Silsile-i menzil Muzaffer Taşyürek



Yüklə 0,53 Mb.
səhifə5/14
tarix17.08.2018
ölçüsü0,53 Mb.
#71955
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14

Beşer perdesinden sıyrılmış Hazreti Şeyh Arif Rive-gerî (Allah sırrını yüceltsin)

Zikr-i hafinin sahibi, 11 esasın kurucusu.

Künyesi : Buhara, Rivgir'den bir Türk oğlu Arif, silsilede kendisine "Pîşûvâ-yı Ârifân" denilir.

Doğum târihi : 1165 Doğum yeri : Buhârâ'nın Riveger köyü Vefatı : 1262

Kabr-i şerifi : Buhârâ'ya 40 km. mesafedeki Safirkan'da

84

HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI



EĞİTİMİ

Küçük yaşta mederese tahsiline başladı. Zekî bir talebeydi. Üstün kaabiliyetliydi. Zahiri ilimleri tahsilden sonra dönemin ilim ve hikmet sahibi, insan-ı kâmil ve büyük mürşid, zamanının kutbu Abdulhâlik Gücdüvânî Hazretlerine intisâb etti. Bu büyük insanla tanıştıktan sonra maddî ve manevî ilimlerde büyük bir kemâlât gösterdi. İrşadının feyzi ile tekâmül etti.

Gücdüvânî Hazretleri ilk sohbetlerinde ona şöyle dedi: "Hakk yolcusu bir sâlik talebe vaktinin, zamanının değerini gayet iyi bilmelidir. Üzerinden vakitler geçip giderken kendisinin ne hâlde olduğunu sezmeye bakmalıdır. Şayet geçen bir an içinde huzurlu olduysa, bunu şükür gerektiren bir hâl bilmeli. "Allahıma şükürler olsun, " demelidir. Eğer gafletle geçip gitmiş ise, hemen onu telâfi etme yoluna gitmeli, Yüce Yaratan'a nefsânî mazeretini bildirip O'ndan bağışlanmasını dilemelidir."

Ârif-i Rivegeri, Abdülhâlık-ı Gücdüvânî Hazretlerinin yanında genç yaşta irşada me'mûr edildi. 35 yaşlarında iken şeyhi vefat edince,O'nun yerine "Postnişîn" oldu.

HÂLLERİ

Hayâtı hakkında kaynaklara geçen bilgiler sınırlıdır. Türkistan'ın büyük meşâyihindendir. Pek çok insanın hidâyetine ve evliyalık makamlarına yükselmesine sebep olmuştur.



Zamanının bir tanesi idi. Herkese hoşgörüyle yumuşak davranır, kimsenin kalbini kırmazdı. Nefsinin istediklerini hiç bir zaman yapmaz, istemediklerini yapmak,

ÂRİF-İ RİVEGERÎ

85

ruhunu yükseltmek için çok çalışırdı. Haramlardan şiddetle kaçar, hattâ harama düşmek korkusu ile mubahların fazlasını da terkederdi.



Geceleri vaktini hep ibâdetle geçirir, sünnet olduğu .için, gündüz öğleden önce bir miktar kaylûle uykusuna yatardı.

Rivegeri Hazretleri ömrünün son yıllarına doğru, halîfesi Mahmûd Fağnevî Hazretlerine cehri zikri tâlim ettirerek halkı gafletten uyarmaya yöneltti.

Rivegerî Hazretlerinin irşadı ve feyzi kendinden 4 bâtın sonra gelen Muhammed Bahâeddîn Nakşîbend Hazretlerine yansıyarak, seyr-i sülük esaslarıyla dünyâyı aydınlatmıştır.

Anlatılır ki: Rivegerî Hazretleri, önceleri Buhara ulemâsından birinin derslerine devam etmekteydi. Çarşıya çıktığı bir sırada Abdulhâlik Gücdüvânî ile karşılaşır. Gücdüvânî kasaptan et almış, dükkândan çıkmaktadır. Gücdüvânî Hazretlerinin cazibesine kapılan Rivegerî Hazretleri, yaklaşarak;

-"Müsaade ederseniz yükünüzü ben taşıyayım, "der. Hâce Hazretleri de:

- "Buyur evlâdım, al paketi ve bizim eve kadar beraber gidelim," der. Beraberce eve kadar gelirler ve Hâce Hazretleri O'na:

-"Hizmetinize çok teşekkür ederim. Bir saat sonra yemeğe beklerim."buyurur.

Bir saat sonra Hâce Hazretlerine misafir olan Rivegerî Hazretlerinin hayranlığı arttıkça artar. Hâce Gücdü-

86

HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI



vânî Hazretlerinin feyzi kendisini sardıkça sarar ve ilim derslerini bırakarak kendisine derhâl intisâb eder.

Ancak ders hocası Rivegerî Hazretlerinin tekrar ilim tedrisine dönmesini istemektedir. Bu yüzden de hocası tasavvuf esbabı ve tarîkat ehli hakkında ileri-geri laflar söyler. Rivegerî Hazretleri tüm bu söylenenleri duymazlıktan gelir. Bulduğu mânevi kulpu bırakmaz. Nihayet bir gece hocası hakkında olumsuz bir rüya görür. Ertesi gün hocası yine tarîkatlar ve tasavvuf hakkında olumsuz konuşmalarına devam edince hocasına:

-"Hem kötü fiiller işlersin, hem de bizi Hak yoldan döndürmeye çalışırsın."der.

Bunun üzerine mahcup olan hocası tevbe eder ve Ârif-i Rivegeri Hazretleriyle beraber Abdulhâlik Gücdü-vânî'ye talebe olur.

Dedi ki: "Cenâb-ı Hakk bizleri, hepimizi; dünyâ ve Ahiret'in efendisi ve bütün insanların her bakımdan en yükseği ve en iyisi olan Rasûlullah Efendimize tâbi olmak saâdetiyle şereflendirsin! Çünkü Cenâb-ı Hakk, O'na tâbi olmayı, O'na uymayı çok sever. O'na uymanın ufak bir zerresi bütün dünyâ lezzetlerinden ve bütün Âhiret nimetlerinden daha üstündür. Hakîkî üstünlük O'nun sünnet-i seniyyesine tâbi olmaktır."

m.

ABDULHÂLİK GÜCDÜVÂNİ



(Kuddise sırruhu)

ı<7>¦ tıJr •_-< 7<_\\, ...,o.l| 7*. ,,m *i> ..¦II , ¦•*-¦«

Kutbi'l-evliyâi ve burhâni'l-esfiyâi kâmii'l bid'ati muh-yi's-sünneti şeyhi'l-meşâyihi, mevlânâ hazreti eş-Şeyh

AbdUİhâlİk el-GÜCdevânî. (Kaddesallahu Sırrahu)

Evliyanın kutbu, seçkin Allah dotslarının delili, bid'at-ları kökünden sokup atan, sünneti ihya eden, şeyhlerin şeyhi efendimiz Hazreti Şeyh Abdülhalik Gücdüvanî (aı-

lah sırrını yüceltsin)

Babası : Addü'l-Cemi, Malatyalı Doğum yeri : Buhârâ'nın Gücdüvân kasabası Vefatı : 1180 (Risâle-i Şâhabiyye'de 1220)

Kabr-i şerifi : Gücdüvân'da

88

HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI



ABDÜLHÂLİK GÜCDÜVÂNİ

89

EĞİTİMİ



Babası, İmâm Mâlik neslinden, zahirî ve bâtını ilimlere vâkıf âlim bir zâttı.

Abdülhâlik Gücdüvânî 5 yaşında Buhârâ'da ilim tahsiline başladı. Şehrin önde gelen âlimlerinden İmâm Sadreddîn Hazretlerinden tefsîr dersleri aldı.

Tefsir dersleri sırasında (el-A'râf 7/55) sûresinde geçen; "Rabbine yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilin ki O, haddi aşanları sevmez," âyetin yorumu sırasında "gizlilikle ilgili kısmın açıklanmasını hocasından ister. Hocası: "Eğer zâkir yüksek sesle zikreder veya zikir esnasında organlarını hareket ettirirse dua veya zikirden başkaları haberdâr olur. Öte yandan, sırf kalbiyle zikrederse bundan şeytân haberdâr olur. Çünkü, hadîste bildirildiğine göre şeytân insanoğlunun içinde damarlarındaki kan gibi akıp durmaktadır." der.

Gücdüvânî, bu durum karşısında ne yapmak, nasıl davranmak gerektiğini yâni zikr-i hafinin nasıl uygulanacağını sorunca, hocası Sadreddîn Efendi, ilm-i ledüne âid olan bu meseleyi ileride ehlullahtan bir zâtın kendisine öğreteceğini söyler.

Gücdüvânî Hazretleri, bir süre sonra kendisinin "Hâce Hızır" diye andığı Hz. Hızır gelerek, gizli bu zikir usûlünü öğrettiğini ondan havuza dalmasını, suyun altında iken kelime-i tevhidi tekrarlamasını istediğini ve ona zikr-i hafinin usûlünü telkin ettiğini söyler. Böylece, bütün Hâcegân'ın ve onlardan sonra Nakşibendîlerin benimsedikleri "vukûf-i adedî" prensibini de ortaya koymuş olur.

Gücdüvânî, yine kendi ifâdesine göre 22 yaşına kadar Hâce Hızır'ın terbiyesi altında kalır. Daha sonra Bu-hârâ'ya gelen meşhur fakîh ve mutasavvıf Yûsuf el-He-medânî'nin müridleri arasına katılıp O'ndan hırka ve icazet almıştır.

İRŞADI

Yûsuf Hemedânî'nin Buhara'dan (bâzı kaynaklar bu şehrin Semerkand olduğunu kaydederler) ayrılmasından sonra Gücdüvân'a dönen Abdülhâlik Hazretleri, burada sohbetine lâyık bir kimse bulamayınca, inzivaya çekildi. Riyazet ve mücâhede dünyâsına daldı. İnziva müddeti boyunca vakit namazlarını Mekke'de kılıp gelmek gibi kerametleri görününce, şöhreti bir anda yayıldı. Şam'da adına bir "hânkah-merkez-dergâh" kuruldu. Etrafına müridler toplanmaya başladı.



Yûsuf Hemedânî'nin halîfelerinden Ahmed Yese-vî'nin Buhara'dan, Türkistan'a gitmesi üzerine Abdülhâlik Gücdüvânî Hazretleri Buhârâ'ya gelerek burada irşadına devam etti.

Gücdüvânî "Risâle-i Sâhibiyye" adlı eserinde Heme-dânî'den feyz aldığını ve O'nun tarafından halîfe tâyin edildiğini söyler.

HÂLLERİ

Abdülhâiik Gücdüvânî Hazretlerinin sohbette üstadı Yûsuf el-Hemedânî, zikir tâlim hocası da Hızır aleyhis-selâm oldu.



I

90

HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI



Abdülhâlik Gücdüvânî Hazretleri hâlini insanlardan gizli tutardı. Nefsinin isteklerine uymayıp, istemediği şeyleri yapmakla kendisini pek ağır imtihanlara tâbi tutar, fakat hiç kimseye bir şey sezdirmezdi. Hele onun Hızır aleyhisselâm ile ulaştığı ilim tahsiline hiç kimse vâkıf olmazdı.

Abdülhâlik Gücdüvâni Hazretlerine, müslüman kıyafetinde olan bir genç gelerek, bir müddet sohbet dinledikten sonra söz isteyerek:

-"Efendim! Rasûlullah; "Mü'minin ferasetinden korkunuz. Çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar"30 buyuruyor, bu hadîs-i şerifin sırrı nedir?" diye sordu.

Abdülhâlik Gücdüvâni Hazretleri gence heybetle nazar ettikten sonra, "Öyleyse belindeki zünnân kes de îmâna gel!" dedi. Zünnar, gayri müslimlerin bellerine bağladıkları, rüku ve secde etmeyi engelleyen bir bel bağıdır.

Hocanın bu sözleri oradakiler üzerinde şok etkisi yaptı. Genç inkâr etmeye çalışınca, hırkasını çıkardılar ve belinde zünnârının bağlı olduğunu gördüler. Genç mahcubiyetini ve özûrünü beyân ederek şehâdet getirip Müslüman oldu. Böylece evliyanın Allah'ın nuruyla nasıl baktığının cevabını da öğrendi.

Büyük mürşid bundan sonra etrafındakilere dönerek: -"Ey dostlar! Gelin biz de Allah'a verdiğimiz ahde/söze uyalım, kalbimize bağlı zünnârımızı keselim, îmân edelim Şöyle ki, bu genç maddî zünnân kesti, biz de

Buhârî, Târih-i Kebîr 4/354 No: 1529, Tirmizî, Tefsir 16 (No: 3127). Taberânî el-Mu'cemu'l-Kebîr No: 7496. Heysemî Mecmau'z-Zevâid, 10/267.

kalbe âid bizi Allah muhabbetinden alıkoyan zünnân keselim. O da kibir ve gururdur. Bu genç, af dileyenlerden oldu, biz de affa kavuşalım," buyurdu.

Talebeleri bir anda Hz. Hâce'nin gönül yaralarına sunulan şifâ şerbetini içtiler, tevbelerini yenilediler. Böylece kalblerinin Ailahu Teâlâ'dan başka bir şeye bağlılıkları kalmadı.

Bir gün huzuruna gelen bir kimse; - "Eğer Ailahu Teâlâ beni Cennet ile Cehennem arasında serbest kılsa, ben Cehennem'i seçerim. Zira bütün ömrümde nefsimin arzusu üzerine amel etmedim. O halde Cennet nefsin muradıdır. Cehennem ise Ailahu Teâiâ'nm muradıdır," dedi. Abdülhâlik Gücdüvâni Hazretleri bu sözü red ederek:

-"Kulun seçme hakkı yoktur. Her nereye git derlerse, oraya gideriz. Nerede kalın derlerse, orada kalırız. Kulluk budur. Senin dediğin kulluk değildir!" buyurdu. O kimse bu sefer:

-"Efendim! Tasavvuf yolunda bulunan kimseye şeytan yaklaşabilir mi?" diye sordu. Hâce Hazretleri de:

-"Tasavvuf yoluna yeni gelmiş bir talebe, nefsini em-mâre olmaktan kurtaramamış ise, bir şeye öfkelendiği zaman şeytan ona yaklaşabilir. Şayet nefsi mutmaînne derecesine çıkmış ise, o kimsede öfkelenmek yerine gayret hâsıl olur. Her ne zaman gayret etse, şeytan ondan kaçar. Bu kadar sıfat o kimseye kâfidir. Yeter ki, Hakka yöneisin. Ailahu Teâiâ'nm kitabına ve Resulünün sünnetine sarılsın. Bu iki nur arasında tasavvuf yolunda yürüsün, "buyurdu.

92

HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI



VEFATI

Kaynaklar, Gücdüvânî Hazretlerinin vefatı için (1179,1120,1221) târihlerini vermektedirler. Necmed-dîn-i Kübrâ (1221) derken Saîd-i Nesefî (1120) demektedir.

Abdülhâlik Gücdüvâni Hazretleri vefat etmeden önce talebelerinin terbiyesini Ahmed Sıddık Evliya Kebîr, Şeyh Süleyman Germini ve Ârif-i Rivegerî adlarındaki dört büyük halîfesine bıraktı.

Gücdüvâni Hazretlerinin "Seyr-i Sülûke" girenlerin istifâde etmeleri ve uymaları için, tarîkat-ı âliyye için ortaya koyduğu düstûrlar halîfesi olan Arifi Rivegeri tarafından tâlim ve tebliğ edildi. Bunlar:

1. Hûş der-dem: Her alınan - verilen nefeste uyanıklık.

2. Sefer der-vatân: Beşerî sıfatlardan sıyrılıp İlâhî sıfatlarla süslenmek devamlı Allah'a yaklaşmak,

3. Nazar ber-kadem: Yürürken bakışlarını ayağından ayırmamak, önüne, işine, edebine, mürşidine, hedefine bakmak.

4. Halvet der-encümen: Zahirde halk ile, esasta Hakk ile bulunmak. Eli kârda, gönlü yarda olmak. Dışı halk içi Hak ile olmak.

5. Yad kerd: Kalb ve lisânın zikri beraber yapması; her gönlü uyanık olmak.

6. Bâz keşt: Zikir yaparken; "İlâhî ente maksûdî ve rı-zâke matlûbî. (Allah'ım! Maksadım Sensin ve taleb ettiğim Senin rızândır.)" demek.

7. Nigâh-daşt: Zikir esnasında kalbten meşguliyet verecek düşünceleri defetmek.

ABDÜLHÂLİK GÜCDÜVÂNİ

93

8. Yâd-daşt: Her dem Allah'la olmak, her yerde O'nu müşahade etmek.



9. Vukuf- u zemâni: Yaşadığı anın, aldığı nefesin farkında olmak, zamanı boşa harcamamak, o anda lazım olanı yapmak.

10. Vukuf-u adedi: Zikirde, verilen adede riâyet etmek; sayıyı korurken zikri, zikrettiği zatı unutmamak, kalbi zikirde toplamak, kendini unuup zikrettiği yüce Zât'ın muhabbetiyle huzur bulmak.

11. Vukûf-u kalbî: Zikir anında kalbine sahip olmak, zikrettiği Zât'a yönelmek, kalbini boş düşüncelerden temizlemek, zikrin sırrına ve tadına ulaşmak; kalbini kontrol etmek, hep Allah ile beraber olmak.

Gücdüvânî'nin asıl önemi, Hâcegân silsilesini kurmanın da ötesinde rûhâniyet âleminde Hâce Bahâeddîn Nakşîbend'e zikr-i hafiyi telkin etmiş olmasıdır.

Dedi ki: Her kim farzları eda ettikten sonra dua ederse, duası kabul olur.

Manevî oğlu Şeyh Evliya Kebîr'e şöyle dedi:

- Yavrucuğum! Sana ilim tahsili ve edeb öğrenmeyi tavsiye ederim. Her zaman Allahu Teâlâ'nın huzurunda olduğunu bil ve dikkat et. Geçtiğimiz asırlardaki büyük âlimlerin izini bırakma.

Rasûlullah Efendimizin sünnetine uygun davran. O sünnetin hakîkî uygulayıcısı olan ashabın davranışını da gözünden ırak etme. Fıkıh ve hadîs öğren. Câhil tarikatçılardan sakın.

94

HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI



Şöhret peşinde koşma, şöhret âfettir, tehlikelidir. Hemen her hâlinde insanlardan biri gibi yaşa, namazını her zaman cemâatle kılmaya gayret et.

Bid'ad sahibi sapıklarla ve dünyâya düşkün kimselerle arkadaşlık etme.

Az konuş, az ye, az uyu.

Helâl yemeğe çok gayret et, şüpheli şeyleri terket. Oturmak için daha çok ıssız yerleri tercih et. Çok gülme, kahkaha ile gülmek kalbi öldürür. Kimseyi hakîr/küçük, basit görme. Kimseyle münâkaşa etme. Kimseden bir şey isteme. Hiç kimseye sana hizmet etmesi için emir verme. Tasavvuf büyüklerine dil uzatma. Gözlerin yaşlı, amelin temiz olsun. Yenisinin gereği olmadığı zamanlarda eski elbise giy. Sermâyen fıkıh, evin mescid olsun."

İMÂM-I RABBANİ

(Kuddise sırruhu)

Kutbi'l-hakkânî el-gavsi's-samedânî eş-Şeyh Ahmed el-Fârûkıyyi's-serhendî el-ma'rûfi bi'l-İmâmi'r-Rabbânî el-müceddidi li-elfi-sânî. (Kaddesallahu Sırrahu)

Hak yolunun kutbu, Allah'ın özel tecelline mazhar olmuş gavs, İmamı Rabbani lakabıyla tanınan, ikinci bin yılın müceddidi Şeyh Ahmed Farukî es-Serhendî'(Allah sırrını yüceltsin)

Gavs, eş-şeyh Ahmed el-Farukiyy-i Serhendî, İmâm-ı Rabbani, Ulemâ-i Râsihîn. Gavsü'l Vasilin, Ef-dâl-i Fudâ-lâ, Kutbu'l -Aktâb, Âl-i Cenâb, Mazhar-ı Keramet, Câmi-i Derecât, İmâm-ı Tarikat, Muktedâ-i ehl-i Hakikat ehlinden bir zât idi.

96

HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI



Babası : Şeyh Abdullah b. Zeynelâbidîn.

Doğum târihi : 1563

Doğum yeri : Serhend (Hindistan'da)

Vefatı :1624

Kabr-i şerifi : Serhend'de.

EĞİTİMİ


İlk eğitimini babasından aldı. Babasından Kâdiriyye, Çeştiyye ile Sühreverdiyye tasavvuf disiplinlerini aldı. Daha sonra Şeyh İskender-i Kahnâlî'den Kadirilik dersleri aldı ve Hâce Bakî Billâh-i Kabûlî kuddise sırruhu Hazretlerine intisâb ederek Nakşibendiliğe girdi. Tarikatla şeriat arasındaki bağı güçlendirmek için Ebû Ha-nîfe ve İmâm-ı Şafiî'nin rûhâniyetlerinden feyz aldı.

Sapıklık ve bid'atlerin yaygınlaştığı bir dönemde Hindistan'da şeriat ve sünneti ihya hareketini başlattı. Ek-ber Şah ve oğlu Nûreddîn Cihangir'e karşı mücâdele başlattı.

Sultâna tazim secdesini yapmadığı gerekçesiyle üç yıla yakın zindanlarda tutuldu.

Yaşadığı devirde, ahlâkî çöküşe, câhiliyye hareketlerine, hurafe, İsrâiliyyat ve bid'atlara karşı mücâdele verdi.

İmâm-ı Rabbani, Nakşibendî tasavvuf ekolüne kendi şahsiyetini katmak suretiyle onu her kalbe ilaç olacak bir düstûr hâline getirdi.

Nakşibendîlik bu kudretli zâtın tesiriyle Hindistan'da sür'atle yayılmış ve hattâ devlet ricalinin çoğu bu sûfî ekole girmişti. Bu bakımdan O'nu çekemeyenler Şah

İMÂM-I RABBANİ

97

Cihangir'e şikâyet ettiler ve zindana atılmasına sebep oldular.



Şah Cihangir'in kendisini hükümdar önünde hürmet secdesi yapma karşılığı affedeceğini söylemesini kabul etmedi ve hapis hayatı İmâm-ı Rabbani açısından yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

3 yıllık hapis hayatı, zindanları birer dergâha çevirmesine ve Şah Cihangir'in kendisinin büyüklüğünü tasdikine kadar sürdü. Hapis hayâtından sonra Şah Cihangir, İmâm Rabbânî'nin müridi oldu. İmâm Rabbânî, hükümdarın bu teslimiyetini İslâm lehine kullandı. İslâmiyet Hind topraklarında rahat bir soluk aldı.

İRŞADI

Şeriatla tarikatı birleştiren, Müceddid-i Elf-i Sânî Ah-med Faruk Serhendî künyesi ile anılan İmâm Rabbani Hazretleri, zaman zaman murakabelerinde Peygamber Efendimizin (s.a.v) teveccühüne mazhar olurlar kendisinden açıkça ilim ve feyiz alırlardı.



İmâm-ı Rabbânî'nin yüksek dereceleri o mertebeye varmıştı ki Şeyhi Muhammed Bakî Billah Hazretleri O'nun istidâd ve kemâlin hayranı olup, bütün mürid ve ashabının kemâlât teveccühlerini O'na havale buyururdu ve hattâ kendileri de istifâde etmek için meclislerinde oturdu.

İmâm-ı Rabbani Hazretlerinin irşâd ve şöhreti her yanı sardı. Şeriat, tarikat, ma'rifet ve hakikatte Asr-ı Saadet anlayışını anlatışı ve uygulayışı O'nun müntesible-rini çoğaltmıştır.

İMÂM-I RABBANİ

99
İmâm-ı Rabbânî'nin ilk hedefi, halkının çoğu müslü-man olan Hindistan'da Mehdici Elfî hareketinin lideri Cangurlu Mehdî ile Ekber'in, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in mevkisine denk bir dereceye çıkarılmasından dolayı, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in perdelenmek istenen nübüvvetini yeniden gerçek yönüyle tanıtmak olmuştu. Ebû'l-Fazl, Ekber Şah ve çevresindekilerle yaptığı münâkaşa ve münazaralarda, sık sık Allah'a gerçek bir îmân için Hz. Peygamber'e îmânın gerekli olduğunu ısrarla ifade etmekteydi.

İşte İmâm-ı Rabbani bunun için ilk olarak "İsbatü'n-Nübüvve" adlı eseri te'lif etti. Ayrıca Şeyh Yahya Mane-rî'nin etkili propaganda aracı olarak kullandığı kişisel mektuplaşmalara sık sık başvurdu. Çünkü dinî, tasav-vufî ve siyâsî fikirlerini Hindistan'ın ıslâhına yöneltmişti.

İmâm-ı Rabbani sapık Mehdici Elfî hareketine son vererek, Hindûların Siveratri, Rakhi, Bandhan gibi tören ve bayramlarına alternatif olarak siyâsî gayeyle, Muharrem gibi Müslümanların önemli günlerinin kutlanması geleneğini canlandırdı.

Hind Müslümanlarının İslâmî bilincini uyandırarak onlara yeni bir ruh kazandıran İmâm-ı Rabbani, tasav-vufî hayatı bid'atlardan temizleyerek, Şiî, batini ve mistik düşüncelerden uzak tarîkat-ı Muhammediyeyi ihya etti ve câhil sûfî liderlele çatışmaktan geri durmadı.

İmâm-ı Rabbani, dinî, içtimaî ve siyâsî baskılar altına giren herkesin bu durumdan kurtulmak üzere çaba göstermesi gerektiğini, aksi takdirde Allah katında sorumlu olduğunu, "Mektubâî'ta şu ifâdelerle dile getirir:

l\

"İşte bugün, her müslüman elinden gelen yardımı yapmayıp İslâmiyet yine baskı, hakaret altına düşerse yardımı esirgeyen her müslüman âhirette mesul olacaktır. Bunun için bu fakîr (yâni İmâm Rabbani) gücüm, kuvvetim olmadığı hâlde yardıma koşmaya özeniyorum. "



Âlimlerin devlet başkanlarına yaklaşması ve onların görüşleri doğrultusunda, güdümlü fetva vermelerini şiddetle eleştiren İmâm-ı Rabbani, velayetin nübüvvetten üstün olduğunu savunanlara karşı ilmî delillerle büyük bir mücâdele başlattı. Uzlet, inzivanın (yanlız başına, bir köşeye çekilerek Allah'ı tefekkür etme işinin) yanlış anlaşıldığını izah eden İmâm-ı Rabbani, Hakk'ın emirlerini devlet başkanlarına dahi söylemenin en büyük hizmet olduğunu belirtti.

Mektuplarının çoğunu Ehl-i Sünnet inancında birleşmeye, İslâm'ın korunmasına, bid'atlerle mücâdeleye ayıran büyük müceddid, Hind yarımadasındaki parçalanmış müslümanları biraraya toplamayı başardı.

O'nun en büyük rolü tecdîd/ihya, yenileme dediğimiz, dinî bid'atlardan, sapıklık ve hurafelerden, yanlış akidelerden arındırması ve bunda başarılı olmasıdır.

HÂLLERİ


İmâm-ı Ma'sûm Hazretlerinin hizmetlisi, Lahor'lu Şe-râfeddîn Abbasî'nin oğlu Muhammed Bakır, "Kenz'ü'l-Hidâyât" adlı eserinde şöyle anlatır.

İmâm-ı Rabbani Hazretleri Aşure günü, Serhend'de doğdu. Hicri yıl 971 (M. 1563) idi.

100

HATME-İ HÂCEG;



Serhend, Hindistan'ın Lahor şehrine bağlı bir yerdir.

Aklî ve naklî ilimlerin tümünü babası Mevlânâ Şeyh Abdullah'tan aldı. O'nun dışında, zamanın hakikat ehli zâtlarından da ders aldı.

Kadiri, Sühreverdî ve Çeştî tarikatının üçüne de babası vâsıtası ile girdi; çalıştı. Kendisine her üç tarikatta irşâd izni verdi; halîfe yaptı. Bu sırada yaşı 17 idi. Fakat, özünü bir başka duygu kaplamıştı. Nakşibendî tarikatının özünü öğrenmek istiyordu. Bunu istemesi, Nakşibendi tarikatının diğer tarikatlara nazaran faziletine inanmasıydı. Bu tarikata bağlı olmayı daha üstün sayıyordu.

Ancak O, bu hevesle beraber yine de ilim yayıyor; salikleri terbiye ediyor, müridlere yol gösteriyor, talebelerini irşâd ediyordu. Zahirî meşguliyeti hep bunlardı. Ama, özünde Nakşibendî tarikatının özüne girmek vardı.

Yukarıda anlatılan sebeple Ârif-i Kebîr Mürşid-i Mü-nîr Mevlânâ Hâce Muhammed Bakî ile buluştu. Bu zâtı, Şeyh İmâm-ı Şehir, Hümâm-ı Nihrir Mevlânâ Hâce Em-kinekî Buhara'dan Hindistan'a yollamıştı. Sebebi İmâm-ı Rabbânî Hazretlerini yetiştirmesi idi.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri O'ndan Nakşibendî tarikatını aldı. O yolda devam etti. iki ay, bir hafta kadar az süre içerisinde arzu edilene erdi.

O kadar ilerledi ki; murâdiyet, mahbûbiyet, kemâl ve tekmil makamlarını, şeyhi O'nda müşahede etti. Müridle-

İMÂM-I RABBANİ

101

rinin irşâd işini O'na bıraktığı gibi, kendisi için O'ndan feyiz talep etti; O'nun hakkında şöyle dedi:



-"O, kutb-u azamdır."

İRŞADI


İmam-ı Rabbânî kulların hidâyeti için irşad makamına oturdu; irşadıyla hem uzağa hem yakına faydalı oldu. Niçin böyle olmasın ki, Resûlullah aleyhisselâm O'nun geleceğini haber verip şöyle buyurmuştur:

- "Ümmetim içinde bir erkek gelecektir; Ona Sıla denir. Niceleri O'nun şefâatına dâhil olur."

Bu hadîs-i şerifi, İmam Suyûtî (r.ah) "Cem'ül-Cevâ-mP adlı eserinde nakletmiştir. Nitekim, İmam-ı Rabbânî (k.s) bu mânâyı bizzat kendisi mektuplarında şöyle yazmıştır;

-"Allah'a hamd olsun; beni iki deniz arasında Sıla kıldı. Aydınlık veren tüm nurlarını almaya istidatlı eyledi"

Ariflerin İmâmı diye yâd edilen Hâce Muhammed Bakî Hazretlerinin halîfeleri arasında sayılan kâmil Şeyh Mir Hüsâmeddîn şunu anlatmıştır:

Hz. Rasûlullah'ı (s.a.v) rüyada gördüm. Şeyh Ahmed Serhendî'yi övüyor ve şöyle buyuruyordu:

-"Ben, ümmetim içinde, onun varlığı ile övünüyorum; iftihar ediyorum. Allahu Teâlâ, onu ümmetime müceddid kılacaktır."

102


HATME-I HÂCEGÂN SULTANLARI

Menâkıp kitaplarında geçtiği üzere, nice büyük velîler, O'nun zuhurunu müjdelemişlerdir. Bu menkıbelerden biri. Şeyh Bedreddîn Serhendî'nin anlattığıdır.

Bu zât, Şeyh-i Ekmel Seyyid Câmî'nin şöyle dediğini nakletmiştir: "Benden sonra, on yedi kişi gelecek. Hepsi de elhullahtan olup isimleri Ahmed'dir. Sonuncusu, Bin yılının başında gelir ki; onların en üstünüdür."

Keşif ehlinden büyük bir çoğunluk tarafından "Mü-ceddid" ile kasdedilen kmisenin, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri olduğu anlatılmıştır. Nitekim Hâce Emkinekî, halîfesi Muhammed Bakî'ye şöyle anlattı:

-"Hind tarafından bir kimse çıkacak; asrın imâmı olacak. Ancak, O'nun gönül açıklığı senin elinde olacaktır. O'na koş, zira, ehlullah O'nun gelmesini beklemektedir."

Bunun üzerine Muhammed Baki (k.s) Buhârâ'dan Hindistan'a gitti; Müceddid-i İmâm-ı Rabbani Hazretleri ile buluştu. İmâm-ı Rabbânî, O'ndan tarikat aldı. Allahu Teâlâ, sırlarının kudsıyetini artırsın.

Muhammed Bâkibillah (k.s), İmâm-ı Rabbâni'ye ulaşınca şöyle demiştir:

-"Geleceği müjdelenen kimse sensin." Daha sonra şöyle anlattı:

-"Serhend'e vardığım zaman, baktım ki biri: "Zamanın kutbu" diye anlatıyor. Seni görünce, bu vasfınla ve suretinle öyle olduğunu anladım."

Anlatmaya devam etti:

İMÂM-I RABBANİ


Yüklə 0,53 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin