OLUMLU VE OLUMSUZ YÖNLERİYLE SOSYAL MEDYa
Varlığı elektronik posta göndermeyle birlikte başlayan, ama önemini son zamanlarda kavradığımız bir araçtır sosyal medya. Son zamanlardaki popülerliği o kadar artmıştır ki, yediden yetmişe, neredeyse hepimizin, farklı bir versiyonunu kullandığı bir araç olmuştur. Kimimiz eski okul arkadaşlarını bulmak için Facebook kullanırken, kimimiz siyasileri takip etmek için Twitter kullanır olmuşuz. Böylesi bir popülerlik de, beraberinde tartışmalar başlatmış. İnsanlar sorar olmuşlar, sosyal medya faydalı bir şey mi değil mi, diye. Bana kalırsa, sosyal medya için faydalı veya zararlı demek doğru olmaz. Bunun için genel geçer bir kaide sunamayız. Kişiden kişiye değişir bu. İnsanlar nasıl kullanırlarsa, ona göre etkilenirler.
İyi kullanımlara örnek vermek gerekirse, hayatınızda olan güzel bir şeyi (doğum veya nişan gibi) sevenlerinizle paylaşabilirsiniz. İnsanlar size güzel temennilerini ve tebriklerini iletirler. Buna ek olarak, çeşitli etkinlikler düzenlemek veya başkalarının düzenlediklerine katılmak isteyen insanlar, sosyal medya araçlarını kullanabilirler. Özellikle Facebook bu noktada çok önemli bir araçtır. Sosyal medyanın asosyalleştirdiğini iddia edenlerin görmezden geldiği bir gerçektir aslında bu. İnsanlar, etkinliklere katılarak, daha fazla sosyalleşebilirler. Ayrıca, sosyal medya, dünyanın bir diğer köşesinde olan sevdiklerinizle iletişim kurmanıza yardımcı olur. Örnek vermek gerekirse, yurt dışına eğitime giden insanlar, okullarında tanıştıkları kişilerle hayatları boyunca bağlantı kurmaya devam edeceklerdir.
Sosyal medya, insan ilişkileri haricinde, profesyonel hayatta da kolaylıklar sunar. Kendi alanınızla ilgili yayınları (köşe yazıları, akademik yayınlar, bloglar vs.) takip etmek isterseniz, bunların neredeyse tamamını Twitter’dan takip edebilirsiniz. Her birini tek kaynaktan takip etmek daha rahat olsa gerek. Tüketiciler için de güzel imkanlar barındırır. İnsanlar kullandıkları ürünler hakkında deneyimlerini, diğer insanlarla paylaşarak, bilgi alışverişinde bulunabilirler. Markalar da kullanabilirler sosyal medyayı. Reklamları, TV’lerden veya dergilerden yapmak yerine, sosyal medyadan yapmak daha etkilidir. Örnek vermek gerekirse, İstanbul’da olan bir kahve mekanı, Facebook’da “coffee” sayfasını beğenen ve İstanbul’da yaşayan insanlara reklamını gönderebilir. Hem reklam, ürünle ilgilenen insanlara görünür, hem de daha ucuza mal olur.
Buraya kadar bahsedilen şeyler, sosyal medya araçlarını iyi kullanarak elde edebileceğimiz faydalarıydı. Bir de kötü kullanımlar sonucu oluşabilecek zararları var. Sosyal medya araçları dediğimizde, insanların kendilerini yansıttıkları, fikirlerini sundukları mecralardan bahsediyoruz. Bu, iletişim açısından güzel aslında. Ama abartıldığı durumlarda sıkıntılar olabiliyor. Sürekli kendinden bahsetmek, narsist eğilimlere sebep olabiliyor mesela. Sosyal medya araçlarının sürekli kontrol edilmesi dikkat dağınıklığına ve iş/okul hayatında başarısızlıklara yol açabiliyor. İnsanlar kendilerinden bir şeyler paylaştıklarında, beğenilme arzusu ile bunu yaptıkları için, bu beklenti karşılıksız kaldığında mutsuz olabiliyorlar. Ek olarak, belki de en önemli sorunlardan bir tanesi, insanlar kendilerini diğer insanlarla karşılaştırıyor. Halbuki kullanıcılar, sosyal medyada sadece mutlu oldukları zamanlara ait şeyleri paylaşırlar. Her zaman mutlularmış gibi görünürler bu yüzden. Bu da insanlar arasında kıskançlığın yayılmasına sebep olur. Bu saydıklarım, kötü kullanım sonucu oluşabilecek zararların sadece bir kısmı. Daha bir çok zarar mevcut aslında. Ama bu kadarından bahsetmek yeterli olur.
Fark etmiş olabileceğiniz üzere, bahsedilen faydalar ve zararlar, kullanıcı kaynaklı şeyler. Bu sebepten, sosyal medya faydalı mıdır zararlı mıdır tartışması yapmayı mantıklı bulmuyorum. “Sosyal medyayı daha yararlı nasıl kullanabiliriz?” sorusuna cevap aranması gerektiğini düşünüyorum.
Sosyal Medyanın Olumsuz Etkileri;
1-) Yüz yüze iletişimi azaltıp yalnızlığa yöneltmektedir.
2-) Yoğun yalnızlık sonucu insanlarla normal hayatta iletişim kurulamayıp ancak sosyal medya aracılığıyla konuşabilen insanların oluşumuna sebep oluyor.
3-) İnsanların özel hayatını sürekli incelemeye ve dedikoduya teşvik etmektedir.
4-) Güvenilmez ve sonu kötü şekilde biten (cinayet, tecavüz, uyuşturucu bağımlılığı vb.) her türlü arkadaşlık ilk olarak sosyal medyada başlıyor.
5-) İnsanlar sosyal medyada gerçek kimliklerinden oldukça uzaklaşıyor kendilerini başka biri olarak görüyorlar.
6-) İnsanların paylaşımlarının beğenilme sayısına oranla kendilerini iyi hissetme oranı yükseliyor. Buna bağlı olarak narsisizm gözleniyor.
7-) Bağımlılık haline gelip ulaşılamadığında depresyonlara sebep oluyor.
8-) Söylenti, yalan haber ve şirket bilgileri vb. insanları huzursuzluk ve kaosa sürükleyen her türlü faaliyet ilk olarak sosyal medyada başlıyor.
Sosyal Medyanın Olumlu Etkileri;
1-) Bağımlı hale gelinmediği sürece arkadaşlık bağlarını güçlendirmek ve haberlerin yayılmasını sağlamak için oldukça etkilidir.
2-) Kurumsal tanıtımlar ve reklam çalışmaları için iyi bir pazar görevi görmektedir.
3-) Doktorlar ve hasta yakınları hastalarının sosyal medya paylaşımlarını takip ederek durumları hakkında bilgi sahibi olabiliyorlar. Özellikle gençlerin yönelimlerinin ve düşüncelerinin takip edilmesinde etkili olmaktadır.
4-) Sosyal medyadaki gruplar takip edilerek bu gruplarda bulunan kişilerin birbirleriyle nasıl ilişkiler içinde oldukları belirlenebiliyor.
5-) Kan ihtiyacı, yardım kampanyaları gibi çağrılar sosyal medya aracılığıyla çok hızlı ve kolay yayılabiliyor. Hatta intihar gibi durumlar bile sosyal medya hesapları yakından takip edilerek önceden engellenebiliyor.
California Üniversitesi’nde yapılmış bir araştırmaya göre sosyal medyanın aşırı kullanımı aşağıda belirtilen ruhsal problemlerin sebebi olabilirmiş.
-
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu
-
Depresyon (Çökkünlük)
-
Obsesif-kompulsif bozukluk (Takıntılı düşünce, fikir ve dürtüler ile yineleyici davranışlar ve zihinsel eylemler)
-
Narsistik kişilik bozukluğu (Kendini mükemmel görmek, başkalarını düşünmemek, başkaları tarafından yargılanmaya aşırı hassasiyet göstermek)
-
Hipokondriazis (Hastalık hastalığı)
-
Şizoaffektif ve Şizotipal Bozukluklar (Duygu durum bozukluğu, düşünsel ya da algısal çarpıklıklar, olağandışı davranışlar, sosyal izolasyon)
-
Vücut dismorfik bozukluğu (Kişinin vücudundaki görünümle ilgili hayali bir kusur ile uğraşıp durması)
-
Röntgencilik (Gizlilik gerektiren davranışlar sırasında kişileri gizlice gözetleyerek uyarılmayı amaçlayan cinsel sapma)
-
Bağımlılık (Bir nesneye duyulan önlenemez istek)
Teknolojinin gelişmesi ile birlikte, insanların hayata bakış açısı da değişiyor. Özellikle internet kullanımı, bilgiye kolay yoldan erişim şansı, insanların hayatlarını geliştirmekle birlikte bir o kadar da köreltiyor. Tek bir tuşla yapılan alışverişler, ödenen faturalar, verilen yemek siparişleri… İsteklerimiz, hayatımızın hep bir ‘tık’ önünde.
Tüm bu gelişmelerin ve kolaylaştırıcı etkilerin artışıyla, insan ilişkileri ciddi yaralar almakta. Özellikle günümüzün yaygın olarak kullanılan sosyal paylaşım siteleri sayesinde insanlar sosyalleştiğini düşünürken, aslında asosyalliğe doğru adım atıyorlar, farkında değiller. Gittikleri yerlerden, yanında bulunan kişilere, yedikleri yemeklerden, yaptıkları işlere kadar bir çok şeyi insanlarla paylaşma iç güdüsüyle hareket etmeye başladılar. İstemsiz bir şekilde, güncelledikleri durumların ‘beğen’ilme arzusuyla yanıp tutuştular. Yapılan araştırmalar da gösteriyor ki; sosyal paylaşım siteleri aslında insanların psikolojisini olumsuz yönde etkiliyor. En iyi bildiğimiz bağımlılık yapan maddelerin başında gelen; sigara, alkol ve uyuşturucu maddelerinin arasına, sosyal paylaşım sitelerine bağımlılık maddesi de ekleniyor haliyle. Yine yapılan araştırmaların sonucunda, internetten uzaklaştırılan insanların, tıpkı alkol, sigara ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapan maddeleri bıraktıklarında vücutlarında meydana gelen tepkileri gösterdikleri gözlemliyorlar. Agresiflik, depresiflik, insanlarla iletişim kuramama vs.
Sosyalleştiğimizi düşünürken, aslında asosyalleşiyoruz. Dikdörtgen ekranın karşısında, oturduğumuz o koltuklarımızda rahatımızı düşünürken, bünyemiz bundan fazlasıyla olumsuz etkileniyor, ama farkedemiyoruz. İnsanlarla iletişimimiz sadece yazıdan ibaret olmaya başlıyor. Konuşma adına gösterdiğimiz çaba, devede kulak kalıyor. İnsanlar yüzyüze konuşmaya hasret kalıyoruz. Ve ne vakit insanlarla karşı karşıya gelsek, konuşamamaktan yakınıyoruz Çünkü hayatlarımız sadece internetten, sosyal ağlardan ibaretleşiyor. Önce hâl hatır faslıyla başlayıp ardından bir iki çeşit farklı konulardan bahseder olsak da, konular yine dönüp dolaşıp, aynı noktaya geliyor. Karşımızdakinin sosyal paylaşım sitelerindeki aktivitelerinden, gittiği yerlerden, yazdığı sözlerden paylaştığı videolara kadar didik didik konuşuluyor. Bu da yetmezmiş gibi, sanal dedikodular da birbirini takip ediyor. Beğendiği, hoşlandığı kişiyi gösterip, yazdıklarından ve yaptıklarından açıyorlar sohbetleri. Kısaca sohbetler bozuluyor, muhabbetler koyulaşmak yerine, açıklaşıyor, sıradanlaşıyor.
İnsanlar sosyalleşmekten uzaklaştıkça, uzaklaşıyor, ama kimse farketmiyor. Herkes birbirini uyarıyor ama dönüp de aynaya bakmıyor. Herkes dünyayı, sanal alemden kurtarıyor gerçek dünyadan koptukça kopuyor. Canı bile yansa, acısını önce sanal alemde paylaşıyor. Duygular köreliyor, duygular can çekişiyor.
Facebook
Sosyal medya araçlarının aile kurumu üzerindeki olumsuz etkileri, son zamanlarda giderek gündeme gelen bir tartışma konusu. Tartışmanın başlangıç noktası, boşanma davalarında Facebook kelimesinin söz konusu dava dilekçelerinde sıkça söz edilmesinden başlıyor.
İngiliz Dailymail‘in bu konuyla ilgili yaptığı araştırma nitelikli haber çok şaşırtıcı sonuçlara sahip. İngiltere’de 2011 yılında, boşanma gerekçesi olarak en fazla öne sürülen 3. Neden Facebook yolu ile aldatma.
Rakamsal olarak ifade etmek gerekirse, İngiltere’de ki boşanma davalarının yaklaşık %30′unun nedeni Facebook içerikli. Söz konusu mahkeme sürecinde, evli olan erkek veya kadının, daha önce tanıdığı veya hiç tanımadığı birinin arkadaşlık isteğini kabul etmesiyle başlayıp, gizli yazışmalar ve fiziksel olarak buluşma şeklinde devam etmesi boşanma nedeni için yeterli ve kabul edilebilir bulunuyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ise Facebook nedeniyle boşanma oranı %20′ler civarında. Türkiye’de ise, durum rakamsal olarak henüz net olarak belirlenmemiş olsa da, bu rakamın A.B.D. ve İngiltere‘deki oranlara benzer, belki de daha fazla olduğu düşünülüyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’in, boşanma nedenleri arasına “Sosyal Medya” seçeneğini eklemesi durumunda, resmi mercilerce bu konuda ülkemizin ne durumda olduğunu önümüzdeki yıllarda görebileceğiz.
Facebook’un ilk yıllarındaki sade bir sosyal medya aracı konumundan, görsel nitelikli bir Arkadaş Bulma Ağı’na dönüşmesi, şüphesiz ki boşanma davalarına varan aldatmaları veya aldatma girişimlerini beraberinde getirdi.
Sosyoloji uzmanları bu konuyla ilgili genel olarak, “boşanmaya neden olan Facebook değil, insan” tezini savunuyor. Bu teze karşın, “görsel açıdan çok fazla etken olması, meslek bilgisi, şehir ve diğer iletişim bilgilerinin” rahatlıkla paylaşılmasının bu tarz sorunları tetiklediğini düşünenler de mevcut. Örneğin, Twitter‘ın bu konuyla ilgili gündeme gelmemesinin temel nedeni, görsel öğelerin Facebook’ta ki kadar fazla olmaması bu tezi destekler nitelikte.
Genel olarak, duygusal ilişkilerde gerçek karakterlerinin ortaya çıkması açısından, bu duruma olumlu taraftan bakanların sayısı hiç de az değil. Ancak, görsel yönü yüksek olan Facebook’un; bireysel popülarite kurma, beğenilme arzusu amacıyla alakalı alakasız onlarca resim paylaşma, gündelik ve özel hayata ilişkin gizli hiçbir şey bırakmama, gibi kullanım biçimleri sonucunda uzun vadede “arkadaş bulma sitesi” haline dönüşmesi pek de sürpriz olmayacaktır.
SOSYAL MEDYA VE ÇOCUK
Sosyal medyanın çocuklarımız üzerindeki yakın tehdidi, fiziksel gelişimlerine engel olmak ve ironik bir biçimde sosyalleşememelerine yol açmak olarak özetlenebilir.
Koca bir günü elinde ipad, iphone veya dizinde notebookta facebook, twitter açık olarak internette geçiren çocuğumuzun, bizim çocukluğumuzda karşılaşmadığımız yepyeni sorunlarla kendi küçük odasında yüzleşmesi hepimizi kaygılandırmakta ve önlemler almaya itmektedir. Oysa çocukların bedensel ve ruhsal gelişimlerinde spor, oyun ve arkadaşlığın önemi tartışılamaz.
Ebeveynler olarak, çocuğumuzun eğitiminde dahi artık belli bir pay sahibi olan internet ile sosyalleşmesinin bir parçası olan sosyal medyayı yasaklayarak sorunlarımıza çözüm getiremeyeceğimizi kabullenerek, bu ilişkiyi doğru bir biçimde kurgulamanın, çocuğumuz ve toplumumuz için sağlıklı bir iletişim kurmanın yollarını öğrenmemiz gerekmektedir.
-
Öncelikle çocuğumuzla sevgi ve güvene dayalı bir ilişki kurmalıyız, çocuğumuza zaman ayırmalıyız ve iletişimimizi hiçbir biçimde koparmamalıyız.
-
Çocuklarımızın dünyasında inkar edilemeyecek bir yere sahip olan sosyal medyayı onunla birlikte keşfedip o dünyanın çocuğumuz gibi bir parçası olmaya çalışmalıyız. Böylece o dünyayı çocuğumuzun bizimle paylaşmasına imkan sağlamış oluruz.
-
İnternet sağlayıcılarının sunduğu filtre hizmetlerinden yararlanmalıyız.
-
Tanımadığı kişilerle internet üzerinden görüşmesinin sakıncalarını çocuğumuza anlatmalıyız.
-
Sağlığını koruyabilmesi için elektronik cihazların kullanım koşulları ve sınırlamaları hakkında çocuğumuzu bilgilendirmeliyiz. (Görme, işitme sorunları, duruş ve iskelet sorunları, radyasyon riski, daha az hareketten kaynaklanan fiziksel problemler v.b.)
-
Sağlıklı bir şekilde fiziksel ve ruhsal gelişimini tamamlayabilmesi için interneti dengeli bir biçimde kullanması gerektiğini çocuğumuza açıklamalıyız ve çocuğumuzu kültürel aktivitelerle, yaşına ve gelişimine uygun aile etkinlikleriyle, aile içi sohbet saatleri ya da beraber oynanan oyunlarla desteklemeliyiz.
-
Evimizde ortak alanda bulunan bir bilgisayar üzerinden internet erişimini sağlayarak istenmedik durumların önüne geçebiliriz ve çocuğumuza paylaşmanın güzelliğini öğretebiliriz.
Sosyal medyanın aşkın dünyasının, hepimizi istisnasız kuşatıp teslim alacağını biliyoruz. Artık tek yapabileceğimiz onun temiz parlak ve geniş caddelerinde olduğu gibi, kirli karanlık ve tehlikeli arka sokaklarında da çocuklarımızın güvenle dolaşabilmesi, kendisini tanıyabilmesi ve kendini oluşturabilmesi için dikkat etmemiz gerekenleri ertelememek.
Çocukların Değişen İlgileri ve Kaybolan ‘Çocukluk’ Televizyon ve şimdilerde internet, çocukların ilgilerinde belirgin değişimler yaratmıştır. Ancak en önemlisi, çocukların kimi zaman kendi istekleri ile kimi zaman da yetişkinlerin izleme tercihleri nedeniyle karşı karşıya kaldıkları çeşitli medya içerikleri, çocukları yetişkinlerin başa çıkmada zorlandıkları bir kaygı dünyasına taşımaktadır. Bu anlamda etkileri, çocuklarda kültürel kırılma ve ilgilerde kaymanın ötesine uzanmaktadır. Zira insanlar, genellikle televizyonda normal olanın gösterildiğine inanmakta ve buna bağlı olarak televizyonda gördüklerinden oldukça etkilenmektedirler Televizyon aracılığıyla, sürekli tekrarlarla sunulan ve genellikle kaygı uyandıran haber içeriklerine ve görüntülere kolektif olarak maruz kalınmaktadır. Bunların çocuk psikolojisi üzerindeki etkisinin yetişkinlere kıyasla nitelik açıdan katlandığını düşünmek yanlış olmayacaktır. Televizyon aracılığı ile çocukların, yetişkin dünyasına ait parasal, toplumsal ve cinsel ilişkilere, kavga, çatışma ve şiddet olaylarına, hastalık ve ölümle ilgili ‘sırlar’a maruz kaldığına, bunun ise çocukluğun yok oluşu anlamına geldiğine işaret eder. Yine Postman’a göre, bebekliğin tersine çocukluk biyolojik değil, toplumsal bir inşadır ve bu sosyal gerçekliğe sahip çıkarak çocukların mutluluğunu gözetmek, sağlıklı bir toplum görüşünü savunmak demektir. Öte yandan televizyon haberlerinde ve dizilerde tanık olduğumuz olaylar ve kavramlar, çocuk dünyasına girmesi uygun görülmeyen yetişkin ilişkilerini aksettirmektedir. Çocukluğun yitirilmesinde televizyon tek başına bir aktör değildir. Tüketim toplumu içinde çocukluk ile yetişkinlik arasındaki ayırıcı çizgi hızla aşınmakta ve çocukluğun kendisi de hızla tükenmektedir. Ayrıca birbirine benzeme, marka tutkusunun yaygınlaşması, çocuk oyunlarının giderek yitmesi, sürekli can sıkıntısı halinin kalıcılaşması, çocukluğun tüketim kültürü içinde yeniden biçimlenmesinin, yitirilişinin işaretleri olarak alınabilir (Akçalı, 2003). Fakat diğer mecralar gibi televizyonun da ayakta kalması tüketim kültürünü başarıyla üretmesine bağlı olduğundan televizyonun kamu hizmeti amacı son derece silikleşmektedir. Özel televizyon kanallarının ticari kaygıları, kamu hizmeti anlayışı geliştirmelerini ciddi anlamda baltalamaktadır. Oysaki özellikle küçük yaştaki çocukların korunması amacıyla, onların kendilerine uygun programlarla karşılaşması, TV’de çocuk ve gençler için hazırlanan programların niteliğine ve yayın akışında kapladığı alana bağlıdır. Timisi’nin işaret ettiği gibi, “Türkiye’de çocuk programcılığının geleceğinin kamu hizmeti anlayışının yerleşmesiyle paralel olduğu söylenebilir. Ancak TRT’nin temsil ettiği kamu hizmet anlayışı … çoğu zaman devlet bürokrasisi ve hükümetler adına yayın yapmayla özdeş hale gelmiştir.
Kamu hizmetinin sınırları TRT gibi devletle özdeşleştirilen bir kurumsallaşmanın ötesine götürülmelidir.” Marjinal örnekler (sözgelimi, belli bir siyasetin, inancın, ideolojinin sözcülüğünü yapan ve bu amaçla reklâm dışı finansman sağlamış kanallar) dışında genelde medya, fakat özelde televizyon küresel tüketim kültürünün söylemini taşımaktadır. Bugün dünyanın pek çok ülkesinde gençler kablolu televizyon, cep telefonu, internet, dergiler, bilgisayar oyunları vs. gibi pek çok farklı medya seçeneğine kolayca ulaşabilmekte, onlara sahip olabilmektedir. Ayrıca, bu şekilde çocuk ve gençler aynı programlara, aynı karakterlere, aynı ürünlere maruz kalmaktadırlar. Gigli’nin de (2004) ifade ettiği üzere, medya dünyayı gittikçe daha küçük hale getirirken, özellikle genç kuşaklar için televizyon ve kültür kaçınılmaz olarak iç içe geçmektedir. Bu tabloda, medya–çocuk ilişkisinin incelenmesi ve bir müdahale planının oluşturulması yolundaki her çaba epistemolojik bir çeşitlilikle karşılaşacaktır. Şöyle ki, Richards’ın (2003) altını çizdiği gibi çocuk psikolojisinde klasikleşmiş ve epistemolojik temelde bütünleştirilmiş tek bir çocuk kuramı, yani çocuğa bütünleşik tek bir bakış söz konusu değildir. Farklı yaklaşımlar çoğu zaman içinde yaşadığımız dünyanın çocuk üzerindeki tehditleri konusunda eleştirel ve korumacı bir duruşta birleşseler de bunların çocuğa ve çocukluğa bakışında en az iki farklı tutumu belirginleştirdikleri yadsınamaz. Bu iki görüşten biri sağduyu tarafından da sahiplenilmiş klasik davranışçı-bilişsel modelden, diğeri özne merkezli, inşacı ve Bruner’in kuramına dayanan bilişsel-inşacı yaklaşımdan hareket etmektedir. Birinci görüş, iletişim alanında da oldukça yaygındır ve kendini ağırlıklı olarak etki araştırmalarında göstermektedir. Bu perspektiften yapılan çalışmalarda, medya etki kaynağı, çocuk ya da genç, izleyici etkilenendir. Nitekim hâlihazırda yapılan birçok çalışma medya mesajları ile çocuk ve gençlerde gözlenen davranışlar arasında ilişkiler kurmaktadır. Inter Media Surveys’in toplumsal yapıyı tehdit eden medya mesajlarını ve bu mesajların çocuk ve gençlerde ne tür davranışları desteklediğini ele alan 2002-2003 raporunda yer alan olumsuz etki ve sonuçlardan bazıları şöyledir: Eğlence medyasının, gençlerin kimlikleri ve tarzları üzerindeki etkisi; aile, okul, din ve toplum gibi geleneksel etki kaynaklarının rolünün gittikçe azalması; toplumsal ve sosyal başarılar yerine bireysel ve kişisel başarıların öneminin vurgulanması; değer yargılarını oluşturan ‘doğru’ ve ‘yanlış’ın birbirine karışması; gerçekle yükselen beklentiler arasındaki boşluğun artması; tahammülsüzlük ve apati gibi zararlı ve gerçekçi olmayan stereotiplerin vurgulanması; gençlerin düşünme ve üretme çabalarının yerini medya takibinin alması Ülkemizde yapılan çalışmalar televizyon aracılığıyla, çocukların edilgin bir şekilde popüler tüketim kültürünün hedefi haline geldiğine işaret etmektedir. çocukların televizyon izleme oranıyla, dilde yaşadığı kültürel yabancılaşma arasında doğru orantılı bir ilişki olduğunu görmüş ve bu doğrultuda yapılan değerlendirmede çocukların kitle iletişim aracı olarak televizyondan aldıkları iletileri, farkındalıktan yoksun olarak içselleştirdikleri yorumunu yapmıştır.
Çocuk, tüketim sektöründe ailenin satın alma kararlarını etkileyen en önemli faktör olarak reklâmcıların gittikçe artan bir şekilde ilgisini çeker olmuştur (Mengü ve Karadoğan, 2003). Çocuklar geçmişte yalnız kendilerine yönelik ürünlerle ilişkilendirilirken günümüzde yılda yaklaşık yirmi bin adet reklâm seyretmektedirler (Gürel, 2003). Bu anlamda geniş bir yelpazedeki ürünlerin hedef kitlesi haline gelmişlerdir. Hareket, müzik, çizgi film kahramanları, kafiyeli sloganlar ve çocuk kahramanlar kullanılarak reklâmcıların çocukların ilgisini daha fazla çekmenin yolları keşfedilmiş görünmektedirler. Televizyon çocuğun ilgisini çeken birinci mecra haline gelirken, sosyal istenirliği yüksek bir çocuk idealinin gerçek olma ihtimali de git gide azalmaktadır. Bilgisayar oyunları ve televizyon ile haşır neşir çocuk prototipi, kitap okuyan ve akranları ile oyun oynayarak sosyalleşen çocuk idealinden çok uzaktır. Buna karşın, Alver ve Gül’ün (2005) İstanbul’da yaşayan 1000 çocuk üzerinde yaptıkları araştırmanın sonuçlarına göre, çocukların televizyon izleme süreleri kitap okuma sıklığına göre daha fazladır. Tıpkı kitaplarla olan ilişkilerinde olduğu gibi çocuk oyunlarının doğasında da önemli oranda değişimler meydana gelmektedir. Gözlemler, çocuklar zamanlarını gittikçe artan bir şekilde bilgisayar oyunlarının başında geçirdiğine işaret etmektedir. Çocuk ve gençler açısından, televizyonun tahtına göz dikmiş diğer görsel iletişim aracı bilgisayardır. Özellikle internet kullanımıyla beraber bilgisayar, televizyona kıyasla kullanımının kontrolü çok daha zor, fakat etkileşimci özelliği ile televizyondan daha etkili olmaya adaydır. Kaldı ki gelecekte, internet ortamında TV izlemenin yaygınlaşması mümkün olduğunda, özellikle çoklu-medya teknolojisine aşina olan çocuk ve gençler için bu iki mecra, büyük bir olasılıkla birleşecektir. Bilgisayar, çocukların ilgi alanına giren bir dizi ürüne (örn. DVD veya VCD formatlarında video, oyun, kitap vb) nihai ulaşım ortamı iken, internet bağlantısı sayesinde bilgi erişimi, çevrimiçi oyun, haber, ırkçı propaganda, porno ağlarına kadar geniş bir yelpaze oluşturan önemli bir mecra niteliği kazanmıştır. Dolayısıyla televizyon gibi bilgisayar da kullanıma bağlı olarak olumlu katkıların veya olumsuz etkilerin kaynağıdır. Nitekim bilgisayar kullanımı konusunda ailelerin tutumları farklılaşmaktadır. Kimi ebeveyn bilgisayar ve internet kullanımını çağ ile daha uyumlu olma, daha ileri bir düzey gibi algılamakta ve çocuk ve gençleri bilgisayar kullanımı konusunda desteklemekteyken, kimine göre bilgisayar çocukları sosyal hayattan koparmaktadır ve kullanımı kontrol altında tutulmalıdır. Bir grup ise çocuğun internet kafelere gitmesine engel olmak adına, durumu gönülsüzce kabullenmiş görünmektedir. Bu gözlemler Batı’da yapılan bazı araştırmalar ile paralellik göstermektedir. Kanadalı ailelerle yapılan bir çalışmada, bu ailelerin çocuklarının interneti kullanmalarıyla ilgili olarak iyimser olduklarını, zira internetin geleceğin yöntemi olduğuna inandıklarını göstermektedir. Bu aileler çocuklarının bilgisayarda genellikle okulla ilgili ödevler, araştırmalar dolayısıyla vakit geçirdiklerine inanmaktadırlar .
Dostları ilə paylaş: |