Slanders On Muslims In History



Yüklə 1,95 Mb.
səhifə2/35
tarix01.11.2017
ölçüsü1,95 Mb.
#25367
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   35

Yoksa hileli-bir düzen mi kurmak istiyorlar? Fakat (asıl) o inkar edenler hileli-düzene düşecek olanlardır. Yoksa onların, Allah'ın dışında başka bir ilahları mı var? Allah, onların şirk koştuklarından yücedir. (Tur Suresi, 42-43)

Yukarıda kısaca özetlediğimiz İngiliz derin devletinin sinsi faaliyetleri, ilerleyen bölümlerde tüm belgeleri ve delilleriyle gözler önüne serilecek ve detaylandırılacaktır. Bu konuda tarihten ve günümüzden örnekler verilecek ve bu derin yapılanmanın kapsamı ayrıntılı olarak gözler önüne serilecektir.

Unutmamak gerekir; İngiliz derin devletinin şekillenmesindeki ve dünya çapında böylesine korkunç faaliyetler yürütmesindeki temel sebep daima derin devleti oluşturan kişilerin inandıkları ırk üstünlüğü yanılgısı olmuştur. Kendi ırklarının üstünlüğüne inanan söz konusu güruh, bütün dünyanın kendilerine hizmet etmesi ve tüm devletlerin ve sistemlerin İngilizlerin kontrolü altında olması gerektiğine inanmıştır. Dünyayı, özellikle son yüzyıllarda yaşanan korkunç felaketlere hazırlayan Darwinizm, İngiliz derin devletinin bu altyapıyı sağlamak için ortaya attığı tarihin en büyük kitle aldatmacasıdır.

İngiliz Derin Devletinin Darwinizm Planı

Güney Afrika'da görev yapmış homoseksüel bir İngiliz siyasetçi olan Cecil Rhodes'un (1853-1902) aşağıdaki sözleri İngiliz emperyalizminin temelinin ne denli ırkçı bir fikre dayandığının özetidir:



Neden biz de gizli bir cemiyet oluşturmayalım? Bu öyle bir cemiyet olacak ki, amacı, Britanya İmparatorluğu'nun genişlemesi ve Amerika gibi büyük bir kaybı telafi etmek için tüm uygarlaşmamış toplumları İngiliz yönetimi altına almak olacak; ve böylelikle Anglosakson ırkını tek bir İmparatorluk haline getirecek.1

Sanayi devrimi sonrası "Üzerinde güneş batmayan imparatorluk" unvanıyla anılan İngiliz uygarlığının derin temsilcileri, imparatorluğun kurulduğu günden bu yana dünyanın her yanına hakim olma arzusu içinde olmuşlardır. Cecil Rhodes'un başka bir sözü daha bu ihtirası belgeler niteliktedir:



Her fırsatta daha fazla toprak elde etmeyi kollamak bizim görevimizdir ve bu fikri her zaman göz önünde tutmalıyız. Daha fazla toprak açık bir şekilde daha fazla Anglosakson ırkı anlamına gelir. Anglosakson ırkı dünyanın sahip olduğu en iyi, en beşeri ve en onurlu ırktır.2

Bu fazlasıyla ırkçı yaklaşım, kuşkusuz Rhodes ile aynı dönemlerde yaşamış ve "doğal seleksiyon yoluyla kayırılmış ırkların üstün geleceğine ve (sözde) gelişmemiş ırkların tarih sahnesinden silineceğine" inanan Charles Darwin'in fikirleriyle büyük oranda uyum içindedir. Darwin'in savunduğu evrim teorisi, canlıların tesadüfen meydana geldiği ve tesadüfi değişikliklerle başka türlere dönüştükleri, dolayısıyla yeryüzündeki canlılığın, başıboş ve rastgele olaylar sonucunda ortaya çıkan bir evrimsel sistem olduğunu ileri sürmektedir. Aslında evrim fikri, eski Yunan ve Mısır dönemlerinden beri var olan hakim materyalist anlayış olduğundan, materyalizmin yıllar boyunca kalesi olmuş olan İngiltere'de en geniş anlamda yaşam alanı bulmuştur. Evrim safsatasının dünya çapında yaygınlaşmasına sebep olmuş olan İngiliz maceracı Charles Darwin de, gerçekte İngiliz derin devletinin bir planıdır.

Evrim teorisinin bilimsellik kisvesi altında ortaya atılıp desteklenmesi ve Darwin gibi bir maceracının bu teori ile ön plana çıkarılması planı, o dönemdeki ateist bir mason locasında alınmış bir kararın sonucudur. Paris'teki 33. Derece Mizraim Masonluk Yüce Konseyi'ne bağlı konsey üyeleri, toplantılarında, "herhangi mantıksal bir doğrulamaya gerek duymaksızın" evrimin bir bilim olarak desteklenmesi gerektiği kararını almışlardır:

İşte bu [evrim teorisinin bilimsel olduğu] bakış açısını kullanarak, bizler hiç durmaksızın, basınımız yoluyla bu teorilere körü körüne güvenilmesini sağlayacağız. Entelektüeller... bilgileriyle kendilerini övecekler ve herhangi mantıksal bir doğrulamaya gerek duymaksızın bilimden alabildikleri tüm bilgiyi faaliyete geçirecekler, temsilciliklerimizdeki uzmanlar onların zihinlerini bizim istediğimiz yönde eğitebilmemiz için tüm parçaları kurnazca bir araya getirdiler. Bir an için bunların boş sözler olduğunu düşünmeyin: Darwinizm için planladığımız başarılar üzerinde dikkatlice düşünün.3

Alınan bu gizli kararda açıkça görülebildiği gibi ateist masonlar, evrim teorisinin körü körüne kabul edilmesini sağlamak için basını, entelektüelleri, uzmanları ve eğitimcileri kullanma yöntemi planlanmış ve insanların zihinlerini şekillendirebilmek için sinsi bir taktik geliştirilmiştir. Amerika'daki ateist masonik sistem de Mizraim'in bu kararını çok geçmeden benimsemiştir. New Age dergisi Mart 1922 yılında ateist masonluğun hakimiyetinin sözde evrim ve insanın kendi gelişimi sayesinde kurulacağını belirtmiştir.

Bu planın ardından karar alıcılar, dünyanın en kilit noktalarına hakim bir Darwinist diktatörlük inşa etmeyi başarmışlardır. Bu diktatörlük devlet kurumlarına, basın-yayın organlarına, üniversitelere, okullara ve sanat kurumlarına kadar ulaşabilmiş ve gizli-açık faaliyete başlamıştır. Evrim, kamuoyunun tüm itirazlarına rağmen bilim gibi sunulmuş, çeşitli telkinlerle insanlar bu safsataya alıştırılmış, evrimi çürüten bilimsel deliller –örneğin yaşayan fosiller– kamuoyundan gizlenmiş ve evrime karşı gelenler toplumdan izole edilerek, işlerinden ve kariyerlerinden uzaklaştırılarak, basın yoluyla veya toplumsal baskıyla tehdit edilerek susturulmuşlardır.

İngiliz derin devletinin hakimiyetindeki Darwinist diktatörlük günümüzde halen görev başındadır ve etkilidir. Şu an dünya çapında, Müslüman ülkeler dahil, evrim safsatasını okul müfredatına almamış ülke neredeyse yoktur. Bazı ülkelerin bir kısım basın organları, İngiliz derin devletinin onaylayıp verdiği evrim haberlerini adeta gerçekmiş gibi sunmak mecburiyetindedir. İslam ülkelerinde dahi, Allah'ı açıkça inkar eden ve bilimsel hiçbir dayanağı bulunmayan evrim safsatası akademisyenler tarafından "savunulması mecburi" bir dayatma haline gelmiştir. İngiliz derin devletinin bu konudaki baskısı öylesine güçlüdür ki, günümüzde İngiliz Kilisesi Darwin'den özür dilemiş4; Papa, kendi evinde Darwinizm yanlısı konferanslar vermiştir.

Darwinizmin bir din gibi yaygınlaştırılması kararı, İngiliz derin devleti tarafından oldukça sistematik olarak uygulanmıştır. Darwin'in döneminde kendisinin en büyük destekçisi olan ve Darwin'in "bulldog'u" olarak anılan Thomas Huxley, İngiltere'nin en önemli bilim kurumlarından biri olan Kraliyet Akademisi'nin (Royal Society) bir üyesiydi, bu kurumun tüm diğer üyeleri gibi o da ateistti.5 Royal Society ya da uzun adıyla The Royal Society of London for the Improvement of Natural Knowledge (Doğal Bilginin Geliştirilmesi İçin Londra Kraliyet Akademisi) 1662 yılında kurulmuş bir akademiydi. Kurumun üyeleri genel olarak ateistlerden ve homoseksüellerden oluşuyordu.6 [Kraliyet Akademisi (Royal Society) ile ilgili detaylı bilgileri ilerleyen sayfalarda okuyabilirsiniz.]

Hiçbir kişisel başarısı olmamasına rağmen, oldukça genç yaşta Kraliyet Akademisi'ne üye yapılan Thomas Huxley'i büyük çoğunluğunu ateistlerin oluşturduğu bu örgüt açısından önemli kılan şey, onun Darwin'in yakını ve en büyük destekçisi olmasıydı. Kraliyet Akademisi'nin diğer üyeleri de, hem kitabını yayınlamadan önce hem de yayınladıktan sonra Darwin'e büyük ölçüde destek olmuşlardır. Özellikle ateistlerin oluşturduğu bu kurum, Darwin'i ve Darwinizmi o denli sahiplendi ki, bir süre sonra, tıpkı Nobel ödülleri gibi, her yıl çeşitli bilim adamlarına "Darwin madalyası" hediye etmeye başladı.

Kısacası Darwin tek başına değildi. Teorisini ortaya attığı andan itibaren örgütlü bir şekilde İngiliz derin devletinin güdümündeydi. Bu örgütlü destek, doğrudan İngiliz derin devletinden geliyordu. İngiliz derin devleti, evrim teorisinin bütün dünya tarafından kabul görmesini büyük bir ihtirasla istiyordu. Bu yolla kitleleri dinden, maneviyattan ve ahlaki tüm değerlerden uzaklaştıracak, böylelikle onları yıkıma hazır, zayıf toplumlar haline getirebilecek ve kendi kontrolüne alabilecekti. Böyle toplumların çıkarcı, en küçük bir menfaate tamah eden kitleler haline geleceğini biliyordu. Bu plana göre, toplumlar böyle bir raddeye geldiği zaman, onları kullanmak, propagandaları yaygınlaştırmak ve onları yönlendirebilmek kolay olacaktı.

Dahası Darwinizm, "ırk üstünlüğü" kavramını beraberinde getireceğinden ve İngiliz toplumu beyaz ırkın en gelişmiş hali olarak lanse edileceğinden evrim fikrinin yaygınlaşmasıyla diğer toplumlar üzerinde üstünlük iddiası kolaylaşacaktı. Söz konusu derin devletin temsilcileri, kolaylıkla diğer toplumlar üzerinde hak iddia edebilecek ve Ortadoğu veya Afrika toplumlarını istediği şekilde sömürebilecekti. Bu üstünlük iddiası beraberinde hakimiyet ruhunu da getirmişti. Dünyaya hakim olma iddiası adına her şey yapılabilirdi. İşte bu nedenle İngiliz derin devleti, dünyanın geri kalanında neler olduğunu umursamadan, suni sebeplerle çıkan savaşlarda kaç kişinin öldüğünün hesabını tutmadan ve ülkelerin bölünüp parçalanmasına aldırış etmeden hakimiyet hedefini daima devam ettirmişti ve ettirecekti.

Oysa Kıyamet günü, hiçkimse hiçkimsenin ırk veya soy üstünlüğünü sorgulamayacaktır dahi. O günün dehşeti, ırk üstünlüğü vehmine kapılarak fitne çıkaran bu odakları sarıp kuşatacaktır. Söz konusu derin devlet temsilcileri, işte bu gerçekten habersizdirler: 

Böylece Sur'a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar (veya soybağları) yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu veya birbirlerine durumlarını) soruşturmazlar da. (Müminun Suresi, 101)

"İngiltere'nin Menfaatleri"

İngiltere'nin menfaatleri İngiliz derin devleti için belki de en önemli kavramdır. İnsanların kendi ülkelerinin menfaatlerini düşünmesi pek çok kişiye normal gelebilir. Fakat burada İngiliz derin devletinin devletlerin çoğunluğu üzerinde bir güç olduğunu unutmamak gerekmektedir. İngiltere'nin menfaatleri söz konusu olduğunda, hemen her şeyi göze alabilen ve yaptıklarından sorgulanmayan mafyavari bir güçten bahsedilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, çoğu zaman "İngiltere'nin menfaatleri" çok pahalıya mal olabilmektedir. Bunun için kimi zaman barıştan taviz verilmekte, ülkeler bölünmekte, terör örgütleri oluşturulmakta, kimi zamansa savaşlar başlatılmaktadır.

Bazı İngiliz liderler, bu ürkütücü menfaat anlayışını açıkça dile getirmekten çekinmemişlerdir.

19. yüzyılın ortalarında İngiltere'nin başbakanlığını yapan Lord Palmerston 1856 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle demiştir:



Bana politika nedir diye sorduklarında cevabım şu oluyor: "Ortaya çıkan her durumda kendi ülkemizin çıkarlarını rehber yapmak."7

Şu sözler de Palmerston'a aittir:



İngiltere'nin ebedi dost ve düşmanları yoktur, değişmez menfaatleri vardır.8

Dönemin Dışişleri Bakanı Edward Grey de bu görüşü desteklemek için şunları söylemiştir:



İngiliz dışişleri bakanları uzun vadeli karmaşık hesaplar yapmaksızın kendi ülkelerinin o andaki menfaatlerini kendilerine rehber alırlar.9

Amerikan başkanlarından Truman'ın özel temsilcisi Büyükelçi Davies dönemin İngiltere Başbakanı Churchill hakkında şu açıklamada bulunmuştur:



O büyük bir İngiliz'dir; barışı korumaktan çok İngiltere'nin Avrupa'daki menfaatlerini korumayı düşünür.10

Barışı korumaktan çok İngiltere'nin menfaatlerini düşünen zihniyet tarih boyunca İngiliz liderleri üzerinde hakim olmuştur. Bunun en önemli sebebi, söz konusu liderlerin hiçbir zaman İngiliz derin devletinin himayesinden çıkamamalarıdır. İngiliz derin devleti için de en önemli şey, evrim fantezisiyle geliştirilmiş sözde İngiliz üstünlüğünü tüm dünyaya kabul ettirebilmektir.

Bu zihniyet nedeniyledir ki, İngiltere dünya çapında işgal politikalarını en belirgin şekilde gerçekleştiren ülke olmuştur. Öyle ki, İngiltere'nin dünyada işgal etmediği sadece 22 ülke vardır. İşgal ettiği topraklar, dünyanın %90'ına karşılık gelmektedir.11 Şu an hali hazırda, 14'ü deniz aşırı olmak üzere 22 ülke Birleşik Krallığa bağlıdır. İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, sayılan bu 22 ülkenin dışında, 16 ülkenin daha kraliçesi konumundadır. Bu ülkeler Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Jamaika, Barbados, Bahama Adaları, Grenada, Papua Yeni Gine, Solomon Adaları, Tuvalu, Saint Lucia, Saint Vincent ve Grenadinler, Belize, Antigua ve Barbuda, Saint Kitts ve Nevis, Fiji'dir. Kraliçe II. Elizabeth, bağımsızlıklarını kazanmasına rağmen halen bu ülkelerin kraliçesi sayılmaktadır.

İngiliz Milletler Topluluğu'nun Başkanı olarak kabul edilen Kraliçe, bu ülkelere temsilci olarak genel vali atamaktadır. İngiltere Kraliçesi, emekli olmuş eski politikacılar veya diğer seçkin isimler arasından belirli kişileri, o ülkenin başbakanının tavsiyesiyle vali olarak belirler. Avam Kamarası ve Senato'nun çıkardığı kararnamelere, kraliyet onayını sağlayan genel vali, devlet belgelerini imzalamak, parlamento toplantılarını resmen açıp kapatmak ve seçimler öncesi parlamentoyu feshetmek gibi görevlere sahiptir.12 Yani İngiltere, bu ülkelerde halen ciddi şekilde –hatta çoğu zaman tek– söz sahibidir.

Buna en önemli örneklerden biri, 1975 yılında Avustralya meclisinde yaşanan olaydır. Dönemin Avustralya Başbakanı Gough Whitlam, İngiliz derin devletine açıkça tavır almış, ülkesine yönelik oynanan kirli oyunları deşifre etmiş ve Avustralya'yı bağımsız bir ülke haline getirmek için atılımlarda bulunmuştur. 1972 yılında başa gelen Whitlam, 1975 yılında İngiliz MI6 istihbarat kurumunun kendi hükümeti aleyhine faaliyet yaptığını açıklamış ve şunları söylemiştir: "İngilizler, doğrudan dışişleri ofisime gelen gizli mesajların şifrelerini çözüyorlar."

Whitlam'ın bu cesur çıkışı İngiliz derin devleti tarafından hemen karşılık bulmuş, derin devletin güdümü altındaki İngiltere Kraliçesi, 1975 yılında Avustralya Başbakanını doğrudan görevden alıp, Avustralya Parlamentosu'nu dağıtmıştır. Guardian Gazetesi'nin yorumuna göre, "Avustralya siyaseti bu tarihten sonra hiçbir zaman düzelememiştir ve Avustralya halkı asla bağımsız olamamıştır".12 Ülke, halen İngiliz himayesindedir. Yalnızca bu örnek bile, İngiliz derin devletinin ülkeler üzerindeki hegemonyasının ne kadar güçlü olabileceğini açıkça göstermektedir.

İngiltere, derin devletin etkisiyle, genel olarak işgal ettiği topraklarda tarih boyunca mevcut farklı etnik ve dini gruplar arasındaki farklılıkları ön plana çıkarmıştır. Derin devlet onlara, birbirlerinin hasmı oldukları mesajını vermiştir. Üstün ırk kavramı daima bu politikada devrede olmuştur. İngiliz derin devleti, yabancı topraklarda yüzlerce yıldır birlikte yaşayan farklı etnik gruplardan bir tanesine "senin ırkın daha üstün" mesajı verir. Sonra da onları kavga ettirir. Bu şekilde kendi idaresinin daha kolay gerçekleşeceğini düşünür. Çünkü birbirleri ile çatışan toplumlar "ortak bir güç" oluşturamayacaklardır. Tarih boyunca bu siyasetin birçok örneği görülmüştür.

Örneğin, Ruanda'daki korkunç soykırım, ne kendi kendine gelişen bölgesel bir olaydır ne de İngiliz derin devletinden bağımsızdır.

İngiliz derin devletinin siyaseti, ağırlıklı olarak ikilik oluşturma, mevcut ikilikleri körükleme veya suni ikilikler icat etme siyaseti olarak tanımlanabilir. Derin devletin diğer milletlere yönelik politikasıysa; "keskin çatışmaların devamı, çatışma yoksa icadı ve çatışma zayıfsa körüklenmesi" üzerine kuruludur. Bu politikaya aykırı hareket edenler ise gerektiğinde her türlü usül kullanılarak bertaraf edilmektedir. Çünkü, başta da belirttiğimiz gibi bu planı yapanlar için en önemli şey "İngiliz menfaatleri"dir.

İngiliz Menfaatlerini Şekillendiren Vakıflar

İngiliz ırkını, menfaatlerini ve hegemonyasını hakim kılabilmek, İngiliz imparatorluğunun kurulduğu dönemden bu yana, İngiliz derin devletinin hedefi olmuştur. Bir yeraltı yapılanması olan söz konusu derin devlet, hedefine ulaşabilmek için gün ışığına çıkmaya ihtiyaç duymuş ve legal görünümle çeşitli yönetim organlarına ulaşmaya çalışmıştır. Bu çaba, kimi zaman devletin kendi kurumları içinden olabildiği gibi çoğu zaman çeşitli gizli kurumlar ve dernekler yoluyla gerçekleşmiştir. Söz konusu kurum ve dernekler, İngiliz menfaatlerini özellikle yurtdışında ayakta tutabilmek için çeşitli yöntemler denemişlerdir. Çoğunlukla basını kullanmış, devlet yetkililerinin politikalarını şekillendirmiş, kimi zaman ajanlar vasıtasıyla başka ülkelerin siyasetine sızmışlardır. Çeşitli ülkelerin devlet başkanlarını yönlendirmiş, çeşitli ülkeler için strateji ve politikalar belirlemiş ve her ülkeyi İngiliz menfaatlerine meyledecek hale getirmişlerdir.

Söz konusu vakıf ve kurumların özelliği, genel olarak toplum içinde yaygınlaşmasını istedikleri bir konunun propagandasını, hemen her yöntemi kullanarak rahatlıkla yapabilmeleridir. Darwinizmin yaygınlaşması için üniversiteler, okullar, akademisyenler, bilimsel yayınlar, basın yayın kurumları ve hatta hükümetler bu konuda kullanılmıştır. Toplum içinde dejenerasyonun da yaygınlaşma yöntemi bu şekilde olmaktadır. Örneğin günümüzde toplum içinde homoseksüellik gibi bir sapkınlığın adeta normal bir şeymiş gibi empoze edilmesi söz konusu kurumların kapsamlı çalışmaları sonucunda olmaktadır.

Şunu belirtelim; söz konusu kurumlar temelinde elbette legal kurumlardır ve günümüz yöneticilerinden veya çalışanlarından, derin devletin söz konusu faaliyetlerinden habersiz olan, kurumların ilk kuruluş amacını bilmeyen, doğru ve dürüst insanlar elbette vardır. Açıklamalarımız, vakıfların legal olarak yaptığı işlere veya burada dürüstçe çalışan kişilere yönelik elbette değildir. Hedefimiz, bu vakıflar yoluyla yapılan söz konusu sinsi uygulamaların temelindeki yanlış zihniyettir. Kişiler, hatalı bile olsalar, elbette değişebilirler. Zaten derin devletin sırlarının açıklanmasının sebebi, bu konuda devreye girmiş kişilere yaptıklarının getirdikleri zararları gösterebilmek, onları uyarabilmek ve değiştirebilmektir. Amaç, yıkıcı değil yapıcıdır. Söz konusu bilgileri bu gerçek ışığında değerlendirmek daha doğru olacaktır.

Ayrıca burada, asıl olarak bahsi geçen vakıfların kuruluş dönemlerinden bahsedilmektedir. Bu vakıfların bir kısmı halen derin devletin etkisinde hareket etmekle birlikte, bir kısmı günümüzde farklı bir görünüm alıp, farklı fikirler savunuyor olabilirler. Ancak özellikle kuruluş dönemlerinde, doğrudan İngiliz derin devleti adına hareket etmeleri ve gelecek nesilleri de ilgilendiren ürkütücü çalışmalara önayak olmaları nedeniyle oldukça zararlı olmuşlardır. Burada önemle üzerinde durulan yönleri budur.

İngiliz Doğu Hindistan Şirketi
(British East India Company)

Doğu Hindistan Şirketi (East India Company), 1600 yılında Kraliçe I. Elizabeth'in onayı ile resmiyet kazanmıştır. İngiltere'nin Hindistan hakimiyeti, Londra'da kurulan bu şirketin Hindistan'ın Bengal bölgesinin devlet gelirlerine el koymasıyla başlamıştır. Şirket tarafından yavaş yavaş yönetilmeye başlanan Hindistan'da, İngiliz derin devleti kendi hakimiyetini emin adımlarla kurmaya başlamıştır. Kısa bir zaman sonra, birbirinden bağımsız prensliklerin yanı sıra bütün Hindistan'ın yönetimini İngilizlerin üstlenmesini ve tüm yüksek düzey makamların İngilizler tarafından işgal edilmesini sağlayacak olan, Imperial Civil Service (İmparatorluk Sivil Servisi) olarak da bilinen Indian Civil Service kuruldu.

Gelecekte "İngiliz İmparatorluğunun İncisi" olarak kabul edilecek olan Hindistan'ın, İngiliz derin devleti tarafından sömürgeleştirilme hikayesi bu şekilde başlamış oldu. Hindistan, artık kendi içinde sınıflara ayrılmıştı: Kendi haklarını korumaya çalışan soylu aileler ve varlığını İngiltere'ye borçlu olan yeni bir orta sınıf.

Doğu Hindistan Şirketi, Babil bankacılık sistemine dayanan ve günümüz merkez bankacılığının ilk adımı olan "Kısmi Rezerv Bankacılığı" sistemini Hindistan'dan İngiltere'ye taşımıştı. (Kısmi Rezerv Bankacılığı, bankaya yatırılan paranın belli bir miktarının rezervde tutulup, geri kalanının kredi ve diğer şekillerde yatırımcılara ve piyasaya verilmesi esasına dayanan bankacılık sistemidir. Pratikte var olmayan para üzerinden faiz kazanılması mantığına dayanır.) Bu finans sistemi pek çok ilginç uygulamayı da beraberinde getirdi. Fransız Devrimi, Napolyon Savaşları, Anglo-Boer Savaşı [Britanya İmparatorluğu ile Güney Afrika'daki iki Boer (Afrika) Cumhuriyeti arasındaki savaş], I. Dünya Savaşı, Bolşevik Devrimi gibi çatışma ve savaşların ortaya çıkışında özellikle bu finans sisteminin işleyişi oldukça etkili oldu. Bolşevik Devrimi dahi, İngiliz derin devletinin güdümündeki gizli örgütler tarafından planlanmış ve finanse edilmiştir. Devrimin bağımsız bir hareket olmadığını Mart 1922'de Lenin de kabul etmiştir.13 Parti kongresinde Lenin, partinin "dev bir bürokrasi" tarafından idare edildiğini açıkça söylemiştir.14

Savaşların, rezerv bankacılığı için, önemli bir kar imkanı olarak görüldüğü gerçeği, kuşkusuz günümüzde daha fazla deşifre olmuştur. Eski istihbarat ajanı Dr. John Coleman, bu durumu şu ifadelerle açıklamıştır:

I. Dünya Savaşı üzerine tarih bilimci Alan Brugar, uluslararası bankaların savaşta ölen her bir askerden 10.000 Dolar kar ettiklerini tahmin ediyor. Savaşın her iki tarafını da finanse eden Illuminati–Rothschilds–Warburg–Federal Rezerv Bankaları'nın oluşturduğu 300 kişilik komiteye göre hayat oldukça ucuz.15

Burada adı geçen 300 kişilik komite, ilerleyen satırlarda detaylı olarak anlatılmıştır.

Doğu Hindistan Şirketi'nin şekillenişi asıl olarak başta Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti olmak üzere doğal kaynakları zengin olan ülkeleri sömürmek amacını taşıyordu. "Kısmi Rezerv Bankacılığı", yukarıda da belirttiğimiz gibi, İngiltere ve Amerika tarafından I. Dünya Savaşı'nın finansmanında kullanılmıştı. 1661 yılında İngiliz Kralı II. Charles, Doğu Hindistan Şirketi'ne bağımsız devletlere savaş açma veya onlarla barış yapma imtiyazını vermişti. Finanstan sorumlu özel bir firmaya, devletlerle savaşa girme veya savaşı durdurma yetkisi verilmesi bir ilkti. Çeşitli ülkelerdeki tarım arazilerine ve ürünlere bu yetki ile el konabilmiş, bir finans firması, çeşitli ülkelerin prensleriyle muhatap hale gelmiş ve piyasadaki para arzını arttıran kısmi rezerv sistemine hakim olmuştu. 1830 yılı itibariyle tüm Hindistan, Doğu Hindistan Şirketi'nin egemenliği altına girmişti.16

1702 yılında Doğu Hindistan Şirketi, ismini İngiliz Doğu Hindistan Şirketi [British East India Co. (BEIC)] olarak değiştirmiş ve Hindistan'da uygulanan bu rezerv sistemi tüm dünyaya yönelik uygulanır hale gelmişti. Bu sistem, günümüzde tüm piyasaları belirleyen federal rezerv bankacılığının yani merkez bankalarının da kökenidir.

İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'nin ilk uygulamalarından biri, kast sistemine karşı çıkan Sihlerin gücünü kırmak için ajanlar kullanmak oldu. Hindistan'da geleneksel olarak var olan kast sistemi, İngilizlerin bu etkisinin ardından ırkçılığı ön plana çıkaran ürkütücü bir hale büründü. İngiliz derin devletinin etkisiyle Müslümanlar ve Sihler arasında da derin ayrılıklar baş gösterdi.

1813 yılında parlamentoda yapılan temsillerden sonra İngiliz Hükümeti, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi ile olan sözleşmesini 30 yıl daha uzattı. 1833 yılında parlamento, sözleşmeyi tekrar 20 yıl daha uzatma kararı aldı. Hindistan'da, İngiliz idaresine karşı görüşler ortaya çıkmış ve 1857'deki Büyük Hint Ayaklanması'nın (Sepoy İsyanı) hemen ardından Hindistan doğrudan doğruya İngiliz İmparatorluğu'na bağlanmış ve 1876 tarihinde hukuki olarak Kraliçe Victoria, Hindistan İmparatoriçesi sayılmıştı. Aynı yıl içerisinde oluşan kıtlık, 2 milyondan fazla alt sınıf kabul edilen Hintlinin ölümüne sebep oldu. Bununla birlikte, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'nin hakimiyeti boyunca 6 milyondan fazla alt sınıf Hintli kıtlık yüzünden hayatını kaybetmişti.

İngiliz derin devletinin hakimiyeti, Hindistan'da bu tarihlerden sonra daha da güçlendi. İngiltere'nin en iyi kurumlarında yetişen kişiler, Hindistan'da idari pozisyonlara ve toplumu yönlendirecek basın ve hukuk gibi önemli pozisyonlara getirildiler. İngiliz derin devleti, sadece ülkenin genelinde değil, prensliklerin de tümünde hakimiyet sahibi olduğu için her yere nüfuz edebildi. Her prensin yanına bir İngiliz komiser atandı. Söz konusu komiserlerin, prensleri kontrol altına alan, denetleyen kişiler olduğu herkes tarafından biliniyordu. Ülkenin askeri özgürlüğü yoktu; içte olduğu gibi dış politikada da hiçbir bağımsızlığı bulunmuyordu. İngiliz hakimiyeti ile birlikte Hindistan'a ait her şey İngiliz derin devletinin idaresi altına girmişti.

Afyon ticaretinin de, İngiliz derin devletinin etkisiyle geliştiği ve Hindistan üzerinden en önemli sömürü kaynaklarından biri haline getirildiği bilinmektedir. İngiltere'nin Hindistan'ı işgalinde tanınan bir figür olan Robert Clive, 1765 yılına kadar dünyanın afyon yetiştiriciliği bakımından en zengin arazilerini tam olarak kontrolü altına aldı.17 Bölgeye hakim olan ırkçı ve ürkütücü tabloya, ilerleyen yıllarda artık uyuşturucu ticareti de eklenmişti. İngiliz derin devleti, iyi bir pazar olduğunu düşündüğü Hindistan'da da idareyi ele alarak, halk arasında ayrılık çıkararak, ırkçılığı önemli bir koz olarak kullanarak, ülkenin kaynaklarını ele geçirerek ve uyuşturucu trafiğini kontrol altına alarak hakimiyet kurabilmişti.

Hindistan, o tarihten itibaren İngiliz derin devletinin pek çok propaganda projesini yürüttüğü bir ana üs haline gelmiştir. Bu projenin en önemli idari mercii ise, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi olmuştur. Dünyayı idare etmek adına kurulacak olan tüm gizli derneklerin ana karargahı olan bu şirket, İngiliz derin devletinin 19. yüzyıldan itibaren dünyaya hakimiyetinin temel adımını oluşturmaktadır.


Yüklə 1,95 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin