Şems-i tebriZİ'Nİn eseri



Yüklə 1,65 Mb.
səhifə29/39
tarix20.11.2017
ölçüsü1,65 Mb.
#32406
növüYazı
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   39

Hoca Ahmed'in gözü bir dervişe ilişti, alnında bir işaret görüyordu. Baban senin için doğru bir iş yapmıyor, dedi. Derviş, hayır, dedi, onun hiç bir şeyi yok. Ben sana bin dinar vereyim, al götür oğlumu da sana yoldaş edeyim, dedi. Derviş evine gitti, bunu anlattı. Hoca keramet göstermişti. Çünkü Hoca Ahmed'in oğlu yoktu. Babası dedi ki: Olmaya ki ondan umut kesesin. Onun altını da var, urbası da var. Ama zamanenin eli onu gizlemiştir. Ben ahvali biliyorum.

Allahu Ekber (Allah en ulu Allahdır), ne demektir? Yani en küçük Allah kim oluyor ki, onu himmeti ile kendine çeksin? "Kuvvet galibindir" demeyesin! Bizim hikâyemiz onların söyledikleridir. Ey sultan kalk! Eğer gelirsen gidelim masrafı bana olsun, yahut beni unutan zata uğrayalım. Ben neredeyim? Benden haberi yok. Eğer beni görürsen selâm söyle! Biliyorum, ama yine hoşlanıyorum, bakalım ne olacak? Bunlar dervişlerin hoşlandığı şeyler. Dervişlerin kulları da benden hoşlanıyor.. Dünya ahiretin köprüsüdür, sözünü biz kendimiz söylüyoruz. Biri gerektir ki beni güldürsün. Bunu anladım, tekrar hazinenin anahtarını eline verdim, ama sen önüne perde çekiyorsun. Hem kendin, kendi nefsine perde oluyorsun. Kendinden karıştırdığın ve kendine perde ettiğin hayaller eksik değil. Bundan dolayı hayalleri dallandırıyorsun, başka hayallerle karıştırıyorsun. Onların seni sevmemesinden sakın gam yeme! Onların senden uzaklaşmak istemesi tıpkı Yahudilerin, arzularına göre hareket etmeyen islâm çocuklarından tiksinmelerine benzer. Senin, mescitten çıkarken Kur'an koltuğunda (M. 244) "Allahdan başka Allah yoktur" diye mırıldandığını, birtakım harfler sayıkladığını görüyorum. Bu da ne oluyor derler, içinden sana bir ses geliyor mu? Mânada için dışından daha iyidir. Böyle bir hazineden kendi fikrinle uzaklaşmak gerekmez. Kendi bedenlerine zulmedenler Allah'ın has kullarıdırlar. Evet onlar azap çekerler, büyük aşk derdine düşmüşlerdir. Fakat bu başkalarının işi değildir. Böylece onların adları anılır, acaba işin sonucu ne olur?

Yusuf Peygamberin küçük kardeşi Bünyamin'in adı hırsız diye çıksaydı ne olurdu? Derviş Bayezidî Bistami'nin türbesi başfnda diyordu ki: Onun bir perdesi kalmıştı, o perde içinde dünyadan göçtü gitti.

Yanındaki altını her ne kadar inkâr etsen, ben bir şey değilim der, ondan daha yok mu? getir, der. Evvelce sende ondan var idi getir. Yanında taşıdığın altını inkâr ediyorsun. O ben bir şey değilim dedi. Ondan, o yoktan getir! Önce ondan sende vardı, ondan getir, dedi. Evet, dedi, var yokluğu ister mi? Ben de ağlıyorum, dedi, biri de olmalı ki beni güldürsün. Şimdi sarhoş olacaksın ki ayılasın. Ah ve figan çocukların işidir, onlara yaraşır. Dedi ki: Yol senin gittiğin yoldur. Benim gittiğim bu yolda her ne kadar bir yol arkadaşım var, ama o da buradan değil. Şimdi onlar neye yararlar? Dine yaramazlar, dünyaya yaramazlar. Soğuk ve donuk şeyler, müsaade et de biraz gönlümü avutayım, senin yanında onlar gerektir. Yahut onlara sen yaraşırsın!

Siz bizimsiniz, biz de sizin. Nereden bu söz? Allah'a ant içerim ki, ne onlar bizimdir, ne de biz onlardanız. Onun da sakalı var, benim de. İşte böyle şimdi ne yapalım; ona biri, Yarabbi! Sana ne dua edeyim; ey Allahm gönlümün dilediğini ver, diye yalvarır. Benim gönlüm her şeyi istemez. Bir derviş dedi ki: Ben Ebu Abdullah Mustafa Aleyhisselâmdan şunu öğrendim ki, Ebubekir onu bilmez, o belki, Hazreti Mustafa Aleyhisselâmdan öğrenmemiş ve haber vermemiştir. Benden bunu öğren ki, yemeğin karşısında sabredesin, perhiz edesin ilk işin budur. Bu nedir zayıflık mıdır?

(M. 245) "Sultan, Allah'ın gölgesidir" sözü Ebul Hasan Harrakanî'nin nazarında doğru değildir. Denize düşer ve yüzmek bilmesen boğulurölürsün; başına su dökerler. Biri okunu uzağa atar, kerem sahibi olur. Kur'an'da, "Gördün mü, Rabbin gölgeyi nasıl uzattı?" (K. 25/47) anlamındaki âyeti hatırla da yüzünü arkana çevir, arkanda ne göreceksin? Hazreti Ebubekir arkandan seslenecek: Ey şaşırmışların kılavuzu! Bir taraftan cevap gelir: Eğer Muhammed (S.A.) yaratılmasaydı o kadar gölge kalacaktı ki, onun gölgesini arşa götüreceklerdi. Yani onunla savaşa girişen kimse divanedir. Nasıl savaşabilir? Yedi başlı ejderha onun varlığının gölgesidir. Bu iftiradır, bunun başka mânası vardır. O öyle arıktır ki, göğsünün her tüyünden ter damlaları boşanır. Keşke onun göğsünde tüy olaydım.sözü öğünme yönünden değildir. Biri bin istek ve yalvarma ile bir parça rahat ister, Yarabbi işimi kolaylaştır, der. ötekini bırakmazlar ki dışarı çıksın; başına şarap dökerler. Biri ağlar, bir damla yaş çıkaramaz gözünden. Ötekini bırakmazlar ki ırmaktan dışarı çıksın.

Bilmiyorum ki namazda ne okuyayım. Meğer, "Fatihasız namaz olmaz" emrine uyayım. Öteki bir hava tutturur, ilâhi söyler, raks eder. Gördüm ki, bir sofra getiriyorlar, der. Eğer başkalarının evine götürüyorlarsa size ne?

Uyuyorsan ne bulursun? Yücelikler, çekilen emek nispetinde elde edilir. Yüksek makamlara ermek isteyenlerin geceleri uyanık yatması gerektir. Yani dileği uğrunda uyumazlar. Keşke surette uyuyaydık. Sıcaklığı toprağa bu mertebede verdi. Ne yüce kudret! Ben nefsim için ne gibi tasarrufta bulundularsa razıyım. Size tekrar söylüyorum, madem ki biliyorsun, başka söze ne lüzum var?

Size gerekse teni de terk edeyim. Senin bulduğun dostlara taş bile takat getirmez. Çocuklar, "Rabbi Musa'ya göründüğü vakit," (K. 7/139) anlamındaki âyeti okurlar. Halbuki, Allah bütün gün Musa ile beraberdi. Güneş böylece her tarafa bakar, bir zerre kaybolmaz. Ondan bir feryat kopar, çünkü ateşten kaçmaz, bu takdirde o makam pervanenin seyranıdır. Çulha çulhalığını unutmaz ancak o sanatı yapar. Sırmalı elbiseden ne anlar?

(M. 246) Üç kız bir arada oturmuş konuşuyorlardı: Herbiri babasının işinden söz etmişti. Biri diyordu ki: Babam Sultanın katırına çul dokur, çulhadır o. Beni okşamasa ne minnet ayağımı bile öpse azdır. Bunların gördükleri ve konuştukları ancak bu gibi şeylerdir. Hazreti Peygamberin, o yüceliği, ululuğu ve kudreti ile beraber bir odacığı bile yoktu. Halbuki ona iki yüz değil, dört yüz oda yaraşırdı. İsa'ya inanan Hıristiyanlar, onu çok yoksul bir Allah elçisi bilirler. Feryada gücüm yetmiyor. Çünkü bu ses neyden çıkar. Bugün Semender'in ateşe âşık olması hiç şaşılacak şey değildir. Her zaman her bir varlık bir şeye âşıktır. Aşktan yüz mü çevireyim; kuvvetli dayanağın var. Hak yolunun^ulu önderi sizsiniz! Senet sizindir!

Bir zavallıyı Hazreti Muhammed'in (S. A.)yüce katına getirdiler; bu namaz kılmaz, dediler. Evet, dedi, adamcağız. Hiç bir iş yapamıyorum; ancak Allah'ı ve onun Peygamberini seviyorum. Nihayet onların dostluğu beni yolda koymaz. Falan, bana nasıl inanır? Eğer Mevlâna Celâleddin desem, evet fena değildir, der. Hiç şüphe yok ki, temel onlardır. Ötekiler onların sözlerini taklit ederler. Bir işimiz yoktur diyoruz, işte bir iş çıktı, ötekiler bunların sözlerini anlatırlar, bunlar da onlardan gelen sözlere ses çıkarmazlarsa kapılar tekrar açılır. Eğer işitirse, işittiğini ya söyler de dinlemez, yahut dinler de söylemez.

Kalenderin biri sırmalı bir külah ve mintan giymiş gidiyordu. O mintanın içine de bir yamalı hırka saklamıştı. Dostlara yetişeyim diye acele yürüyordu. Gittiği yerde ne bir, ne de yüzlerce yamalı hırkanın sözü olmaz. Şu saatte bilgin bir hatun kişi diyordu ki: Biçare! Hacı rüyada gördün de Hac kafilesinin başbuğunu görmedin mi? ilk önce, ilk hamlede üç gün yol yürütürler. Sonra bir çölün ucuna varılır. Münadiler, çığırtkanlar bağırırlar, herkes kendi başının çaresine baksın. Bu yolda baba çocuklarına bakamaz, çocuk babasını göremez. Kıyamet peşin kopmuştur. Binlerce insanı oradan geri çevirirler. Çünkü senin ilk konağın burası mıdır derler. Yirmi beş gün bu tertiple gitmek gerektir. (M. 247) Münadinin bu sözünden erkeklerin erkekliği artar; o söyler ve en önde gider ve bir hikâye tutturur. Can ne oluyor? Mal ile oynayan kimse nefsinden daha iyi bir şey mi gördü? Çünkü onun bir tüyünün değeri yüz bin altından daha üstündür. Akla ve akıl sahiplerine diyorum ki: Bırak o delileri, mal yüzünden canlarını yele veriyorlar. Onlar nefisten daha değerli bir şey mi gördüler ki canlarını feda ettiler, sonra candan kıymetli ne gördüler? Kuran'da, "Sizi korkudan, açlıktan veya can ve maldan, meyve ve mahsûllerden bir şeyin eksikliği ile imtihan ederiz; bunlara sabredenleri müjdele," (Bakara sûresi, 156) buyurulmuştur. Bu da bir imtihandır. Müjdele, bak ki, onların nazarları senin sabrına çevrilmiştir, halinden hoşnut musun diye. Çölleri aşmak başkadır, Haccın zevkine ermek de başkadır. Namaza çağırmayı da gizli işaretle yapıyoruz. Akıl sahibine bir işaret yeter.

Kudret, aşağı inmek değildir. Kabe'nin kapısına kadar gitmeyelim, onu düşünmek bile gerekmez. Olmaya ki, düşünce şaşkınlığı ile aşağı yuvarlanasm. Bu sana uyku getirir. Deveden düşersin. Haccı anmakla da meşgul olma! Çünkü başını kaşımaya bile vaktin yok! Buna imkân bulamasın, meğer ki atların kolonları çekilirken baş kaşınmış olsun. O çocuk yolda kalır. Gel demesine imkân kalmaz. Eğer o sözlerle meşgul olayım derse kervan gider. Ona söylerim ama tekrar unutur, bir titreme bir sıtma başından ellerine kadar yayılır. Doğrudur, dedi. Önceden söylemek gerektir ki, doğrudur, doğrudur. Bunu sonradan söylemek yalandır. Allah bilgini, henüz Allah âlemine erişmemiş ise dışarıdan ne söylersen söyle, ama içinden elini ağzına kapa. Dil yarası acıklıdır, Allah her kemali anlar. Cebrail'in kan bahasını hikmet hazinesinden öder. Onlar, içtikleri zaman daha çok ayılırlar, mey içerler mest olurlar. Bunlar akıllı, ayık sarhoşlardır. Ayaklarının altında öl. O oyuncakların her biri için bu ne hoş, ne tuhaf oyuncaktır, diyordu. (M. 248) Perdenin arkasına git.

Ebu Said bir topluluğa rastladı. Tam yedi gün onların halinden hayrette kaldı, ikinci hafta, şaşkın ve kendinden geçmiş bir halde arkalarına düştü. Ona dediler ki: Ne peşinden koşarsın? Hep ona bağlanmışsın? içlerinden biri onun için yiyecek bir şey getirmelerini söyledi; hemen bir hüner gösterdi, çabucak yemek geldi. Ebu Said sonra padişahın huzuruna kabul olundu. Ona dedi ki: Bir yer hazırlayın bu topluluğun yemek pişirmek cihetinden bir zorluğu yoktur. Hazır buldukları ile ihtiyaçlarını giderirler. Tekke, lokma derdinden uzak olmayan tekke adamları için değil, ancak, böyle bir topluluk için açılmalıdır.

Katır, deveye dedi ki: Nasıl oluyor da sen pek az önde odacığı bile yoktu. Halbuki ona iki yüz değil, dört yüz oda yaraşırdı, isa'ya inanan Hıristiyanlar, onu çok yoksul bir Allah elçisi bilirler. Feryada gücüm yetmiyor. Çünkü bu ses neyden çıkar. Bugün Semender'in ateşe âşık olması hiç şaşılacak şey değildir. Her zaman her bir varlık bir şeye âşıktır. Aşktan yüz mü çevireyim; kuvvetli dayanağın var. Hak yolunun ulu önderi sizsiniz! Senet sizindir!

Bir zavallıyı Hazreti Muhammed'in (S. A.)yüce katına getirdiler; bu namaz kılmaz, dediler. Evet, dedi, adamcağız. Hiç bir iş yapamıyorum; ancak Allah'ı ve onun Peygamberini seviyorum. Nihayet onların dostluğu beni yolda koymaz. Falan, bana nasıl inanır? Eğer Mevlâna Celâleddin desem, evet fena değildir, der. Hiç şüphe yok ki, temel onlardır. Ötekiler onların sözlerini taklit ederler. Bir işimiz yoktur diyoruz, işte bir iş çıktı, ötekiler bunların sözlerini anlatırlar, bunlarda onlardan gelen sözlere ses çıkarmazlarsa kapılar tekrar açılır. Eğer işitirse, işittiğini ya söyler de dinlemez, yahut dinler de söylemez.

Kalenderin biri sırmalı bir külah ve mintan giymiş gidiyordu. O mintanın içine de bir yamalı hırka saklamıştı. Dostlara yetişeyim diye acele yürüyordu. Gittiği yerde ne bir, ne de yüzlerce yamalı hırkanın sözü olmaz. Şu saatte bilgin bir hatun kişi diyordu ki: Biçare! Hacı rüyada gördün de Hac kafilesinin başbuğunu görmedin mi? ilk önce, ilk hamlede üç gün yol yürütürler. Sonra bir çölün ucuna varılır. Münadiler, çığırtkanlar bağırırlar, herkes kendi başının çaresine baksın. Bu yolda baba çocuklarına bakamaz, çocuk babasını göremez. Kıyamet peşin kopmuştur. Binlerce insanı oradan geri çevirirler. Çünkü senin ilk konağın burası mıdır derler. Yirmi beş gün bu tertiple gitmek gerektir. (M. 247) Münadinin bu sözünden erkeklerin erkekliği artar; o söyler ve en önde gider ve bir hikâye tutturur. Can ne oluyor? Mal ile oynayan kimse nefsinden daha iyi bir şey mi gördü? Çünkü onun bir tüyünün değeri yüz bin altından daha üstündür. Akla ve akıl sahiplerine diyorum ki: Bırak o delileri, mal yüzünden canlarını yele veriyorlar. Onlar nefisten daha değerli bir şey mi gördüler ki canlarını feda ettiler, sonra candan kıymetli ne gördüler?

Kuran'da, "Sizi korkudan, açlıktan veya can ve maldan, meyve ve mahsûllerden bir şeyin eksikliği ile imtihan ederiz; bunlara sabredenleri müjdele," (Bakara sûresi, 156) buyurulmuştur. Bu da bir imtihandır. Müjdele, bak ki, onların nazarları senin sabrına çevrilmiştir, halinden hoşnut musun diye. Çölleri aşmak başkadır, Haccın zevkine ermek de başkadır. Namaza çağırmayı da gizli işaretle yapıyoruz. Akıl sahibine bir işaret yeter.

Kudret, aşağı inmek değildir. Kabe'nin kapısına kadar gitmeyelim, onu düşünmek bile gerekmez. Olmaya ki, düşünce şaşkınlığı ile aşağı yuvarlanasm. Bu sana uyku getirir. Deveden düşersin. Haccı anmakla da meşgul olma! Çünkü başını kaşımaya bile vaktin yok! Buna imkân bulamasın, meğer ki atların kolonları çekilirken baş kaşınmış olsun. O çocuk yolda kalır. Gel demesine imkân kalmaz. Eğer o sözlerle meşgul olayım derse kervan gider. Ona söylerim ama tekrar unutur, bir titreme bir sıtma başından ellerine kadar yayılır. Doğrudur, dedi. Önceden söylemek gerektir ki, doğrudur, doğrudur. Bunu sonradan söylemek yalandır. Allah bilgini, henüz Allah âlemine erişmemiş ise dışarıdan ne söylersen söyle, ama içinden elini ağzına kapa. Dil yarası acıklıdır, Allah her kemali anlar. Cebrail'in kan bahasını hikmet hazinesinden öder. Onlar, içtikleri zaman daha çok ayılırlar, mey içerler mest olurlar. Bunlar akıllı, ayık sarhoşlardır. Ayaklarının altında öl. O oyuncakların her biri için bu ne hoş, ne tuhaf oyuncaktır, diyordu. (M. 248) Perdenin arkasına git.

Ebu Said bir topluluğa rastladı. Tam yedi gün onların halinden hayrette kaldı, ikinci hafta, şaşkın ve kendinden geçmiş bir halde arkalarına düştü. Ona dediler ki: Ne peşinden koşarsın? Hep ona bağlanmışsın? içlerinden biri onun için yiyecek bir şey getirmelerini söyledi; hemen bir hüner gösterdi, çabucak yemek geldi. Ebu Said sonra padişahın huzuruna kabul olundu. Ona dedi ki: Bir yer hazırlayın bu topluluğun yemek pişirmek cihetinden bir zorluğu yoktur. Hazır buldukları ile ihtiyaçlarını giderirler. Tekke, lokma derdinden uzak olmayan tekke adamları için değil, ancak, böyle bir topluluk için açılmalıdır.

Katır, deveye dedi ki: Nasıl oluyor da sen pek az önde gidiyorsun, ben ise çok kere kervanın başındayım. Deve cevap verdi: Birinci sebep şu ki, ben yüce himmetliyim, başım havadadır. Yüksek bir başım, aydın bir gözüm vardır. Yokuşun başından bakınca sonuna kadar görebilirim. Anlarım, neresi düzlük, neresi yarı düzlük, neresi bozuk yoldur.

Bir kaç kişi vardır ki, Allah rüyada görünebilir derler. Bir çoğu da onun ne rüyada, ne de ayık iken görülemeyeceğini söylerler. Bunlar taklitçilerdir. En çok gerçeği arayanlar en çok taklitçidirler.

Bir zümre vardır ki, gönül taklitçisidir; bir zümre safa taklitçisi, bir tayfa da Mustafa (S.A.) taklitçisidir. Bir zümre de Allah taklitçisidir. Allahdan söz açarlar. Bir topluluk da hem onu taklit etmez, hem de ondan söz nakletmezler, ancak kendiliklerinden konuşurlar. Kur'an' da, "Ey Resulüm söyle ki, eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsaydı ve onun bir katı da eklenseydi yine Rabbimin sözleri bitmezden önce deniz tükenirdi," (Kehf Sûresi, 110) buyuruyor. Rabbimin sözleri diye söyleyen odur. Derler ki: O, yani Allah'a işaret eden zamir, iki kısımdır. Biri doğrudan doğruya ona, yani Allah'a, öteki de onun hakikatine işarettir. Bir başkası da Allah kendisi için o zamirini kullanıyor ki bu onun için saygı ifadesidir; böylece söz daha tatlı ve lâtif oluyor, dedi. Gaibi anmak, ondan uzaklaşmak, hazır olanı anmak da ürkmektir, derler. Zikreden bir kimse, iki halin dışında değildir. Ya hazırdır, ya gaiptir. Gaip ise gıybet ediyor (arkadan konuşuyor), hazır ise vahşet, ürkeklik gösteriyor, denilebilir. Onun yanında çok zikretmek, tıpkı sultanın yanında bulunan has kölesinin, sultan şöyle yaptı, (M. 249) sultan böyle söyledi deyip durmasına benzer. Bu bir nevi küstahlık olur, hoşa gitmez. Gıybet ise büyük günahlardandır.' Dört büyük günah, yani gıybet, bühtan, kan dökme, zulümdür. Karşı taraf hakkını bağışlamadıkça bu günahları işleyen kimse azaptan kurtulamaz. Meğer ki sultan ona yardım etsin. Allah karpuz gönderdi. Şimdi bizim nasibimiz armut değildir. Armut boğazda düğümlenir, halbuki karpuzun tadı hoştur.

Şah gitti, dediler. Divane oldum. Pabuçsuz dışarı fırladım. Müjde dediler, şimdi geri geliyor. Şah mı geliyor? dedim. Evet dediler. Yeniden canlandım, kendime geldim. Ey Adem oğlu! Şimdi yanına geleyim, bir şey okuyayım ki, yolcuları da umutsuzluğa uğratayım, dedim. Dışarı çıktım, öyle kendimden geçmiş bir halde idim ki, önüne koştum, neredeydin ki, gelmedin? dedim. Acaba nasıl edeyim de yanına geleyim? Bir aptal sana erişemez mi? Ben bu nefsin elinden acizim, sana nasıl yaklaşayım! Ona öyle şeyler söyledim ki, eğer o sırada yanımda olaydın, boynuma bir yumruk vurur beni harap ederdin. Öyle bir yumruk vur ki, şu duvara vursan delerdi. Zavallı ben, kimbilir ne hale gelirdim! Eğer kuvvetli, semiz bir delikanlı da olsaydı, o hal sırasında hiç bir şey yapamaz, ancak terbiye ile ayağıma kapanırdı.

Diyelim ki, benim de tanıdıklarım, kardeşlerim var, gideyim danışayım. Eğer git derlerse, işin içyüzüne bakarım. Beni kurtarırlar mı, yoksa kurtaramazlar mı? Eğer onların hatırları benimle beraber ise, ben de bizzat oraya kadar gitmek yüzünden helak olurum, ama nihayet kendi isteğimle o maksada eriştiğime bakmaz, bu işin sonunun neye varacağını sorarsam, beni uğursuz bir kapıcının oğlu farzet.

Zavallı kapıcı, acaba ne olacak diye o kapıcıkta oturmuştur. Halbuki şimdi yürümek zamanıdır. Çünkü o taraftan, bu varlığa doğru her an ayrılık var, diye sesleniyorlar. Her lâhza,, gel git, diyorlar. O taraf aynı renkte, aynı şekildedir. Hak âlemi hoş bir âlemdir.

Biri dedi ki: Bize söz söyletmezler. O der ki: Allah arş üzerindedir. Bu der ki: o mekândan münezzehtir. Artık biz de şaşırdık. Her nerede ki, yaşa! Ömrün uzun olsun, vaktin hoş geçsin! sözleri vardır, böyle konuşmayı ayıp sayarlar.

(M. 250) Bir zaman din bilgini idim; ayrıca, Safilerin fıkhı olan Tenbih adlı kitabı ve daha başka fıkıh kitaplarını da okumuştum. Ama şimdi onlardan hiç biri hatırıma gelmiyor. Ancak böylece arkasından gidersem başını kaldırır, karşıma geçer. Eğer bende masal dinleme arzusu yoksa, ah git der. Bari sen gel. dostlarla bir arada bulunmak gençlik çağlarından daha tatlıdır.

Yemin, ant içme için Arapça'da üç harf vardır: Vav, B, T harfleri. Bazıları vallahi, billahi, tallahi derler, işin içyüzü böyledir. Evet. Onun arı ve yüce benliği, o ulu Allah'ın temiz zatı hakkı için o kimseler de, o medresede o ciheti öğrendiler. Marifet öğrenelim, falan medreseye yerleşelim dediler. O devreleri iyi değerlerdirmek gerektir. Bu toplulukta hep bundan bahsederler. Falan yeri tutalım, çabuk meşhur olalım derler. Bilgiyi, dünya lokması uğrunda niçin tahsiLetmeli?

Benim kim olduğumu, cevherimin ne olduğunu, niçin geldiğimi nereye gideceğimi, aslımın nereden olduğunu öğretmeyen bir tahsil neye yarar? Eğer bu mânalar bir testide su gibi ise ben testisiz su arıyorum. Arap dilindeki mânalar, Arap kılığına bürünmüştür, istiyorum ki, bunları iyi anlamak için sıkıntıya katlanayım. Maksat Arapça öğrenmekten başka bir şey değildir.

Mısra:

Kâbeden, puthaneden maksadım sensin!



Benim puthaneden maksadım senin yanağının hayali ve cemalindir. Bu şiirin kelimeleri, istediğim o mânaları vermek bakımından gönlüme yar değilse elbet de bar olacaktır. Şimdi nereye gidelim? Kendimizi nerede kurtaralım9 Bir ayranın içine düşmüşüz. O nasıl ayrandır ki, ucu bucağı yok. Onu. çevreleyen bir kâse de yok. Ta ki ayrandan bir kenara çıkalım. Yahut bal içindeyiz. Kanadımızı çırptıkça daha çok yapışıyoruz.

Ebu Necip'e (Sühreverdî) dediler ki: Madem ki sen Allah'ı göremiyorsun, bu sana müyesser olmuyor, bari çileyi boz da dışarı çık. Her tarafı dolaş. Ola ki o seni görür; onun nazarına uğrarsın da çetin işlerin kolaylaşır. Kör Bedreddin'in damadı, Şahabeddin'in yanında sana başbuğluk erişmez diyordu.

Celâleddin'in vazında geçen bu söz çok doğrudur. Allah'ın sözünü, onun dilini, onun kulu nasıl bilir? Allah kulu ol ki, Allah'ın dilini ve sözünü anlayabilesin. Allah olasın demiyorum sana! Küfür söz söylemiyorum.

Canlı varlıklar, cansız şeyler, felek boşluğunun güzelliği, bunlar hep insanlarda vardır, insanlarda olan hassalar ise bunlarda yoktur.

Yüce âlem sensin, gerçek budur! Nasıl ki Allah, "Göklerim ve yerim beni kapsayamadı, ama imanlı bir kulumun gönlüne sığdım," (Kutsal hadis) buyurmuştur. Ahmed'den Ahad'e kadar açık bir mimden fazla bir şey yoktur. Bu mim ise mânanın perdesidir.

Mısra:


Sen aradan kalkan o mimi cihan farzet!

Adem oğlu ne kutludur! Yedi iklime, bütün varlıklara değer. Hele Adem oğullarından Muhammed ümmeti olanlara ne mutlu! Muhammed'in gözü Muhammed değil mi? Muhammed'in gözü aydın ki, sen ona ümmet oldun. Ona ümmet olunca, Hak Peygamber seninle iftihar eder, elini tutar. Musa'ya, isa'ya göstererek seninle öğünür; bu adam benim ümmetimdir, der. Hazreti Resul, o geniş yenleri ile, Arş üzerinde ve Arş sakinlerine göstererek, bakınız, görünüz der. Bir aralık ansızın bir Sütun gözüne erişir, sonra görünmez olur. Kayıplara karışır. Tertip ehli erenler, gitmeyi düşünürler ve o zamanı korurlar. Onun etrafında toplanarak birlikte yürümek isterler.

Ben böyle birine selâm vermek isterim ki, kendisini uzaktan selamlayanlara karşı hem selâm alsın, hem de secde etsin. Nihayet ondan ne çıkar ki ona umut bağlayacaksın, sana ne yapabilir? O bir kaç kişiye bak ki, senin gibi yirmi tanesini beslemeye yetişir. Gerektir ki o selâm versin, gönülalçaklığı göstersin, senden hiç yüz çevirmesin. Ancak yakınlık yönünden olsun. Şimdi hale ve işe bak ki, o, yarım selâm bile vermez.

Henüz çocukluk çağında idim. Erginlik yaşına varmamıştım. Bu aşk yüzünden otuz kırk gün hiç bir şey yemek istemiyordum. Birisi yanımda yemek sözünü etse ben hemen elimi ve başımı geri çekerdim. Yemek zamanı geldiği vakit bana lokma verseler kabul ederdim, alırdım ama yenimin içine saklardım» Bu aşk haliyle semada iken, o coşkun dost beni yakaladı. Bir kuş yavrusu gibi beni dolaştırdı. Üç gün yemek yememiş bir delikanlı, eline geçirdiği bir ekmek parçasını nasıl kapar ve çabucak parçalarsa ben de onun elinde öyle olmuştum. (M. 252) Beni dolaştırıyordu. İki gözüm iki kan çanağı gibi idi. Henüz hamdır diye bir ses geldi. Onu kendi köşesine salıver ki, kendi kendine yansın dedi.

Bugün, ayıptır söylemesi, meyhaneden bir kötü kadını getirsen, o aşk ile pek çok kıvrak ve hareketli rakslar etse, yedi gök ve yeryüzü ve bunların sakinleri raksa gelirler. Bunların gerçek raksa başladığı saatte, doğu tarafı mümin ve Muhammedi olarak raksetmeye başlarsa, eğer Muhammed batıda olsa, o da sevinçle raksa başlar.

Devenin biri bir karınca ile yoldaş olmuştu. Bir su kenarına geldiler. Karıncacık hemen ayağını geri çekti. Deve sordu: Ne oldu sana? Karınca cevap verdi: Su var. Deve ayağını suya soktu; gel gel, dedi, kolayca geçilir. Su diz kapaklarını geçmiyor. Karınca, ama dadi, dizden dize fark var senin için diz boyu olan su, benim başımdan aşar.

Üstatsız kalırsam inancım başkalaşır. O sağlam imanım başka bir şey olur. Ruhuna binlerce rahmet olsun, işte benim üstadım budur. Etrafında toplanırlar. Şüphe ne oluyor! Ben kendim için feryat etmiyorum sizin için ağlıyorum. Şimdi o ölünün vasıflarını say ki, ona göre ağlayayım.

Bir sema âleminde idi. Çalanlar hoş sesli ve güzel yüzlü, sofiler temiz yürekli idi, ama gönülde hiç yer tutmuyordu bunlar. Şeyh dedi ki: Pabuçlarınızı iyi yoklayın. Bir yabancının pabucu araya karışmış olmasın! Akıl, evin yolunu çıkarır, ama evin içinde yol çıkmaz. Ona da akıl perdedir, gönül perdedir. Bu kadar hoşumuza giden perdeler de kiliselerde ve puthanelerde bulunur.

Musa Aleyhisselâm, bir dervişin eline iki testi verdi; çabuk su getir, dedi.Sonra eline bir ekmek parçası verdi. İkinci "gün derviş Musa'ya yalvararak: Ey Musa! dedi Allah, "Benim katımda söz değiştirilemez," ve sonra (kulunun dilinden), "Yarabbi sen verdiğin sözden dönmezsin" (Ali Ümran, 194) buyurmuştur. Musa, dervişe, sana konuk geleceğim, dedi. Derviş şaşırarak, Ey niyaz ehli olmayan ulu peygamber! Bu nasıl olur? dedi ve ilâve etti: Ey Musa çabuk hayrete düşme. Musa sordu: Cüz ile cüzî ve kül ile külli arasında ne fark vardır. Derviş, evet, dedi. Musa tekrar sordu: Ne fark vardır, bu fark hangisidir? Güldü ve hoştur, dedi.


Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   39




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin