Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem-'ın Medine'de ilk Yaptıkları:
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- Medine’ye yerleşip istikrar kurduktan sonra yapacağı dini dünyevi tüm faaliyetlerini planlayıp uygulamaya koydu. Bunun yanısıra Allah’a davet görevini hiç tavizsiz sürdürüyordu.
Mescid-i Nebevi'nin İnşaası:
Bu yolda atılan ilk adım Mescidi Nebevi’nin inşaası oldu. Bu arsa Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in devesinin ilk çöktüğü yerdi. Sahipleri iki yetim kardeş olan bu arsa yüz’e yüz zira idi. Arsa içinde müşriklerin kabirleri, yıkıntılar ve ağaçlar vardı. Kabirler çıkarıldı, yıkıntılar düzeltildi ve ağaçlardan temizlendi. Mescid’in temeli yaklaşık üç ziraa olarak bina edildi. Duvarların yapısında kerpiç çamur kullanıldı. Kapının iki yan dikmeleri taştan yapıldı. Çatısı hurma dallarından, direkleri ise hurma ağaçlarından yapıldı. Kıblesi kuzey’e, Beytil Makdis’e doğru çevrildi. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- de mescidin inşaasında sahabelerle beraber bizzat çalışarak taş ve kerpiç taşıdı. Hep beraber şiirler okuyorlardı. Söylenen kasideler onlara daha çok neşat ve hareket veriyordu.
Mescid’in yanına taş ve kerpiçten iki tane de oda yapıldı. Odaların çatısı hurma dalı ve yapraklarıyla kapatıldı. Odalardan bir tanesi Sevde binti Zema’ diğeri de Aişe’ye tahsis edildi. (Allah her ikisinden de razı olsun) Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem-'in bu sırada henüz başka bir evliliği yoktu.Aişe’nin odası, Mekke’den geldikten sonra Hicri 1. yılı Şevval ayında yapıldı.
Ezan:
Mescid’in inşasıyla birlikte Müslümanlar beş vakit namazı cemaatle kılmak üzere toplanıyorlardı. Ancak vakti tayin konusunda bir birliktelik yoktu. Bazıları erken gelirken bazıları da gecikiyordu. Peygamber -sallallahu aleyhi vesellem-, arkadaşlarıyla bu durumu müşavere etti. Sahabelerden bazıları namaz vakitlerini bildirmek üzere ateş yakılmasını, bazıları borazan öttürülmesini bazıları da çan çalınmasını teklif ettiler. Ömer -radıyallahu anh- ise “Essalatü Camiatün” diye nida edilmesini önerdi. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- efendimiz, Ömer’in görüşünü kabul ederek namaza bu şekilde çağrılmasını emretti. Sonra Ensardan Abdullah bin Zeyd bin Abdurabbih -radıyallahu anh-, rüyasında ezanı görerek gelip Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’e haber verdi. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-, “bu hak bir rüyadır” diyerek onu Bilal’e öğretmesini emretti. Çünkü Bilal ondan daha gür sedalı idi. Bilal, ezanı öğrendi ve okudu. Bilal’in okuduğu ezanı duyan Ömer bin Hattab -radıyallahu anh-, koşup Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’e gelerek “Vallahi ben bunun aynısını rüyada gördüm” dedi. Böylece rüya teyid edilmiş oldu. Ezan o günden bu yana İslam’ın şiarlarından bir şiar olarak devam edegelmiştir.
Muhacirler İle Ensar Arasında Kurulan Kardeşlik:
Ensar (Medineli müslümanlar) Mekke’den göç edip kendilerine gelen muhacirleri Medine’ye kabul etmek ve evlerine konaklamak hususunda birbirleriyle yarışacak derecede yüksek ahlak ve kerem sahibiydiler. Allah’ın onları şu ayeti kerimede tasvir ettiği gibiydiler.
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilen karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunanlar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdi.” (Haşr, 59/9)
Allah Rasulu -sallallahu aleyhi vesellem- daha sonra Ensar ve Muhacir arasındaki bu sevgi ve ısrarı, aralarında kardeşlik bağı kurarak herbir Ensar ile konuğu olan Muhacir’i kardeş kıldı. Birbirleriyle kardeş ilan edilen sahabilerin tamamı doksan kişiydi. Bunların yarısı Ensar’dan olduğu gibi yarısı da Muhacirlerdendi. Kardeşlik bağına göre kardeş ilan edilen kimseler öldükten sonra da birbirlerine malları hususunda mirasçı olabileceklerdi. Daha sonra kardeşlik baki kalmakla beraber, birbirleriyle kan bağı dışında bağlı olanların miras hakkı hükümden kaldırılmıştır.Bu kardeşlik bağının ilanı Enes bin Malik’in evinde gerçekleşmiştir. -radıyallahu anh-
Ensar, Muhacir kardeşlerine olan sevgilerinden dolayı Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’dan sahip oldukları hurma bağlarını kendileri ile Muhacir kardeşleri arasında paylaştırmasını rica ettiler. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- onların bu cömertçe tekliflerini reddetti. Ancak çalışmaları karşılığında elde edilen mahsule ortak olmaları teklifini kabul etti.
Sa’d bin Rebi insanların mal bakımından en zengin olanlarından idi. Muhacir kardeşi Abdurrahman bin Avf’a şu teklifte bulundu. “Malımı yarısı bana yarısı sana olmak üzere ikiye ayıracağım. Ayrıca iki hanımım var, hangisini beğeniyorsan onu boşayayım, iddeti sona erince evlenirsiniz”.
Abdurrahman O’na şu karşılıkta bulundu:
“Allah malını da aileni de sana bağışlasın.Çarşınız nerede?” Kardeşi O’na Beni Kaynuka çarşısını gösterdi. Abdurrahman tacir bir şahıstı. Elinde bulunan az bir miktar mal ile ticarete başladı. Çok geçmeden sermaye ve ticaretini artırıp Ensar’dan bir kadın ile evlendi.
İslam Toplumu ve Ümmetinin Oluşturulması:
Kardeşlik antlaşması ile müslümanlar fert fert birbirlerine sıkıca kenetlenmiş oldular. Müslümanlar Medine’ye toplandıktan sonra artık bağımsız bir cemaat olmuşlardı. Böyle bir cemaatin oluşması beraberinde sosyal düzen ihtiyacını da doğurmuştu. Görev ve sorumlulukların bilinmesi ayrıca onları diğer topluluklardan bağımsız kılacak hususiyetlerin ibraz edilmesi gerekiyordu.
Medine’de müslümanlar dışında iki ayrı topluluk daha vardı.Bunlar Yahudiler ve Müşriklerdir. İnanç, din, ihtiyaç, maslahat, duygu ve eğilim cihetiyle müslümanlardan ayrılıyorlardı.Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem- müslümanların kendi aralarında antlaştığı gibi, müslümanlarla yahudiler ve müslümanlarla müşrikler arasında da aralarındaki ilişkilerde uyulması gereken prensipleri ihtiva eden antlaşmalar yaptı.
Yapılan andlaşmalar şu şekilde yazıya döküldü:
1- Kureyş’li ve Yesrib’li mü’minler ve müslümanlar ve bunlara tabi olanlarla yine onlara sonradan katılmış olanlar ve onlarla beraber cihad edenler, işte bunlar diğer insanlardan ayrı bir ümmet oluştururlar.
2- Mü’minler arasında kan diyetinin ödenmesi ve savaş esirlerinin kurtuluş fidyesinin ödenmesi daha önceki örfe göre olur. Mü’minler birbirlerine fidye ve diyet konusunda yardım ederler.
3- Mü’minler, kendi aralarından mütecavize ve haksız bir iş yapmayı tasarlayana veya bir suç işleyene ya da bir hakka tecavüz edene ya da mü’minler arasında bir karışıklık çıkarma kasdını taşıyan kimseye karşı olacaklar. Bu kimse onlardan birinin evladı bile olsa !
4- Hiç bir mü’min bir kâfir için, bir mü’mini öldüremez ve bir mü’min aleyhine hiç bir kâfire yardım edemez.
5- Allah’ın zimmeti (Himaye ve teminatı) bir tektir. Mü’minlerden en önemsizlerinden birinin tanıdığı himaye onların hepsi için hüküm ifade eder.
6- Yahudilerden müslümanlara tabi olanlara yardım ve destek verilecektir.
7- Barış, mü’minler arasında bir tekdir.
8- Kim kasden bir mü’mini öldürürse O’na kısas uygulanır. Ancak maktulun velisinin affetmesi başka. Tüm mü’minlerin katile karşı olması zorunludur.
9- Bir mü’minin bir katile yardım etmesi ve ona sığınacak bir yer temin etmesi helal değildir.
10- Mü’minler, üzerinde ihtilafa düştükleri herhangi bir şey olursa, onu Allah’a ve Rasulu’ne götüreceklerdir.
Bu misakın ötesinde Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- çeşitli vakit ve münasebetlerde, mü’minlerin birbirlerine karşı olan iman kardeşliği haklarını beyan etmiş ve mü’minleri birbirleriyle yardımlaşmaya sevk etmiştir. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’ın müslümanlar arasında oluşturduğu bu İslam kardeşliği dünya tarihinin bildiği en yüksek zirveye ulaşmıştır.
Müşriklere gelince, onlar tam bir çöküntü içindeydiler. Başta reisleri ve ileri gelenleri olmak üzere büyük çoğunluğu İslama girdiler. Müslümanlara karşı duracak hiç bir güçleri yoktu. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- onlarla şu anlaşmayı yaptı.
- Hiçbir müşrik, bir Kureyşli’nin mal ve canını himayesi altına alamaz ve hiçbir mü’mine bu hususta engel olamaz. Müşriklerle yapılan bu sözleşme ile onlardan gelebilecek bu davranışın önü kesilmiş oldu.
Dostları ilə paylaş: |