Sonuç
Kur'ân ayetleri ve Hz. Peygamber'in sünneti, açık bir şekilde şu gerçeği gözler önüne sermektedir: Ashap ve Hz. Peygamber ile birlikte olma şerefine nail olan kimselerin tümü, aynı derecede ve aynı seviyede değillerdi. Onların bir kısmı yaptıkları değerli hizmetlerle, İslâm fidanının kök salıp dal-budak atmasına katkıda bulunan temiz, takvalı ve şerefli insanlar iken, diğer bir kısımı, daha ilk baştan ikiyüzlülük yapan hasta kalpli ve günahkâr kimselerdi. [1]
Böylece Şia'nın, Hz. Peygamber'in ashabı hakkındaki görüşünün, Allah'ın Kitabı ve Peygamber'in sünnetinden kaynaklanan bir görüş olduğu ortaya çıkmaktadır.
[1]- Daha fazla bilgi için Kur'ân-ı Kerim'in Münafıkûn Suresi'ne müracaat ediniz.
Soru: 26- ŞİA'DAN MAKSAT NEDİR?
Cevap: "Şia", Arapça'da "takipçi" anlamındadır. Nitekim Kur'ân-ı Mecid, "Nuh'un takipçilerinden biri de, İbrahim'dir." [1] buyururken bu kelimeyi kullanmıştır. Ama Müslümanların terminolojisinde Şia, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) vefatından önce kendi vasisini ve Müslümanların halifesini çeşitli münasebetlerde, ezcümle "Gadir" günü diye meşhur olan Hicrî onuncu yılın zilhicce ayının on sekizinci gününde büyük bir topluluk arasında belirlediğine ve onu kendisinden sonraki dinî, ilmî ve siyasî makam olarak tayin ettiğine inanan grup için kullanılmaktadır.
Bilindiği üzere Hz. Peygamber'den sonra muhacirler ve ensar iki guruba ayrıldılar:
1- Bir grup Allah Resulü'nün (s.a.a) hilâfet konusunu görmezlikten gelmediğine, kendi halifesini tayin ettiğine ve bu halifenin aynı zamanda kendisine ilk iman eden Ali b. Ebî Talip olduğuna inanıyordu.
Muhacirler ve ensarın bir bölümünden oluşan ve başlarında Haşimoğulları'nın bütün şahsiyetleri ile Sel-man, Ebuzer, Mikdad, Habbab b. Erett gibi büyük sahabîler gelen bu grup, sonuna kadar bu inanç üzere baki kaldılar ve "Ali'nin Şia'sı" olarak adlandırıldılar.
Elbette bu adı, Hz. Peygamber henüz hayattayken Müminlerin Emiri Ali'nin takipçileri hakkında kullanmıştır. Hz. Peygamber (s.a.a) Ali b. Ebî Talib'i göstererek şöyle buyurmuştur:
"Canım elinde olan Allah'a andolsun ki, kıyamet günü kurtuluşa erecek olanlar, bu ve Şiasıdır."[2]
Buna göre Şia, İslâm'ın ilk yıllarında velâyet ve imamet makamının ilâhî bir tayin ile gerçekleşeceğine inandığı için bu isimle meşhur olan bir grup Müslümana verilen addır. Bu grup, günümüze kadar da Peygamber'in Ehlibeyti'nin velâyet ve vasiyetine inanmakta ve onların çizgisini takip etmektedir.
Böylece Şia'nın gerçek makam ve mevkii ortaya çıkmakta ve Şia'nın daha sonraki yıllarda meydana geldiğini söyleyen bazı cahil veya kasıtlı uydurmacıların sözlerinin temelsizliği açıklığa kavuşmaktadır. Şia tarihini daha geniş bir şeklide bilmek için, Asl'uş-Şia ve Usuluha, el-Müracaat ve A'yan'uş-Şia kitaplarına bakabilirsiniz.
2- Diğer bir grup ise, hilâfet makamının seçime dayalı bir makam olduğunu savunmuş ve bu yüzden de E-bubekir'e biat etmiştir. Bu grup daha sonraları "Ehlisünnet" adıyla tanındı.
Sonuçta İslâm ümmeti arasında temel konularda birçok müşterek noktalar olmasına rağmen Hz. Peygamber'in hilâfeti ve vesayeti konusunda faklı görüşe sahip olan iki grup ortaya çıktı. Her iki grubun ilk çekirdeğini de muhacirler ve ensar teşkil ediyordu.
[1]- Sâffât, 83
[2]- Celâluddin Suyutî, ed-Dürr'ül- Mensûr, c.6, Beyyine, 7. ayetin tefsiri
Soru: 27- EĞER ŞİA HAK İSE, O HÂLDE NEDEN AZINLIKTADIR VE DÜNYA MÜSLÜMANLARININ ÇOĞUNLUĞU ONU KABUL ETMEMİŞTİR?
Cevap: Hak ve batıl, takipçilerinin azlığı veya çokluğu ile tanınmaz. Bugün dünyada Müslümanların, İslâm'ı kabul etmeyenlere oranı, beşte bir veya altıda bir civarındadır. Uzakdoğu sakinlerinin çoğunluğunu putperest, inekperest ve tabiat ötesini (metafiziği) inkâr eden kimseler oluşturmaktadır.
Çin, bir milyardan fazla nüfusuyla, Yaratıcı'yı inkâr eden komünizmin merkezlerinden biridir. Bir milyara yakın nüfusu ile Hindistan halkının çoğunluğunu ineğe tapanlar ve putperestler teşkil etmektedir.
Görüldüğü gibi çoğunluk, asla hak olmanın nişanesi sayılamaz. Hatta Kur'ân-ı Kerim, genellikle çoğunluğu kınamakta ve bazı azınlıkları övmektedir. Bu hususta örnek olarak bazı ayetlere dikkatinizi çekmek istiyoruz:
"Onların çoğunu şükreder bulmayacaksın." [1]
"Mescid-i Haram'ın mütevvellîleri, ancak takva sahibi kimselerdir. Fakat onların çoğu bunu bilmez." [2]
"Kullarından pek azı şükredendir." [3]
Buna göre gerçekçi bir insan, asla inancının takipçilerinin azlığından endişeye kapılmamalı, çokluğuyla da böbürlenmelidir. Aksine, akıl çırağını yakmalı ve onun ışığından yararlanmalıdır.
Adamın biri, Müminlerin Emiri Hz. Ali'ye (a.s) şöyle arz etti: "Cemel Savaşı'nda senin muhaliflerin, nispî çoğunluğu teşkil ettikleri hâlde nasıl batıl olabilirler?!"
İmam (a.s) şöyle buyurdu:
"Hak ve batıl, kişilerin sayısıyla tanınmaz. Sen hakkı tanı, ehlini de tanırsın; batılı tanı, ehlini de tanırsın."
Bu nedenle, bir Müslüman'a yakışan, bilimsel ve mantıksal bir yaklaşımla bu meseleyi inceleyip, "Bilmediğin şeyin ardına düşme." [4] ayetinin ışığıyla hareket etmektir.
Ayrıca, her ne kadar Şia nüfusu Ehlisünnet'ten az olsa da, kapsamlı ve dakik bir sayım yapılacak olursa görülecek ki, dünya Müslümanlarının dörtte birini Şiîler oluşturmakta ve dünya yaşadığı bölgelerin hemen hepsinde varlıklarını sürdürmektedirler. [5]
Yine tarihin bütün dönemlerinde, Şiîler arasından meşhur bilginler, yazarlar ve eser sahipleri çıkmıştır. Hatta İslâmî bilimlerin birçoğunun kurucuları da Şiîler olmuştur. Örnek olarak; "nahiv" ilminin kurucusu Ebu'l-Esved-i Duelî, "aruz" ilminin kurucusu Halil b. Ahmed, "sarf" ilminin kurucusu Muaz b. Müslim b. Ebî Sare el-Kufî ve "belâgat" ilminin öncülerinden Ebu Abdillah Muhammed b. İmran Kâtib-i Horasanî'yi (Merzbanî) sayabiliriz. [6]
Tümünün sayılması oldukça zor olan Şia âlimlerinin sayısız telifleri ve eserleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olabilmek için "ez-Zeria İlâ Tesanif'iş-Şia" adlı değerli esere müracaat edebilirsiniz. Şia'nın büyük şahsiyetlerini tanımak için "A'yan'uş-Şia" kitabına, Şia'nın tarihçesi hakkında bilgi edinmek için de, "Tarih'uş-Şia" adlı kitaba başvurabilirsiniz.
[1]- A'râf, 17
[2]- Enfâl, 34
[3]- Sebe', 13
[4]- İsrâ, 36
[5]- Daha fazla açıklama için bk. A'yan'uş-Şia, c.1, 12. bahis, s.194
[6]- Bu konuda Seyyid Muhammed Sadr'ın Te'sis'uş-Şia adlı eserine bakınız.
Dostları ilə paylaş: |