~ Kapak İkonası’nın Açıklaması ~
Bu ikona “Yargı Tahtı” adıyla anılır. Adeta İkinci Geliş İkonası’nın bir kısmını oluşturur. Ve şu unsurlara ihtiva eder: Taht, üzerindeki örtü Mesih’in esvabını temsil eder. Acı ve ızdırabın sembolleri ve güvercin görünümünde Kutsal Ruh.
“Taht” yüceliği, yani Allah’ın hükümranlığını ve mevcudiyetini simgeler. “İkinci Geliş” ikonasında resmedildiği zaman, son günde insanları yargılamak için üzerinde Rab’bin oturacağı tahtı simgeler.
Böylece bu görüntü, on ikinci yüzyıldan beri kilise kubbesinin resim planı içine girdi. Ve gökte hazırlanmış olan Taht olarak itibar olunur. (Bu, kilisede kubbe ile temsil edilir.) Bu taht üzerinde, yargı günü Yargıç oturacak. Bu görüntü kilise kubbesine resmedilince aynı zamanda, Mesih’in insan oluşu ve ızdırabıyla gerçekleşen insanın kurtuluşunu da sembolize eder. Bu sembol ikonada, İncil ve acı ile ızdırabı simgeleyen: Haç, mızrak, sünger ve bazen de başka ikonalarda resmedilen dikenli taş ve çiviler vasıtasıyla açık bir şekilde görünür.
“ Yargı Tahtı “ ikonası üç ana teması olan Taht, İncil ve Güvercin ile aynı zamanda Kutsal Üçleme’nin de sembolü sayılır. Taht ile Baba, İncil ile Oğul, Güvercin ile de Kutsal Ruh simgelenir.
Adem ile Havva, beşeriyeti atalarının günahından kurtaran Mesih’in gelişini bekler bir halde ve taht önünde secde ediyorlar. Tanrı validesi Bakire “ Efendimizin şefkatini çokça çekmeye gücü yeten” tahtın sağında duruyor. Vaftizci Yuhanna “ Kadınlardan doğanlar arasında hiçbir peygamber ondan büyük değildir” ise tahtın solunda duruyor. İkisi de ellerini kaldırmış insanlar için şefaat diliyorlar. Üst tarafta iki melek son borazanı çalıyorlar ve Efendimizin gelişini ilan ediyorlar ve insanları vakit geçmeden uyanmaya ve tövbe etmeye çağırıyorlar.
Sevgi ve İyiliklerin Rabbimiz İsa Mesih’in Öğretisindeki Yeri
− Bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse göklerin egemenliğinde büyük sayılacak (Matta 5:19)
− İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız sizde onlara öyle davranın. Çünkü kutsal yasanın ve peygamberlerin söylediği budur. (Matta 7:12)
− Size doğrusunu söyleyeyim, bu en basit kardeşlerimden biri için yaptığınızı, benim için yapmış oldunuz. (Matta 25:40)
− Bana << Yarab, yarab >> diye seslenen herkes Göklerin Egemenliğine giremeyecektir.
− Aranızda büyük olmak isteyen ötekilerin hizmetkarı olsun. Aranızda birinci olmak isteyeni ötekilerin kulu olsun. (Matta 20: 26-27)
− Sizin ışığınız insanların önünde öyle parlasın ki, iyi işlerinizi görerek göklerdeki babanızı yüceltsinler. (Matta 5:16)
− Ne mutlu merhametli olanlara, çünkü onlar merhamet bulacaklar. (Matta 5:7)
− Karşılıksız aldınız, karşılıksız verin. (Matta 10:8)
− Kim buyruklarımı bilir ve yerine getirirse işte beni seven odur. (Yuhanna 14:21)
− Buyurduklarımı yaparsanız benim sevdiklerim olursunuz. (Yuhanna 15:14)
− Ne mutlu tanrının sözünü dinleyip uygulayanlara. (Luka 11:28)
− Sizde böylece size verilen buyrukların hepsini yerine getirdikten sonra, biz değersiz kullarız, sadece yapmamız gerekeni yaptık deyin. (Luka 17:10)
− Herkes kendi yararını değil, başkalarının yararını gözetsin. (1.Korin 10:24)
− Size yeni bir buyruk veriyorum. Birbirinizi sevin. (Yuhanna 13:34)
− Sevmeyen kişi tanrıyı tanımaz. Çünkü Tanrı Sevgidir. (Yuhanna 4:8)
− Tanrı Sevgidir. Sevgide yaşayan Tanrıda yaşar. Tanrı da onda yaşar. (Yuhanna 4:16)
− “ Tanrıyı seven kardeşini de sevsin” diyen buyruğu Mesih’ten aldık.
− Sevgili kardeşlerim, birbirimizi sevelim. Çünkü sevgi tanrıdandır. Seven herkes tanrıdan doğmuştur ve tanrıyı tanır. Sevmeyen kişi tanrıyı tanımaz. Çünkü tanrı Sevgidir. (1. Yuhanna 4:78)
− Evlatlarım sözle ve dille değil, eylemle ve içtenlikle sevelim. Böylelikle gerçeğe ait olduğumuzu bileceğiz ve yüreğimiz bizi ne zaman suçlarsa, Tanrı’nın önünde onu yatıştıracağız. (1. Yuhanna 3:18)
− Vermek, almaktan daha büyük bir mutluluktur. (R. İşl. 20:35)
− Bizimkilerde kendilerini iyi işlere vermeyi öğrensinler. Böylelikle temel ihtiyaçları karşılamış ve verimsiz bir yaşam sürmemiş olurlar. (Titas 3:14)
~ Altınağızlı Yuhanna’dan Söylemler ~
* Birinin haksız yere zengin olduğunu görürsen onun için ne mutlu ona deme. Ve ona nazar değeceğini zannetme. Ve ilahi inayetin bir tesadüf eseri ve hedefi olmadan tecelli ettiği düşüncesine kapılma. Aksine İncil’deki zengin adam ve Lazar’ı hatırla.
* Zengin adam ihtiyacından fazlasına sahipti. Lazar ise gerekli olandan bile mahrumdu. Ama buna rağmen yılmadı ve Allah’a isyan etmedi. Ve tanrısal inayetle öfkelenmedi.
* Köpekler bile fakir Lazar’ın haline acıyıp vücudunun hepsini kaplayan yaralarını yalamaktan geriye kalmıyordu. Oysa o zalim insanlığı olmayan ve köpeklerden daha kötü huylu olan zengin adam, fakir Lazar’a sofralarının artıklarından bile vermiyordu.
* Her zaman konuşuyorum ama zengini yargılamak için değil. Hırsızlık yapanı yargılamak içindir. Zengin olmak başka şey, çalmak başka şey. İkisini birbirinden ayırın ve asla karıştırmayın. Sen zengin misin? Seni engellemiyorum. Hırsızlık yapıyor musun? O zaman seni yargılarım. Varlıkların mı var? Güle güle harca. Ama başkasının malını alıyorsan sessiz kalamam. Beni taşlamak mı istiyorsun? Ben hazırım. Hatta kanıma bile heder ederim. Yeter ki senin günahlarına mani olayım. Bana kin beslemen hiç önemli değil. Seninle mücadele etmekte beni korkutmuyor. Yalnızca bir şey benim için önemli. O da beni dinleyenlerin kurtulmasıdır.
* Zenginliğin en büyük hayır olduğunu zannetme. En büyük hayır mal mülk sahibi olmak değildir. Onları Allah korkusu ile edinmektir.
* Allah seni, ihtiyacı olanlara yardımcı olmak için zengin yaptı. Ve bununla da günahlarının bağışlanmasına sahip olursun ve diğerlerinin kurtuluşunu sağlarsın. Allah sana zenginliği, kasalarına kilitleyip helak olman için vermedi. Aksine kurtuluşuna harcaman için verdi.
* Dul kadının yalnızca nasıl iki dirhem verdiğini sorgulamamız caiz değildir. Aksine bütün sahip olduğu parayı verdiğinde nasıl üzülüp hüzünlenmediğini düşünmeliyiz. Bütün varlığını sadaka olarak verdi. Böylece iyilik yapmamız için varlıklarımızın olması gerekmez. Yeter ki iyilik yapma isteğimiz olsun.
* Fakir birine ellerinle hizmet etmekten utanma. Mesih kendisi de, bir fakir için sunacağın sadakayı almaya elini uzatmaktan utanmaz. Ve işte sen az bir parayı vermek için elini uzatmaktan utanıyorsun. Bu durum daha çok utanç verici değil mi? Eğer bir bardak soğuk su bizi göksel egemenliğe geçirecek ise, bana söyler misin eğer bir fakiri soframıza misafir edip onunla yiyip, içip ve hizmet edersek bunun mükafatı ne kadar olur.
* Mesih yalnızca mucizeler yapanlara ödül vermez. Onun öğütlerini yerine getirenlere de ödül verir. Çünkü kutsal İncil’de şöyle diyor: Geliniz ey Babamın mübarek insanları ve sizler için dünya kurulduğunda hazırlanan mülkü miras alınız. Çünkü aç idim beni doyurdunuz, susuz idim bana içirdiniz. Evsiz idim evinize aldınız.
* Oruç tutarsan bile eğer merhametli işler yapmaz isen orucun makbul değildir. Aksine bu oruç sarhoşluktan ve açgözlülükten daha kötüdür. Neden burada orucu kastediyorum. Çünkü istediğin kadar hizmet sahibi ve iffetli ol eğer merhametli işler yapmazsan düğün evinin dışında kalacaksın.
* Başına üzücü bir şey geldiğinde, iyilik yapmak için acele et ve başına gelenler için Allah’a şükret. Yüreğine dolan sevincin büyüklüğünü göreceksin.
* Yardım ettiğin bir fakirin, çok ihtiyaç duyduğun bir şeyi senin kullarından daha fazla bir şekilde nasıl gidereceğini sana ispat edeceğim. Büyük yargı gününde senin yanında olacak ve seni cehennem ateşinden kurtaracak. Hizmetçilerin buna benzer bir şeyi yapmaya güçleri yeter mi?
* Mesih diyor ki: Senin için katlandıklarıma karşı beni ödüllendirmezsen bile, en azından fakirliğime acı, bunu da yapmazsan en azından şefkat göster çünkü hastayım, eğer bu da senin iyilik sever olmaya başlaman için yeterli değilse o zaman bana yardım et. Önemsiz olarak senden istediğim şey budur. Önemli bir şey istemiyorum. Azıcık ekmek, altında barınacağım bir yer ve birkaç teselli veren söz. Bütün bunlardan sonra hala taş yürekli olmada ısrarlıysan en azından, beni çıplak gördüğünde insani yapıma acı ve senin için haç üzerindeki çıplak halimi hatırla. Eğer bunu da nazarı itibara almıyorsan, fakir kardeşimin nazarındaki çıplak halimi göz önüne al. Beni fakirliğimden kurtar demiyorum ve bana zenginlikte ver demiyorum. Bütün istediğim biraz ekmek, bir giysi ve açlığımı giderecek bir lokma. Ve eğer bir hapse kapatılırsam gelip zincirlerimi çözüp beni özgürlüğüme kavuşturmanı değil sadece gelip beni ziyaret etmeni istiyorum. Bu iyilik bana yeter.
* Acımasızlıktan başka, Allah’ı yaşantımızdan uzaklaştıracak bir şey yoktur.
* İyilik yapmak büyük bir olaydır. Onu sevelim çünkü benzeri yoktur. Sen susarsın ama o gelir ve seni savunur. Veya daha doğrusu sen susarsın ama yüzlerce ağız senin için Allah’a şükredecektir.
* Eğer sen bir Hıristiyan isen senin yeryüzünde memleketin yok demektir. Çünkü bizim ülkemizin tasarımcısı ve yapımcısı Allah’tır. Bütün dünyayı mülk edinsek dahi yine yabancı kalacağız.
* Eğer oruç, kardeşi olan merhametle birlikte değilse seni gökyüzüne götürmez. Oruç ve merhamet ayrılmaz bir çifttir. Onlar bir arabaya benzer. Meleğin Kornilyos’a söylediği gibi: Duaların ve sadakaların anılmak üzere tanrı katına ulaştı. (Res. İşl. 10:4) Merhamet faaliyetleri duanın kanatlarıdır. Onlarsız dua göklere yükselmez. Ve uçamaz.
* Aziz Pavlus bizlere defalarca sadakayı sevinç ve coşkuyla vermemizi tavsiye eder. Herkes yüreğinde niyet ettiği gibi versin, isteksizce veya zorlanmış gibi değil. Çünkü Tanrı sevinçle vereni sever. (2.Korint. 9-7) Bir başka yerde de yine şöyle diyor: Bağışta bulunan bunu cömertçe yapsın, yöneten gayretle yönetsin, merhamet eden bunu güler yüzle yapsın. (Rom. 12:8) Ve efendimiz bizi merhamet etmeye yönelten dört sebebi yinelemektedir.
1- Efendimiz ve tanrımız kendisi bizden merhametli olmamızı istemektedir.
2- Kendisine iyilik yapmamızı isteyen insanın en gerekli ihtiyacı, yani yaşam
için en gerekli olan ihtiyaçların eksikliği yani açlık.
3- Aç olan kişi yüksek bir refah düzeyine sahip olmayı değil, yalnız lokmasının
sürekliliğini ister.
4- İyilik yapanın sahip olacağı büyük mükafat, ve bu mükafatta göksel egemenliğe sahip olmaktır.
O halde acımasız ve şefkatsiz olmamaya dikkat et. Senden merhamet dileyen insanın arkasında bulunan efendimizi düşün. Eğer biz fakirleri görmezden gelirsek nasıl bağışlanma bulabiliriz? Öyleyse hem kendi menfaatin hem de fakirlerin menfaati için sadaka ver.
~ Altın Canlar ~
* Son akşam yemeğinde sofra gümüşten değildi. Orada ki kupada altın değildi. Bununla beraber her şey saygın, değerli, nefis ve kutsal ruhla doluydu.
Mesih’in cesedine saygı göstermeyi hiç düşündün mü? O halde eğer onu bir gün çıplak görürsen, görmezlikten gelme. Ve kiliseni içinde şatafatlı giyimler kuşanarak ona saygı göstermeye kalkma. Onu çıplak bir vaziyette ölürken gördüğün halde kilise dışında onu hakir görüyorsun. İşte O bu sözleri söyleyen: Bu benim bedenimdir. Yine O bu sözleri de söyleyendir: Aç idim beni doyurmadınız. Öyleyse daha büyük bir hikmetle, Mesih’in istediği şekilde onun bedenine saygı göstermeyi, zenginliğimizi fakirlere dağıtarak öğrenelim. Allah’ın altından yapılmış aletlere ihtiyacı yoktur. O altın tuhlar ister.
Mahzun ve dertli kardeşini görmezden gelip heykeli süslemeye çalışma. Çünkü heykeli temsil eden kardeşinin bedeni o süsten daha değerlidir. Zira mümin olmayan veya hırsız veya zorba krallar heykeldeki mücevherleri çalabilirler. Ama sen varlığını aç, çıplak ve evsiz barksız kardeşine sarf edersen şeytan bile bu hazineyi çalamaz. Çünkü hiçbir hırsızın ulaşamayacağı bir yerde korunmuş olacaktır.
~ Aziz Büyük Basilyos’tan Söylemler ~
* Ey zengin kişi, servetin arttıkça sevgin azalır. Çünkü yakınını sevseydin her şeyden önce maldan nefret etmeyi düşünürdün.
* Birçok kişini oruç tutup ibadet ettiğini bilirim. Bunlar dövünürler ve her fırsatta imanlı olduklarını sınırsız bir şekilde ortaya koyarlar. Ama fakirlere bir kuruş bile bırakmazlar. Öyleyse bütün bu faziletleri yerine getirmekten ne fayda sağlarlar zira göklerin kralı onları kabul etmeyecektir.
* Ey zengin insan, fakirliği ile bizi zenginleştirmek için bizi seven ve bizim için fakir olan doğruluk sahibi yol gösterici Mesih’e kulak ver.
* Aç olana bir şey verdiğin zaman o senin olacaktır. Çünkü bu sana kazançla dönecektir. Aynı buğday yere düşüp bir müddet sonra çiftçiye kazançla dönmesi gibi. Bunun için aç olan birine vereceğin bir ekmek sana birçok menfaatlerle geri dönecektir.
* Ey zengin insan kendine ambar edinmek istiyorsan, bu fakirlerin evi olsun. Kendin için göklerde hazine biriktir. Orada biriktireceğin hazineyi güveyemez ve de pas tutmaz ne de hırsızlar çalabilir.
* Eğer her birimiz ihtiyacımız olanı edinir ve gerisini ihtiyacı olanlar için bırakmış olsaydı ne zengin olurdu ne de fakir.
* Aziz Pavlus’un sözlerini anımsayalım: Her şeye şükredin. Sen fakir misin? Şüphesiz senden daha fakiri vardır. Sana on gün yetecek yemeğin var mı? Başkasının bir günlük yiyeceği vardır. O halde sende fazla olanı, ihtiyacı olanla paylaş.
* Az ver fazlaya sahip ol ve yemek şehvetiyle oluşan ilk günahı sil. Çünkü nasıl ki Adem Allah’ın vasiyetine aykırı olarak yasak meyve yiyip günahın yayılmasına sebep olduysa, böylece bizlerde yakınımızın ihtiyaçlarını giderip açlığını giderirsek o kötü şehveti silmiş oluruz.
* Düşmanlarından birinin herhangi bir sıkıntıdan geçtiğini görürsen gazabına intikam sevgisi ekleme. Kendisini satan kardeşlerine yardım eden Yusuf gibi sende ona yardım et.
* Açgözlülük hiçbir gün seni tecrübeye maruz bıraktı mı? Aynı Fatifar’ın karısının Hz. Yusuf’a yaptığı gibi (Tekvin 39:7). Bu açgözlülük seni elbisenden çekiştirip, iyilikle ilgili ilahi vasiyeti hakir görmeni, altın sevdalısı birine aşık olmayı ve efendimizin emrine karşı çıkmanı istedi mi? Eğer ilahi vasiyete aykırı bir fikir seninle savaşıp zihnini mal mülk sevdasına çekmek ve seni kardeş sevgisinden ayrılmaya mecbur etmeye çabalıyorsa, Hz. Yusuf’un gömleğini kötü niyetli kadının ellerine terk ettiği gibi sende esvabını ona terk et ve kutsal gazapla bu tür fikirlerden kaçarak uzaklaş.
* Eğer zenginliğin sana saygınlık ve görkem sağladığını düşünüyorsan,dikkat et binlerce çocuğa babalık yaptığında elde edeceğin daha büyük bir saygınlık ve görkem vardır. Cüzdanlarında taşıyacağın zenginlik yerine böyle bir fırsatın var. Zenginlik senin isteğin ve iraden dışında bu dünyada terk edip geride bırakacağın bir şeydir. Oysa yaptığın güzel işler ve iyilikler sayesinde elde edeceğin görkemi beraberinde götüreceksin ve Allah’ın huzurunda onu kullanacaksın, çünkü o yargı kalabalık insan grupları sana << İyilik yapan >> lakabını takacaklar.
* Zengin olduğun için veya soylu bir aileden veya yerden geldiğin için veya karşındaki insanların şan ve şöhret sunmalarından dolayı kibirleniyor musun? O zaman kendine dikkat et. Çünkü öleceksin. Ve sen topraksın ve toprağa döneceksin. Senden önce yaşamış olan bütün şöhret sahibi insanlara bir bakıver. Hepsi küle dönüşmedi mi?
* Ey insanoğlu toprağı örnek al. Toprağın ürün vermesi gibi sende üretken ol. Ruhu olmayan topraktan daha aşağıda olma. Toprak ürünü besler ama kendisinin faydalanması için değil, sana hizmet etmesi için bunu yapar. Ama sen, yapacağın her iyilik sana geri dönecektir. Çünkü hayırlı her iş onu yapana tekrar döner.
Yeni ihtiyaçlar yaratarak savurgan olma. Buğday ambarlarını açmak için kendi buğdayının eksilmesini bekleme. Altın kazanmak için açlığı fırsat olarak kullanma. Kendin kazanman için toplu ihtiyaçları bekleme. İnsanların zor durumlarıyla ticaret yapma. Mali kazanımlar için tanrının gazap vaktini fırsat bilme. Musibetlerden eziyet çekenlerin yaralarını heyecana getirip ortalığı toz dumana boğma.
Kendi kendinle gizli olarak konuştuğunu zannetme. Çünkü bütün sözlerin gökte yazılıyor. Bu nedenle cevapta sana oradan gelecektir. Ne diyorsun: Ey canım sana yıllarca yetecek mal ve mülk var, ye, iç, eğlen ve sevin. Ne büyük bir cahillik. Sende bir domuzun nefsi olsaydı bundan daha güzel sözlerle bu müjdeyi verebilir miydin?
Canın istekleri karşısında ne kadar da acımasız ve cahilsin. Öyle ki canına, bedenin kirlerini müjdeliyorsun. Heveslerin kulu olmaya mahkum olan ve yerselliği düşünen sen, insanların değil Rabbin kendisinin sana verdiği ve sana layık olan isme kulak ver: Ey cahil bu gece canın senden isteniyor, bütün bu hazırladıkların kimi olacak? << Ambarlarımı yıkacağım ve daha büyüklerini inşa edeceğim. >> Tabi ki haklısın çünkü zulüm ambarları yıkılmalı. Kötülükle inşa ettiğin o ambarları ellerinle yık, kimseye yemesi için müsaade etmediğin o buğday depolarını yerle bir et. Açgözlülüğün bütün yuvalarını yok et. Tavanı yık, duvarları aşağı indir ve küflenmiş buğdayı güneşe çıkart. Hapsedilmiş zenginliği hapisten çıkart. Karanlık malların yuvalarını yok et.
<> Bunları da doldurduğun zaman ne yapmayı düşünüyorsun? Tekrar yıkıp daha büyüklerini yeniden mi yapacaksın? Sonu olmayan bu emeklerden daha aptalca bir şey var mı? Bir elle yapmak diğer bir elle yıkmak nasıl bir cahilliktir?
Eğer istiyorsan elinde ambar var, o da fakirlerin evleridir. Kendine gökte hazineler biriktir. Orada birikileni ne güve yer ne paslanır ne de hırsızlar çalabilir. Kendine uzun bir ömür biçtin. Ama dikkat et zaman sana bir sürpriz yapmasın. Şimdi iyilik yapmayı engelleyen ne var? Fakir yok mu? Ambarlar dolu değil mi? Ödül hazır değil mi? Vasiyet açık değil mi? O aç insan eriyor, o çıplak olan donuyor, borçlu olan boğuluyor. Ve sen de merhamet etmeyi yarına erteliyorsun. Bak Hz. Süleyman ne diyor dinle: “Git, yarın gel sana vereceğim” deme. Çünkü yarının beraberinde ne getireceğini bilemezsin.
Kardeşlerini kendi buğdayına ortak et. Yarın çürüyecek ve küflenecek, olanı bugün ihtiyacı olana ver. Elinde çürüyecek olanı bile ihtiyacı olana vermemekten daha kötü bir açgözlülük var mı?
Dünyaya çıplak gelmedin mi? Toprağa da çıplak gitmeyecek misin? Şu anda sahip olduklarını nasıl edindin? Ama bunun Allah’tan geldiğine inanıyorsan o zaman bana bunu ne sebeple elde ettiğini söyle. Yaşamın gereklerini bize dağıtan Allah adaletsiz midir? Neden sen zenginsin de diğeri fakir? Bunun tek sebebi, zenginliğini iyi şeylerde ve hayırlı işlerde kullanman için senin ödül alman, diğerinin de sabrı nedeniyle büyük bir mükafat almasıdır. Ama sen elindekileri doymak bilmeyen açgözlülüğün kucağına bırakırsan ve birçok kimseyi bundan mahrum bırakırken hiç kimseye zulüm etmediğini sanıyorsun. Açgözlü olan kim? Elindekiyle yetinmeyendir. Hırsız olan kim? Herkese ait olan şeyi kapıp kaçırandır. O halde bütün bu varlıkları yalnızca kendi malın haline getirirken açgözlü ve hırsız olan sen değil misin?
Başkasının üzerindeki giyimi hileyle alana Hilekar denirse, gücü olduğu halde çıplak olanı giydirmeyen ise başka isimlerle çağrılmayı hak eder.
Elindeki ekmek aç olanın malıdır. Depolarında sakladığın giyimler çıplak olanların malıdır. Elinde bulundurduğun ve çürümeye terk ettiğin ayakkabılar, ayağı çıplak olanların malıdır. Elinde sakladığın gümüş paralar ona ihtiyacı olanların hakkıdır. Böylece bütün bu zulmettiklerine iyilik yapma imkanın vardı. Kendin için biriktirdiğin sıkıntıların miktarını anlaman için bir fakirin çektiği eziyetleri sana nasıl anlatsam ki.
Büyük yargı gününde şu duyacağın sözler senin için ne kadar değerli: Geliniz ey Babamın mübarek kulları, dünya kurulduğundan beri sizler için hazırlanmış olan mülkü miras alınız. Çünkü aç idim beni doyurdunuz, susadım bana su verdiniz. Çıplak idim beni giydirdiniz.
Ve şu hükmü işittiğinizde sizi saracak olan korku ve endişe ne büyüktür: benden uzaklaşınız ey melunlar iblis ve melekleri için hazırlanan ebedi ateşe gidiniz. Çünkü aç idim beni doyurmadınız, susuz idim bana su vermediniz. Çıplak idim beni giydirmediniz. Orada yalnız hilekarlar yargılanmayacak, yakınının ihtiyaçlarına yardım etmeyenlerde yargılanacaktır.
Senin yararına olan bütün şeyleri söyledim. Eğer iman ediyorsan seni bekleyen bütün iyilikler açıkça önünde duruyor. Yok eğer isyan ediyorsan ceza da senin yazılmıştır.
Doğru bir karar almanı ve zenginliğin senin için arındırıcı olup böyle bir yargılamanın deneyiminden kaçınmanı ve hepimizi göksel mülküne davet edenin nimetleriyle hazırlanmış olan semavi güzelliklere katılmanı temenni ederim. Çünkü görkem ve güç ebetler ebedince yalnız ona yaraşır. Amin.
~ Teolog Aziz Gregoryos’un Söylemleri ~
* Bütün fakirlere ve her ne sebeple olursa olsun bütün zorluk çekenlere iyilik yapmak bize yakışır. Bu ilahi vasiyet olan “Sevgi” nin gereğidir. Sevgi bize, sevinenle sevinmeyi, ağlayanla ağlamayı emreder.
* Yersel olan şeylerde yalnızca doğru olanları edinelim. Sadakalar yoluyla kendi nefsimizi kazanalım. Sahip olduklarımızdan fakirlere verelim ki, göksel iyiliklerin zengini olalım.
* Bütün varlıklarını hatta canını bile versen, gönül zenginliğinde tanrının önüne geçemeyeceksin.
* Allah’tan birçok şeyler kazanmamıza rağmen ve daha çok şeyler kazanmayı beklediğimiz halde, onun bizden istediği tek şey olan insan sevgisini ona sunmamaktan utanmayalım mı?
* Zenginler kibirlikleri ve ahmaklıkları sebebiyle, muhtaç olan insan kardeşlerinden sadakalarını gizliyorlar. Hata kendilerinde fazla olan şeyleri bile onlara vermek istemiyorlar.
* Fakir ümidini Allah’a bağladığı için sana bağlamış. Ve eğer onu cahilce görmezlikten gelirsen seni şu sözlerle kendinden utanç duyar hale getireceğim: İyilikler konusunda aydınlanman için fırsat önünde. Bu imkandan seni uzaklaştırmak isteyen şeytana nasıl müsaade edersin?
* İhtiyacı olana az da olsa bir şey ver. Çünkü bu vereceğin az şeyin o muhtaç olan insan açısından şüphesiz çok değeri vardır. Aynı şekilde Allah nazarında da o az şey çok değerlidir.
* Büyük bir şey veremiyorsan ilgini ve rağbetini sunarsan bile kötü değildir. Eğer elinde verecek hiçbir şeyin yoksa gözyaşlarını akıt. Zira gönlünün derinliğinden çıkan şefkat hissi bile o miskin ve ümitsiz insan için bir ilaç gibidir.
* Bize eşit olan insanlara nasıl sevgi göstermeliyiz? Aklı olmayan hayvanlara acımamız gerektiği bir görev ise, bize eşit olan ve aynı cinsten olduğumuz insanoğluna özellikle iyiliklerimizi göstermeliyiz.
* Fakir olanı görmeyen kişi yaratıcının gazabına uğruyorsa, tanrı, yaratıklarıyla ilgilenenleri ödüllendirir.
* Nefsimizi iyilikler ve merhamet işleriyle temizleyelim. Kirlerimizi iyi otlarla yıkayalım. Canlarımızı beyazlatalım. Kimimiz yün gibi kimimiz kar gibi. Herkes şefkati ve acıma duygusuna göre bunu yapar. Ne mutlu merhametli olanlara çünkü onlara merhamet edilecektir. Mutluluklar içinde merhamet’in büyük bir yeri vardır. Ne mutlu o insan ki fakir ve zayıf olana merhamet eder.
* İyilik asla erteleme kabul etmeyen tek durumdur.
* Kitap diyor ki: Merhamet edecek olan bunu iyilikle ve sevinçle yapsın . iyilik eğer rağbet ile yapılıyorsa yapanın yararına katlanarak döner. Çünkü zorlayarak ve üzülerek yapılan şey nimetten yoksundur.
* Yaratıcı tarafından yargılanan keçileri hatırlatmak beni korkutuyor. Çünkü bunlar herhangi bir şey çaldıkları veya zina yaptıkları veya haram edilmiş bir şey yaptıkları için yargılanmayacaklar. Ancak muhtaç olanları önemsemek vasıtasıyla İsa Mesih’e ihtimam göstermedikleri için yargılanacaklar.
~ Fakirlik Sevgisi ~
Ey benim gibi fakir olan kardeşlerim, biz hepimiz fakiriz. İlahi nimetlerin fakiriyiz. Fakirlik sevgisi konusundaki sözlerimi kabul etmenizi diliyorum. Kabul ediniz ama ihmal ederek değil iyi bir istekle kabul ediniz. Belki de böylece egemenliği kazanarak zengin olursunuz.
O halde size daha zengin sözler sunmamız için bizimle dua ediniz. Aç olanlara ruhsal ekmeğimizi dağıtarak kendi canımızı besleyelim. Ya Musa’nın yaptığı gibi göksel ekmeğin inmesini sağlayarak veya İsa Mesih’in yaptığı gibi az bir ekmekle binlerce insanı doyurması gibi. Çünkü o bizim değerli ekmeğimizdir ve gerçek hayatımızın da sebebidir.
Nasıl ki hiçbirimiz, güzel kokulu çiçeklerle dolu bir bahçede en güzel ve en iyi koku veren çiçeği belirleyemezsek, zira her çiçek koklama ve görme duyularımızı harekete geçirerek ilk önce onu koparma isteğini bizde uyandırırsa, aynı şekilde faziletler arasında ayırım yapmamız da kolay değildir. Kimisine öncelik veririz. Bana göre en yüce fazileti ayırt etmek için şöyle düşünürüm:
Şu üç fazilet en büyüğüdür, İman - Ümit – Sevgi. İman için şahit olarak Hz. İbrahim’i söyleyebiliriz. Çünkü imanı nedeniyle doğruluk sahibi diye adlandırıldı. Bütün azizler ümitlerin Allah’a bağlayarak zorluklara katlandılar. Aziz Pavlus’u, İsrail halkı uğruna kendini inkar ederek cesaretle konuşmaya iten şey sevgi idi. Çünkü sevgi Allah’ın kendisidir.
Yabancıları misafir etmek iyi bir olaydır. Doğruluk sahipleri içinde buna tanık olarak göstereceğimiz kişi Hz. Lut’tur. Sadom’lu olmasına rağmen onlar gibi davranmadı. Zina eden Rahab, ki kendi isteğiyle zina işlemedi, oda yabancıları misafir ederek kurtuldu. Kardeşleri sevmek iyi bir şeydir. Buna da en büyük tanık İsa Mesih’tir. Kendini yalnız bizlerin kardeşi olarak adlandırmakla yetinmedi bizler için acılara katlandı. Sabır ve kötülükleri hatırlamamakta iyi bir fazilettir. Bununda tanığı Rabbin kendisidir. Daha sonra Aziz İstifanos onu örnek alarak Mesih’in öğrencisi olarak kendisine işkence edenler için dua etti. Sakin ve koruyucu olmakta iyi bir fazilettir. Bununda tanıkları Hz. Musa ve Hz. Davuttur. Kutsal kitapta ilk olarak bu ikisi bu faziletin sahipleri olarak isimlendirildiler. Onlardan sonrada muallimleri Mesih bu faziletin sahibi idi. Zira onu yakalayanlara karşı en küçük bir direniş göstermedi ve de en ufak bir söz bile söylemedi.
Bütün bu faziletlerden her biri bizi kurtuluşa ve mutluluk dolu evlere götüren birer yoldur. Ve hayatın çeşitli yolları olması gibi Allah’ın yakınında bulunan mekanlarda çeşitlidir. Herkesin hak ettiği çeşittedir.
Eğer Aziz Pavlus sevgiyi ilk ve en büyük vasiyet olarak kabul ediyorsa, ben sevginin en büyük kısmının fakirleri sevmek ve insan kardeşlerimize merhamet ve yardım etme duygularımızı göstermekten oluştuğunu kabul ederim. İnsanlara göstereceğimiz merhametten başka hiçbir şey Allah’ı bu kadar sevindirmez.
O halde bütün kafirlere ve herhangi bir sebeple zor durumda olanlara karşı merhametli olmamız gerekir. Bu da bize sevinenle sevinin ağlayanla ağlamayı emreden vasiyetin gereğidir. Aynı şekilde insanlara sevgimizin kanıtlarını da sunmak görevimizdir. Çünkü bizlerde onlar gibi insanız. İster sevgiye muhtaç dul ve yetimler olsun, ister vatanlarından uzaklara sürülmüş olsun, ister efendilerince kovulmuş ve zor durumlar yaşayanlar olsun, ister vergi toplayıcılarının acımasızlıklarına maruz kalmış olsun, ister malları ellerinden alınmış veya muhtelif tehlikelere maruz kalmış olsun… Bunların hepsi şefkati hak etmektedir.
Fakat neden ruhlarımız bedensel hastalıklardan daha kötü bir hastalığa kapılmıştır? Bedensel hastalıkların irademiz dışında meydana geldiğini bilirim. Ama ruhsal hastalıklar kendi irademizle oluşur. Bedensel hastalıklar yaşamın sona ermesiyle son bulsa da ruhsal hastalıklar ölümümüzden sonrada bize eşlik eder.
Önümüzde zaman varken neden kendimize yardım etmeyiz? Neden kardeşlerimizin dertlerinden sevinç duyarız? Başkasının elinde hiçbir şeyi yokken zengin olmayı temenni etmem, başkalarının yaralarının hafiflemesine yardımcı olmuyorsam refahın tadını almayı temenni etmem.
Her şeyimizi rabbe havale edelim ki, haçımızı taşıyarak onun ardından yücelikler dünyasına uçmaya kadir olalım. Alçakgönüllülüğümüzle yükselelim ve fakirliğimizle zenginleşelim.
Sana çoğu verene az da olsa ver. Ama sana her şeyi verene her şeyini ver. Ne kadar verirse ver, verdiklerinle Allah’ın sana verdiklerinden daha üstün olamazsın. Hatta canını versen bile. Şunu iyi bil ki verdiğin hiçbir şey sana ait değildir. Çünkü elinde olan her şey Allah’tandır. İnsan yürürken nasıl ki kendi gölgesinin önüne geçemez, bizler de ne kadar verirsek verelim bu konuda Allah’ın önüne geçemeyiz. Nasıl ve nerden varolduğunu düşün? Eğer bu büyük olayları düşünürsen yani Allah’ı bilir ve göksel egemenliğe iman edersin ve Allah’ın yüceliğine bakmakta meleklere eşit olursun. Ama şimdi sanki bir aynada ve hilede gibisin ama o zaman Allah’ın oğlu olursun Mesih’in mirasçısı olursun ve daha fazlasını cesaretle sana söyleyeceğim, sende tanrı olursun. Bütün bunlar nereden senin oldu? Öncelikle basit olayları anımsamak için – ki bunlar bize açıklıkla görünüz – sana soruyorum: Gökleri, güneşin ve ayın dönüşünü, yıldız gruplarını, mevsimlerin ve yılların değişimini, gece-gündüz dönüşümünü, rüzgarların esişini, kalkıp oturan denizleri, nehirlerin derinliklerini görme gücünü sana kim verdi? Sana yağmurları, gıdayı, meskenleri ve yasaları kim verdi? Yeryüzündeki her şeyin efendisi olmayı kim sana verdi? Her şey için ve her şeyden önce varolan o varlık değil mi? Senden merhametli olmanı istiyor.
Allah bizi hayvanlardan üstün kıldı ve yeryüzünde bize aklı vererek ödüllendirdi. Peki bu dereceye kadar vahşileşmemiz ve ruhlarımızı bozmamız makul mu?
Allah, efendimiz ve ilahımız olduğu halde kendini bizim babamız olarak adlandırmaktan utanmıyor. Ama biz üstelik kendi cinsimizde olduğu halde diğerlerini reddediyoruz.
İlk ve en önemli olan Allah’ın yasalarına uymaktır. O ki doğrular ve kötüler üzerine yağmurlarını gönderir ve güneşi de herkesin üzerine parlar. Yeryüzünü bütün hayvanları sığacak şekilde yaptı. Su kaynakları nehirleri ve ormanları yarattı. Havayı kuşlar için, suyu da sudaki canlılar için yarattı. Hayatın devamı için gerekli her şeyi bol bir şekilde herkese verdi. Ama insanlar o zamandan beri yeryüzünü kazıyıp altın ve gümüşü çıkarmaya ve diğer değerli taşları bulmaya, elbiseler yapmaya ve savaşlara sebebiyet veren benzeri şeyleri yapmaya başladılar ve cahillikleri nedeniyle akıl almaz bir kibirliğe kapıldılar. Mesela muhtaç durumda olan insan kardeşlerine sadaka vermekten kendilerine mani oldular. Hatta kendilerinde fazla olan ve onlara lazım olmayan şeylerden bile muhtaç olanlara yardım etmediler. Nasıl bir cahilliktir bu nasıl bir acımasızlık? Onlar, fakirlik ve zenginliğin özgürlük (onların deyimiyle) ve köleliğin kötülükle birlikte ve ondan doğarak insanlar arasında meydana geldiğini idrak etmiyorlar.
Durumlar başlangıçta böyle değildi. (Kitabın söylediği gibi) İnsanı yaratan Allah onu cennetin ortasında vasiyeti korumakla korunmuş bir şekilde hür ve zengin olarak yarattı. O zaman özgürlük ve zenginliğin manası vasiyeti korumakla özetlenirdi. Ama gerçek fakirlik ve kulluk mefhumu vasiyete itaatsizlikten oldu.
Günahtan sonra anlaşmazlıklar ve hıyanetler ortaya çıktı. Ve şeytan da ipleriyle insanları lezzet sevgisiyle avlamaya başladı. Güçlüleri fakirlere karşı kışkırtıyordu. Ve tamahkarlığın beşeri tabiatın asaletini kirlettiği gibi şeytanda beşeriyet cinsinin birliğini parçaladı. Ama sen şimdiki durumlara bakma, ilk duruma bak, sonradan hakim olan yasalara bakma aksine yaratıcının yasasına bak. Gücün yettiği kadar doğa’ya yardımcı ol, başlangıçtan beri bize verilen özgürlüğe değer ver, zayıflara yardım et, ihtiyacı olana teselli ver. Sen ey zengin ve sıhhatli olan, hastaya ve fakire yardım et. Sen ey günaha düşmeyen günaha düşüp tövbe edene yardım et. Sen ey sevinen yaslı olanı teselli et.
Şükür hediyesi olarak Allah’a bir şey takdim et. Yalnız varlıklarınla değil ama imanınla da zengin ol. Yalnızca altın isteme fazilet peşinden de koş. Yakının için daha çok iyilik yaparak daha çok güvenli ol. Allah sevgisine benzeyişinle bedbahtlara ilah ol. Senden isteyene hatta istemeden önce ver. Başkalarına yardımcı ol. Yiyecek ver, giyim ver, ilaç ver. Zorluklarda ilgi göster.
Bunların zor olduğunu sanma. İmandan cesaret al. Hüzünlerin korkuna galip gelsin.
Ey Mesih’in kulları ve mirasçı kardeşleri eğer sözlerime güveniyorsanız ve şimdi vaktimiz varken Mesih’i arayalım. O’na özen gösterelim, yedirelim misafir edip saygı sunalım ama yalnızca sofralarla veya kokularla Mecdeli Meryem’in yaptığı gibi değil. Veya Arimatealı Yusuf’un yaptığı gibi yani bir mezarla değil veya yıldız bilimciler gibi buhur, mür ve altın sunarak değil, fakat ve zira kainatın Rabbi merhamet ister, dışarıdan kurban sunumu istemez. Çünkü merhamet binlerce semiz kuzulardan daha değerlidir. O halde merhameti Mesih’e, merhamete muhtaç olanlar vasıtasıyla sunalım. O zaman onlar bizleri bu dünyadan göçtüğümüzde efendimiz Mesih’in ebedi ülkesinde karşılayacaklardır. Yücelik sonsuza kadar Mesih’e yaraşır. Amin.
~ Aziz Süryani İshak’tan Seçmeler ~
İyilik sahibi eğer doğru olmazsa bir kör gibi kalır. Ama ben diyorum ki, iyilik sahibi başkalarının kendi emeği ile elde ettiklerinden vermelidir. Yalanla zulümle veya hile ile elde ettiklerinden vermemelidir.
Eğer yoksulların diyarında bir şey ekmek istiyorsan senin olan bir şeyden ek. Çünkü şunu iyi bilmelisin ki sana ait olmayan bir şeyi ekmeye kalkarsan buğday kırmasından daha acı olacaktır.
Sanırım yapılan iyilik, yapanın adalet sınırlarını aşmazsa iyilik olarak adlandırılmaz. Yani yalnızca bize ait olan bir şeyi vermemiz yetmez, iyilik yaptığımız kişiden gelecek zulmü sevinçle karşılamalıyız. Eğer doğruluğu acıma duygusuyla yenerse, şeriat tacıyla değil fakat İncil’deki kamil olanların tacıyla taçlandırılacaktır.
İyilik yaparken parlak bir yüz ve sevinçli bir ruh ile yap. Ve senden istenenden ver. Çünkü şöyle söylenmiştir: Ekmeğini suyun yüzüne salıver kısa bir süre sonra ödülünü bulursun. Zengin ve fakir arasında ayırım yapma. Kimin hak edip etmediğini anlamaya çalışma. Eğer iyilik yapmak istersen büyün insanlar senin nazarında eşit olsun. O zaman hak etmeyenleri de doğruluğa sevk edebilirsin. Çünkü bedensel iyilikler insanı süratle Allah korkusuna cezp eder.
Rab, vergiciler ve zina yapanlarla beraber yemek yedi ve hak etmeyenleri hiç ayırmadı. Bu sayede herkesi Allah korkusuna yöneltti. Bunun için maddi unsurları ruhsallığa erişme konusunda vasıta olarak kullandı. O halde iyilik yapma da ve saygı da bütün insanlara eşit davran. Çünkü hepsi senin kardeşlerindir ve seninle aynı doğayı taşıyorlar ve bilmeyerek hakikatten uzaklaştılar.
~ Aziz Yuhanna Kronştadet’ten Seçmeler ~
* Eyvahlar olsun bize ki, birçok şeyi öğrendik. Ama bizi günahtan kurtaracak olan bilimi öğrenmedik. Çünkü gerçek ilahi öğretmen olan Mesih’in yanında öğrenmedik. Çünkü o gerçeğin kendisidir. O yüzden İncil karşısında cahil sayılırız. Dünyevi bilgilerimiz arttıkça bu konudaki cehaletimizde artmaktadır. Zira bu yolla biz bencilliğimize ve eski kişiliğimize hizmet etmekteyiz.
* Mücadelesiz hiçbir fazilet olmaz. Eğer sevgi ve imanı deneyen olaylar yok ise o iman ve sevgi şüphelidir. Sevgi ve imanımız zorluklarda ortaya çıkar. İçerden veya dışardan başımıza gelen zorluklar, hastalık ve üzüntüler gerçek faziletin ortaya çıktığı alandır.
* Hristiyanların büyük bir kısmı yalnız ismen hristiyandır. Öyle ki ruhani öncelikleri dahi dünyevi bir hal aldı. İncili unuttular. Hatta azizlerin hayatları bile onlar için bir anlam ifade etmiyor duruma geldi. Yaşamlarının ilk başlangıcını dinlerinin ruhuna aykırı olan şeylerle tüketiyorlar. İnsan için en yüce hedefin tanrıya razı etmek olduğu akıllarına bile gelmiyor. Aman ne feci bir durum.
* Günümüzde hristiyan topluluğu diye anılan kesimlerin büyük bir bölümü gerçek putlara tapınır bir durumda. Bunun sebebi de, bencil sevgi, görkem sevgisi, dünyevi zevkler ve eğlenceler, açgözlülük ve mal, bedensel lezzetlerdir. Gözleri ve yürekleri Allah’tan ve semavi ülkelerinden ayrıldı ve yeryüzüne çivilenmiş bir hal aldı. Böylece kardeşin kardeşe sevgisi nadir bulunan bir şey oldu. Eyvahlar olsun bize.
* İnsanların senin için ne diyeceklerinden korkma. Bu korkunun kaynağı şeytandır. Aksine Allah senin için ne diyecek diye düşün.
* Birisine bir şey verirken senin olan bir şeyden vermiyorsun. Allah’a ait bir şeyi, Allah’ın acılı evlatlarına veriyorsun. Sen yalnızca ilahi serveti düzenleyensin. Kendini, küçüklerin efendisi olan Mesih’in kardeşlerinin bir hizmetkarı olarak kabul et. Başkalarına verirken değerlerine göre değil ihtiyaçlarına göre ver.
* Gerçek merhametli, herkesi kucaklayan ve hiç kimseyi kalbinin dışında bırakmayandır.
* Mesih’in herhangi bir üyesini hakir görerek, Mesih’in bedenini (sevgi ve imanla) nasıl alabilirsin. Bütün hristiyanlar fakirler dahil hepsi Mesih’in bir parçasıdır. O halde Mesih’in parçalarını sev ve onlarla yardımlaş. Efendimiz seni, merhametinin zenginliklerine yaraşır kılacaktır.
* Kötülere bile iyilik yap ki, yücelerdekinin asil evladı olasın.
* Allah’a şükretmek nasıl yalan olur? Ne zaman ki birimiz Allah’tan edindiği iyilikleri yakınındakini önemsemeden yalnız kendisi için kullanıp da Allah’a sadece dudaklarıyla şükrederse bu yalan olur. Yaptıklarımız eğer gördüğümüz iyilikleri inkar ettiğimizi ortaya koyuyorsa Allah’ın bizden böyle bir şükür’e ihtiyacı yoktur.
* Ya rab bana, yakınlarıma iyiliği sevinçle yapmayı ve başkalarına veriyorsam bunun bir kayıp değil bir kazanç olduğuna iman etmeyi öğret.
* Sevgide kıskanç ol ve sevgi dışında her şeyin yok olacağını bil. Sonsuza kadar kalacak olan yalnız sevgidir. Aynı Allah gibi. Çünkü o’da sevgidir.
* Şeytan bazı insanların içine iman ve ibadet hususunda tembellik tohumları eker. Bu insanları duadan soğutur ve iyilik yapmalarını yavaşlatır. Ama Kutsal Kitap bizi << Gayretiniz eksilmesin, ruhta ateşli olun, Rabbe kulluk edin >> (Roma. 12:11) sözleriyle teşvik eder.
* İman bizi sevinçle ve huzurla doldurur. İmansızlık ise bizi üzgün ve tedirgin eder.
~ Asoslu Aziz Nikodimos’tan Seçmeler ~
İtirafta bulunan kişi, bedensel ve ruhsal yedi iyilikler konusunda hata yapmışsa bunu açıkça itiraf etmelidir. Bedensel iyilikler şunlardır: Aç doyurmak, susamışa su vermek, köle veya hapisteki insanı kurtarmak, çıplağı giydirmek, yabancıyı misafir etmek, hastayı ziyaret etmek ve ölüyü gömmek. Ruhsal iyilikler ise: Gerektiği gibi nasihat etmek, bilmeyene öğretmek, yaslıyı teselli etmek, hatalının yanlışını düzeltmek, kendisine yanlış yapanı affetmek, sövgülere katlanmak ve herkes için dua etmek.
Biriktirdiği paraları artan zengin adam neden yargılandı? Kendisinin olmayanı aldığı için mi? Tabi ki hayır. Ama paralarını arttırmak istedi fakat yakınlarını düşünmedi o yüzden yargılandı. Yine aynı şekilde diğer zengin ada da ne hata yaptı da yargılandı? Kendi malı olan şeylerden yiyip içiyordu. Ama kapısındaki bekleyen Lazar’ı görmüyordu. Yapması gerekeni yapmamıştı. Bu yüzden ebedi ateşe gitti.
Yargı gününde Allah, imkanımız dahilinde olduğu halde yapmadığımız iyilikler içim bizi yargılayacaktır. Ve şöyle diyor: Ebedi ateşe gidiniz. Çünkü aç ve susuz idim, çıplak ve yabancı idim, hasta ve mahpus idim bana yardım etmediniz.
~ Doğruluk Sahibi Sirabyon ~
Kilisemizin altın günlerinde İskenderiye yörelerinde yaşayan bir genç vardı. Bu genç şanslıydı. Çünkü çocukluğunun ilk günlerinde Allah’ı tanıdı. Onun en belirgin özelliği, İncil öğretisine göre yaşama isteğiydi. Allah’ın yasalarını çok sevdi, onu dikkatle okudu. Ve dualarında bununla coşardı. Ve sıkça şöyle derdi: Yarab, iradeni anlamak ve vasiyetlerine göre yaşamak için beni aydınlat. Kutsal Kitabın sayfaları arasında bulduklarını yalnız kendisi için değil, başkalarının da Allah’la olan ilişkilerinden doğan sevinç huzur ve coşku ile kendisine katılmalarını isterdi. Daha kutsal bir hayat yaşamak istediği için sakin bir yere çekildi. Bu sessizlik ve yabancı ortamda sakin gecelerde daima dua etmek tanrı yasasıyla coşmak fırsatlarını yakalıyordu. Bu mekanda rağbetlerini terbiye etti, yüreğini güzelleştirdi, kişiliğini güçlendirdi ve Allah’a karşı olan ateşini arttırdı.
Bir kış günü Sirabyon İskenderiye’ye iner, yolda yürürken çıplak bir adam görür. Soğuktan titriyordu. Bu durumu görünce yüreği oynadı bir saniye kaybetmeden üzerindeki giysiyi çıkarır ve adama verir ve yoluna devam eder. Biraz sonra bir başka çıplak adama rastlar, vücudu soğuktan morarmıştı. Bu manzarayı görmeye tahammül edemedi ve üzerindeki son giysiyi de çıkarıp bu çıplak adama verdi. Evine dönünce dostları ona sorarlar: Kim seni böyle çıplak bıraktı kardeşim? Onlara İncil’i göstererek işte bu beni çıplak bıraktı diye cevap verdi.
Bir gün dostları ona fakir ve şanssız bir aileden bahsederler. Sirabyon bu aileye yardım etmek ister ama nakit parası yoktu. Sahip olduğu tek zenginliği İncil’iydi. Kalkar bu İncil’i satar ve parasını bu fakir aileye verir.
Sonraları Mesih’in sözlerini yaymak için Atina’ya gider. Ve orada din karanlığı ve sapkın inanç zenginliği içinde yaşayan bir ailenin olduğunu duyar. Kendisini bu aileye köle ve hizmetçi olarak satması için bir arkadaşıyla anlaşır. Ve gerçekten bu aile içinde zorluklar içinde yaşamaya başlar. O dereceye kadar çalışıyordu ki efendisinin sevgi ve saygısına mahzar oldu. Bir defasında Sirabyon fırsatını bulup aile fertlerine Allah’ı anlatmaya başladı. Onu dinlediler ve onlara anlattığı gerçekleri kabul ettiler. Onları kazanıp Mesih’in yanına doğru çektiğinden emin olunca, onlara gerçek durumunu anlattı. Ve onlara, beni köle almak için ödediğiniz miktarı koruyunuz. Bütün bu yaptıklarım yalnızca sizi gerçek ilaha yöneltmek içindir dedi.
Aynı sebeple yeni insanları Allah’a yöneltmek için Sirabyon Roma’ya gelir. Bütün bu yolculuklardan sonra sakin evine yorgun bir halde ama memnun olarak döner ve orada ruhunu teslim eder. Kilisemiz 21 Martta bu azizi anar.
Allah’ın mümin kulu Sirabyon’un hayatından alınan bu bölüm bizlere Nasıralı İsa’nın tanıklığını vermektedir. Ve bir kez daha İncil’i uygulamanın mümkün olduğunu bize gösteriyor. Ve bu öğreti melekler için değil aksine eğer isterlerse insanların iman edip İncil’i yaşayabileceğini anlatıyor.
~ Mal Su Gibidir ~
Fakirlere vermek yalnızca görevin değil aynı zamanda yararın içindir. Eğer devamlı olarak kuyudan su içilirse, içinden çıkan su daha çok ve daha temiz olur. Ama su kuyu içinde bırakılırsa bozulur. Aynı şey maddi varlıklar içinde geçerlidir. Onu sessiz haline bırakır üzerine kilit vurursak sonunda faydasız hale gelir. Ama onu harekete geçirir ve dağıtırsak üretken ve herkese yararlı olur.
Duvarlarını pahalı mermerle kaplamışken ve kardeşini çıplak bırakmışken Yargıç önünde kendini neyle savunacaksın? Kardeşin fakirlikten her gün gömülürken, sen altınları depolarına gömüyorsun, kendini nasıl savunacaksın?
~ Allah’a Kredi Ver ~
Ey kardeşim bizim ruhumuz olduğunu bilirsin. O halde neden ihmallerimizle kendimizi o ruhu olmayanlardan daha kötü bir duruma getiriyoruz?
Yeryüzüne bak ve onu örnek al. O ürün verir. Kendisi yararlansın diye değil sana yiyecek vermek için ürün verir. Sende eğer merhametli işler yaparsan kendin için yapmış olursun. Çünkü fakirlere verirsen, sana karla dönecektir. Şöyle denilmiştir: Fakire sadaka veren Allah’a kredi vermiş olur. Nasıl ki buğday tanesi yere gömüldüğünde önceleri kaybolur, sonra fazla ürünle ortaya çıkar. Merhamet işlemlerinde de durum aynıdır.
~ Gerçek Zengin ~
Zengin, çoğa sahip olan değildir. Aksine fazla verendir. Hz. İbrahim zengindi, ama mal sevdalısı değildi. Hiç kimsenin evine bakıp acaba nesi var diye düşünmedi. Günü birinde evlerden birine girer ve evde yardıma muhtaç bir fakir veya yabancının olup olmadığını istekle sorar ve yardım etme isteğini belirtir. Bu nedenle de meleklerle karşılaşmaya layık görüldü. Ey sevgililer Hz. İbrahim’e benzeyelim. Ve varlıklarımızı ihtiyacı olanlara sarf edelim.
~ İnsanın Dostları ~
İnsanın üç grup dostu vardır:
Birinci dost: Zenginlik ve yeryüzünün bütün hayratı. Bütün bu varlıklar insan öldüğünde anında insanı terk eder.
İkinci dost: Akrabalar ve tanıdıklar. Bunlar insana zenginliklerden ve varlıklardan daha fazla refakat eder. Hatta mezara kadar da eşlik eder. Fakat ölümden sonra yine onu terk eder.
Ama üçüncü dost ise yaptığı iyi işlerdir. Bu dost, insanı yaşamından sonrada terk etmez. Ta yüce Allah’ın tahtı önüne kadar ona eşlik eder. Ve orada onun ruhu etrafında durur ve onu savunur. Ve sonunda merhamet ve nimet kazanması için ilahi şefkate ısrarda bulunur.
Sadık dostlarını tanımayı önemsemeyen insan cahildir.
~ Ne Mutlu Merhametli Olanlara ~
Mesih’e olan sevgimiz için fakirlere merhamet etmek görevimizdir. Çünkü o bu fakirleri kendisinin yerine yeryüzüne bırakmıştır. Rab kutsal şükür gizeminde mevcuttur. Ve bizlere ruhsal gıda sunmakta cimrilik yapmamıştır. O aynı zamanda fakirlerin yüzünde de mevcuttur. Ve iyilik işleriyle beslenir. Mesih’e şefkat eden kişi ne şanslıdır. Ondan yüz çeviren ise ne bedbahttır.
Akılsız olan hayvanları beslemek bizim için kolaydır. Ama Mesih’i (yani fakiri) aç bırakırız. Nasıl bir vicdanımız var böyle?
Çoğunlukla zenginlere veririz ama fakirlere bir şey vermeyiz. Zenginlere verdiğimiz her şey kaybolmasına rağmen, fakirlere verdiğimiz her şeyi tekrar elde ederiz.
Kutsal Kitap iyiliği tohum olarak adlandırır. Her kim tohum ekerse ondan kat kat almayı bekler. Böylece her kim fakire bir şey verirse zarara uğramaz fazlasını elde eder.
~ Gerçek Hristiyan Var Mı? ~
- Günümüzde acaba gerçek hristiyan bulunur mu?
- Tabi ki çok var. Gerçek Hristiyanlar hakkında hikayeler yazmak istesem birçok kitap doldururum. Ama sadece bu hikaye ile yetineceğim:
Geçen yaz küçük köylerden birinde tren bekliyordum. Ben oturmuşken köy sakinlerinden ihtiyar bir kadını tren raylarının yanında dururken gördüm. Yanına yaklaştım. Yüzü – yaşlı ve kırışmış olmasın rağmen – gizemli bir şekilde parıldıyordu. Aynı ruhani insanlarda olduğu gibi parıldıyordu. Yanına gelip sordum:
- Kimi bekliyorsun abla?
- Mesih’in göndereceği herhangi bir kişiyi bekliyorum, dedi.
Onunla sohbet ettikten sonra neler cereyan ettiğini anladım.
Bu yaşlı kadın her gün istasyona gelir ve yolcular arasında fakir, muhtaç veya evsiz barksız birinin olup olmadığına bakar. Öyle birini bulursa, büyük bir sevinçle onu kabul eder, evinde misafir eder. Adeta onu Mesih göndermiş gibi hizmet ederdi. Aynı zamanda Kutsal Kitabı devamlı okur, kutsal hizmetlere katılır, oruç tutar ve Allah’ın vasiyetlerini uygulamak için mücadele ederdi.
Bu kadın küçük bir Azize değil mi?
Sohbetin sonunda bu faziletleri için onu övmek istedim. Ama beni durdurarak şöyle dedi:
- Bizlerde bu dünyada misafir değil miyiz?
O anda yüzü daha çok parıldadı.
~ Mesih’in Kardeşlerine Yardım Etmeyenler Ne Bedbahttır ~
Ben fakire Allah’ın bana gönderdiklerinden ver. Mesih’in fakir ve hasta kardeşlerine, onlar ki her zaman mutluluklarını dile getiririm. Hiçbir şeye sahip olmayan onlar gerçek zenginlerdir. Tabi ki isyan etmeden son ana kadar sabırlı olurlarsa. Hz. Eyüp ve fakir Lazar misali. Sürekli Allah’a şükür edip şöyle derlerdi: Sana şan olsun ey Allah’ım. Bunlar gibi olanlar göksel egemenliği ve ebedi hayatı miras alacaklar ve Mesih’le beraber ebediyen hüküm sürecekler. İman, sabır ve ümit sahibi olan bu fakirler ve hastaların yaşayacağı sevinç, görkem, ikram ve aydınlık ne büyüktür. Ama Mesih’in fakir ve hasta olan kardeşlerini görmezden gelenler zengin olmalarına rağmen onlar fakirdir, bedbahttır ve mülk sevdalısı körler, günde üç dört çeşit yemek yiyip fakire bir parça ekmeği bile vermezler. Bunlar gibi olanlar tövbe etmeden ölürlerse şeytanlar onları ebedi azaba götürecekler. Ama sen cesur, sabırlı ol Allah’tan ümidini kesme. Cesur ol ve yalnızca geçici olan şeylere bakma, aksine imanlı ol ve ümidini ebedi şeylere bağla. Sana şunu söylemek isterim: Sabrını sonuna kadar koruyup Mesih sevgisine sahip olursan kurtuluşunu kazanacaksın.
~ Allah’ın Mevcudiyeti ve İnayeti ~
* İnsani yardımlar seni aramaya başlayınca ilahi yardım senden uzaklaşır. Çölde yaşayan bir rahib’e melekler hizmet etmek için gelirlerdi. Ama bazı insanlar ona yardım için gelmeye başlayınca melekler oradan gitti.
* Mesih için yaşanılan tam fakirlik semavi bir hazinedir. Buna ancak ümitlerini ilahi inayete bağlayanlar hasıl olur. Böyle sağlam ve sarsılmaz bir ümidin olsun göreceksin Allah senin açlıktan ölmene izin vermeyecektir. Ama şüpheye düşüp insani yardım almaya başlarsın o zaman ilahi inayet senden uzaklaşacaktır. Aziz Petrus su üzerinde yürüyordu, ne zaman ki şüpheye düştü o zaman batmaya başladı.
* Bir gün Patrik Musa uzak mağaralardan birinde yaşamaya karar verir. Oraya gitti ve kendi kendine söylenmeye başladı: Her şey güzel ama burada suyu nerden bulacağım? Bunu düşünürken bir ses duydu: Şüphe etmeden işine devam et geriye kalanı bana bırak. Ve gerçekten cesaretlenerek kalacağı yeri hazırladı. Bir süre sonra iki arkadaşı onu bu mağarasında ziyaret eder. O anda da elinde içinde az miktarda su bulunan bir testisi vardı. Ve bu suyu misafirlerine ikram etmek için hububat haşlamak için kullanıyordu. Telaşlanarak su için Allah’a yalvarmaya başladı. Ansızın ve kimsenin beklemediği bir şekilde mağarasının üstünde bulutlar göründü ve şiddetli bir yağmur yağmaya başladı ve Peder Musa’nın bütün testilerini doldurdu. Yemekten sonra onun telaş ve korkusuna dikkat eden yaşlı şeyhler sorarlar: Sabahleyin ne oldu da bu kadar korkup telaşlandın? Şöyle cevap verir: Allah’ı sanki bir mahkemedeymiş gibi bir konuma koyup, dostlarıma sunacağım, sudan ve kendimden O’nu sorumlu tuttum ve bunu bana temin etmelisin dedim.
* Zorluklarda ve üzüntülerde sabırlı olmak için, hayatta başımıza gelen her şeyin Allah’ın iradesi dahilinde olduğuna iman et. Ve bunun hedefi ruhsal kemale ve kurtuluşa ermektir.
~ Sevgi Sabırlıdır ~
Büyük Kostantin zamanında yaşamış olan Aziz Hristodulos bir gün çölden İskenderiye’ye gider. Ve zenginlerin evlerini dolaşarak, fakirlere dağıtmak üzere para talep eder. Zenginlerden biri bu talebi reddeder ve Hristodulos’a sözleriyle hakaret eder. Ama Hristodulos yılmaz, hiçbir şey duymuyormuş gibi para istemeye devam etmekte ısrar eder. Zengin adam öfkelenir ve yüzüne bir tokat indirir. Hristodulos ona bakar ve korkmadan şöyle der: sana teşekkür ederim, bu verdiğin benim içindi. Ama şimdi senden şunu rica ediyorum, fakirler için bir şey ver. Bu durum karşısında zengin adam dehşete düşerek tövbe eder ve Hristodulos’a birçok şey verir.
~ Allah’a Ümit Bağlamak ~
Bu hikaye Aziz Teodosyos’un hayatından alınmıştır.
Filistinde Aziz Teodosyos manastırının kurulduğu ilk günlerde rahipler şiddetli bir fakirlik içinde yaşarlardı. O dereceye ki yaşam için gerekli olan asgari şeyler bile bulunmuyordu.
Büyük Cumartesi akşamı, rahipler Kutsal Fısıh gününü beklerken bir şey bulurlar ümidiyle bütün manastırı aradılar. Ve istekleri çok basit bir şeydi. Kutsal ayinde kullanmak üzere sağda solda unutulmuş olabilecek bir kutsal ekmek parçası bulmayı ümit ediyorlardı. Bu sayede kutsal Kominyon’dan mahrum kalmayacaklardı. Ama nafile, bir şey bulamadılar. Ve ne yapabileceklerini düşünmeye başladılar. Durumlarını ve üzüntülerini ona anlatırlar. Yaşlı şeyh onları sükunetle dinler. Ve sanki olaylar bir başka yerde meydana geliyormuş gibi aldırış etmez ve üzüntülerine katılmaz. Ve onlara Kutsal ayin için hazırlanmalarını ve hatta Paskalya sofrasını da hazırlamalarını emreder.
Bazı rahipler aralarında << Geçersiz bir teselli >> diye söylenirler. Ama yaşlı şeyh bu sözleri duymamış gibi davranır ve onlara şöyle der: Evlatlarım Allah’ın gücü kalmadı mı? İsrailoğullarını göksel gıdayla doyuran Allah, bugün bize nimetlerini vermekten aciz mi kaldı? Yoksa kalabalıkları iki balık ve beş ekmekle doyuran bir mucize yapmaya gücü yetmiyor mu?
Reislerinin bu sözlerini rahipler garipsediler. Ama onu tasdik edemiyorlardı.
Gün batımında bir yabancı Manastırın kapısını çalar. Beraberinde iki adet yüklü devesi vardı. Ve onlara şöyle der: Mağaralarda yaşayanlara bazı malzemeler vermeye gidiyordum. Yolda giderken sizin manastırın önünden geçiyordum ki develer yürümez oldu. Çok uğraşmama rağmen onları yürümeye ikna edemedim. Ve şöyle düşündüm << Taşıdığım bu yiyecek malzemelerini belki de Allah bu manastıra vermemi istiyor. >>
Ve gerçekten bu yiyecekler Allah’ın bir bereketi idi. Bu gıdalar rahiplere Pentakost pazarına kadar yetti. Ve bütün bu süre içinde kutsal ayinlerde kullandıkları ekmek konusunda bir ihtiyaçları olmadı.
<< Allah’a ümit bağlamak ne büyük bir olaydır. >> diye söylenen rahipler babaları Teodosyos’un imanına hayran kaldılar.
~ Allah Öldü ~
Bu kısa hikaye << Benim için her şey bitmiştir, bundan sonra artık ümit yok…>> düşüncesinde olanlara cevap olarak verilmiştir.
Kadın ölmüş olan kocasının cesedi yanında oturmuş ağlıyor. Yaşı beş seneyi geçmeyen çocuk ise, babasının ölümüyle evlerinde olanları garip bir şekilde izliyor. Çocuk aklıyla – ki Allah bunu insanlara ilham vermesi için kullanır – annesine sorar: Anne neden bu kadar ağlıyorsun? Anne ise oğluna babasının ölümünün ne anlama geldiğini anlatmaya çalıştı. Ve babasının ölümünden sonra başlarına gelecek olan fakirliği izah ediyordu. Ve bunun için üzüntülerini ve ümitsizliğini çocuğa anlatmaya, hatta çocuğunu yetimler yurduna vermek veya fakirhanelere sığınma konusunda bile güçsüzlüğünü izaha gayret ediyordu. Ama Allah defalarca biz büyüklere çocuklar vasıtasıyla ders vermeye gayret eder.
Çocuk annesine baktı ve sordu: Anne Allah’ta mı öldü? Anne çocuğun bu sorusu karşısında sustu ve aptallaştı. Çocuğun bu sorusu anneyi imansızlık uykusundan uyandırmıştı.
Sevgili kardeşlerim Rabbin sözlerini unutmamaya gayret edelim: Ey az imanlı neden şüphe ettin? (Matta 14 : 31) Mucizeler yapmaya kadir olan Allah’ın şefkatine iman edelim. Bütün sorunlarımızı ona havale edelim. Bütün kaygılarınızı O’na yükleyin, çünkü o sizi kayırır. (1.Petrus 5 : 7) Ve ruhumuzun penceresini açalım ki ümitlerin ilahı Nasıralı İsa’nın İncil’den fışkıran teselli ve ümit nuruyla dolsun. << Şaşırmayın, Nasıralı İsa’yı arıyorsunuz. (Markos 16 : 6) >> Bizi her zaman sevdiğine olan inancımız tam olsun.
O halde cesur olun Allah ölmez.
~ Ölüm ~
* Bir gün öleceğimiz, hepimizce bilinen ve emin olduğumuz bir durumdur. Belki şu anda, belki yarın veya yarından sonra. Ne zaman olacağını bilemeyiz. Ama bilinen şey, kalbimizin her bir atışı mezara doğru atılan bir adımdır.
* Ölüm, günahın ve düşüşün neticesi olarak geldi. Ve ölüm istisnasız ve ayırım yapmadan herkesi biçer götürür. Yaşlı, çocuk her yaştan kadın – erkek, Krallar, zenginler, fakirler ve halkın her kesiminden. Bu nedenle hepimiz her zaman ölüme hazır olmalıyız. Yani onu bekleyelim ve onunla beraber yaşayalım. Çünkü ölüm ebediyete açılan kapıdır. Yeter ki ölüm anında tövbe etmiş olalım. << Yaşam sonumuz Hristiyanca olsun >> İlk hristiyanların, ölüm gününü doğum günü olarak isimlendirmeleri çok haklı bir söylemdi.
* Her sabah, bu gece hayatta olmayabiliriz ve her akşam da sabahleyin yaşıyor olmayabiliriz şeklinde düşünmek iyidir.
Dostları ilə paylaş: |