Sümeyra GÜlel b140211024 Roma Tarihi Dersi Ödevi Danışman: Yard. Doç. Dr. Bülent ÖZTÜrk sakarya – 2016



Yüklə 110,9 Kb.
tarix29.10.2017
ölçüsü110,9 Kb.
#20350

T.C

SAKARYA ÜNİVERSİTESİ

FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ

TARİH BÖLÜMÜ

Roma Mimarisi

Sümeyra GÜLEL

B140211024

Roma Tarihi Dersi Ödevi

Danışman: Yard. Doç. Dr. Bülent ÖZTÜRK

SAKARYA – 2016

ÖNSÖZ

Roma, 3500 yıllık tarihini sadece savaşlardan ibaret yaşamamıştır. Dünyanın sayılı medeniyetlerinden birisi olan Roma ardında birçok kalıcı izler bırakmıştır. Bende bu izlerden biri olan mimari yapıları kendime ödev olarak seçtim. Elimden geldiği kadar kendi çapımda aktarmaya çalışacağım.

İlk önce Roma mimarisi, Roma kültürünü bütün ayrıntıları ile içine alır. Roma mimarisi, Romalıların görüş ve iradesini tipik bir şekilde biçimlendirir. Romalıların geliştirdikleri mimari biçimler, modern çağa kadar, bir ölçü de İslam Mimarisinin de ana bileşenlerini teşkil etmiştir. Roma, Yunan ve Etrüsk mimarilerinin etkisi mimari nizamlarının, tapınak, mezar gibi yapı tiplerinin devamlılığını sağlamıştır.

Romalıların hafif ahşap çatı örtüsü yerine, büyük açıklıkların üzerini örten kagir tonoz ve kubbeyi tercih etmeleri, ağır taşıyıcı duvarların önemini artırmıştır. Bu nedenle sütunlar daha çok dekoratif amaçlarla kullanılmıştır. Onların taş ya da tuğlaları bağlamadan harç kullanmış olmaları büyük yapıların gelişmesini sağlamıştır.



Anadolu Roma Dönemi Tapınaklarından Örnekler

ANKARA- AUGUSTUS TAPINAĞI



Monumentum Ancyranum(Ankara Anıtı) adı, Ankara'nın Altındağ ilçesinin Ulus semtindeki Augustus ve Roma Tapınağı'nı ya da Res Gestae Divi Augusti olarak bilinen ve ilk Roma imparatoru Augustus'un yaptığı işlerin tekrar dökümünü yapan, tapınak duvarı üzerine kazınmış yazıtı kasteder. Augustus Tapınağı, Ankara Ulus'ta Hacı Bayram Câmii bitişiğindedir. MÖ 25 yılından sonra, Frigya tanrısı Men adına yapılmış olan tapınak zamanla yıkılmıştır.

Bugün kalıntıları bulunan tapınak ise son Galat hükümdarı Amintos'un oğlu kral Pilamenes tarafından Roma İmparatoru Augustusadına bir bağlılık nişanesi olmak üzere yaptırılmıştır. Bizanslılar zamanında çeşitli eklemeler yapılıp, pencereleri açılarak kilise haline getirilmiştir. Bu tapınak 1555 yılında İmparator Ferdinand'ın yolladığı Hollandalı Busbecque tarafından bulunmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra, 1930 yılında Dr. Hamit Zübeyr Koşay tarafından gerçekleştirilen kazılarda, tapınağın tüm mimari yapısı ortaya konmuştur.



EFES ARTEMİS TAPINAĞI

Dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı, antik dünyanın mermerden inşa edilmiş ilk tapınağı olup temelleri MÖ 7. yüzyıla kadar gitmektedir. TanrıçaArtemis'e ithafen Lidya kralı Croesus tarafından yaptırılan yapı, Yunan mimar Chersiphron tarafından tasarlanmış ve dönemin en büyük heykeltıraşları Pheidias, Polycleitus, Kresilas ve Phradmon tarafından yapılmış olan bronz heykellerle süslenmişti. Büyüklüğü 130 x 68 metre ve ön cephesi diğer Artemis (Ana Tanrıça) tapınakları gibi batıya dönüktü. Tapınak hem bir pazaryeri, hem de bir dini müessese olarak kullanılıyordu. Artemis Tapınağı MÖ 21 Temmuz 356'da adını ölümsüzleştirmek isteyen Herostratus adlı bir Yunan tarafından yakıldı. Aynı gece Büyük İskender doğmuştur. Büyük İskender Anadolu’yu fethettiğinde Artemis Tapınağı’nın yeniden yapılması için yardım teklif etmiş fakat reddedilmiştir. Tapınaktan günümüze sadece birkaç mermer blok kalmıştır.



Aizanoi Tapınağı



Kütahya şehir merkezine 58 kilometre uzaklıkta, Çavdarhisar ilçesinde bulunan antik bir kenttir. Öyle sanılıyor ki ismi Zeus'un kızı su perisi Erato ile Arkadya ulularından Kral Arkas'ın oğlundan gelmektedir. Aizanoi kültürel yapısıyla sanat çevreleri tarafından ikinci Efes unvanını almıştır.Kütahya bürokrasisi son yıllarda az da olsa gelişen Aizanoi tanıtımıyla umutludur. Kentte dünyanın en iyi korunmuş Zeus tapınağı, dünyanın ilk örneklerinden Stadyum-Tiyatro kompleksi, dünyanın ilk borsa yapısı vardır. Bu borsa yapısı 1970 Gediz Depreminde camiin yıkılmasıyla ortaya çıkmıştır.

Aspendos Tiyatrosu

Gerek mimari özellikleri gerekse iyi koruna gelmişliği ile Roma Devri tiyatrolarının günümüzdeki en seçkin temsilcilerinden biridir. Tanrılara ve devrin imparatorlarına adanan yapı, Roma tiyatro mimarisinin ve yapım tekniğinin son çizgilerini sergiler. Devrinin görkemli yapılarından biri olan Aspendos tiyatrosu 15-20.bin kişi alabilmekteydi, imparator Marcus Aurelius devrinde (i.S. 161-180) Theodoros'un oğlu mimar Zeno tarafından inşa edilmiştir. Girişin iki yanında Grekçe ve Latince yazıtlardan Curtius Crispinus ve Curtius Auspicatus adlı şehrin zengini iki kardeş tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Aspendos suyolu sistemi antik suyollarının günümüze dek koruna gelmiş en iyi örneklerinden biridir. Tiyatronun yaslandığı, yer yer sur duvarları ile çevrili tepenin üzerinde ise şehir merkezinin yapıları olan agora, bazilika, anıtsal çeşme, meclis binası ile anıtsal tak, cadde ve Hellenistik tapınak, görülmesi gerekli kalıntılardır.

Aspendos Bizans ve Selçuklu dönemlerinde varlığını sürdüren şehirlerden biridir. Ünlü tiyatroda Selçuklu dönemi onarım izlerini özellikle dış cephe ortasındaki anıtsal kapı eklentisinde ve cephesindeki koyu kırmızı zigzag desenli sıva kaplamada görmek mümkündür. Selçuklu sultanlarının konakladıkları, kervansaray olarak düzenlendiği düşünülen sahne binasının günümüze dek sağlam kalabilmesinin en önemli nedeni de bu Selçuklu onarım ve korumacılığına bağlanır. 

AYASOFYA



Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul'un tarihi yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilmiş bazilika planlı bir patrik katedrali olup, 1453 yılında İstanbul'un Osmanlılar tarafından alınmasından sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüştür. 1935 yılından beri ise müze olarak hizmet vermektedir.[3][4] Ayasofya, mimari bakımdan, bazili kaplanı ile merkezî planı birleştiren, kubbeli bazilika tipinde bir yapı olup kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak ele alınır.

Ayasofya adındaki "aya" sözcüğü "kutsal, aziz", “sofya” sözcüğü ise herhangi bir kimsenin adı olmayıp, Eski Yunancada “bilgelik” anlamındaki sophos sözcüğünden gelir. Dolayısıyla “aya sofya” adı “kutsal bilgelik” ya da "ilahî bilgelik” anlamına gelmekte olup, Ortodoksluk mezhebinde Tanrı'nın üç niteliğinden biri sayılır. 6. yüzyılın ünlü mimarlarındanMiletli İsidoros ve Trallesli Anthemius'un yönettiği Ayasofya’nın inşaatında yaklaşık 10.000 işçinin çalıştığı ve Jüstinyen'in bu iş için büyük bir servet harcadığı belirtilir. Bu çok eski binanın bir özelliği yapımında kullanılan bazı sütun, kapı ve taşların binadan daha eski yapı ve tapınaklardan getirilmiş olmasıdır.

Bizans döneminde Ayasofya büyük bir “kutsal emanetler” zenginliğine sahipti. Bu emanetlerden biri de 15 metre yüksekliğindeki gümüş İkonostasisti Konstantinopolis Patriği'nin patrik kilisesi ve Ortodoks Kilisesi’nin bin yıl boyunca merkezi olan Ayasofya, 1054 yılında Patrik I. Mikhail Kiroularios'un Papa IX. Leo tarafından Aforozedilmesine şahitlik etmiştir. Genel olarak bu olay Schisma'nın yani Doğu ve Batı kiliselerinin ayrılmasının başlangıcı sayılır.

1453’te kilise camiye dönüştürüldükten sonra Osmanlı sultanı Fatih Sultan Mehmet’in gösterdiği hoşgörüyle mozaiklerinden insan figürleri içerenler tahrip edilmemiş (içermeyenler ise olduğu gibi bırakılmıştır), yalnızca ince bir sıvayla kaplanmış ve yüzyıllarca sıva altında kalan mozaikler bu sayede doğal ve yapay tahribattan kurtulabilmiştir. Cami, müzeye dönüştürülürken sıvaların bir kısmı çıkarılmış ve mozaikler yine gün ışığına çıkarılmıştır. Günümüzde görülen Ayasofya binası aslında aynı yere üçüncü kez inşa edilen kilise olduğundan Üçüncü Ayasofya olarak da bilinir. İlk iki kilise isyanlar sırasında yıkılmıştır. Döneminin en geniş kubbesi olan Ayasofya’nın merkezî kubbesi, Bizans döneminde birçok kez çökmüş, Mimar Sinan’ın binaya istinat duvarlarını eklemesinden itibaren hiç çökmemiştir.



İTALYA KOLEZYUM

İtalya'nın başkenti Roma'da bulunan Flavianus Amfitiyatroolarak da bilinen Kolezyum bir arenadır. Usta bir komutan olan Vespasianus tarafından MS 72yılında yapımına başlandı ve MS 80 yılında Titus döneminde tamamlandı.

 İmparatorlar burada Roma halkını eğlendirmek için ve biraz da kendi eğlenceleri için gladyatör dövüşleri düzenlerdi. Bunlardan başka pek çok halk gösterileri, taklit deniz savaşları, hayvan avcılığı, infazlar, meşhur savaşların yeniden canlandırılması, klasik mitolojiye dayanan dramalar olurdu. Kolezyum daha sonra barınma yeri, iş dükkânları, dini kışlalar, istiham, taş ocağı, Hıristiyan türbesi olarak çeşitli amaçlarla kullanıldı. Asıl adı Arena iken, sonradan, girişteki heykelin adını aldı. 7 Temmuz 2007tarihinde, Dünyanın Yeni Yedi Harikası'ndan biri seçildi.

Günümüzde depremden dolayı harap vaziyette olmasına ve taşlarının çalınmasına rağmen Kolezyum, Roma İmparatorluğu'nun uzun zamandan beri ikonik sembolü olarak görülür. Bugün modern Roma'nın en çok turist çeken yerlerinden biridir. Ayrıca Roma Katolik Kilisesi ile yakın bağlantıya sahiptir. Paskalya öncesi Cuma günü Papa amfi tiyatroda fener alayı düzenler. Kolezyum'un resmi de İtalya'da basılan 5 sent/euro bozuk parasının arkasına basılmıştır.



ROMA FORMU

Roma Forumu, antik Roma'nın geliştiği merkez bölgesidir. Ticaret, iş, ibadet ve adaletin yönetimi burada gerçekleşmekteydi. Burası toplumsal ocağın olduğu yerdi. Kaldırım kalıntılarından anlaşılan, çevresindeki tepelerden aşınan çökeltilerin forumun seviyesini Cumhuriyet'in erken zamanlarından itibaren yükseltmeye başladığı görülmektedir. Asıl olarak bataklık bir zemin olan alan, Tarquins tarafından  kurutulmuştur. Hâlâ görülebilen en son traverten kaldırımı, Augustus'un yönetimi zamanındandır.

Roma çağında kentsel alanların nasıl kullanıldığını açık bir şekilde göstermesi nedeniyle kalıntılar ünlü olmuştur. İmparatorluğun son günlerinde, günlük işler için kullanımı bırakılıp dini bir yer olarak kalmıştır.

ROSTRA



Roma Forumu'nda yer alan Rostra, hatiplerin toplanan insanlara konuşma yaptığı Curia'nın yanında bulunan platformdur. Destekleyici dikey yerleri ve büyük tahta çivi delikleri hâlâ görülmektedir. Rostra, Sezar tarafından planlanmıştır fakat son biçimi MÖ 42'de Octavian tarafından verilmiştir. Rostra'nın yanında mütevazı dairesel tuğla yapımı bir yapı bulunmaktadır, yaklaşık iki metre yüksekliğinde ve iki metre çapındadır. Bu tüm uzak kasabalara ve şehirlere olan uzaklıkların hesaplandığı İmparatorluk Roma'sının hükmi merkezi Umbilicus Urbi'dir.

Panteon 



ilk olarak Antik Roma'nın tüm tanrıları için tapınak olarak inşa edilmiş bir yapıdır. Panteon kavramı bugün içinde meşhur kimselerin gömülü olduğu anıtlar için kullanılır. Tüm Roma yapıları içinde en iyi korunmuş olanı ve muhtemelen de dünyada döneminin en iyi korunmuş binasıdır. Tarih boyunca hep kullanılmıştır. Günümüze kalan binanın tasarımı genellikle Trajan'ın mimarı Şamlı Apollodorus'a atfedilir. 7. yüzyıldan bu yana Hıristiyan kilisesi olarak kullanılan Panteon Roma'daki en eski beton kubbeli binadır. Tepesinde daire biçiminde boşluk vardır. İlk başta içerisinde pagan tanrı heykelleri varken, kilise tarafından bu heykeller yok edilmiş, Pantheon da bir katolik kilisesi haline getirilmiştir. Bu kubbenin çapı 43 metredir. Tavanında bir açıklık vardır, yağmur girmediğine dair bir inanış olsada bu doğru değildir. Bu kadar geniş çaplı bir kubbenin betondan yapılması da o günün teknolojisiyle hala bir soru işaretidir.

Pont du Gard 

Romalılar tarafından bugünkü Fransa'nın güneyinde inşa edilmiş olan bir su kemeridir. Languedoc-Roussillon bölgesindeGard ilindedir. Yeni yapılan kazılar inşaatın 1. yüzyılın ortalarında gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Gardon nehrinin vadisi üzerinden su taşımak üzere tasarlanan Pont du Gard, Uzes yakınlarındaki pınarlardan Roma şehri Nemasus'a su taşıyan yaklaşık 50 km uzunluğundaki bir su yolunun parçasıydı. 34 cm/km'lik bir eğimi olan ve tamamında yalnızca 17 metre eğim yapan su yolu günde 20.000 m³ su taşıyordu.



VALENS SU KEMERİ

Bozdoğan Kemeri ya da bütün dünyada bilinen ve kabul gören mirascısının orijinal adı ile Valens Su kemeri, Romalılar tarafından İstanbul'da yaptırılan su kemeri. Roma İmparatoru Valens tarafından 4. yüzyılın sonlarında tamamlandı. Farklı dönemlerde Osmanlı Sultanları tarafından restore ettirilen su kemeri, şehrin önemli tarihi eserlerinden birisidir. Orta Çağ'da, kentin su ihtiyacını karşılayan su kemerlerinin en önemlilerindendir. O zaman ki adı Bizans olan şehrin su rezerv sisteminin inşası İmparator Hadrianus döneminde başladı. I. Konstantin zamanında şehrin yeniden yapılanması ve büyümesiyle birlikte hızla artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için sistemin daha da genişletilmesine gerek duyuldu.

Su kemeri, suyunu Kâğıthane ile Marmara Denizi arasında kalan tepelerin yamaçlarından alan ve Trakya’nın tepelik bölgelerinden başkente kadar uzanarak şehrin su ihtiyacını karşılayan geniş su kemeri ve kanallar sisteminin en son noktasında yer almaktadır. O zamanlar şehre gelen bu su, toplam kapasitesi 1 milyon metre küpten fazla olan üç açık ve Yerebatan Sarnıcı gibi yüzden fazla yeraltı sarnıcında depolanmaktaydı. Su kemerinin yapımı kayser I. Konstantin'ín hükmettiği 306 ve 337 yılları arasında başlatılmış, 378 yılında kayser Valens tarafından tamamlanmıştır.

382 yılında yaşanan şiddetli kuraklıktan sonra I. Theodosius tarafından Belgrad Ormanlarından şehre su taşıyan yeni bir su kemeri yaptırdı. II. Theodosius döneminde, Valens su kemerinin suyunun Zeuksippos Banyolarına ve İmparatorluk Sarayına dağıtımı sağlandı. Muhtemelen bir depremde zarar gördükten sonra, Yerebatan ve Binbir direk Sarnıçlarıyla bağlantılarını da tamamlatan Roma İmparatoru I. Justinyen tarafından restore ettirilen su kemeri son olarak ikinci bir su kemeri yaptıran II. Justin tarafından 576 yılında tamir ettirilmiştir. 626 yılındaki Avar kuşatması sırasında sur dışında kalan kısmının bir bölümü yıkılarak su iletimi kesilen su kemeri, ancak 758 yılındaki büyük kuraklık zamanında V. Konstantin tarafından yıkılan yerlerinin onartılmasıyla tekrar su iletilebildi. İmparator şehrin su rezerv sisteminin tamamını, Anadolu’dan ve Yunanistan’dan getirttiği işçiler vasıtasıyla Patrikios’a onarttırdı.

Su kemerinin diğer bakım çalışmaları II. Basileios (1019’da) ve III. Romanos döneminde gerçekleştirilmiştir. Su kemeri ile ilgilenen son Bizans İmparatoru I. Andronikos Komnenos’tur. Ne Latin İmparatorluğu döneminde ne de Palaiologus hanedanı zamanında herhangi bir bakımdan geçmeyen su kemeri, şehrin nüfusunun 40-50 binlere kadar düşmesi üzerine eski önemini yitirmiştir.

Çemberlitaş Sütunu

MS 330 yıllarında İmparator I. Konstantin onuruna, İstanbul'un yedi tepesinden biri olan ve şu anki adıyla Çemberlitaş olarak adlandırılan semtteki tepeye dikilmiş olan sütundur.Sütun her biri 3 ton ağırlığında ve 3 metre çapında olan bileziklerle birbirine bağlanmış toplam 8 adet sütun ve bir kaidenin üst üste konulmasıyla oluşturulmuştur. Bizans imparatoru Kostantin Roma'daki Apollon tapınağından söktürterek uzunluğu 57m olan bu sütunu getirterek eskiden Forum Kostantin adı verilen bir meydan olan günümüzdeki yerine diktirmiştir.

İlk yapıldığında sütunun üzerinde doğan güneşi selamlayan bir Apollon heykeli var iken 330 yılında İstanbul'a dikildiğinde İmparator Konstantin bunun yerine kendi heykelini sütunun üstüne koydurtmuştur. Daha sonra da yine Bizans imparatoru olan Julianus ve Theodosius'un heykelleri konulmuştur. Sütun, 1081 yılında yıldırım isabet etmesi nedeniyle yanmış ve hasarlanmış ve üzerindeki heykel devrilmiştir. bundan sonra I. Aleksios Komnenossütunu onartmış ve üzerine kaidesi olan bir başlık ile büyük bir haç koydurtmuştur.

İstanbul’un 1453 yılındaki fethinden sonra üzerindeki haç indirilmiş ve Çemberlitaş ilk kez 1470'li yıllardan sonraYavuz Sultan Selim döneminde yenilenmiştir. Daha sonra Osmanlı döneminde Apollon sütunu büyük bir yangın geçirmiş, sütunun mermerleri zedelendiğinden Sultan II. Mustafa (1695-1704) Sütunun altına duvarla takviye ettirmiş, demir çemberlerle sardırarak sağlamlaştırmıştır. Bu nedenle o günden sonra adı çemberlitaş olarak anılmıştır. Kesinliği ispat edilmemekle birlikte, sütun'un alt kısmında İsa peygamber'in Kudüs'te olduğu varsayılan mezarından alınarak buraya getirtilip gömülen bazı eşyanın olduğu söylenmektedir.



Galata Kulesi

Dünyanın en eski kulelerinden biri olup, Bizans İmparatoru Anastasius tarafından 528 yılında Fener Kulesi olarak inşa ettirilmiştir. 1204 yılındaki IV. Haçlı Seferi'nde geniş çapta tahrip edilen kule, daha sonra 1348 yılında "İsa Kulesi" adıyla yığma taşlar kullanılarak Cenevizliler tarafından Galata surlarına ek olarak yeniden yapılmıştır. 1348 yılında yeniden yapıldığında kentin en büyük binası olmuştur.

Galata kulesi 1445-1446 yılları arasında yükseltilmiştir. Kule Türklerin eline geçtikten sonra hemen her yüzyıl yenilenmiş ve tamir edilmiştir. 16. yüzyılda Kasımpaşa tersanelerinde çalıştırılan Hristiyan savaş esirlerinin barınağı olarak kullanılmıştır. Sultan III. Murat'ın müsaadesiyle burada müneccim Takiyüddin tarafından bir rasathane kurulmuş, ancak bu rasathane 1579'da kapatılmıştır.17. yüzyılın ilk yarısında IV. Murat döneminde Hezarfen Ahmet ÇelebiOkmeydanı'nda rüzgarları kollayıp uçuş talimleri yaptıktan sonra, tahtadan yaptırdığı kartal kanatlarını sırtına takarak 1638 yılında Galata Kulesi'nden Üsküdar-Doğancılar'a uçmuştur. 'den itibaren kule yangın gözleme kulesi olarak kullanılmıştır. Yangın, ahalinin duyabilmesi için büyük bir davul çalınarak haber verilmekteydi.  1965'te başlanıp 1967'de bitirilen son onarımla da kulenin bugünkü görünümü sağlanmıştır.

Derinliğinde bulunan çukurların altındaki kanalda birçok kafatası ve kemik bulunmuştur. Orta boşluğun bodrumu zindan olarak kullanılmıştır. Kulenin tarihinde bazı intihar olayları kayıtlara geçmiştir. 1876 tarihinde, bir Avusturyalı, nöbetçilerin dalgınlığından faydalanıp kendini kuleden aşağı atmıştır. 6 Haziran 1973 günü ise ünlü şair Ümit Yaşar Oğuzcan'ın 15 yaşındaki oğlu Vedat kuleden atlayarak intihar etmiştir. Oğuzcan bunun üzerine Galata Kulesi adlı şiiri yazmıştır. Bununla beraber Galata Kulesi konulu en uzun şiir 2009 yılında Aydın Meriç tarafından yazılmıştır, 2011 yılında Sone Yayınlarından yayımlanmıştır.



YEDİKULE ZİNDANLARI

413–439 yılları arasında II. Teodosios zamanında yaptırılan, imparatorların zafer alayları ile şehre giriş yaptığı zamanlarda kullandığı Altın Kapı’nın iki pilonu ile kara surlarına ait iki kuleye; İstanbul’un fethinin ardından üç kuleli bir surun eklenmesiyle Yedikule Hisarı bugünkü görünümünü almıştır. Bulunduğu muhite ve hisara adını veren hisarının beşgen çerçevesini dolanan kuleleri; Güney Pylon Kulesi, Kuzey Pylon Kulesi, Kitabeler Kulesi, Top Kulesi, III. Ahmet Kulesi, Hazine Kulesi ve Bayrak Kulesi’dir. 

Yedikule Hisarı ve Zindanları, fethin ilk yıllarından başlamak üzere uzunca bir dönem devlet hazinesinin muhafaza edildiği ve ganimetlerin toplandığı bir hisar olarak kullanılmış olsa da hafızalara, yerli ve yapancı pek çok mahkûmun hapsedildiği bir zindan olarak kullanılmasıyla kazınmıştır. Hisar zindan olarak kullanıldığı yıllarda dönemin pek çok ünlü ismi mahkûmiyetine tanıklık etmiştir. Bunlardan en önemlisi genç yaşta tahta çıkan Genç Osman lakaplı II. Osman olmuştur. Genç Osman yeniçeriler tarafından tahtan indirildikten sonra Yedikule Zindanları’na getirilmiş ve burada hunharca katledilmiştir. Genç Osman’dan başka Yedikule Zindanları’na hapsedilen diğer önemli isimler; Trabzon Rum İmparatoru David Kommenos ve oğulları, son Abbasi Halifesi IV. Mütevekkil ve Kırım Hanı Mehmed Giray’dır.
YEREBATAN SARNICI


İstanbul'un görkemli tarihsel yapılarından birisi de Ayasofya’nın güneybatısında bulunan Bazilika Sarnıcı’dır. Bizans imparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından yaptırılan bu büyük yeraltı sarnıcı, suyun içinden yükselen ve sayısız gibi görülen mermer sütunlar sebebiyle halk arasında “Yerebatan Sarayı” olarak isimlendirilmiştir. Sarnıcın bulunduğu yerde daha önce bir Bazilika bulunduğundan, Bazilika Sarnıcı olarak da anılır.

  Sarnıç, uzunluğu 140 metre, genişliği 70 metre olan dikdörtgen biçiminde bir alanı kaplayan, dev bir yapıdır. 52 basamaklı taş bir merdivenle inilen bu sarnıcın içerisinde her biri 9 metre yüksekliğinde 336 sütun bulunmaktadır. Sarnıcın tuğladan örülmüş 4.80 metre kalınlığındaki duvarları ve tuğla döşeli zemini, Horasan harcından kalın bir tabakayla sıvanarak su geçmez hale getirilmiştir. Toplam 9.800 m2 alanı kaplayan bu sarnıç, yaklaşık 100.000 ton su depolama kapasitesine sahiptir.

 Medusa Başı: Sarnıçtaki sütunların köşeli veya yivli biçimde olan birkaç tanesi hariç büyük bir çoğunluğu silindir biçimindedir. Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında kaide olarak kullanılan iki Medusa Başı, Roma Dönemi heykel sanatının şaheserlerindendir. Sarnıcı ziyaret eden insanların en çok ilgisini çeken Medusa başlarının hangi yapılardan alınıp buraya getirildiği bilinmemektedir. Araştırmacılar, genellikle sarnıcın inşası sırasında salt sütun kaidesi olarak kullanılması amacıyla getirildiklerini düşünmektedirler. Bu görüşe rağmen, Medusa Başı hakkında birtakım efsaneler oluşmuştur.

 

Bir efsaneye göre Medusa, Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgona’ dan biridir. Bu üç kız kardeşten yılan başlı Medusa, kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahiptir. Bir görüşe göre o dönemde büyük yapılar ve özel yerleri korumak için Gogona desim ve heykelleri kullanılırdı ve Sarnıca Medusa başının konulması da bu yüzdendir.



Başka bir rivayete göre de Medusa, siyah gözleri, uzun saçları ve güzel vücudu ile övünen bir kızdı. Medusa, Zeus’ un oğlu Perseus’u seviyordu. Bu arada Athena da Perseus’u seviyor ve Medusa’yı kıskanıyordu. Bu yüzden Athena, Medusa’nın saçlarını yılana çevirdi. Artık Medusa’nın baktığı herkes, taşa dönüşüyordu. Daha sonra Perseus, Medusa’nın başını kesti ve onun bu gücünden yararlanarak pek çok düşmanını yendi.

 

Buna dayanarak Medusa Başı, Bizans’da kılıç kabzalarına işlenmiş ve sütun kaidelerine (bakanların taş kesilmemesi için) ters olarak yerleştirilmiştir. Bir rivayete göre de Medusa, yana bakıp kendisini taşa çevirmiştir. Bu yüzden buradaki heykeli yapan heykeltıraş, ışığın yansıma açılarına göre Medusa’ yı üç ayrı konumda yapmıştır.



Bizans döneminde bu çevrede geniş bir sahayı kaplayan ve imparatorların ikamet ettiği büyük sarayın ve bölgedeki diğer sakinlerin su ihtiyacını karşılayan Yerebatan Sarnıcı, İstanbul’un Osmanlılar tarafından 1453 yılında fethinden sonra bir müddet daha kullanılmış ve padişahların oturduğu Topkapı Sarayı’nın bahçelerine buradan su verilmiştir.

Theodosius Dikilitaşı



Dikilitaş, Sultanahmet Meydanı'nın güney tarafında, Yılanlı Sütun'un yanında bulunan bir Antik Mısır dikilitaşıdır. MS 390 yılında Roma imparatoru I. Theodosius tarafından Mısır'dan getirilerek şimdiki yerine dikilmiştir. Dikilitaş ilk olarak Mısır firavunu III. Tutmosis tarafından MÖ 15. yüzyılda yaptırılmış ve Karnak tapınağının yedinci pilonunun güneyine dikilmişti. Roma imparatoru II. Constantius MS 357 yılında dikilitaşı tahtta bulunuşunun 20. yılı onuruna Nil ırmağı üzerinden İskenderiye şehrine getirtti. Daha sonra, MS 390 yılında imparator I. Theodosius dikilitaşı gemi ile İstanbul'a getirterek Hipodrom'da şimdiki yerine diktirdi.

ŞARK MEKTUPLARI kitabının sahibi Lady Montagu, 1718 tarihindeki mektupların birinde şunları yazmıştır: Bu taş, murabba şeklinde yontma taştan bir ayak üzerine mevzu dört sütun üzerinde duruyor. Taşın iki ayağında Kabartma olarak bir muharebe ve bir meclis resmi var. Diğer ikisinde ise Rumca ve Latince şunlar yazmaktadır:

Kuzeybatı cephesi

18. sülaleden Yukari ve Asagi Mısır’ın sahibi 3. Tutmosis, Tanrı Amon’a kurbanını sunduktan sonra Horus’un yardımıyla bütün denizleri ve nehirleri hükmü altına alarak hükümdarlığının otuzuncu yılı bayramında bu sütunu daha nice zamanların getireceği bayramlar için yaptırdı ve dikti.

Kuzey cephesi

Gizli ve kutsal ismin her tecellisine mazhar olan tanrı Amon’a kurbanını büyük bir acz içinde sunduktan sonra, ondan yardımlar dilenerek güneyin dostu, dinin nuru iki tacın (Aşağı ve Yukarı Mısır) sahibi, kudretli hükümdar ülkesinin sınırlarını Mezopotamya’ya kadar götürmeye azmetti.

Güneydoğu cephesi

Güneşin doğduğu sırada sahip olduğu altın renkleri dünyaya yayan Horus’un verdiği kuvveti, serveti, kuvvetli sevgi, saygıyı taşıyan ve Aşağı ve Yukarı Mısır’ın tacına sahip olan ve bizzat Güneş tarafından seçilmiş olan firavun, bu eseri babası Ra için yaptırdı.

Güney Cephesi

"Tanrı Horus’un lütfuna mazhar olan ve Güneş’in oğlu unvanını taşıyan Aşağı ve Yukarı Mısır’ın hükümdarı olan firavun, kudret ve adaletle bütün ufuklara nur saçtı. Ordusunun önüne geçti. Akdeniz’de dolaştı, bütün dünyayı mağlup etti. Sınırlarını Naharin’e kadar yaydı. Mezopotamya’ya azimle gitti, büyük savaşlar yaptı".

Dikilitaşın kaidesinde yer alan yazılarsa Doğu Roma İmparatorluğunda adet olduğu üzere Grekçe ve Latince yazılmış.

Grekçe yazı bir anlatıcı ağzından şöyle diyor



Devamlı bir suretle yerde duran bu taşı dikme cesaretini İmparator Theodosius gösterdi ve yardımına Proclus çağrıldı. Bu şekilde otuz iki günde yerine dikildi.

Latince metinse taşın ağzından yazılmış



Önceleri direnmiştim; fakat yüce efendimizin emirlerine itaat ederek, yenilen tiranlar üzerinde zafer çelengini taşımam gerekti. Her şey Theodosius ve onun kesintisiz sülalesine boyun eğiyor. Bana da galip geldiler ve reis Proclus’un idaresi altında otuz günde yükselmeye mecbur oldum.

ve çemberle çevrili alanın toprak boyu eskideki toprağın boyudur.



KIZ KULESİ



Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eser olan Kız Kulesinin geçmişi 2500 yıl öncesine dayanır. Bu eşsiz yapı, İstanbul`un tarihine eş bir tarih yaşamış ve bu kentin yaşadıklarına görgü şahitliği yapmıştır. Antik çağda başlayan geçmişiyle, Eski Yunan’dan Bizans İmparatorluğu’na, Bizans’dan Osmanlıya, tüm tarihi dönemlerde var olarak günümüze kadar gelmiştir. Bazı Avrupalı tarihçiler buraya Leander Kulesi derler. 

Kız Kulesinin Acıklı Aşk Hikayesi


Birçok efsanesi bulanan Kız Kulesinin hikayelerlerinden en etkileyicisi kavuşamayan iki aşık“Hero ve Leandros”un ölümsüz aşk hikayesidir. Bu efsanenin Çanakkale boğazının en dar geçidinde ortaya çıktığı da söylenir. Ancak günümüzde, belki de sahip olduğu romantik dokusundan olsa gerek, Kızkulesi denildiğinde en çok bilinen hikâyesidir.

Efsaneye göre zamanında Üsküdar sırtlarında Tanrıça Afrodit adına bir tapınak vardır. Hikayede adı geçen Hero, genç kızların görev yaptığı bu tapınağın rahibelerindendir. Hero, Kulede kumrulara bakmakla görevlidir. Her yıl ilkbaharda, doğanın uyanışı adına tapınak çevresinde törenler yapılır, aşkı bulamayanlar, hayal ettikleri sevgililerine kavuşabilmek için Afrodit'e yakarırlar. Boğazın karşı kıyısında oturan Leandros da bu törene katılmak için tapınağa gelir ve Hero'yla karşılaşır. İki genç ilk görüşte birbirine aşık olur. Ancak arada büyük bir engel vardır. Hero, bir rahibedir ve evlenmesi yasaktır. Oysa Leandros, ne pahasına olursa olsun Hero’ya kavuşmak istemektedir. Bir gece kıyıdan Kule’ye bakarken, Kızkulesi’nin tepesinde bir ateşin yandığını görür. Hero, elindeki meşale ile Leandros’a yol göstermektedir. Durgun denize, ayın parlak ışığı eşlik eder. İyi ve dayanıklı bir yüzücü olan Leandros, Hero’ya kavuşma hayaliyle Boğaz’ın sularına atlar. Var gücüyle yüzmeye başlar ve Kule’ye varır. İki genç, o gece aşklarını kutsarlar.

Kızkulesi o günden sonra her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder. Leandros, fırtınalı bir gecede, biricik aşkı Hero’ya kavuşmak için Boğaz’ın azgın sularına bırakır kendini. Hero da her gece olduğu gibi meşalesiyle, Leandros’a yol gösterir. Ancak Hero’nun, biricik aşkına yol gösteren meşalesi rüzgarın da etkisiyle söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros, nereye doğru yüzeceğini bilemez ve Kule’den gittikçe uzaklaşır. Yorgun ve bitkin düşen Leandros daha fazla dayanamaz ve Boğaz’ın karanlık sularında kaybolur. İçini kaplayan dayanılmaz endişe ile sabaha kadar sevgilisini bekleyen Hero, Leandros’un cansız bedenini karşı kıyıda görünce, bu acıya dayanamaz ve kendini Kızkulesi'nden Boğaz’ın sularına bırakır.

KARİYE MÜZESİ

Kariye (Chora) Kilisesi, 6. yüzyıla kadar giden bir geçmişe sahiptir. Günümüze ulaşmış hali Osmanlı döneminde ve 20. yüzyılin ikinci yarısında geçirdiği onarımların sonucudur. Daha önceleri kilise çevresinde, manastır kompleksi de ihtiva etmekteyken bu yapılar geçen zamana dayanamamışlardır.

İlk önce manastır olarak 534 yılında Justinianus döneminde Aziz Teodius tarafından yapılmıştır. 11. yüzyılda I. Aleksios’un kayınvalidesi Maria Dukaina tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. 1204-1261 yıllarındaki Latin istilasinda harap olan manastır Teodor Metokhites tarafından 14. yüzyılda onarılmıştır.

Yapının önemi, Bizans İmparatorluğu'nun imparatorluk sarayı ve devlet idare merkezininHaliç kıyısında, surlara yakın bir yerde konumlanmış olan "Blackhernai Sarayı"na taşınmasıyla artmıştır. 1296’daki büyük depremden sağ olarak çıkmıştır. Bina Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden 58 yıl kadar sonra 1511 yılında Sultan II. Bayezid sadrazamlarından olan Atik Ali Paşa tarafından camiye tevdi edilmiştir ve "Atik Ali Paşa Camii" veya "Kariye Camii" olarak anılagelmiştir. Bu dönüştürme sırasında bu eski kilisenin duvaraları üzerinde bulunan mozaik ve freskler sıva ile kaplanmıştır. Fakat cami olarak yapıya sadece köşesindeki minare ve içeride güneydoğu köşesindeki mihrap eklenmiş ve yapının orijiinalliğinin korunmasına çalışılmıştır.



Büyük Saray 



Fatih yarımadasının güney doğu ucunda kurulmuş, geniş Bizans İmparatorluğu'nun imparatorluk saray kompleksi. Bizans imparatorlarının kraliyet yerleşimi olarak 330 yılından 1081 yılına kadar hizmet etmiştir. 800 yıldan fazla imparatorluk yönetiminin merkezinde yer almıştır. Günümüze çok az kalıntısı kalmıştır.

I. Konstantin, Roma başkentini, 330 yılında Konstantinopolis'e taşıdığında, kendisi ve kendisinden sonra gelenler için bir saray planladı. Saray, Hipodrom ile Aya Sofya arasında konumlandırıldı. Saray, özellikle I. Justinianos ve Theofilos dönemlerinde birçok kez yeniden yapılmış ya da genişletilmiştir. Komnenos hanedanı tarafından Blakernai Sarayı'nın tercih edilmesi dışında, erken 13. yüzyıl'a kadar, Büyük Saray, Şehrin ana yönetim ve tören merkezi olarak hizmet etti. Dördüncü Haçlı seferi sırasında, Saray, Montferratlı Boniface'in askerleri tarafından yağmalanmıştır. Latin İmparatorluğu sırasında, Saray kullanılmaya devam edilse de, para yokluğundan tamir ettirilememiştir. Son Latin İmparatoru II. Baodouin sarayın kurşun çatısını söktürüp, satmıştır.

Daha sonra, 1261 yılında VIII. Mikhail Palaiologos, Şehri tekrar geri aldığında, Saray çok kötü durumdaydı. Palaiologus hanedanı, Saray terk edip, Blakernai Sarayı'nı kullanmışlardır. Sonuçta, Fatih Sultan Mehmed, 1453 yılında şehri feth ettiğinde, Saray terk edilmiş ve harabe hâlindeydi. Sarayın boş salon ve bölümlerini gezinirken Pers şair Firdevsî'nin aşağıdaki mısralarını okuduğu rivayet edilir.

"Sezarların Sarayına, örümcekler ağlarını örmüşler,
Efrasiyab'ın kulelerinde bir baykuş ötüyor."

Osmanlı İmparatorluğu'nun erken yıllarında, Konstantinopolis'in yeniden inşası sırasında sarayın çoğu ortadan kalkmış olmasına rağmen, 20. yüzyıl'ın başlarında Büyük Saray'ın bir kısmı gün yüzüne çıkmıştır. Ortaya çıkan bu kısımda, hapishane hücreleri, birçok büyük oda, büyük bir ihtimal türbe bulunmuştur. Günümüzde, İstanbul'da Büyük Saray'da üzerinde kazılar devam etmektedir. Toplam alanın bir çeyreği kazılmıştır. Ancak toplam alanın kazılması alanın bir kısmının Sultan Ahmet Camii ve onun etrafındaki binaların altında kalması nedeniyle mümkün değildir. Bulunan mozaiklerin çoğu Büyük Saray Mozaikleri Müzesi'nde sergilenmektedir.

ROMA HAMAMLARI

Roma hamamı, Roma İmparatorluğu'ndaki halk hamamıdırRomalılar yıkanmak istediklerine bu hamamlara gider ve temizlenirlerdi. Çoğu Roma kentinde bulunur, ve kamuya açık yıkanma ve sosyalleşme merkezi olarak işlev görürdü. Roma hamamlarında kullanılan su genellikle su kemerleri yardımıyla su kaynağından hamama taşınmıştır.

Romalılar için bu hamamlar günlük yaşamın önemli bir parçasıydı. Her gün gidilir, birkaç saat kalınırdı. Varsıl Romalılar yanlarında kendilerine hizmet etmeleri için kölelerle gelirlerdi. Getirilen köleler genellikle havlu ve içecek taşıma görevlerini üstlenirlerdi. Roma hamamlarında yıkanılmadan önce spor çalışması yapılırdı. Koşma, ağırlık kaldırma ve güreş bunlara örnek olarak verilebilir. Çalışmalardan sonra hizmetliler efendilerini yağa bularlar ve daha sonra yağı bir tahta ya da kemik yardımıyla sıyırırlardı. Bu şekilde büyük kirden arınılırdı.

Roma hamamları saray veya kalelerin de içinde bulunabilmekteydi. Romalılar bunlar için de aynı adı kullanmaktaydılar.





İngiltere'nin Bath kentinde bulunan Bath Roma Hamamları'ndan bir görünüm.
Yüklə 110,9 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin