IV.TOPLUMSAL ETKİ
Osmanlı Dönemi
Osmanlı İmparatorluğu toplumsal yapı bakımından askeri bir nitelik taşımaktadır. Bu bakımdan askerlik dışındaki işlerle uğraşan toplumsal tabakalar, devlete ve askerlik işinde kendisiyle işbirliği yapan sınıfa bağımlı durumdadır. Bu durumu “ikili sınıf” yapısı olarak özetlenmektedir. Buna göre, Osmanlı’da savaşan ve yöneten askeri sınıf ile askerlik dışındaki -reaya ve şehirli- sınıf olmak üzere iki temel sınıf bulunmaktadır.1 Küçükömer, padişah dışındaki hiç kimse üretim gücüne sahip olmadığından dolayı, ona bağlı olan ulema, yeniçeri, tımarlı sipahi ve diğer yönetici grupları birer sınıf olarak kabul etmemektedir.2
Ayrıca M. Akdağ, C. Tanyol ve H. İnalcık gibi yazarlar, reayayı da toprak mülkiyeti olmadığından ve her konuda tımar sahiplerinden önderlik beklediğinden, bir sınıf olarak kabul etmemektedirler.3
Tımar sistemin bozulmasıyla birlikte reayanın bir ölçüde sınıf bilincini kazandığından söz edilebilmektedir. Özel mülkiyetin doğmasıyla birlikte kırsal alanda eşref ve âyan adı verilen gruplar ortaya çıkmıştır. Büyük kentlerde yaşayanlar ise Batı’nın etkisiyle kapitalist ticaret ilişkisine girmiştir. Bu oluşum ise “ara sınıf” adı verilen toplumsal tabakanın oluşmasına öncülük etmiştir. Bu dönem için Osmanlı üç ana sınıfla tanımlanabilmektedir:4
-
Yönetici Sınıf: Padişah ile merkezi ve yerel bürokrasiden oluşmaktadır. Özellikle yerel bürokrasi, toprak mülkiyetini ele geçirmeye başlamış, yüksek gelir düzeyine sahip olmuştur.
-
Ara sınıflar: Bu sınıfı âyan, esnaf ile zanaatkâr ve ulema oluşturmaktadır. Yerel liderler ve toprak ağalarından oluşan “âyan” sınıfı, merkezi görevlilerle iç içe çalışmakta, yerel yönetimin temsilciliğini yapmaktadırlar. “Esnaf ve zanaatkâr”dan oluşan bir diğeri ise sermaye ve teknolojiden yoksun kırsal alandaki yoksul sınıfa dönük üretim yapan sınıftır. “Ulema”nın bir kısmı toprak sahibi, bir kısmı tüccardır. Din adamı niteliği olan bu grubun merkezi bürokrasi ile yoğun ilişkisi vardır.
-
Alt Sınıflar: Bunlardan ilki loncadaki çıraklar, düzensiz ücret alan zanaatkârlar gibi işçi statüsündeki gruplar oluşturmaktadır. Bir diğeri ise bir kısmı küçük toprak sahibi olan köylülerdir.
XIX. Yüzyıla gelindiğinde hem alt sınıflarda hem de ara sınıf adı verilen grup içinde özel mülkiyet yaygınlaşmıştır. Ancak bu olgu, o günkü düzen içinde devletin gücünden ve düzeninden bağımsız bir grubun güçlenebilmesini engellemektedir. Bundan dolayı da bu sınıflardan hiç biri toplumu dönüştürecek ivmeye ulaşamamaktadır.5
Bürokrasi ve âyan arasında bu dönemde kurulan ittifak daha sonraları çatlayacak ve bürokrasi güçlendikçe âyanı bertaraf etmek yoluna giderek, merkezileşmeye yönelecektir. Buna rağmen tamamen tasfiye olmayan bu kitle, yeni orta sınıf konumuna gelecektir.6
Böyle bir yapıda yönetici sınıf toplumu dönüştürme görevini üzerine almıştır. Bunun nedeni toplumun iç dinamiğinin “düzenin gelişmesi”ne değil, “bozulması”na yol açmasıdır.7 Bunun sonucunda ise yönetici sınıf Batılılaşma olarak adlandırılabilecek, toplumsal dönüşüm projesinin öncüsü konumuna gelmiştir. Söz konusu bu grubun önceliği ekonomiden ziyade “devleti kurtarmak” olmuştur.8 Bu anlayış da bu grubun tarihsel oluşum sürecine uygundur; çünkü Osmanlı’da sivil/askeri bürokrasi devletin içinde, devleti dönüştürmek için vücut bulmuştur.
1699 Karlofça ve 1718 Pasarofça Antlaşmaları ile büyük toprak kayıplarına uğrayan devlet, Batı karşısındaki konumunu savaş meydanlarında anlamıştır. Bu da Batılılaşma çabalarının ilk olarak askeri alanda olması sonucunu doğurmuştur.9 Batıllaşma çabalarının en önemli adımı yeniçeri ocağının kaldırılmasıdır. Böylelikle bürokratlar siyasetin belirlenmesinde daha etkin konuma gelmiştir.10
Sened-i İttifak’ın yapıldığı dönemde batılılaşma çabaları da sürmektedir. Tıp okulu, askeri akademi gibi Batılı birey yetiştirmeye yönelik kurumlar; posta örgütü, polis kuvveti, maliye bakanlığı gibi merkezi batılı anlamda güçlendirmeyi amaçlayan kurumlar bu dönemde kurulmuştur.11
Tanzimat ile siyasal alanda meşruti bir monarşiye gidiş hızlanmış, padişahın yetkileri törpülenmiştir. Bu dönemde bir grup bürokrat, yazar ve subay “Genç Osmanlılar” adı altında anayasacılık akımı başlatmışlardır. K. Karpat’a göre ulusal devlete gidişte önemli rol oynayacak bu akımın temel mücadelesi padişahladır. Padişah ve merkezi bürokrasi arasındaki bu iktidar kavgasına halk müdahil olmamıştır.12 Kendi içinde tutarlı bir yapıya sahip olmayan Genç Osmanlılar, aydınlar ve halk arasındaki ayırımı daha da arttırmıştır. Avrupa’dakilerin benzeri gibi kapitalist bir gelişmenin sonucuna dayanmayan bu aydın grubu13 II. Abdülhamit’e 1876 Anayasası’nı ilan ettirtmiştir. Ancak daha sonra bundan vazgeçen padişah, bu aydınlar üzerinde baskı politikası uygulamıştır. Baskı döneminde kurulan gizli örgütler, İttihat ve Terakki adında birleşmiş ve Genç Türkler akımını ortaya çıkartmıştır. Padişaha yapılan baskılar sonucunda, Meşrutiyet yeniden ilan edilmiştir. 31 Mart olayından sonra ise örgüt yönetimi iyice ele geçirmiştir. Padişahın baskısından kurtulmak ve meşrutiyeti ilan ettirtmekten başka programı olmayan örgüt, böylelikle devletin kurtulacağına inanmaktadır.14 Yönetimi Balkan savaşından sonra tamamen ele alan parti, bir takım reformları da uygulamaya sokmuştur. Bu dönemdeki Batılılaşma çabaları sonucunda, yenilikçi düşüncelere ve ulusal bilince sahip bir kadro oluşmuştur.
Genç Osmanlılar ve Genç Türkler, birkaç istisna dışında, mevcut iktidarın iç çevresine ait, aynı toplumsal düzeyde ve çoğu kez karşı koydukları rejimin yöneticileriyle tanışık kişilerdir. Ancak bu seçkin tabakanın sayısı arttıkça onlara -kendi içlerinden veya yönetimden- gösterilen tepkinin dozunda da artış olmaktadır. Bu yeni seçkin zümre dört meslek üzerinde yoğunlaşmıştır: subay, memur, gazeteci ve hukukçular. Hukukçuluk ve gazetecilik Osmanlı için öncesi olmayan yeni mesleklerdir. Müftüler, kadılar gibi dinsel özelliği de bulunan “ilmiye” sınıfı tarafından yürütülen hukuk işleri; yeni oluşturulan mahkemelerde yargıç ve avukat gereksinimini karşılamak üzere kurulan okulların mezunlarınca yerine getirilecektir. Ayrıca, dönemin gazetecileri, uğraşlarını diğer meslekleriyle birlikte yürüten edebiyatçı, siyasetçi ve memurlardır. Okur-yazarlığın artışı zamanla gazeteciliği kârlı ve etkili bir konuma getirmiştir. Ordu ve bürokrasi ise ulema ile birlikte Osmanlı’nın dayandığı sac ayağıdır. Ancak ulemanın tersine bunlar bir değişim evresine girmiştir.15
Geleneksel Osmanlı düzeninin ticaret ve zanaatkâr erbabı ortadan kalkerken, dış ticaretin yarattığı işlerle uğraşan yeni bir sınıf yükselmektedir. Müslüman tüccarlar bu yeni oluşum içinde yer alamamışlardır. Kültürel öğenin etkisinin yanı sıra yabancılar, vergi ve yasalar karşısındaki ayrıcalıklarını da kullanarak zenginleşmişlerdir.16 Bu sınıf ile aynı yaşam tarzına doğru kayan Osmanlı aydınları ile toplum arasında ise bir modernleşme sendromu yaşanmaktadır.
Bu anlayış tüm modernleşme hareketlerine karşı ortaya çıkmaktadır. Modernleşmeye açıkça karşı çıkanlardan ziyade, Batılılaşma yanlıları da birçok kez aşırıya kaçılmasından şikayet etmektedir. Bunun sonucunda da toplumca horlanan bir kitle oluşmuştur. Bu ise tutuculuk ile devrimcilik arasında belirsiz bir çizgiye tekâbül etmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki bağımsızlık hareketi bu gerilim üzerine bina edilmiştir.17
Modern çağın toplumları gibi, Tanzimat aydını da tarihi yaşamayıp, yapmayı öğrenmeye başlamıştır. Türkiye’deki aydın hareketini yönetici sınıfın topluma biçim verme fantazisi olarak değerlendirmemek gerekmektedir. Bu hareketin gelişmesinde, bürokrasi içinde yer alan ideolojileri ve bakış açılarıyla Tanzimat hareketinin birinci kuşağından ayrılan Genç Osmanlılar ve Osmanlı’yı etkileyen -özellikle Balkanlar’daki- ulusçuluk hareketleridir. Bu bağlamda Osmanlı’daki anayasacılık hareketini sadece Avrupa’ya bağlamak eksik ve hatta yanlış olacaktır.18
Dostları ilə paylaş: |