Refik-i A'lâ’ya Doğru:
Rasûlullah risalet görevini ifa ettikten, emaneti eda ettikten ve ümmete nasihat ettikten sonra bu dünyadan ayrılma belirtileri söz ve eylemlerine yansımaya başladı.
10. yılın Ramazan ayında yirmi gün itikaf yaptı ve Cibril ile Kur’an’ı karşılıklı olarak iki defa okudular. Kızı Fatıma’ya “Bu benim ecelimin yaklaştığını gösteriyor” buyurdu.
Muaz’ı Yemen’e uğurlarken: “Ey Muaz bu yıldan sonra bir daha görüşmeyebiliriz. Sen benim bu mescidime ve kabrime uğrarsın” dedi. Muaz O’nun bu sözlerine ve ayrılığına dayanamayıp şiddetle ağladı.
Ayrıca Veda Haccında defalarca: “Bilmiyorum, belki de bu yıldan sonra sizinle burada bir daha karşılaşmayabilirim” buyurmuştur.
“İşte bugün sizin dininizi kemale erdirdim...” ayeti kerimesi ve Nasr suresinin inzal edilmesi O’nun bu dünyadaki görevini tamamladığının birer işaretiydiler. Veda Haccı bundan dolayı bu ismi almıştır. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- burada ümmetine veda etmiştir.
Hicri 11. yılın Safer ayının ilk günleri Uhud’a çıkarak burada yatan şehitler ile vedalaşıp şöyle buyurdu.
“Sizin Kevser havuzuna ilk kavuşanınız ben olacağım. Ben sizin için şehadette bulunacağım. Buluşacağımız yer havuzdur. Şu anda bulunduğum yerden kevser havuzuna bakıyorum. Bana yeryüzündeki hazinelerin anahtarları verildi. Ben sizin bundan sonra şirke döneceğinizden korkmuyorum. Fakat dünyada dünyalık için birbirinizle çekişmenizden ve sizden öncekilerin helak olduğu gibi sizin de helak olmanızdan endişe ediyorum.”
Safer ayının son günlerinde ise gecenin karanlığında Baki mezarlığına gitti ve orada yatanlar için istiğfar edip “Biz de size kavuşacağız” buyurdu.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’ın Hastalığı:
Safer ayının son pazartesi günü Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- bir cenazeye katıldıktan sonra evine döndü. Aişe başının ağrısından
“Vay başım” diye şikayet edince, Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- O’na bakarak
“Ey Aişe! Vallahi asıl ben “Vay başıma” demeliyim” buyurdu.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in hastalığı bu şekilde başladı. Bununla beraber hanımlarını dolaşabiliyordu. Ancak hastalığı giderek arttı. Hz. Peygamber -sallallahu aleyhi vesellem- hastalığının şiddetlendiği sırada Meymune’nin odasında bulunuyordu. Hanımları O’na hastalığı boyunca dilediği yerde kalmasına izin verdiler. Bunun üzerine akrabalarından Fazl bin Abbas ile Ali b. Ebi Talib’in arasında, Meymune’nin evinden çıktı. Başı sarılıydı ve hastalığın şiddetinden adım bile atamıyordu. İşte bu vaziyette Hz. Aişe’nin odasına geldi.
Vasiyeti:
Resululah -sallallahu aleyhi vesellem- Aişe’nin odasındayken ağrıları biraz hafifleyince ashabına çıktı ve onlara namaz kıldırıp nasihatta bulundu.
“Sizden öncekiler vefat eden Peygamber ve salih kişilerin kabirlerini ibadetgah edindiler. Sakın kabirleri ibadetgah edinmeyin. Sizi bundan nehy ederim”
“Allah’ın laneti yahudi ve hristiyanların üzerine olsun. Peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler.”
“Benim kabrimi tapınak edinmeyin”
Allah Rasulü -sallallahu aleyhi vesellem- ashabına veda etmeden önce kendisini kısas için takdim etti ve Ensar’a hayır diledi. Sonra şöyle buyurdu.
“Allah Teala kullarından birini dünya hayat ve nimetleriyle kendi katındaki ahiret hayatı ve saadeti arasında muhayyer kıldı. O da Allah nezdindekini seçti.” Bu sözlerin anlamını anlayan Ebu Bekir -radıyallahu anh- ağlamaya başladı. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in kendisini kasdettiğini farketmişti. Hz. Ebu Bekir: “Ya Rasûlallah! Canlarımız ve evlatlarımız sana feda olsun” dedi.
Ebu Bekir’in ağladığını gören Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- :
“Ey Ebu Bekir, ağlama! Gerek arkadaşlığı, gerek mal fedakarlığı itibarıyla bana en çok faydalı olan Ebu Bekir’dir. Ümmetimden birini kendime dost edinseydim muhakkak ki Ebu Bekir’i edinirdim. Fakat İslam kardeşliği şahsi dostluktan daha üstündür.” buyurdu ve “mescidde Ebu Bekir’in kapısından başka kapatılmadık hiçbir kapı kalmasın” dedi.
Bu konuşma çarşamba günü yapılmıştı. Perşembe günü Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in ağrıları şiddetlendi. Yatağından doğrularak: “Bana yazacak birşey getirin, benden sonra sapıtmayacağınız şeyler yazayım.” buyurdu. Hz. Ömer
“Hastalığın şiddetinden böyle konuşuyor. Bizim elimizde Kur’an var; Allah’ın kitabı bize yeter” dedi. Orada bulunan insanlar bu konu hakkında birbirleriyle tartışmaya başlayınca Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- rahatsız oldu ve
“Yanımdan kalkın” buyurdu.
Aynı gün şifahi olarak yahudiler, hristiyanlar ve müşriklerin Arap yarımadasından çıkarılmalarını, kabilelerden gelen heyetlere kendi zamanında olduğu gibi ikramda bulunulmasını, namaza önem verilmesini ve kölelere iyi davranılmasını vasiyet etti. Ve “Size iki şey bırakıyorum ki onlara sarıldıkça asla sapıtmazsınız: “Allah’ın kitabı ve sünnetim” dedi.
Ebu Bekir'in Namaz Kıldırmak Üzere Görevlendirilmesi:
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- hastalığının şiddetine rağmen insanlara namaz kıldırmaya devam ediyordu. Perşembe günü yatsı namazının vakti girdiğinde hafiflemek amacıyla yıkandı ancak namaza çıkarken hastalığının şiddetiyle bir baygınlık geçirdi. Sonra kendisine gelir gelmez tekrar yıkandı ve namaza çıkarken tekrar bayıldı. Sonra tekrar kendisine gelip yıkandı ve namaza çıkarken tekrar baygınlık geçirdi. Sonra tekrar kendisine gelince namazı Ebu Bekir’in kıldırmasını emretti. Artık namazları Ebu Bekir kıldırıyordu ki bu şekilde toplam 17 vakit namazı kıldırmıştır.
Cumartesi veya pazar günü öğle namazı kılınırken Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- kendisinde bir hafiflik hissetti ve iki adamın arasına girerek insanlara imamlık yapan Ebu Bekir’in namazına uydu.
Elinde Bulunan Mallarını Tasadduk Etmesi:
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- pazar günü kölelerini azad etti ve elinde bulunan yedi dinarı tasadduk etti. Silahını müslümanlara bıraktı. Gece olduğunda lambalarında yakacak kalmamıştı. Hz. Aişe bir kadından borç aldı. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- vefat ettiğinde zırhı, otuz arpa saa karşılığı bir yahudide rehin bulunuyordu.
Dünyadaki Son Günü:
Pazartesi sabahı Ebu Bekir -radıyallahu anh- insanlara sabah namazını kıldırırken Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- Aişe’nin odasının penceresindeki perdeyi kaldırarak onlara baktı ve tebessüm etti. Ebu Bekir O’nun namaza çıkmak isteğini zannederek geri döndü, müslümanlar sevinçlerinden namazlarını bozmak üzereyken onlara namazlarını tamamlamalarını emretti. Yatağına geri döndü.
Ömrünün son günleri veya son günü Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- kızı Fatıma’yı çağırarak kulağına birşeyler fısıldadı. Fatıma ağladı. Sonra tekrar birşeyler fısıldadı Fatıma güldü. Aişe O’na bunun nedenini sorunca Fatıma o an O’na birşey söylemedi. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in vefatından sonra Aişe’ye cevap verdi ve “Kulağıma ilk fısıldadığında bana bu hastalığından vefat edeceğini söyledi, ben ağladım, ikinci kez ise kendisine akrabalarından ilk önce benim kavuşacağımı söyledi, güldüm” dedi.
Fatıma babasının çektiği ızdırabı görünce
“Vah babacığım” dedi. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- O’na:
“Baban bu günden sonra bir daha da acı tatmayacaktır” karşılığını verdi. Torunları Hasan ve Hüseyin’i de yanına çağırıp onları öpüp okşadı. Ayrıca hanımlarını da yanına çağırarak onlara nasihat etti ve vedalaştı.
Hayber’de yediği zehirli etin etkisini hissediyordu. Durumu artık çok ağırlaşmıştı. Hastalığı sırasında siyah renkli abasını başına çeker, canı sıkılınca da yüzünü açardı. İşte böyle bir haldeyken “Allah’ın laneti yahudi ve hristiyanların üzerine olsun. Peygamberlerin kabirlerini mescid haline getirdiler” ve “Bu iki dine Arap topraklarında hayat hakkı tanınmasın” buyurdu. Son sözleri ve vasiyeti şu oldu:
“Namaz namaz, sahip olduğunuz köleler”
Vefatı -sallallahu aleyhi vesellem-:
Ölüm anı yaklaşınca Aişe O’nu göğsüne bastırdı. O sırada Aişe’nin kardeşi Abdurrahman taze bir misvak getirmiştir. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in misvağa baktığını görünce onu istediğini anladı ve misvağı ağzına alarak iyice yumuşattıktan sonra Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’e verdi. Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- o misvak ile iyice misvaklandı. Yanında bir kap içinde su vardı. Elini bu suya değdirerek bununla yüzünü siliyor ve “La ilahe illallah, ölümün şiddetli sadmeleri vardır” diyordu. Sonra parmağını kaldırıp, bakışlarını odanın tavanına kilitledi. Dudakları hafiften kımıldıyordu. “Allahım beni refik-ı a’la cemaatinden eyle ! Refik-ı a’la, Refik-ı a’la” diyordu.
Bu kelimeyi üç kere tekrarlayıp ruhunu teslim etti. Elleri düştü ve Refik-ı a’la’ya kavuştu. Tarih Hicri 11. yılın Rebiul evvel ayının 12 pazartesi günü öğle vakti idi. Allah Rasulu -sallallahu aleyhi vesellem- vefat ettiğinde 63 yaşını tamamlamış bulunuyordu.
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun !
Sahabenin Şaşkınlığı ve Ebu Bekr'in Konumu:
Vefat haberi birkaç dakikada sahabeler arasında yayıldı. Bu acı haber onların dünyalarını kararttı, üzüntüden şuurlarını kaybedecek hale geldiler. Onlar için Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in Medine’ye teşrif etmesi nasıl ömürlerinin en sevinçli günleri ise, vefat ettiği gün de en acı günleriydi. Ne yapacaklarını bilmeden hıçkıra hıçkıra ağlaşıyorlardı.
Hz. Ömer mescide gelerek “Allah münafıkları yok edinceye kadar Rasûlullah ölmeyecektir” diye haykırmaya ve öldü diyeni, öldüreceğini söylemeye başladı. İnsanlar ne yapacaklarını bilmeden şaşkınlık içinde sağa sola koşuşturuyorlardı.
Bu arada Ebu Bekir, Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in vefatı haberini duyunca evinden yola çıkmış ve mescid’in kapısına kadar gelmişti. Burada Ömer’in halka birşeyler söylediğini gördü, fakat hiç oyalanmadan doğruca Aişe’nin odasında üzeri örtülü vaziyette bulunan Rasûlullah’ın yanına girdi, üzerindeki örtüyü kaldırıp onu öptü, sonra da
“Babam anam sana feda olsun! Allah’ın takdir ettiği ölümü tatmış bulunuyorsun. Bundan sonra artık bir daha ölümle karşılaşmayacaksın” diyerek örtüyü üzerine örttü.
Ebu Bekir -radıyallahu anh- daha sonra Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in yanından çıktı. Hz. Ömer -radıyallahu anh- hâla konuşuyordu. Ebu Bekir O’na
“Acele etme, Ömer! Sakin ol ve sus!” dedi. Fakat Ömer O’nu dinlemedi. Ebu Bekir O’nu bırakıp cemaatın yanına gitti. Halk Ömer’i bırakıp O’nun etrafında toplandı. Ebu Bekir, Allah’a hamdü senadan sonra
“Ey insanlar! Kim Muhammed’e tapıyorduysa iyi bilsin ki, Muhammed ölmüştür. Fakat kim ki, Allah’a tapıyorsa bilsin ki, Allah diridir, ölmez” dedi ve şu ayeti kerimeyi okudu.
“Muhammed ancak bir Peygamberdir. O’ndan önce nice Peygamberler gelip geçmiştir. Eğer o ölür ya da öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim geri dönerse elbette Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenlere mükafat verecektir” (Al-i İmran, 3/144)
Bu duruma şahit olanlar diyor ki: “Allah’a yemin olsun ki, sanki halk o gün Ebu Bekir’den duyuncaya kadar bu ayetin nüzulunden bile haberdar değillerdi de O’nu Ebu Bekir’den öğrenmişlerdi. Artık bütün sahabiler bu ayeti kerimeyi okuyordu”
Hz. Ömer anlatıyor: “Allah’a yemin ederim ki, Ebu Bekir bu ayeti kerimeyi okuyuncaya kadar Rasûlullah’ın vefatına kani değildim. Ayeti duyunca dehşete düştüm ve yere yığıldım. Ayaklarım tutmaz olmuştu. İşte o zaman anladım ki Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- gerçekten vefat etmişti.”
Ebu Bekir'in Halife Seçilmesi:
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in vefatından sonra açığa çıkan en önemli mesele O’nun yerine İslam Devletinin işlerini yürütecek bir reisin seçimi idi. Ali -radıyallahu anh- bu iş için Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’e yakınlığından dolayı kendisini layık görüyordu. Ali, Zübeyr ve Haşimoğullarından bir grup Fatıma’nın evinde toplanarak bu meseleyi görüşüyorlardı. Öte yandan Ensar da bu işe kendilerini layık görüyorlar ve içlerinden birini seçmek için Saideoğulları meclisinde toplanarak bu konuyu tartışıyorlardı. Muhacirler ise Ebu Bekir ve Ömer’in etrafında toplandılar. Ebu Bekir, Ömer ve Ubeyde bin Cerrah bir grup muhacirle Saidoğulları meclisine giderek, konuyu Ensar’la tartıştılar. Her iki taraf ta kendi faziletlerini sayarak Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in hilafetine kendilerinin daha layık olduklarını iddia ediyorlardı. Sonunda Ebu Bekir Ensar’a
“Gerçekten de siz iddia ettiğiniz şerefin ehlisiniz. Buna kimsenin bir diyeceği yok. Fakat emirlik bahsinde Arap kabileleri ancak Kureyş’i tanır. Zira Kureyş hasep ve nesepçe Arabın efdalidir.” dedi ve Ömer ile Ebu Ubeyde’nin ellerini tutarak
“Bu iki adamdan birini seçin” dedi. Ensar’dan bir adam ise
“Sizden de bizden de birer emir olsun” dedi. Bunun üzerine tartışma daha da alevlendi. Sesler yükseldi. Müslümanlar arasında büyük bir ihtilaf çıkma olasılığı belirdi. Durumun vehametini anlayan Ömer -radıyallahu anh- Ebu Bekir’e
“Elini uzat” dedi. O da uzattı. Ömer, Muhacirler ve Ensar Ebu Bekir’e beyat ettiler.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in Şerefli Cesedinin Defnedilmesi:
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in pak cesedi şerifeleri salı günü yıkanmıştır. Yıkama işine Ali, Abbas, iki oğlu Fazl, Kasım, Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in azadlısı Şukran, Üsame katılmıştır. Şukran su döküyor, Ali yıkıyordu. Evs ise Onu göğsüne dayamıştı.
Cesedi şeriflerini üç kere yıkadılar. Cesedi yıkadıkları suyu Kuba’da bulunan ve Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in içtiği Sa’d bin Hayseme kuyusundan getirmişlerdi.
O’nun pak cesedini üç parça yumuşak ketenden beyaz kefen ile kefenlediler.
Ebu Talha O’nun -sallallahu aleyhi vesellem- kabrini vefat ettiği yere kazdı. Sonra yattığı yatak kabrin eşiğine konuldu ve önce aşireti, sonra muhacir, ensar, kadın ve çocuklardan başlamak üzere insanlar onarlı gruplar halinde gelip, ferdi olarak cenaze namazı kıldılar.
Bu şekilde salı günü geçti ve çarşamba günü sabaha karşı Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in mübarek cesetleri kabre indirildi ve defnedildi.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in Vasıf ve Ahlakı:
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- yaratılış güzelliği ve ahlak olgunluğu ile insanlar arasında temyiz etmişti. Bu konuda birçok hadis varid olmuştur. Biz burada bu konuya kısaca değineceğiz.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’ın Mübarek Yüzleri:
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in yüzü beyaz idi. Buğday renkliydi ve yüzü dolunay gibi nur saçardı. Sevindiği zaman ay parçası gibi parlardı. Yüzündeki ter ise inci gibiydi. Kokusu misk gibi hatta daha da güzeldi. Kızdığı zaman da yüzü kızarır ve karşısındakini korkutur bir görüntü alırdı.
Alnı geniş kaşları yay gibiydi. Gözleri iri idi ve siyah idi. Kiprikleri uzun idi.
Tüm azaları yerinde ve güzel idi. Dişleri gevşek ve beyaz idi. Tebessüm ettiiği zaman beyaz dişleri görünürdü. Konuştuğu zaman sanki ağzından nur dökülürdü.
Sakalı sık ve siyah idi. Ancak tek tük beyaz kıllar vardı.
Mübarek Başı, Boynu ve Saçı:
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem-’in başı büyükçe ve boynu uzuncaydı. Saçlarında bazı beyazlıklar vardı. Saç ve sakalında olan beyaz kılların tamamı yirmiyi geçmezdi. Saçını tarar ve ortadan ayırırdı.
Diğer organları ve Vücudu:
İri kemikli idi. Eli ve ayakları büyük, omuzu geniş idi. Elleri ipek gibi yumuşak kar gibi soğuk ve misk gibi güzel kokuluydu. Pazıları ve kolları iri idi. Omuzları birbirinden uzak ve göğsü geniş idi. Boyun çukuru ile göğsü arası kıllı idi. Ancak vücudunun başka kılı yoktu.
Vücudu düzgün ve mutedil idi. Çok uzun olmamakla beraber uzun boylu sayılırdı. Yakışıklıydı.
Güzel Kokusu:
Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem-’in tüm bedeni organları ve teri tüm güzel kokulardan daha güzel kokardı.Enes-radıyallahu anh- : “Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem- bir yerden geçtiği zaman kokusundan O’nun oradan geçtiği anlaşılırdı. Tokalaştığı kişi gün boyunca O’nun güzel kokusunu hissederdi. Başını okşadığı çocuk güzel kokusundan bilinirdi” demişti.
Yürüyüşü:
Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem- kendisine kimsenin ulaşamayacağı kadar hızlı yürürdü. Ebu Hureyre-radıyallahu anh- “Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem-’den daha hızlı yürüyen kimseyi görmedim” demiştir.
Ayağını attığı zaman tamamını yere basardı.Döndüğü zaman veya yöneldiği zaman tüm vücuduyla döner veya yönelirdi.
Sesi ve Sözü:
Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem-’in sesi hafiften kısık, nutku çok tatlı idi. Sustuğu zaman vakur, konuştuğu zaman zarif idi. Konuştuğu anlaşılırdı. Sözünde asla bir fazlalık veya eksiklik olmazdı. O nutk ettiğinde her harf anlaşılırdı. Fasih ve belağatlı idi. Sözünde tatlılık ve çekicilik vardı. Kimse ne kadar fasih ve belağatlı olursa olsun O’nun gibi konuşamazdı. Kendisine hikmet ve hüküm ile beraber az ama öz söyleme nimeti de verilmişti.
Ahlakından Bir Nebze:
Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem- güler yüzlü ve yumuşak huyluydu. Asla kaba çirkin ve çarşı pazarda bağırıp çağıran birisi değildi. İnsanların en tebessümlüsü ve öfkeden uzak olanı idi. Günah olmadıkça işin kolay tarafını tercih ederdi. Günahtan ise insanların en uzağı idi. Kendisi için intikam almaz, ancak Allah için, onun dini ihlal edildiğinde intikam alırdı.
İnsanların en cömerdi en kerim olanı, en cesuru ve eziyete en dayanıklı ve sabırlı olanıydı. Yine insanların en vakarlısı ve en hayalısı idi. Bir şeyden hoşlanmadığı yüzünden anlaşılırdı. Bakışlarını asla kimsenin yüzüne kilitlemez ve kimseyi kötü karşılamazdı.
İnsanların en adâletlisi, en iffetlisi, en doğru sözlüsü, emanete en çok riayet edeni idi. Peygamberlikten önce Emin (güvenilir) olarak isimlendirilmişti. İnsanların en mütevazisi, kibirden en çok uzak olanı, ahde en çok riayet edeni ve yakınlarını en çok gözetleyeni idi. O yine insanların en şefkatlisi ve merhametlisi idi. En edeblisi ve en ahlaklısı idi. Fuhuş, hertürlü çirkinlik ve lanetten ondan daha çok kaçınan yoktu. Cenazelere katılır, fakir ve yoksullarla oturur, uzak davetlere icabet eder, yeme ve giymede onların üzerine çıkmazdı. Kendisine hizmet edene hizmet eder, hizmetçilerini asla azarlamazdı. Hatta onlara “öf” dahi dememiştir.
Rasûlullah-sallallahu aleyhi vesellem-’in vasıf ve ahlakını böyle birkaç sayfaya sığdırmak mümkün değildir. Allah’tan, bizden bu çalışmamızı kabul etmesini ve bize gönderilmişlerin efendisi, enbiya ve etkıyanın imamı, insanların en hayırlısı Muhammed -sallallahu aleyhi vesellem-’in yoluna güzelce uymaya muvaffak kılmasını niyaz ediyorum.
Salât, selâm ve bereket O’nun, âlinin ve ashabının üzerine olsun. İlahi! Bizi de kıyamet gününde O’nun sancağı altında kıl. Âmin. Yâ Rabbe’l âlemin,
Zilhicce, 1413 tarihinde tamamlandı.
Dostları ilə paylaş: |