Osmanlı’nın devletinin yapısına ilişkin görüşleri Kongar iki ana kategoride toplamıştır. Bunlar, Osmanlı toplumunu feodal bir yapıya sahip olduğunu düşünenler ile Osmanlı’nın Avrupa’dan faklı bir yapıya sahip olduğunu düşünenlerdir.1 Sencer ise feodalizmi savunanları2 belirttikten sonra ile Avrupa’dan farklı olduğunu savunanları3 kendi arasında Asya tipini savunanlar ile yapının pre-kapitalist olduğunu savunanlar olarak ayırmaktadır.4 Bu sınıflandırmaya bir de tarihçileri eklemekte ve onların genelinin Osmanlıyı feodal olarak nitelemediği görüşünü dile getirmektedir.5
Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarındaki egemenlik anlayışına ilişkin kesin veriler bulunmamaktadır. Orta Asya’dan getirilen geleneklerin sürdüğü varsayılmaktadır. İlk olarak Avrupa’ya doğru genişleyen beyliğin daha sonraki hedefi Anadolu’daki Türk beyliklerini egemenlik altına almaktır. Osmanlı Devleti, aşamalı biçimde beylere ait özel mülkiyet anlayışını yıkmaya çalışmış ve bunun yerine tımar sistemini koymaya çalışmıştır. Bu durum, topraklar üzerindeki tasarrufun kural olarak “sürekli ve irsi” bir kiracılık sözleşmesi biçimine dönüşmesini sağlamıştır.6 Osmanlı Devleti’nin kurucuları aşiret kökenli kişiler olmalarına rağmen, ortaya çıkan devlet aşiret kimliğinden sıyrılmıştır. Devletin kökenleri Müslüman olarak dinden almıştır. Bu kimlik şehirlerin gelişmesi, ve ulemanın etkisi sonucu derinleşmiştir. Bunun yanında egemenlik anlayışı, yani padişahın serbestliği hem Orta Asya geleneklerinden hem de İslamiyet’in siyaset anlayışından kaynaklanmaktadır.7 I. Beyazıt tıpkı Selçuklu sultanları gibi halifeye başvurarak hükümdarlığının onaylanmasını istemiştir. Egemenliği dine dayandırma anlayışı burada ön plana çıkmaktadır. Ülüş düzeninin sürdüğünü gösteren en önemli kanıt ise 1402 Ankara Savaşı’ndan sonra devletin parçalanma sürecine girmesidir. Bu dönemden sonra bu eski gelenekten kurtulmak için yoğun uğraş verilmiş ve egemenlik padişahın kişiliğinde kutsallaştırılmıştır.8 Fatih dönemine gelindiğinde Anadolu’da bir birlik tam olarak henüz sağlanamamıştır. Bu dönemde egemenliğin kişiselleşmesi için iki büyük adım atılmıştır. İlki “Fatih Kanunnamesi” olarak adlandırılan bu belgeden anlaşıldığına göre, yine erkek çocuklardan kimin hükümdar olacağı belli değildir; anacak ülkenin bölünmemesi için “kardeş katli” saltanat yasası durumuna getirilmektedir. İkinci olarak, “Kul Sistemi” kurumsallaştırılmaktadır. “Kapıkulu” olarak adlandırılan, başta askerlik olmak üzere sonraları birçok devlet görevine getirilen devşirmelerden oluşan yapının varlığı, kuruluş dönemine dek gitmektedir. Padişaha bağlı olan bu kesimin üyeleri, Türk ailelerinin nüfuzunu kırmak için, Fatih döneminde, devlet içinde yüksek konumlara getirilmiştir.9 Tımar ve kul sistemi, sultanlara eski feodal ve aristokratik unsurları, merkezi hükümetin aleyhine egemenlik iddialarında bulunmaktan alıkoymuştur. Barkan’a göre toprağı devletleştirerek belli bir düzene bağlayan Osmanlı, toprağın eski sahibini kendine bağlı bir memur statüsüne sokmuştur.10 Osmanlı Devleti çok güçlü bir merkezi iktidara sahiptir. Bunu en güzel örneği ise üretim ve dağıtımı son derece yakından denetleyebilmesidir. Dönemin koşullarında böyle bir devlet yapısı, denetlenemeyen feodal beyler tarafından ezilen halka oldukça elverişli gelmektedir.11 Osmanlı padişahları yargı ve yönetim işlerini kişiliklerinde birleştirmişlerdir. Halife-sultan deyimi, padişahın dünyevî iktidarına dinsel meşruiyet sağlamaktadır. Şeriat hukukunun yanında, padişahın yetkilerinden doğan “örfi hukuk” vardır. Örfi hukuk, padişahın otoritesini aldığı yerdir.12 Osmanlı Devleti’nde, şeriata uygun yönetimi esas olsa da padişaha karşı böyle bir yaptırımı uygulayacak makam bulunmamaktadır.13 Osmanlı’nın temel yasası şeriat olmuşsa da Karpat’a göre, devlet din adamlarının yönettiği bir teokratik devlet değildir. Din ve devletin bir tutulması anlayışı (Din u devlet) devletin meşruiyetini sağlayan siyasal bir formüldür. Böyle bir durumun varlığı o günlerde de sorun olmuş ve ulemanın gayretiyle, devletin din üzerine baskısını engellemek amacıyla “şeyhülislam”lık makamı ihdas edilmiştir; ancak uygulamada bu kurum istenilen fetvaları vermekten başka bir işlev görmemiştir.14 Batı’da insanların devlete kendi grupsal özelliklerini taşımaları olanaklı iken Osmanlı’da bu sürekli engellenmiştir. Bu nedenle de siyasetin alanının genişlediği ve kamusal alanın önem kazandığı bir süreç içinde, Osmanlı’da siyaset devletin içine hapsolmuştur.15 Osmanlı Devleti’nin merkez örgütlenmesi çok güçlü olmasına rağmen, imparatorluğun bazı bölgelerinde eski soylular sınıfı varlığını sürdürmektedir. Ayrıca dinsel ve yerel farklılıklar yüzünden, taht kavgaları sırasında taşra oldukça önemli bir mevzii olmaktadır. Bunun nedeni ise devlet merkezinin imparatorluk genişledikçe, başa çıkılmaz bürokratik işleri hafifletmek istemesidir. Merkezin taşrayla kurduğu bağlar gevşek olduğundan, o gün için bütünlük sağlanabilmektedir.16 Osmanlıların siyasal ve yönetsel yapısı, tımar sisteminin bozulmaya başlamasıyla birlikte çözülmeye başlamıştır. Avrupa’daki gelişmeler karşısında, giderek işlev görmez hale gelen yapıyı düzeltmek için yapılan çalışmalar etkili olamamıştır. Osmanlı eriyen mali sistemini kurtarmak için iki önemli adım atmıştır: paranın tağdiş edilmesi ve iltizam sistemine geçilmesi. Bu uygulamalar ise enflasyona, reayanın yoksullaşmasına, kamu mülkiyetinin azalmasına ve ara sınıfların doğmasına neden olmuştur.17 Ara sınıfların düzenden memnun olmaları, Osmanlı’yı dönüştürme işlevinin yönetici sınıflarca bu görmesini dayatmıştır.18