Liberaller buna ulus devletin aşılması diyebilirler. Bunu ulus devletin aşılması demek ulusu gerici ulusçular gibi tanımlayıp o gerici ulusçuluğu yeniden üretmektir) ile gerici milliyetçilik (ulusu bir dille, etniyle, soyla, sopla, kültürle vs. tanımlamak.) arasındaki farkı görmek, göstermek ve demokratik milliyetçiliği savunmaktır.
Bu da sorunu “Kürt sorunu” olarak değil Türk Sorunu olarak tanımlamaktır. Kürtlüğün tanınması, statüsü değil; Türklüğün de tanınmamasını ve statüsüzlüğünü savunmaktır.
Politik olarak bunu savunmaya başladığınız an, Kürt hareketinin de basit bir dayanışmacısı olmaktan çıkar; Kürt hareketi içindeki demokratik ve plebiyen kanadın birer yol göstericisi olmaya da başlarsınız.
Bunu politik olarak savunmaya başladığınız an, politik bir sorundan hareketle bütün Türk sosyalistlerini strateji ve Program tartışmansa çekersiniz. Kartları yeniden karar yepyeni bölünme ve birleşme çizgileri çekmiş olursunuz. Bu sosyalistler arasında ortak bir tartışma yaratarak onları aynı gündemle birleştireceği gibi; gerici milliyetçilerle demokratik bir milliyetçiliği savunanlar biçiminde yepyeni bir bölünme çizgisi yaratır.
Bu aynı zamanda teorik ve ideolojik tartışma ve mücadeleye yeni bir itilim verir; teorik ve politik eğitim yıllar sonra yeniden bir dinamizm kazanabilir.
Ayrıca bu politikayı savunmaya başladığınız andan itibaren, aslında kültürel olarak demokrasiye daha yatkın ama politik olarak tutucu durumdaki şehirliler, aydınlar, modern insanlar, işçiler, gençler hızla bunu savunmaya, ilgilerini göstermeye başlayacaklardır. Böylece kuruyan insan kaynakları canlanacaktır.
Burada sayılmayacak kadar çok, yepyeni dinamikleri harekete geçirirsiniz.
Ama bütün bunlar için önce sizin sadece kendi etkinizin çapını görmeniz gerekmiyor; bunun aynı zamanda böyle bir yolda harekete geçebilmeniz için ikna olmanız gerekiyor.
Benim burada yapabileceğim sadece bu bakışın teorik temelini anlatan yazıları ve kitabı size önermek olabilir.
Aslında size bunları ulaştırmak ve okutmak için birçok çaba ve girişimlerim oldu daha önce. Bu mektup bunların yeni bir versiyonu olarak da görülebilir.
Bu görüşlerin teorik temeli Marksizmin Marksist Eleştirisi adlı kitabımın içinde bulunan “Sosyalizmin Milliyetçilikle İmtihanı” adlı yazıdır. Bu yazıyı ve diğer bazı teorik yazıları önermekten başka bir şey yapacak durumda değilim.
Bu nedenle ekte tekrar bu yazıyı yolluyorum.
Klasik örnektir. Teori elektrik enerjisi gibidir; lamba örgüt gibi derler. Ancak ikisi birlikte ışık verirler. Ama Lamba bulunduktan sonra elektrik enerjisi bulunmamıştır; Elektrik enerjisi bulunduktan sonra Lamba bulunmuştur. Teorinin, programın, stratejinin önceliği vardır.
HDK vs. böyle bir teori, program ve stratejiye dayanmadan ışık veremez. Ama gerici milliyetçiler, tam da sanki ortada elektrik enerjisi varmış ve bulunmuş gibi kabul ederek bütün enerji ve dikkati lamba üzerine yöneltip gündemi lambanın problemleriyle dolduruyorlar. Böylece en önemli sorunu gündemden düşürüyorlar.
Kendi işlevinizi destek ile sınırlayarak, maalesef sizler de bu oyunun basit aktörlerine dönüşüyorsunuz.
Lütfen buna müsaade etmeyin. Benim gücüm yetmedi üç dört yıldır, burada ifade edilen anlayışla yazılmış bir programı bırakın gündeme almayı, okutturmaya bile Muaffak olamadım. En basit demokrasi hakkı bile tanınmadı okunması bile defalarca keyfi olarak engellendi.
Ama sizler açmazı kırabilecek güçtesiniz.
Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Size başlayan bu mektup akışı içinde adeta Ertuğrul’a da yönelik oldu. Bu nedenle bu mektubun bir kopyasını Ertuğrul’a da yollamam doğru olacaktır. Zaten ikinize bir açık mektup yazmayı düşünüyordum. İkinize bir kapalı mektup yazmış olayım.
Kendinize iyi bakın
Selam ve Sevgiler
22 Haziran 2012 Cuma
Demir
(Bu açık mektup olarak yazılması düşünülmüş bu “kapalı” mektubu şimdi bu derlemede açık olarak da yayınlıyorum. D. K. 11 Nisan 2013 Perşembe)
i “Demir Kücükaydina Dostca Bir Elestiri
Son dönemlerde sayin D. Kücükaydin Özgür Politika Gazetesi ve Internet siteleri araciligiyla sik sik ÖDP`ye cagrida bulunuyor. DEHAP lehine ÖDP`nin cekilmesini istiyor ve bununla da yetinmeyen sayin Demir YSK`nun kararindan evvel de DEHAP`in secime katilmamasi durumunda ÖDP`nin de secimden cekilmesini öneriyor.
ÖDP`ye yakin sol sitelerde dogal olarak kimi dostlar Demir Kücükaydin`nin kim oldugunu
soruyor. Türkiye toplumsal muhalefetin sicak pratiginden uzak bir ülkede (Almanyada) yasadigi icin kimse tanimiyor. Yillardan beri Avrupada yasiyan Sayin Demir`in göcmenlerin sorununa ne kadar duyarli oldunu Ozgür Politika Gazetesinde denk gelmedim.
Sayin Demir`in Simdiye kadar ÖP gazetesinde ve kendi Internet sitesinde ÖDP üzerine cok yazilari cikti. Kuskusuz bu yazilarda hakli ve haksiz elestiriler bulmak mümkün. Bu yazilari hep merakla okumusum. ÖP`nin diger yazarlarlardan Irfan Ucar ve A. Metin Aycicek gibi ÖDP`yi suclayan/karalamaya calisanlardan daha olumludur.
Aslina bakarsan Demir "Kürtlerin Lenin`i" rolünü oynamak istiyor. Kürtlerin "Serok`u "oldugu icin kendisine pay düsmüyor. Bunu iyi bildigi icin de "Serok"un görüslerini yanlisda bulsa geri cepheden destekliyor gibi dayraniyor.
Sayin Demir baslangicta Türkiyede HADEP`in de icinde oldugu genis bir ittifaktan yanaydi. Bu ittifaki hepimiz gönülden arzu ediyorduk. Maalesef olmadi. Bu ittifakin olmamasinda herkesin payi kuskusuz vardir. Bunun tartismasini buradan yapmak istemiyorum. Ama sayin Demir`e bir kac soru sormadan gecemiyecegim. Ittifakin olmamasinda HADEP`in payi yok mu? Varsa neden elestirmiyor? Yoksa engelleyen birileri mi var? Ittifakin olmamasinda ODP`yi günah kecisi secmendeki amac nedir? DEHAP baraja takilirsa ODP neden sorumlu olsun ki? DEHAP`in secime sokulmamasi durumunda ÖDP`yi neden secimden cekilmesini öneriyorsun? ÖDP`nin meclise girmesi Kürt muhalefetin alehine mi olur?
Yoksa sözkonusu olan cekememezlik mi ? DEHAP`tan secilebilecek kimi Kürt agalari ve asiret reisleri ÖDP`den haha mi ilerici ?
Gecmiste Sayin A. Birdal ODP icerisinde AB`ne hayir diyenlerle birlikte hareket etti. Aclik grevi, Kürt sorunu vs. gibi sorunlari apar topar bahane ile ayrildilar. Sihhatli bir tartisma ortami yaratilmadan ayrildilar. Buna diyecegim yok. Dogal haklarini kullanip ayrildilar. Ama sayin A. Birdal HADEP-SAADET Partisi ittifakta anlasmis olsalardi Hadep`in kontejanindan aday olacakti. Hadep acisindan belki dogal karsilanabilinir. Sagcisi ve solcusu da var. Neticede kürtleri meclise tasimak icin her careye basvuruyor. Peki sayin A. Birdal taraftarlari Sivas katliaminda yargilanmis bir partiden HADEP`in kontejanindan da olsa nasil kabulleniyor? Hangi program ile anlasacakti? Hani "AB Emperyalizmine" karsi savasmak icin ODP`den ayrilmisti. Hayat ODP ile kitle orgütlerinin aclik grevinde aldigi tutumu
dogruladi. Hic kimse cikip hatasini kabullenmiyor.
Almanya`dan Türkiye`ye gazel okumayi sevmeyen biri olarak bu tartismalari yapmak
istemezdim. Türkiye sol yapilarda gercekten ciddi bir hastalik var. Bu hastalik daha sizofren hastaligina dönüsmeden ne gerekiyorsa herkes üstüne düseni akli selim yerine getirmesi gerekiyor. Hata ve zaaflari elestirirken yipratici bir yanimiz agir basiyor. Birbirimizin eksiklerini yapici ve olgun bir tarzda tamamlama yerine birbirimizi bitirmeye calisiyoruz. Böylesi bir solculugu dünyanin bir baska ülkesinde bulmak mümkün degil. Ama su gercek iyi bilinmeli ki bu hizli sürecte ÖDP hata ve zaaflarina ragmen diger örgüt ve partilerden bin kere daha demokratiktir. ODP`ye bilerek haksizlik edenler kendilerini bosuna bitiriyor. . . . Biz birbirimize muhtaciz;birbirimizi tüketme sevdasindan bir an evvel vazgecmeliyiz. Eger kindimizle, cevremizle barisik olmak istiyorsak ve sevgiyi bu topluma asilamaya layik olmak istiyorsak herkes kendisinden baslamali. . . . .
Sevgilerimle
Arslan /Almanya
Dostları ilə paylaş: |