Silsile-i menzil Muzaffer Taşyürek



Yüklə 0,53 Mb.
səhifə6/14
tarix17.08.2018
ölçüsü0,53 Mb.
#71955
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14

103


-"Serhend'e vardım. Söyle bir rüya gördüm: Gayet azametli büyük bir aydınlık vardı. O kadar yükselmişti ki, başı semâya vâsıl olmuş; âlemin şark ve garbı O'nun nuru ile dolmuştu. Halk lambalarını getiriyor; O'ndan aydınlık alıyordu. İşte bu rüya, senin makamını anlatır."

Şu da, onun büyüklüğünü anlatan bir başka menkıbedir:

Kudvetü'l-Kâmilîn Şah Kemâl Küteylî, torunu Ârif-i Rabbani Şah İskender'e bir cübbe emânet etti. Rivayet edildiğine göre; bu cübbe, Gavs'ül A'zam Abdülkadîr Geylânî Hazretlerinin idi. O zât, bu cübbeyi torununa emânet ederken; "Sahibi gelinceye kadar bunu sakla." demiştir:

Meceddîd İmâm-ı Rabbani Hazretleri zuhur ettikten sonra, rüyada kendisine: "Cübbenin ehli O'dur; O'na ulaştır," emrini verdi. Yapmayınca, ikinci defa; içinden cübbeyi O'na götürmesi için hitap etti. Bunu da yapmayınca, azarladı.

Bundan sonra, hırkayı götürüp İmâm-ı Rabbânî'ye giydirdi. Bu cübbeyi giydikten sonra, O'ndan büyük işler zuhura gelmeye başladı. Bir menkıbe daha...

Doğru sözlü emîn bir tacir vardı; iyilik nurları, yüzünden parlardı. Şöyle anlatıldı:

İlk zamanlarında, bu tacirin, Gavs'ül A'zam Abdülkadîr Geylânî Hazretlerine son derece sevgisi ve o derece bağlılığı vardı. Kendisi şöyle anlattı:

104


HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLAR!

Geylânî Hazretleri çoğu kez bana görünür, bazı işleri haber verir; önemli işlerimde bana yardım ederdi. Bir gün, rüyada bana şöyle dedi:

-"Benden, büyük yardım gördün; ama zahirde sana bir şeyh gerek."

Bunun üzerine kendisine:

-"Kime başvurayım?" diye sordum. Şöyle dedi:

-"Şeyh Ahmed Serhendî'ye git. O, zahirîn ve batının hakikatine ulaşmıştır. Ve o, zamanının kutbudur."

Bunun üzerine, onun yanına vardım, kendisinden hayret veren kerametler, görülmemiş yüksek hâller müşahede ettim.

Belh'in ileri gelenlerinden biri, Serhend'e geldi. Mü-ceddîd İmâm-ı Rabbani Hazretlerini rüyada gördü, şöyle anlattı:

-"Belh'te bir cenaze merasiminde bulundum. Selef, halef birçok Mâverâü'nnehir evliyası da o cenazede hazır bulundu. Bunlar, geçmişte yaşayıp ebedî âleme göçen ve hâl-i hazırda yaşayan zâtlardı. Meselâ; içlerinde Kutb-u Rabbânî Abdülhâlik Gücdüvânî, Kutub Hâce Ba-hâeddîn Nakşîbend Hazretleri gibi zâtlar da vardı.

Bunlar, büyük bir zâtın gelmesini bekliyorlardı. Bu durumu birine sordum; bana şöyle anlattı:

-"Bu, bir kutbun cenâzesidir. Bu hazır cemâat ise... kutuplar kutbu zâtın gelmesini bekliyorlar."

İMÂM-I RABBANİ

105

' Biz böyle bekleşirken, ulu bir zât geldi. Bu gelen zâtı öne geçirdiler; imâm oldu. Bu nûrani büyük zâtın kim olduğunu sordum; bana şöyle anlatıldı: -"Bu, Şeyh Ahmed Serhendfdir. İmâm-ı Rabbani Hazretieri ulu fazîletini, zamanının üstün âlimleri itiraf ettiler. O vakitte yaşayan büyükler, O'nun müceddîd olduğunu söylediler. Çünkü, dinî ilimleri yayıyor; çevrede ma'rifet konusunda yakîne dayanan hâlleri açıklıyor; velayet, nübüvvet, risâlet mertebelerini, büyük zâtların kemâllerini, dostluk ve muhabbet derecelerini izaha çalışıyor; Allah'ın zât ve tecellilerinin sırlarını beyân ediyordu. O kadar ki, bu işte onu geçen olmamıştı.



Sonra, Allahu Teâlâ ona ilmi ledün ve gaybe bağlı, üstün zevklere dayalı husûsî bir ilim kazandırmıştı. Onların pek çoğunu kendisi anlattı. Allahu Teâlâ sırrını takdis eylesin.

Bu konuda şöyle demiştir:

- İlâhî yardım, beni cezbeye kapılan muradlar menziline erdirdi. Önce böyle bir âleme geçtim. İkinci olarak bana suluk menzillerini kısa yoldan geçme nimeti verildi.

İşte bu hallerimde, önce Allahu Teâlâ'yı eşyanın aynı gördüm. Tıpkı sûfilerden vahdet-i vücûda nail olanların anlattığı gibi.

Bundan sonra, bir başka hâle daha kapıldım. Allahu Teâlâ'yı hulûlsüz, sirâyetsiz olarak eşyada buldum.

Bundan sonra, bir başka hâl daha oldu: Allahu Te-âlâ'nın varlığını eşyada buldum. Eşyadan evvel olduğu-


106

HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI

I RABBANİ

107


nu da gördüm; aynı şekilde eşyadan sonra olduğunu da gördüm.

Sonra... hep Allahu Teâlâ'yı gördüm; başka bir şey görmedim. Bu son durum şühûda dayalı tevhîd hâlinin mânâsıdır. Bu durum, "Fena..." tâbiri ile velayet derecesinde ilk adım bundan sonra atılır. İşin başında bu hâl en ileri bir kemâl hâli sayılır.

Son anlatılan görüş; zikri geçen mertebelerin hangisinde olursa olsun, önce madde aleminde bulunur; sonra mânâ aleminde...

İmâm-ı Rabbani Hazretlerinin anlattıklarına devam edelim:

- O halleri geçtikten sonra, beka makamına yükseldim. Ve bu, velayet derecesinde ikinci adımdır. Eşyayı ikinci olarak gördüm; Allahu Teâlâ'yı da eşyanın aynı; hattâ özümün aynı...

Sonra O'nu Allahu Teâlâ'yı eşyada; hattâ özümde buldum.

Sonra O'nu eşyadan önce hattâ nefsimden önce gördüm.

Sonra... eşyadan sonra; hattâ özümden sonra buldum.

Ve... bütün bunlardan sonra, eşyayı gördüm; asla Allahu Teâlâ'yı görmedim.

Bu son makam, öyle bir sondur ki; fenafillah makamından, avam mertebesine dönüştür. Ve bu öyle bir

makamdır ki, halkı Hakk'a davet makamlarının en mükemmelidir.

Bir başka cümlesinde şöyle anlattı: - Benden zuhur eden ilim ve ma'rifet bâbındaki işler; velayetin dışındandır. Ancak onların hepsi nübüvvet nurları kandilinden gelir.

Nübüvvet kandilinden süzülüp gelen ilimler ise, özdür, şeriata aykırı taraftan yoktur. Dinin esası, zât ve sıfat ilminin hulâsasıdır. Allahu Teala, yücedir, mukaddestir.

Dini öğretmek ve dinî sorulan cevaplandırmak ancak sırf Allah rızâsı için yapılır. İlim mevki ve riyaset sevgisi mal ve terfi hırsı gibi duygulardan uzak olduğu zaman fayda verir. Bunlardan uzak oluşunun alâmeti ise dünyâya ve dünyalığa önem vermemektir. Bu belâya tutulmuş ve kendilerini dünyâ sevgisi esaretine kaptırmış âlimler, dünyâ bilginleri, halkın en kötüleri ve din hırsızlarıdır. Şeytan onlara galip gelmiş, Allah'ı anmayı unutturmuştur. Böylece onlar şeytanın adımlarına uymuştur. "Muhakkak, şeytanın tarafını tutanlar zarardadır."31 Gerçekten bugün, din işlerindeki her türlü gevşeme ve zayıflama, dini takviye ve İslâm milletini geliştirme konusundaki kusur ve gaflet, kötü din âlimlerinin davranışları ve kötü niyetleri sonucu meydana gelmiştir.32

31 Mücâdele, 58/19.

32 Mektûbât-ı imâm-ı Rabbânî, 1/133.

108

HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI



Dedi ki:

Din ve dünyâ saadetlerinin başında gelen Peygamberimiz Efendimize ittibanın (uymanın) dereceleri vardır:

1- Müslümanların avam kısmına âid olup, kalbin tasdikinden sonra, fakat nefsin teslimiyetinden önce, dinin hükümlerini yerine getirmek ve sünnete uymaktır.

2- Manevî illetler ve gizli hastalıkları gidermek, kötü sıfatları yok etmek, ahlâkı güzelleştirmek gibi Peygamberimizin içle ilgili söz ve hareketlerine uymak. Bu tarikat makamıyla ilgili olup, bir mürşidin terbiyesi altında, Allah'a gidişinin başlangıcını gerçekleştiren kimselere mahsûstur.

3- Peygamberimizin hallerine, zevklerine ve vecdle-rine ittibadır (uymaktır). Bu, özel velayet makamıyla ilgilidir ve velîlere mahsustur.

4- Birinci derecede din âlimlerinin ittibasıdır. Bu husus ilimde ve irfanda derinleşmiş âlimlerle alâkalıdır. Çünkü, bu sınıf âlimler Peygamberlerimizin gerçek vârisleridir. Buna göre, bu âlimler, şeriatın hakîkatini kendilerinde gerçekleştirmiş oluyorlar.

5- Peygamber Efendimizin kemâlâtına ittibadır. Bu, ilim ve amelle olmayıp, yalnız Allah'ın lütuf ve ihsanı ile meydana gelir.

6- Rasûlullah Efendimizin mahbûbiyyetine (Allah tarafından sevilmiş olmasına) has olan kemâlde O'na uymaktır. Bu hâldeki kimseye feyiz ve nur verilmesi sırf muhabbet vasıtasıyla olur.

İMÂM-I RABBANİ

109


7- Yukardakilerin hepsini toplayan "nüzul" makamında Peygamberimize tâbi olmaktadır. Bu makamdan, kalbin tasdik ve sükûnu, nefsin teslimiyeti, maddî azaların dengesi gerçekleşir.

Tam tâbi olma, işte bu yedinci derece, Peygamberimize ittiba şerefine ulaşan kimsenin hâlidir. Bunlardan yalnız bir kısmına tâbi olanlar, Efendimiz'in hâl ve ilimlerinin bir kısmına uymuş olurlar.

Bazı din bilginleri, birinci derecede tâbi olmayı, kendileri için neşe ve sevinç vesilesi sayarlar. Keşke onlar, diğer dereceleri de temmeni etselerdi.

Onlar Hz. Peygamber'e (s.a.v) ittibayı, yalnız şeriatın zahirîni ve şeklini yerine getirmeye has kılmışlardır. Onun ötesini, şeriattan başka bir şey saymış, tam tâbi olmaya vâsıta ve vesile olan sûfîler yolunu da asılsız bir şey görmüşlerdir. Çoklarının, bazı fıkıh kitaplarından başka ne bir mürşidleri, ne de üstâdları vardır. Onlar için şu söz çok uygundur:

"Kayanın içine girip gizlenmiş birisi için, onun dışında ne yer, ne de gök vardır."

Allah bizi ve sizi, Rasûlullah'a tâbi olmanın hakikatine ermekle şereflendirsin.

54'üncü Mektubun özeti

Dedi ki:


Şunu bil ki, iki cihan saadeti, yalnız ve yalnız Resû-lullah'ın yolundan gitmeye bağlıdır. O'na ittiba (uymak) da ancak şunlarla olur:

110


HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI

- İslâmî vazife ve hükümleri yerine getirmek, onları halk arasında yaymak ve yaşatmak, küfrün kaide ve merasimlerini her tabakadaki Müslümanlardan kaldırmak, onları iptal ve defetmek.

Çünkü, İslâm ile küfür, Kıyamete kadar ve ondan sonra da birleşemez, kaynaşamaz iki zıddır. Bunlardan birini getirmek diğerinin gitmesini, birini yüceltmek diğerinin aşağı düşmesini gerektirir. Allahu Teâlâ, sevgili Resulüne şöyle buyurmuştur:

-"Ey Peygamber! Kâfirler ve münafıklarla savaş (ci-hâd et) onlara acıma."33

İslâm'ın üstünlüğü, küfrün ve sahiplerinin zillet ve düşkünlüğüne bağlıdır. Kâfirleri yücelten, Müslümanları düşürmüş olur. Onları yüceltmek, yalnız onlara saygı ve baş köşeye oturtmakla olmaz. Onları; Müslüman meclislerine sokmak, onlarla arkadaş olmak, dilleriyle konuşmak... bütün bunlar, onları yüceltmeye dâhildir.

Eğer onlara dünyalık bir iş düşer ve onlarsız görülmesi de mümkün olmazsa, zaruret miktarı kendileriyle iş görülebilir. Bu durumda kendilerine olduklarından öte bir önem verilmediğini anlatan bir tavır takınılmalıdır.

İslâm'ın yücelmesi, kâfirlere yaklaşma, onlara yönelme ve kendilerine önem verme gibi davranışları terket-meye bağlıdır. Allah, şerefli kelâmında kâfirler için, "Allah ve Resulünün düşmanları" adını vermiştir. Allah ve Resûlullah düşmanlarıyla düşüp kalkmak ve onlara yaklaşmak cinayetlerin en büyüğüdür.

İMÂM-I RABBANİ

111

Bu düşmanlarla dost olmanın en küçük zararı şunlardır: Dinin temel akide ve hükümleri zarar görür, iman ve amel gücü zayıflar. Kafirlerin inanç, ahlak ve adetleri yayılır.



Çok defa insan kendinin teslim olduğunu, Allah ve Resulüne îmân ettiğini iddia eder, fakat bilmez ki, yukarıda anlatılan davranışları ve inkarcılara dost olması sebebiyle dini iyici zayıflamıştır.

Allah'ın lanetine uğramış bu din düşmanlarının bütün meşguliyeti, İslâm'ı alaya almak, müslümanlarla eğlenmek ve bizi hep birden dinimizden çıkaracakları veya öldürecekleri fırsatı beklemektir.

İslâm hâkimiyetinin alâmeti, kâfirleri sevmemek ve onlardan nefret etmektir. Kur'ân-ı Kerîm'de "pislik" ve "pis" adı kâfirlere verilmiştir. Bunların müslümanlar nazarında da böyle olması gerekir. Herhangi bir şeyde onlara müracaat, görüş ve hükümlerine göre hareket onları yüceltmenin ta kendisidir.

Kurtuluş yolu İslâm yoludur. O'nun, şeriatının dışında kalan her şey bâtıl ve kıymetsizdir. Haktan sonra bâtıldan başka ne vardır? Size, evvel âhir Allah'ın selâmını dilerim.34

Dedi ki:

Herşeyden önce, itikadı Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat görüşüne göre düzeltmek gerek. Bu yola uyanlar kurtulan fırkadır. Allahu Teâlâ, onların çalışmalarını zayi etmesin, kendilerine bol mükafat versin.

Tevbe 9/73.

34 Mektûbât-ı Imâm-ı Rabbani 1/163.

112

HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI



İtikadı düzelttikten sonra da, fikhî hükümlerin gereğine göre amel etmek zarureti vardır.

Yapmakla emir aldığımız şeyleri mutlaka yapmamız gerek. Bundan kaçma yolu yoktur. Ayrıca, bize yasak olan şeylerden dahi kaçmamız gerektir.

Tâdil-i erkâna ve şartlarına riâyet etmek suretiyle ara vermeden, tembellik etmeden beş, vakit namazı eda etmelidir.

Zenginlik miktanıhca lay eye geçihce zekâtın verilmesi dahi mutlaka gerektir.

Vakitleri, oyunda ve oyalanmada sarf etmek yerinde olmaz. Yasak işler bir yana, ömrünü boş işlerde telef etmek kula yakışmaz.

Tegannî, nağme gibi şeylere rağbet edip onların lezzetine aldanmaktan çok sakının. Zira onlar, bal sürülmüş zahirdir.

Gıybetten, insanlar arasında söz gezdirmekten sakının. Zira anlatılan her iki kötü huyun kulda bulunması hâlinde şiddetli tehditler gelmiştir.

Yalandan, iftiradan dahi sakınmak zarurîdir. Bu iki rezil iş, bütün dinlerde haram kılınmıştır. Bunları yapanlara, çokça azâb tehdidleri vardır.

İnsanların ayıplarını ve günâhlarını örtmek, hatâlarından geçmek büyük işlerdendir.

Hizmetçilere, elinizin altında çalıştırdığınız kimselere şefkat gösterip onların kusurlarına göz yummalıdır. Onlara eziyet etmemelidir. O zavallıların ister yüzlerine, is-

İMÂM-I RABBANİ

113


terse başka yerlerine vurmak, sövmek, üzmek münâsip değildir. Şunu düşünmelidir:

Yüce Allah'a karşı yaptığı kusurlarına O Yüce Zât, o kusurları sebebi ile hemen ceza vermede acele etmediği gibi, rızkını dahi engellemez.

İtikadı düzeltip, fıkıh hükümlerini yerine getirdikten sonra, aldığınız talimata göre, vakitleri Allah'ın zikri ile doldurmak gerek. Buna mani olan bütün olumsuz şeyleri terketmelidir.

Şer'î işlerde her ne kadar dikkatli, ihtiyatlı olunur ise vazifede o miktar ziyâdelik hâsıl olur. Amma, şer'î hükümlerde, gevşeklik vâki olunca, vazifedeki lezzet gider.35

VEFATI

(H. 1034) 1624 yılı Muharrem ayının 12'nci günü buyurdu ki:



-"Bana bu dünyâdan öbür dünyâya gitmeme 40 veya 50 gün kaldığını bildirdiler. Mezarımı da gösterdiler."

Hastalığı arttı. Hastalığının artmasına rağmen cemâatle namaz kılmayı terketmedi.

Safer ayının 23'ü Perşembe günü, dervişlere kendi mübarek elleriyle elbiselerini taksim etti. Son 4-5 gün, yalnız kıldı. Duaları, teşbihleri, salavâtları, zikir ve murakabeyi hiç eksiltmeden yaptı. Talebelerine ve oğullarına elveda sözünü hatırlatan, vasiyetlerini söylemeye baş-

35 Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbani 2/446.

114

HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI



ladı. Bu vasiyetlerin çoğu; Peygamberimiz'e (s.a.v) tâbi olmaya teşvik, sünnete yapışma, bid'atten kaçınma, zikr ve murakabeye devam etme hakkında idi.

Son anında oğullarının yardımıyla, abdestli olarak, sünnet üzerine sağ yanına yatıp, sağ elini sağ yanağının altına koyup zikirle meşgul oldu. Allah'ın adını anarak Safer ayının 28'i kuşluk vakti refîk-i a'lâya kavuştu.

İmâm-i Rabbani Hazretlerinin cenaze namazını oğlu Hâce Muhammed Saîd kıldırdı. Vefatında 61 yaşında idi. Serhend'de evinin yanında defnedildi.

Ardından âlim ve fâzıl evlâdlar, binlerce talebe ve müslümanları irşâd edecek önemli eserler bıraktı.

ŞEYH HÂLİD

(Kuddise sımhu)

,»>

Kutbi dâireti'l-irşâdi gavsi's-sekaleyni ale's-sedâdi es-sâiri fillâh, e'r-râkiis-sâcidi zi'1-cenâhayn, Hazreti Di-yâuddîn Mevlânâ Hazreti eş-Şeyh Hâlid. (Kaddesaiiahu sır-



rahu)

İrşad dairesinin kutbu, insanların ve cinlerin gavsı, doğru yol üzerinde adım atan, Allah'a giden yolun yolcusu, çokça rükû ve secde hâlinde olan, çift kanatlı/zâ-hir-bâtın ilimlerine sahip, dinin ışığı efendimiz , Hazreti

Şeyh Halİd (Allah sırrını yüceltsin)

Altın Silsilenin 30. halkası

Celâleddîn Rûmî'den sonra "Mevlânâ (Efendimiz, büyüğümüz)" lakabıyla anılan ikinci kişi.

116


HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI

Babası : Ahmed b. Hüseyin (Hz. Osman

neslindendir) Doğum yeri : Şehrezar (veya Baban'a bağlı

Karadağ)


Doğum târihi : 1190 (veya 1193) Vefatı : 1253

Kabr-i şerifi : Şam'da

EĞİTİMİ

Karabağ'da ilk eğitimini alan Mevlânâ Hâlid Hazretleri, Kur'ân-ı Kerîm, sarf, nahiv okumuş, henüz âkil baliğ olmadan nesirde, nazımda akranlarını kat kat geride bırakmıştı.



Daha gençliğinde zühde, açlığa ve yalnız kalmaya kendini alıştırdı ve tahsilini tamamlamak için civardaki âlimler ve medreselerdeki ders halkalarına katılarak fıkıh, hadîs, tefsir, tasavvuf, akâid, meâni, bedi, beyan, âdâb, aruz, kâfiye, lügat, usûl, mantık, hendese gibi ilimler tahsil etti. Kamus lügatini ezberledi.

Irak âlimlerinden Muhammed b. Âdem Salih Teman, Abdurrahîm Ziyareti ve Abdulkerîm Berzencî'den dersler aldı.

Müşkil ve çetin, anlaşıması zor ibarelerden her ne sorulursa derhal cevap verecek zekâya sahip olan Mevlânâ Hâlid Hazretleri, ilmiyle kısa zamanda şöhreti yaygınlaştı. Hocası Abdülkerim Berzencî'nin vefatından sonra onun ders halkasını devam ettirdi.

ŞEYH HALID

117

1205 senesinde Hacc'a gitti. Yolda Şam âlimlerinden çok saygı gördü. Yüksek tevazusu ve ilminden dolayı, Allâme Muhammed Kurberî'den hadîs rivayeti, Mustafâ Kürdî'den Kadiri yolu icazeti aldı. Medîne-i Münevve-re'ye kavuştuğu zaman Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize aşk derecesindeki sevgisini anlatan "Kaside-i Muhammediyeyi Farsça olarak yazdı.



Mevlânâ Hâlid Hazretleri memleketi Süleymâniye'ye dönerek dersler vermeye başladı. Bu arada kâmil bir mûrşid aramayı da sürdürdü ve Hindistan'da bulunan Abdullah Dehlevî'nin davet ve işareti üzerine 1209 senesinde Hindistan'a hareket etti.

Mevlânâ Hâlid Hazretleri Hindistan'a doğru yaptığı seyahati sırasında yol boyunca dönemin velîleriyle görüştü, büyük velîlerin kabirlerini ve dergâhlarını ziyaret etti.

Tahran'da hafız İsmâîl Kâşî ile yaptığı sohbette Şiî tefsirlerinde bulunan hatâlara dikkat çekti.

Bistam, Harkan, Sümman, Nişabur, Taş şehirlerini ziyaret etti. Şeyh Bayezid-i Bistâmî, Hz. Ali ve diğer Ehl-i Beyt imamlarının kabirlerini ziyaret edip, Farsça kasidelerle onları övdü. Afganistan ve Herat'taki âlimlerle görüştü. Burada Şeyh Abdullah Herâti ile buluştu. Kan-dehar ve Kabil üzerinden Lahor bölgesine ulaştı. Burada Şah Cân-ı Canan Mazhar Hazretlerinden (tövbe) aldı. Oradan Mevlânâ Senâullah Nakşibendî Hazretlerinin kasabasına intikâl edip onunla görüştü.

Bir senelik bir seyahattan sonra Mevlânâ Şah Seyyid Abdullah Dehlevî'nin huzuruna ulaştı. Şeyhine kavuştu-

118


HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI

ğu zaman, bir Arapça kaside ile şeyhini medh edip himmetini talep etti. Cenâb-ı Hakk'dan kabulünü rica ederek matlûbuna vâsıl olduğu için Hâlik-i Zü'l-Celâle hamd ve senada bulundu. Yanında bulunan eşyasını fakîr ve fukaraya dağıttı. Ondan sonra Hindistan meşâyıhının şeyhi, tarîkler kutbu, hakikatler madeni, kâmil ve mü-kemmil Şeyh Abdullah Dehlevî'den (k.s) feyz aldı.

Abdullah Dehlevî, O'nu talebeliğe kabul edip, O'na nefsinin terbiyesi için dergâhı temizleme vazifesini verdi. Mevlânâ Hâlid, bu kadar ilimde âlim olmasına rağmen, hiç itiraz etmedi. Bir gün yerleri temizleme işi nefsine zor geldi. Derhal nefsine; "Eğer mübarek hocanın verdiği bu şerefli vazifeden kaçarsan yerleri süpürge ile değil, bu sakalınla süpürtürüm!" diyerek hitâb etti. Artık bundan sonra hatırına böyle hiç bir düşünce gelmedi.

Bir gün yine su taşırken, hocası Abdullah Dehlevî-Hazretleri ile karşılaştı. Dehlevî Hazretleri, O'nun omuzları üzerinden Arş'a doğru muazzam bir nurun yükseldiğini ve meleklerin O'na gıpta ve hayranlıkla baktıklarına şâhid oldu. Abdullah Dehlevî, Mevlânâ'nın tasavvufta pek yüksek derecelere eriştiğini görünce, bu vazifeden alıp, devamlı huzurunda bulunmasını emretti. Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî Hazretleri, orada da hocasına canla başla hizmet ederek, büyük mücâhade ve çetin riyazetler çekti.

Kendisine verilen zikir ve mücâhade ile beraber bu zaviyenin hizmetiyle meşgul oldu. Beş ay içinde ehl-i huzur ve müşâhade sahibi oldu. Bir sene tamamlanmadan yüce makamlara, üstün nurları müşâhade makamı-

ŞEYH HÂLİD

119

na vâsıl olup, ilimde derinleşme, dirayet ve kemâl sahibi olarak fena ve beka makamına erdi. Allah'ı çokça zikrederek velâyet-i kübrâ makamına ulaştı.



Mevlânâ Hâlid Hazretleri bu yüce makama ulaşınca Nakşibendî şeyhleri tarafından ruhanî bir işaretle, Şeyh Dehlevî Hazretleri kendilerine icazet verdi ve beş tarikatta, yâni Nakşibendiye, Kâdiriyye, Suhreverdiyye, Çeştiyye ve Kübreviye tarikatlarında tam ve mutlak hilâfet verip irşada da mezun etti. Hadîs, tefsir, tasavvuf, âdâb, evrâd ve benzeri bütün icazetleri alan Mevlânâ Hâlid Hazretleri, Mevlâ Abdülazîz el-Hânefî en-Nakşi-bendî el-Hindî Hazretlerinden Kütüb-ü Sitte ve diğer ilmî icazetlerle ilgili bütün hususlarda icazetname aldı ve 1226 yılında Süleymâniye'ye dönen Şeyh Hazretleri büyük bir ikram ve izzetle karşılandı. Bilahare Şeyhi'nin işaretiyle Gavs-ı Azam Abdülkadîr Geylânî kuddise sır-ruhu Hazretlerinin dergâhına giderek, halkı ahkâm esasları üzere irşâd etmeye başladı. Beş ay bu hizmete devamdan sonra tekrar vatanına döndü. Burada zamane hocalarının hased, düşmanlık ve iftirâlarıyla karşılaştı. Daha sonra Bağdat'a yerleşen Mevlânâ Hâlid Hazretleri, düşmanlarının hasedlerine ve saldırılarına aldırış etmeden irşada başladı.

Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî Hazretleri bir müddet Bağdat'ta kalıp İslâmiyeti tebliğden ve talebe yetiştirdikten sonra memleketi olan Süleymâniye'ye döndü. Orada kendisi için bir dergâh inşâ edildi. Bu dergâhta insanlara vâz ve nasihat edip talebe yetiştirdi.

120

HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI



İRŞADI

Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî Hazretleri bir müddet Alları ü Teâlâ'nın emir ve yasaklarını anlattıktan ve talebe yetiştirdikten sonra Süleymâniye'den aile fertlerini ve talebelerinden bir kısmını da beraberine alarak yerleşmek üzere Şam'a gitti. Şam ahâlisi, âlimleri ve idarecileri O'na saygı ve iltifat gösterdiler. Şam valisi Abdurrah-mân Paşa'nın oğlu Mahmûd Paşa, Mevlânâ Hâlid Hazretlerinin üstünlüğünü anladı. Uzaktan yakından pekçok kimsenin O'nun sohbetiyle ve ilim meclisleriyle şereflenmek üzere geldiklerini görerek O'na bir mescid ve bir dergâh yaptırdı. Kendisini ve talebelerinin geçimlerini sağlayabilecek maddî yardımlarda bulundu.

Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî Hazretleri bir ara üçüncü defa Bağdâd'a gelerek İhsâiye Medresesinde yerleşti. İnsanlara İslâmiyeti anlatmaya ve ilim öğretip talebe yetiştirmeye devam etti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin sünnet-i seniyyesini yayıp, sonradan ortaya çıkan bid'atları kaldırdı. İlim, fazilet ve güzel ahlâkta olgunluğun zirvesine yükselen Mevlânâ Hâlid Hazretlerinin üstünlüğünü dost, düşman herkes kabul etti. Bağdat'ın âlimleri, ileri gelenleri, vezirleri ve valileri önünde boyun eğdikleri gibi, diğer İslâm ülkelerindeki insanlar da O'nun üstünlüğünü işitip Bağdâd'a koştular. Uzaktan, yakından O'nun sahbetlerine ve ilim meclislerine gelenler, zahirî ve bâtınî üstünlüklere kavuşarak memleketlerine döndüler ve İslâm memleketlerinin çeşitli yerlerine giderek islâmiyeti anlattılar.

Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî Hazretleri Bağdâd'taki vazifesini tamamladıktan sonra son olarak 1222 senesinde Şam'a gitmek üzere hazırlandı. Aile fertlerinden bazılarını Bağdâd'ta bıraktı. Bağdatlılar gitmesini istemediler. Ancak Mevlânâ Hâlid Hazretleri kendilerine gelen mânevi işaretin Şam'a gitmeleri doğrultusunda olduğunu belirterek yola çıktı.

Talebeleri ve sevenlerinden büyük bir cemâatle Şam'a doğru ilerlediler. Şam arazisine geldikleri zaman, Safvek bin Fâris diye meşhur Şemmer kabilesinden bir yolkesici, adamları ile kafileyi soymak istedi. Safvek bin Fâris, bu hâdiseyi şöyle anlatır:

-"Pek çok yardımcımla Mevlânâ Hâlid'in kafilesine hücum edeceğim zaman, kafileden beyaz elbiseli, ata binmiş, heybetli biri göründü. Sonra gözlerimizin önünde büyük bir dağ kadar oldu. Yolcular ile aramızda büyük bir engel teşkil etti. Artık kâfiledekileri seçemez olduk. Boyunun uzunluğu semâya kadar varan bir büyük dağ gibi olan bu zâtı görünce, korkudan bir titreme gelerek, mızraklarımız elimizden düştü. Sonra herkes hayvanlarından düştü. Artık kafilede Allah'ın sevgili bir kulu olduğunu anladık ve hep bir ağızdan, "Aman aman, affedin, affedin!" diye bağrıştık. Bunun üzerine kafile görünmeye başladı. İçlerinde Mevlânâ Hâlid'i görünce, hepimiz kusurlarımızın affını rica ve niyaz ettik. Ellerine sarılarak tevbe ve istiğfar eyledik."


Yüklə 0,53 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin