Stendhal Kırmızı ve Siyah



Yüklə 2,11 Mb.
səhifə38/43
tarix16.08.2018
ölçüsü2,11 Mb.
#71182
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   43

Karşılık beklenmedik şekilde oldu.

«Boyun eğin, yoksa herşeyden cayarım. Titreyin, henüz feleğin çemberinden geçmemiş genç kız. Ben henüz Julien'-inizin ne biçim insan olduğunu bilmiyorum, siz de onu benden daha az biliyorsunuz. Strasbourg'a gitsin ve doğru yolda yürümeğe baksın. Size buradan on beş güne kadar isteklerimi bildirtirim.»

Bu kadar kesin bir karşılık Mathilde'i şaşkını döndürdü. Juliem'i tanımıyorum, bu söz onu hemen en tatlı varsayımlarla son bulan bir hülyaya saldı; ama bu hülyaları gerçek sanıyordu. «Julien'imin zevki salonların en bayağı küçük üniformasına sığmış değildir, babam ise onun üstünlü-

460


güne inanmıyor, işte asıl üstünlüğü buradan ileri geliyor

ya...»


«Fakat bu karakter zayıflığına boyun eğmezsem, toptan bir rezalet ihtimalini görüyorum; bir kızılca kıyamet durumumu herkesin gözünde sıfıra indirir, beni Julien'in gözünde daha az sevimli kılabilir. Kavgadan sonra... on yıllık yoksulluk; hem değeri uğruna bir koca seçmek çılgınlığı ancak en parlak servetle gülünçlükten çıkabilir. Babamdan uzak yaşarsam, bir ayağı çukurda olduğuna göreğ beni unutabilir... Norbert sevimli, becerikli bir kadınla evlenir; pin-con XIV. Louis de düşes de Bourgogne tarafından baştan çıkarılmıştı...»

Boyun eğmeğe karar verdi, ama babasının mektubunu Julien'e göndermekten sakındı; bu vahşî huy bir çılgınlığa

kapılabilirdi.

Akşam, hüsar süvarisi teğmeni olduğunu Julien'e söylediğinde delikanlının heyecanı sonsuz oldu. Bu sevinç bütün hayatının amacı ile, ve şimdi oğluna karşı duyduğu tutku ile belirtilebilir. Ad değişikliği deli deli çarpıyordu yüzüne.

«Uzun sözün kısası, diye düşünüyordu, romanım bitmiştir, bütün şeref te yalnız bana ait.» Mathilde'e bakarak : «Şu gururlu canavara kendimi sevdirebildim ya, diye ekliyordu; babası onsuz ama o da bensiz yaşayamaz.»

BÖLÜM XXXV

BİR FIRTINA

Tanrı'm, bana akıl fikir ver!

MIRABEAU.

Ruhu altüs olmuştu; kızın kendisine karşı gösterdiği candan sevgiye ansak yarı yarıya karşılık gösteriyordu. Sessiz ve üzgün duruyordu. Mathilde'in gözüne hiç bu kadar olgun, bu kadar sevilebilir görünmemişti. Kız ise bütün her-şeyi bozmağa kalkacak olan gururundaki bir alınganlıktan

çekiniyordu.

Hemen hemen her sabah, rahip Pirard'm konağa geldiğini görüyordu. Acaba Julien onun aracı ile babasının dü-

461

güncelerinden birşey çıkaramaz mıydı? Marki bile, bir kapris anında, ona yazmış olmaz mıydı? Bu kadar sonsuz bir mutluluktan sonra, Julien'in sert duruşu nasıl açıklanabilirdi? Onu sorguya çekmeğe yanaşamadı.



Cesaret edemedi! kendisi, Mathilde! Bu andan sonra, Julien'e karşı beslediği duyguda belirsizlik, beklenmediklik, hemen hemen korku yer etti. Bu kuru ruh Paris'in hayran kaldığı bu uygarlık sonsuzluğu içinde yetişmiş bir insan için mümkün olabilen herşeyi tutku ile anladı.

Ertesi sabah erken erken, Julien rahip Pirard'm evinde bulunuyordu. Araba atları komşu postadan kiralanmış, hayli yıpranmış araba ile avluya giriyordu.

Sert rahip, asık bir yüzle ona ;

— Artık böyle birşeyin zamanı değil, dedi. İşte B. de La Mole'ün size hediye ettiği yirmi bin frank para; bunları bir yılda, ama kendinizi yeterince az gülünç düşürmeğe çalışarak harcamak üzere veriyor size. (Genç bir adama verilmiş bu kadar çok bir parada, rahip, ancak bir suç işleme aracı görüyordu.)

«Marki şunları ekliyor: «B. Julien de La Vernaye bu parayı başka biçimde göstermeğe lüzum kalmadan, babasından almış olabilir. B. de La Vernaye çocukluğunu cennet eden, Verrieres'deki doğramacı B. Sorel'e bir hediye vermeği, belki akla yakın bulabilir.» Rahip: «İşin bu tarafını ben alabilirim üzerime, diye ekledi; en sonunda şu rahip de Fri-lair'le, hinoğlu hinle B. de La Mole'ü razı ettim anlaşmağa. Kredisi bizimki için besbelli pek fazla. Besançon'u çekip çeviren bu adam tarafından yüksek asaletinizin manen tanınması anlaşmanın zımnî şartlarından biri olacaktır.»

Julien artık coşkunluğunun sınırını bilemedi, rahibi kucakladı, işin içyüzünü görür gibi idi.

Rahip onu iterek :

— Geç canım! dedi; bu kibarlık gururu da ne demek oluyor?... Sorel'le oğullarına, ben kendi hesabıma, onlardan memnun kalacağım müddet, her birine ödenecek, yıllık, beş yüz franklık bir gelir verirdim.

Juliert daha şimdiden soğuk ve büyük burunlu olmuştu Teşekkür etti, ama pek belirsiz ve iler tutar yanı olmayan .sözlerle. İçinden; «Mümkün mü, diyordu, müthiş Napoleon

462


tarafından dağlarımıza sürülmüş büyük bir kişizadenin yasadışı çocuğu olmam mümkün mü?» Bu düşünce ona her dakika daha az gayrımuhtemel gibi geliyordu... «Babama karşı olan kinim bir delil olacak... Artık bir canavar değilim!...»

Bu kendi kendine yapılan konuşmadan birkaç gün son- ' ra, ordunun en gözde alaylarından biri, on beşinci hücar süvari alayı, Strabbourg silâh alanında manevrada idi. B. le şövalye de La Vernaye kendisine altı bin franga patlayan, Alsace'm en güzel atma biniyordu. Hiç bir zaman ısmama-dığı bir alayın denetlemelerine asteğmen olarak katılmadan, teğmen olmuştu (148).

Hiçbir şeyi umursamayan duruşu, sert ve hemen hemen kötü bakışları, solgun yüzü, sonsuz soğukkanlılığı daha ilk günden ününü sağladı. Aradan az zaman geçince, ince ve pek ölçülü bicili nezaketi, pek çalım satmadan kullandığı, tabanca ve silâhlara karşı olan ustalığı, kendisini yüksekten yüksekten alaya almak düşüncesini sildi. Beş altı günlük duraksayıştan sonra, alaydaki genel düşünce onun iyiliğine çevrildi. Yaşlı şakacı subaylar, bu delikanlıda, gençlik müstesna herşey var, diyorlardı.

Strasbourg'dan, Julien artık bir ayağı iyice çukurda olan, eski Verrieres papazı, B. Chelan'a yazıyordu :

«Ailemi beni zenginleştirmeğe yönelten olayları, şüphe etmiyorum, bir sevinçle öğrenmişsinizdir. Benim bir zamanlar olduğum gibi şimdi yoksul olan, bana eskiden nasıl yardım ettiyseniz gene öyle el uzatacağız yoksul zavallılara, sessiz sedasız, adımı filân vermeden, işte dağıtmanızı rica ettiğim beş yüz frank.»

Julien gurur değil de yükselme hastası idi; dikkatinin büyük bir bölümünü oldu olası dış görünüşe veriyordu. Atları, üniformaları, uşaklarının giyimleri büyük bir İngiliz kişizadesinin gururuna şeref verecek olan bir yenilikle düzenlenmişti. İltimasla ve iki gün içinde, daha yeni teğmen olmuştu ki, bütün büyük generaller gibi, pek pek, otuz yaşında başkumandan olmak için, yirmi üç yaşında teğmenden fazla şey olmak gerektiğini şimdiden hesaplıyordu. En dizginsiz tutku coşkunlukları ortasında, La Mole ko-

463

na|mdan postacı diye gelen genç bir ayak uşağı tarafından pusulasını şaşırmış oldu.



«Herşey mahfoldu, diye yazıyordu Mathilde; mümkün olduğu kadar çabuk koşunuz, herşeyi feda edeniz, kaçınız gerekirse. Gelir gelmez... sokağın... no da, küçük bahçe kapısının yanında, bir araba içinde bekleyin beni. Sizinle gelip konuşacağım sizi bahçeye alabilirim. Herşey mahvoldu ve çaresiz, korkuyorum bundan; güvenin bana, beni düşüklük içinde sağlam ve bağlı bulacaksınız. Sizi seviyorum.»

Julien, birkaç dakikada albaydan bir izin kopardı ve son hızla Strasbourg'dan ayrıldı; ama içini kemiren müthiş kaygu Metz'den öteye bu şekilde yoluna devam etmesine engel oldu. Kendini bir posta arabasına attı; hemen hemen inanılmaz bir hıklılıkla La Mole konağının bahçesinin küçük kapısı yanına, belirtilen yere vardı. Bu kapı açıldı ve o anda Mathilde, bütün insancıl saygıyı unutarak, kollarına atıldı hemen. Bereket saat henüz sabahın beşi idi ve sokakta henüz in-cin top oynuyordu.

— Herşey mahvoldu; babam, gözyaşlarımdan çekinerek, perşembe gecesi yola çıktı. Nereye? Kimse bilmiyor bunu. İşte mektubu; okuyunuz.

Ve Julien'le birlikte arabaya bindi.

«Herşeyi bağışlayabilirdim, ama zengin olduğunuzdan sizi baştan çıkarma tasarısını asla. İşte, zavallı kız, iğrenç gerçek. Size namusum üzerine söz veriyorum ki, bu adamla yapılacak bir evlenmeye dünyada razı olmıyacağım. Uzakta, Fransa sınırları dışında, ya da en iyisi Amerika'da yaşamak isterse ona on bin lira gelir sağlarım. İstemiş olduğum bilgilere karşılık olarak aldığım mektubu okuyunuz. Cüretkâr bana Bn. de Renal'e yazmamı bizzat söylemişti. Sizden bu adam hakkında tek satır bile okumam dünyada. Paris'ten ve sizden tiksiniyorum. Sizi bundan sonra baş göstermesi gereken şey hakkında ağzınızı pek sıkı tutmağa çağırıyorum. Alçak bir adamı samimî olarak bırakın, o zaman yeniden bir baba bulursunuz.»

Julien soğuk soğuk : !

— Bn. de Renal'in mektubu nerede? dedi.

— işte. Onu sana seni ancak biraz alıştırmış olduktan sonra göstermek istedim.

464

MEKTUP


«Dinin ve ahlâkın kutsal amacına borçlu kalışım beni. Bayım, nezdinizde tamamlamağa çalıştığım güç işe zorluyor; yanılmayan bir kural, pek aşırı bir rezaleti önlemem için, şu anda bana, yakınım aleyhinde konuşmamı buyuruyor. Duyduğum acı ödev duygusu ile bastırılmış olabilir. Bayım, benden hakkında bütün gerçeği sorduğunuz insanın tutumunun anlaşılmaz ve hattâ namuslu gibi görünmesi, çok ihtimal dahilinde. İnsan gerçeğin bir yanını gizlemeği ya da değiştirmeği akla yakın gibi görebilir, bunu din kadar ihtiyat ta emredir pek. Ama, öğrenmek istediğiniz bu tutum, aslında pek alçakça, hattâ söyleyemediğimden de alçakça idi. Yoksul ve açıkgöz olan bu adam, en ustaca ikiyüzlülükle, hattâ zayıf ve bahtı kara bir kadını baştan çıkarışla, kendisine bir mevki edinmeğe ve birşey olmağa çalıştı. Güç ödevimin bir kısmı da B. J... in hiçbir din duygusu olmadığına inanmak zorunda kaldığımı söylemektir. Vicdanıma danışarak söylüyorum, bir evde yükselmek için baş vurduğu yollardan birinin esas yetkisi olan kadını baştan çıkarmağa çalışmak olduğunu düşünmek zorundayım. Bir vurduymazlık havası içinde ve romandan kapma sözlerle örtülen, büyük ve biricik amacı evin efendisini ve servetini kendisine çekmeğe çalışmaktır. Arkasında felâket ve ölümsüz nedametler bırakır» v.s. v.s. v.s.

Bu alabildiğine uzun ve gözyaşları ile yarı yarıya silinmiş mektup besbelli Bn. de Renal'in elinden çıkmıştı; hattâ bu mektup her zamankinden daha da özene bezene yazılmıştı.

Mektubu okuduktan sonra, Julien :

— J3. de La Mole'ü kınamayın, dedi; hangi baba sevgili kızını böyle bir adama vermek isterdi! Elveda!

Julien arabadan aşağı atladı, sokağın başında durmuş, bulunan posta arabasına koştu. Unutulmuşcasma bıraktığı Mathilde, peşinden gitmek için birkaç adım attı; fakat dükkânlarının kapısı önünde dolaşan, kendini de tanıyan satıcıların bakışları, onu, hemen bahçeye girmeğe zorladı.

Julien Verrieres'in yolunu tutmuştu. Bu tez geçen yolda, tasarladığı gibi Mathilde'e mektup yazamadı, eli kâğıtırt üzerinde gelişigüzel çizgiler çiziyordu yalnız.

465-

Bir pazar sabahı Verrieres'e vardı. Şehrin silâhçı dükkânına girdi, silâhçı ona yeni dünyalığı üzerine tebrikler yağdırdı. Memleketin ağzındaydı bu.



Julien bir çift tabanca istediğini adama anlatmakta akla karayı çekti. Silâhçı isteği üzerine tabancaları doldurdu.

Üç vuruş çalıyordu; Fransa köylerinde pek bilinen ve sabahın çeşitli seslerinden sonra, törenin hemen başlayışını bildiren bir işarettir bu.

Julien yeni Verrieres kilisesine girdi. Yapının bütün yüksek pencereleri koyu kırmızı perdelerle örtülmüştü. Julien Bn. de Renal'in sırasının birkaç adım gerisinde durdu. Kadın kendinden geçercesine dua ediyor gibi geldi ona. Kendisini ölesiye seven bu kadının duruşu Julien'in elini öyle bir titretiş titretti ki, ilkin tasarısını yerine getiremedi. İçinden: «Yapamam, diyordu; maddeten, yapamam bunu.»

O anda, törende iş gören genç rahip dua için çıngırak çaldı. Bn. de Renal bir anda şalının kıvrımları ile hemen tamamen gizlenmiş olan başını öne eğdi. Julien artık onu hep o kadar iyi göremiyordu; üzerine bir el ateş etti ama olmadı; bir ikinci el ateş etti, kadın yere yuvarlandı.

BÖLÜM XXXVI ACIKLI AYRINTILAR

Benden yana zaaf beklemeyin hiç» öcümü aldım, ölümü hak ettim ve geldim işte. Ruhum için dua edin.

SCHILLER.

Julien öylece kaldı, artık görmüyordu. Azıcık kendine gelince, bütün dini bütünlerin kiliseden kaçtıklarını gördü; papaz mihrabı terketmişti. Julien oldukça ağır bir adımla bağıra bağıra kaçan birkaç kadının ardından yürümeğe başladı, ötekilerden daha tez kaçmak isteyen bir kadm, bizimkini şiddetle itti, yere yuvarlandı. Ayaklan milletin devirmiş olduğu bir iskemleye takıldı; yeniden doğrulurken, yakayı ele verdiğini anladı; kendisini durduran cafcaflı giyin-

F: 3»

466


miş bir jandarma idi. Julien hemen küçük tabancalarına saldırmak istedi, ama bir ikinci jandarma kollarını kıskıvrak tutuyordu.

Cezaevine götürülmüş oldu. Bir odaya aldılar, ellerine kelepçe vurdular, yalnız bıraktılar; kapı üzerine iki kere kilitlendi; bütün bunlar sanki bir göz açıp kapayışta oldu, bizimki ise vurdum duymazdı.

Aklı başına gelince yüksek sesle :

— Eyvah, herşey mahvoldu, dedi... Evet, on beş gün sonra ya kellem gider giyotinde... ya da kendimi temizlerim şuracıkta.

Düşüncesi artık daha ileri gidemiyordu; başının sanki müthiş sıkılmış olduğunu duyuyordu. Birinin kendisini tutup tutmadığını anlamak için baktı. Birkaç dakika sonra, deliksiz uykuya daldı.

Bn. de Renal ölesiye yaralanmamıştı. İlk kurşun şapkasını delmişti; döndüğü sıra, ikinci kurşun inmişti. Kurşun kadının omuzuna gelmiş, ama garip şey, omuz kemiğinden sekmiş, koca bir taş parçasını kopardığı bir gotik sütuna çarparak, durmuştu artık.

Ağırbaşlı cerrah, uzun ve acı verici bir parsumandan sonra, Bn. de Renal'e: «Kendiminkinden ne kadar eminsem sizin hayatınızdan da o kadar eminim» dediğinde, kadın müthiş, üzülmüş oldu.

Nice zamandır, ölümü içten içe arzu ediyordu. Şimdiki günah çıkarıcısının zoru ile kaleme alınan, B. de La Mole'e yazmış olduğu mektup, pek sürekli bir acı ile bu bitkin duruma gelmiş insana vurmuştu son darbeyi. Bu acı Julien'-in yokluğu idi; ama kendisi, kendisi bu yokluğa, vicdan azabı adını veriyordu. Dijon'dan yeni gelme, erdemli ve çalışkan genç papaz, başpapaz, bu işte yanılmıyordu.

Bn. de Renal: «İşte böyle ölmek, ama kendimi kendi elimle öldürmeden ölmek, bu hiç te bir günah değil, diye düşünüyordu, ölümüme susadığım için Tanrı bağışlar beni belki de.» Şunu demeğe dili varmıyordu: «Ve Julien'in elinden ölümü içmek, mutlulukların en yücesidir.»

Cerrahın ve akın akın koşup gelmiş bütün dostlarının varlığından yakasını kurtarır kurtarmaz, oda hizmetçisi kadını, Ellisa'yı çağırttı.

467

Yüzü al al ona :



— Gardiyan, dedi, gaddar bir adamdır. Benim için iyi birşey yaptığını sanarak, anasından emdiğini burnundan getirir besbelli ona... Bu düşünce benim için dayanılmaz şey. İçinde birkaç altın bulunan şu küçük paketi gidip sanki kendinizden veriyormuşsunuz gibi gardiyana verebilir misiniz? Dinin ona kötü davranmasına razı olmadığını söyleyiniz ona... Hele bu para bağışından söz açmamalı.

İşte anlattığımız şekilde Julien Verrieres gardiyanının insanlığını gördü; B. Appert'in varlığının kendisini bir hayli korkuttuğunu gördüğümüz, mükemmel devlet memuru, B. Nioroud idi bu gene.

Cezaevine bir yargıç geldi. Yüzü garipti. Julien onun yeğenlerinden biri için bir tütün başdağıtıcılığı istediğini biliyordu... Bu adamın görünüşü... Yakasındaki geniş kocaman bir şeritte zambak vardı. Bu aşağılık adamın görünüşü Julien'in cesaretini kırdı ve onu üzdü.

Julien ona :

— Cinayeti tasarlıyarak işledim, dedi; tabancaları falanca, falanca silâhçıdan aldım ve doldurttum. Ceza Kanu'-nunun 1342. maddesi açıktır (149), ölümü hak ediyorum, bekliyorum ölümümü.

Gardiyan az sonra para tutkusunu ortaya döken bön bir tavırla :

— Nasıl! hiç bilmiyor muydunuz! dedi. Kanun ve adalet bakımından konuşmaması gereken cerraya, Bay'm birşey koklatması pek yerinde olur. Ama ben Bay'a iyilik etmek için, evine gittim, bana olanı biteni anlattı...

Kendinden geçerek masadan kalkan Julien ona : Bu açık konuşmadan hiçbir şey anlamayan dar kafalı yargıç, suçlunun kendi ağzıyla yakalanmış olması için soruları birbirine karıştırmak istedi. Julien gülümseyerek :

— Canım görmüyor musunuz, dedi, kendimi arzu edebileceğiniz kadar suçlu gösteriyorum? Haydi, bayım beni yakalama zevkinden yoksun kalmazsınız. Beni mahkûm etmek zevkini tadacaksınız. Beni huzurunuzdan ayırın.

Julien: «Bana yapılacak güç bir iş kalıyor, diye düşündü, Bn. de La Mole'e mektup yazmalı.»

468

«öcümü aldım, diyordu ona. Ne yazık ki, adım gazetelere geçecek, bu dünyadan adı sanı belirsiz olarak yakamı kurtaramam. Size bu yüzden özür dilerim. İki aya kadar öleceğim, öcüm, sizden ayrı düşmüş olmanın acısı kadar feci oldu. Şu andan tezi yok, kendimi adınızı yazmaktan ve adınızı ağzıma olmaktan menediyorum. Benden hiç söz açmayın, oğluma bile hattâ; şerefimi kurtarmanın tek yolu susmaktır. İnsanların çoğuna göre ben uluorta bir katil olacağım... Bu tanrısal anda izin verin de gerçeği söyliyeyim; beni unutacaksınız. Size hiç kimseye hiçbir zaman açmamanızı söylediğim bu büyük felâket, sizin yaradılışınızda hayal-sever ve pek macera düşkünü olarak gördüğüm herşeyi uzun yıllar bitip tükenmiş olacaktır. Siz ortaçağ kahramanları ile yaşamak için yaratılmışsınız; şimdi o kahramanların sağlam huylarını gösterin. Olması gereken gizli ve başınızı derde sokmayacak şekilde olsun. Uydurma bir ad alır, bundan da kimseye söz açmazsınız. Size ille de bir dostun yardımı gerekirse, rahip Pirard'ı bırakıyorum miras diye size.»



«Başka hiç kimseye, hele sizin sınıfınızdan şu gibilerine birşey demeyin sakın: «Luz'lara, Caylus'lara...»

«ölümünden bir yıl sonra, B. de Croisenois ile evleniniz; bunu rica ediyorum, kocanız olarak emrediyorum bunu size. Bana hiç mektup yazmayın, karşılık vermiyeceğim. Her ne kadar, sandığıma göre, Iago kadar kötü kişi değilsem de, gene onun gibi diyorum :

Gardiyan yemeğin para konusu üzerinde durulmadan sona erdiğini görünce, sahte ve tatlı bir sesle :

— Size karşı duyduğum dostluk, dedi, beni konuşmağa zorluyor, Bay Julien; bunun her ne kadar adaletin iyiliğine karşı olduğunu söylerlerse de söylesinler, savunmanızı yapmakta işinize yarayabilir çünkü... Bay Julien, iyi çocuksunuz siz, Bn. de RenaPin daha iyice olduğunu söylersem pek memnun olursunuz.

Aklı başından giden Julien :

— Ne! ölmemiş demek! diye bağırdı.

— Yeter, demek yara öldürücü değilmiş, dedi, hayatını düşünerek anlatır mısın bana?

Gardiyan, altı ayak boyundaki dev, korktu ve kapıya doğru geriledi. Julien gerçeği öğrenmek için kötü bir yol tut-

469

tuğunu gördü, yerine oturdu ve B. Noiroud'ya bir altın lira



fırlattı.

Bu adamın anlattığı Bn de Rânal'in yarasının öldürücü olmadığını Julien'e ispat ettikçe, gözlerinin yaşlarla dolduğunu duyuyordu.

Birden ona :

— Çıkınız! diye bağırdı.

Gardiyan boyun eğdi. Kapı kapanır kapanmaz Julien: «Yüce Tanrı'm! ölmemiş demek!» diye inledi ve sıcak gözyaşları dökerek, diz çöktü.

Bu tanrısal anda, Tanrı'ya inanıyordu. Papazların ikiyüzlülüğünün ne önemi var? Tanrı düşüncesinin gerekliğinden ve yüceliğinden birşey yok ettirebilirler mi?

Julien, işlenmiş suçtan işte ancak o zaman vicdan azabı duymağa başladı. Kendisini umutsuzluktan kurtaran bir tesadüfle, ancak bu anda, Verrieres'e gitmek için Paris'ten çı-kalıberi içine düştüğü sıkıntılı ve yarı deli kızgınlık bunalımı son buluyordu.

Gözyaşlarının bereketli bir kaynağı vardı, kendisini bekleyen ölüm cezasından yana hiçbir kuşkusu yoktu.

İçinden: «Demek o yaşayacak! diyordu... Beni bağışlamak ve beni sevmek için yaşayacak...»

Ertesi sabah erkenden, gardiyan uyandırdığında, bu adam :

— Bay Julien, sağlam bir yüreğiniz olmalı, dedi. İki kere geldim de sizi uyandırmağa kıyamadım. İşte papazımız, B. Maslon'un size gönderdiği iki şişe nefis şarap.

Julien :


— Nasıl? o domuz herif hâlâ burada mı? dedi. Gardiyan sesini alçaltarak :

— Evet, Bayım, diye karşılık verdi, yalnız böyle bağıra bağıra konuşmayın, sonra başınıza iş açabilir bu.

Julien kahkaha ile güldü.

— Azizim, ben benden gittikten sonra, bana ancak siz tatlı ve insanca davranmağı elden bırakırsanız kötülük edebilirsiniz. ..

Bu sözlerden sonra Julien susarak ve gene azametli bir tavır takınarak:

— Alacağınızı bol bol almış olacaksınız, dedi.

470

Bu söz biraz para bağışı ile hemen gerçekleşmiş oldu.



B. Noiroud Bn. de Renal hakkında öğrenmiş olduğu her şeyi yeniden ama en ince ayrıntılarına dek anlatı, yalnız Bn. Elisa'nm ziyaretinden hiç söz etmedi.

Bu adam aşağının ve yeteri kadar haysiyetsizin biri idi. Julien'in aklına bir düşünce geldi. «Bu dev gibi biçimsiz herif üç dört yüz frank para alır, çünkü cezaevi hiç te işlek değil; benimle bir olup ta İsviçre'ye kaçarsa ona, on bin frank verebilirim... Zorluk onu benim samimiyetime inandırmak. «Böylesine alçak bir adamla yapılacak uzun boylu konuşmayı düşünmek Julien'e tiksinti verdi, başka şey düşündü.

Akşam, artık zaman yoktu. Gece yarısı bir posta arabası gelip onu aldı. Jandarmalardan yol arkadaşlarından pek memnun kaldı. Sabah, Besançon cezaevine geldiğinde, kendisini gotik kale burcunun üst katma yerleştirmek iyiliğinde, bulundular. XIV. yüzyıl başlangıcı mimarisi diye yargı verdi; zarafetine ve gözalıcı inceliğine ağzının suyu aktı. Derin bir avlunun tâ dibindeki iki duvar arasındaki dar bir aralıktan, muhteşem bir görünün parçası gözüküyordu.

Ertesi gün, bir sorgu oldu, bundan sonra, günlerce rahat bırakıldı. Ruhu durgundu. Yaptığı işte yalınlıktan başka hiç bir şey bulamıyordu: «öldürmek istedim, ben de öldürülmüş olmalıyım.»

Zihni uzun uzadıya bu düşünceye saplanmıştı. Yargı, milletin önüne çıkma sıkıntısı, savunma, bütün bunları hafif işler, ancak o gün geldiğinde düşünceli sıkıcı törenler diye görüyordu. Ölüm anı artık aklını gelmiyordu: «Yargıdan sonra düşünürüm.» Hayat onun için hiç öyle sıkıcı değildi, herşeyi yeni bir görüşle görüyordu. Artık tutkusu yoktu. Bn. de La Mole'ü pek az düşünüyordu. Vicdan azapları durmadan içini kemiriyor ve hele gecelerin, bu yüksek kale vurcun-da, ancak kartal sesi ile bozulan sessizliğinde, gözlerinde sık sık Bn. de Renal'in hayalini canlandırıyordu.

Onu ölesiye yaralamamış olduğundan ötürü Tanrı'ya şükrediyordu. İçinden: «Şaşılacak şey! diyordu. B. de Dole'e yazdığı mektupla benim gelecek mutluluğumu ebediyen mahvetmiş olduğunu sanıyordum, ama, bu mektubun yazıldığı tarihten bu yana daha on beş gün bile gemediği halde, o günlerde aklımı kurcalayan bunca şeyi düşünmüyorum ar-

471

tık... Vergy gibi dağsal bir memlekette yaşamak için iki üç bin lira yıllık gelir olmalı... O günler mutluymuşum... Bil-miyormuşum mutluluğumu!...



Başka anlarda, iskemlesinden sıçrayarak kalkıyordu. «Bn. de Renal'i ölesiye yaralamış arkasından müthiş atıp tutan, nişan almak için, en namuslu vatandaşı bile ipe gön-•dertecek olan şu yargıçlar... Baskılardan, bölge gazetesinin güzel söz diye adlandıracağı, kötü Fransız'calı küfürlerinden kendimi kurtarırdım...»

Birkaç gün sonra, içinden: «Şöyle böyle, beş altı hafta daha yaşayabilirim, Napoleon da yaşadı...»

Gülerek: «Zaten, hayat hoş geliyor bana; burası rahat; hiç canım sıkılmıyor» diye ekledi ve Paris'ten getirtmek istediği kitapların listesini yapmağa koyuldu.

BÖLÜM XXXVII

BİR KALE BURCU

Bir dostun mezan.

STERNE.

Koridorda büyük bir gürültü işitti; zindanına gelinen saat değildi şimdi; kartal bağırarak uçtu, kapı açıldı ve saygı değer papaz Chelan, titreye titreye ve elde baston, içeri girip kollarına atıldı.



— Ah! yüce Tanrı'm! olur şey mi, evlâdım... Canavar! demeliydim.

Ve temiz yürekli ihtiyar bir söz ekleyemedi. Julien yere düşmesin diye korktu. Adamcağızı bir iskemleye oturtmak zorunda kaldı. Zamanın eli eskiden pek gayretli olan bu adam üzerinde ağırlaşmıştı. Julien'e sadece gölgesi göründü artık.

Azıcık soluk alınca :

— Strasbourg'dan yazılan mektubunuzla, Verrieres yoksulları adına gönderilen beş yüz frangınızı, ancak evvelki gün aldım; Liveru dağına getirdiler, ben orada yeğenim Jean'm evine çekilmiştim. Dün, felâketi öğrendim... Ey Tanrı! olur şey mi?...

472

Ve ihtiyar artık ağlamıyordu, aklında düşünce diye bir-şey kalmamıştı sanki ve hemen ekledi:


Yüklə 2,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin