Sun, kişi hürriyetinin bağlanmasını ifade eden genel bir terim iken modern hukukta hapsin kapsamı daha dar tutulmuş, bunun dış



Yüklə 1,18 Mb.
səhifə19/28
tarix11.09.2018
ölçüsü1,18 Mb.
#80443
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   28

Dair Kanunnâme, İstanbul 1263; Mekâtib-i As-ker'ıyye Nezâreti Mekteb-i Harbiyye'de Müs­tahdem, Ümerâ, Zâbitan ue Me'mûrîn-i Sâire-nin Defteri, İÜ Ktp., TY, nr. 8962 b; Mustafa Nu­ri Paşa. Netâyicü't-vuküât, İstanbul 1327, [V, 109; Mehmed Esad. Mir'ât-t Mekteb-i Harbiy­ye, İstanbul 1315; Lutfî. Târih, I, 196 vd.; IV, 168-169; V. 25; Vlil, 118; Cevdet, Tezâkir, IV, 4, 16, 154; Ahmed Cevad, Târîh-i Askerî-i Osmâ-nî, İÜ Ktp.. TY, nr. 4178, s. 41 vd.; Mahmud Şev­ket, Osmanlı Teşkilât ve Kıyâfet-i Askeriyyesi, İstanbul 1325,1, 2; a.e., İÜ Ktp., TY, nr. 9393, III, 6-8, 84-87, 145-146; Deutet-i Aliyye-i Os-mâniyye Salnamesi, İstanbul 1329, s. 258; Me­kâtib-i Harbiyye'den Yetiştirilecek Zâbitan Hak­kında Nizâmnâme, İstanbul 1914; Harbiye Mek­tebi Talimatı, İstanbul 1934; Türkiye Maarif Tarihi, l-ll, 54 vd., 501-508; III-1V, 915, 1383 vd.; Harb Okulu Tarihçesi 1834-1945, Ankara 1945; Ahmed Bedevi Kuran, Harbiye Mektebinde Hürriyet Mücadelesi, İstanbul 1957; Faik Reşit Unat, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara 1964, tür.yer.; Alâed-din Avcı. Türkiye'de Askeri Yüksek Okullar Tarihçesi, Ankara 1968, tür.yer.; Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978, s. 93, 185, 187-191, 227; Naci Çakın - Nafiz Orhon. Türk Silâhlı Kuvvetleri Tarihi, Ankara 1978,111/ 5, s. 363 vd.; Lewis, Modern Türkiye'nin Do­ğuşu, s. 82-84, 85, 179, 180, 194, 197, 244; Cemal Madanoğlu. Anılar, İstanbul 1982, s. 40; Nurettin Serin, Onüç Asırlık Türk Kıyafet Tari­hine Bir Bakış, Ankara 1990, s. 122-123; Yu­suf Çam. Atatürk'ün Okuduğu Dönemde As­keri Okullar: Rüştiye, İdâdî, Harbiye, 1892-1902, Ankara 199Î, tür.yer.; İsrafil Kurtcephe-Mustafa Balcıoğlu. Kara Harp Okulu Tarihi, Ankara 1992; Abdülkadir Özcan, "Tanzimat Dö­neminde Öğretmen Yetiştirme Meselesi", 150. Yılında Tanzimat, Ankara 1992, s. 461-464; Takvîm-i VekâyV, sy. 99, İstanbul 1250; sy. 107 (1251]; sy. 346 (1263); Tahsin Ünal, "Harp Okulu Tarihi", BTTD, 11/8 (1968), s. 18-21; 11/9 (1968), s. 21-25; 11/10 (1968). s. 50-53; 11/11 (1968). s. 33-41; 11/12 (1968). s. 24-27; 111/13 (1968). s. 17-21; 111/15 (19681. s. 27-30; 111/16 (19691. s. 18-21; 111/17 (1969), s. 25-28; 111/18 (19691. s. 20-22; İV/19 (19691, s. 44-47; İV/20 (19691, s. 61-63; İV/21 (1969), s. 59-62; IV/22 (1969), s. 72-75; İV/23 (1969), s. 76-77; İV/24 (1969), s. 61-63; Resmî Gazete, sy. 13.927, An­kara 15.08.1972; "Harb Akademileri", TA, XVIII, 476-477; "Harbokulu", a.e., XVIII, 478-481; D. A. Rustow, "Harbiye", El2 (Fr.l. III, 209; Tülin Çoruhlu. "Mekteb-i Harbiye", DBİsLA, V, 372-

374- m

İRİ Abdülkadîr Ozcan



L

HARBİYE NEZÂRETİ

HARBİYE NEZÂRETİ ~"

Osmanlı Devleti'nde 1908 yılında kurulan

ve günümüzde

Mîllî Savunma Bakanlığı'na

tekabül eden teşkilât.

J

1826 yılında Yeniçeri Ocağı'nm ilgasın­dan sonra kurulan Bâb-ı Seraskerî, yanm asırdan fazla bir süre barış ve savaş za­manlarında askerî işlerin görüldüğü en üst makam olmuştur. Sultan Abdülaziz zamanında seraskerliğin işleri ikiye ayrıl­dı. 1863'te ikinci defa sadrazamlığa ge­tirilen Keçecizâde Fuad Paşa'nın üzerin­de Bâb-ı Seraskerî'nin hizmetleri de bı­rakılınca bürokratik işlerin görülmesi için Harbiye Nezâreti adıyla bir daire teşkil edildi. Bu makama serasker yardımcısı olarak Müşir Hurşid Paşa getirildi ve ken­disine Harbiye nâzın denildi. Ancak bu makam, bilinen anlamıyla bir nazırlık de­ğil sadece Bâb-ı Seraskerî'ye bağlı büro­lardan biriydi ve gelişip teşkilâtlanama-mışti.



I. Meşrutiyet'in ilânından üç yıl sonra 1879'da Bâb-ı Seraskerî gerçek anlamda nezârete dönüştürüldü ve Harbiye nâzın seraskerin bütün yetki ve sorumlulukla­rını üstlendi. Ancak bu durum uzun süre­li olmadı, 1884'te tekrar eski şekline çev­rildi. II. Meşrutiyet'in ilânından bir gün önce (22 Temmuz 1908) Küçük Said Paşa'­nın sadrazamlığı döneminde yeniden ku­rulan Harbiye Nezâreti varlığını impara­torluğun sonuna kadar devam ettirmiş­tir.

Yeni kurulan bu nezâretin başına ge­tirilen ilk nazır Ömer Rüşdü Paşa'dır. Sad­razamlıktan sonra ikinci önemli makam özelliği kazanan Harbiye nazırlığına ön­celeri en kıdemli müşirler getirilirken dö­nemin siyasî ve askerî çalkantıları içinde bu uygulamadan vazgeçilmiş, ferik rüt-besindeki zabitlerin tayin edildiği de ol­muştur. Bilhassa İttihat ve Terakki Fırka-sı'nın iktidarı döneminde Enver Paşa'nın çok genç yaşta Harbiye nazırlığına getiril­mesi âdeta yeni bir dönemin başlangıcını teşkil etmiştir (Harbiye nazırlarının liste­si için bk. TA, XXIV, 183-184). II. Meşru­tiyet döneminde askerî alanda önemli ye­nilikler yapılırken Umum Jandarma Ku­mandanlığı kurulmuş ve Harbiye Nezâ-reti'ne bağlanmıştır.

1329 (1911) yılında Harbiye Nezâreti bünyesinde Şûrâ-yı Askerî, Tahrirat Dai­resi, Şifre, Tercüme, Sicill-i Me'mûrîn ve Evrak kalemleriyle Hukuk Müşavirliği, Er-

119


HARBİYE NEZARETİ

kân-ı Harbiyye-i Umûmiyye Dairesi, Zâ-bitan, Ahz-i Asker, Kuwe-i Umûmiyye. Fen şubeleri ve Mitralyöz Bölüğü'nden oluşan Piyade Dairesi; üç şubeye ayrılan Süvari Dairesi, Süvari Müfettişliği; biri fen olmak üzere dört şubeden teşekkül eden Sahra Topçu ve Nakliye Kıtaları Da­iresi; üç şubeye ayrılan Ağır Topçu Mü­fettişliği Dairesi; Sicil ve Muamelât, Kuv-ve-i Umûmiyye, Ecza ve Malzeme-i Sıh-hıyye, Fen, Eczâ-yi Müdahhar şubelerin­den oluşan Sıhhiye Dairesi; Umûr-ı Bay-târiyye Müfettiş-i Umumîliği: üç şube­ye ayrılan Kıtaât-ı Fenniyye ve Mevâki-i Müstahkeme Müfettiş-i Umumîliği; bir tahrirat kalemi bulunan Muhâkemat Dairesi: Bütçe, Kontrol ve Tetkik, Hey'et-i Teftîşiyye ve Hesâbât-ı Atîka şubeleriyle evrak kaleminden teşekkül eden Muhâ-sebât-ı Umûmiyye Dairesi; Hey'et-i Teftî­şiyye: Maaş ve Harcırah. Muayyenat, Mel-bûsat ve Teçhizat, İnşaat ve Tamirat, Sev-kiyat ve Nakliyat, Muamelât şubeleriyle İntihâb-ı Küttâb-ı Askerî Komisyonu'n-dan oluşan Levâzımât-ı Umûmiyye Daire­si; İkraz Komisyonu; Matbaa-i Askeriyye; Tahrirat Kalemi, İnzibât-ı Askerî Bölüğü, Misafirhâne-i Askerî, Tevkifhâne-i Askerî birimlerine ayrılan Dersaâdet Merkez Ku­mandanlığı; Terbiye ve Tedrîsât-ı Aske-rîyye Müfettiş-i Umûmîlİği"ne bağlı Er-kân-ı Harbiyye. Harbiye, Topçu, Tıbbiye ve Baytar mektepteriyle Kuleli İdâdîsi; Piya­de Mekâtibi Müfettişi iği1 n in denetimin­deki Piyade Endaht. İhtiyat Zâbitanı, Der­saâdet Küçük Zabit, Dersaâdet Küçük Zâ-bit-i İbtidâî; Edirne, Selanik. Beyrut, Er­zincan Küçük Zabit mektepleri; Binicilik ve Küçük Zâbitan mekteplerine ayrılan Süvari Mekâtibi; Levazım Mektebi: Dâi-re-i Harbiyye Mektebi; Dersaâdet Rüşdi-ye mekteplerinin bağlı olduğu Mekâtib-i Rüşdiyye İdaresi: Taşra İdâdîve Rüşdiye mektepleri vardı. Ayrıca Dersaâdet, Tekir­dağ. Kırklareli, Edirne, Selanik, Manastır, Üsküp, Şam. Erzurum, Erzincan, Van, Musul. Bağdat ve Yemen kolorduları er­kânı ile Trablusgarp ve Hicaz fırkaları da Harbiye Nezâreti'ne bağlıydı. Balkan Sa­vaşı arefesinde birçok müessese gibi Har­biye Nezâreti de bazı düzenlemelere tâbi tutulurken Jandarma Umum Kumandan­lığı Dahiliye Nezâreti'ne bağlanmış ve vi-lâyetlerdekijandarma kuvvetleri valilerin emrine verilmiştir.

1336 (1917-18) yılında Harbiye Nezâ­reti müsteşarlık, çeşitli şubelerden olu­şan Harbiye Dairesi, Muâmelât-ı Zabtiy-ye Müdüriyeti, Sıhhiye, Levâzımât-ı Umû-

120


miyye, Muhasebat daireleriyle Dersaâ­det Merkez Kumandanlığı gibi her biri kendi içinde birçok şube ve memuriyet­lerden oluşan birimlerden teşekkül et­mekteydi.

Harbiye Nezâreti personeli, Millî Mü­cadele yıllarında Ankara'da Büyük Millet Meclisi hükümeti bünyesinde 3 Mayıs 1920 tarihinde teşkil edilen Müdâfaa-i Milliyye Vekâleti'ne önemli ölçüde destek olmuş, özellikle silâh, teçhizat vb. savaş malzemesinin Anadolu'ya geçirilip zafe­rin kazanılmasında büyük hizmetlerde bulunmuştur. Cumhuriyet döneminde bir süre Müdâfaa-i Milliyye Vekâleti adıyla varlığını sürdüren nezârete 27 Eylül 1930 tarihinde Millî Müdâfaa Vekâleti denil­miştir. Bu isim daha sonra Millî Savunma Bakanlığı şeklinde de söylenmeye başlan­mış ve 1961 anayasasına girince resmi­yet kazanmıştır. Hemen bütün dünya dev­letlerinde "savaş bakanlığı" adıyla faali­yet gösteren nezâretin adının Türkiye Curnhuriyeti'nde "millî savunma" olması manidardır ve yeni devletin politikasının savaş değil barış olmasının bir gereğidir.

Osmanlı döneminde Sultan Abdülaziz tarafından seraskerlik binası olarak inşa ettirilen yapı daha sonra Harbiye Nezâ­reti'ne çevrilmiştir; günümüzde İse İstan­bul Üniversitesİ'nin merkez binası olarak kullanılmaktadır (bk. bâb-i SERASKERİ).

BİBLİYOGRAFYA :

Mustafa Nuri Paşa, Netâyicü'l-vuküât, İstan­bul 1327, IV, 109; Satnâme-İ Umümî{\329), s. 240 vd.; Devlet-i Aliyye-İ Osmâniyye Salnâ-mesi(l336), s. 434 vd.; Karal. Osmanlı Tarihi, VII. 141-142; VIII, 352, 353; Lewis. Modern Tür­kiye'nin Doğuşu, s. 82,85,97, 112,227,369, 373; S. J. Shaw - E. K. Shaw, Osmanlı İmpara­torluğu ve Modern Türkiye (trc. Mehmet Har­mancı), İstanbul 1983. II, 108, 268. 332, 368; Pakalın, I, 738; İsmet Parmaksızoğlu. "Milli Sa­vunma Bakanlığı", TA, XXIV, 182-184; Abdül-kadir Özcan. "Bâb-ı Seraskerî". DİA, IV, 364.

İm Abdülkadir Özcan P HARBİYYE

Keysâniyye'ye mensup olan Abdullah b. Amr b. Harb el-Kindî'nin

(ö. II./VIII. yüzyılın başlan) görüşlerini benimseyenlere verilen ad

(bk. KEYSÂNİYYE). L J

F HARÇ HAZİNESİ

(bk. HAZİNE).

L J


r "i

HAREKET


Cismin bir mekândan

diğer bir mekâna intikalini veya

genellikle tabiattaki çeşitli değişmeleri

ifade eden kelâm ve felsefe terimi.

l_ _I

Sözlükte "durgunluk konumundan çık­mak" anlamına gelen hareket kelimesi Kur'an'da geçmemekle birlikte bu kök­ten türeyen çekimli bir fiil kullanılmıştır. Burada, nazil olan vahyi çabuk öğrenmek düşüncesiyle Hz. Peygamber'e dilini oy­natmaması emredilmektedir (ei-Kıyâme 75/16). Hadislerde de Resûl-i Ekrem'e va­hiy geldiği zaman bunu ezberlemek için dilini hareket ettirdiği belirtilmiş ve keli­me çeşitli rivayetlerde sözlük anlamında kullanılmıştır {Müsned, 1, 348; IV, 332; Buhârî, "Tefsir", 75/1).



ü KELÂM. Kelâm ilminin II. (VIII.) yüz­yılda teşekkül etmeye başlaması sırasın­da bu ilmin kurucuları, fiziği metafizik ga­yelerine ulaşmanın vasıtası olarak gör­düklerinden onun alanına giren mesele­lerle yakından ilgilenmişler, bu arada ha­reketi de inceleme konusu yapmışlardır. Muammer b. Abbâd ve İbn Keysân el-Esam dışındaki kelâm âlimlerinin hare­ketin varlığı ve tanımı konusunda birbiri­ne yakın görüşler benimsediği söylene­bilir. Kelâmcılar daha çok mekân (eyn) ka­tegorisi üzerinde durduklarından hare­keti buna uygun olarak tanımlamışlardır. Buna göre hareket, bir cevherin bir me­kândan başka bir mekâna intikal etme­sidir. Hareketin oluşması için iki mekâna ihtiyaç vardır. Cevherin, birinden diğeri­ne intikali yoluyla iki ayrı mekânda iki ay­rı zaman içinde bulunuşu hareketi oluş­turmakta birlikte ikinci mekândaki ilk bulunuşu hareketin esasını teşkil eder. Buna "nukle" de denir.

Felsefeden etkilenen müteahhir dö­nem kelâmcıları, filozofların "kuvveden fiile çıkış" tarzında yaptıkları daha genel tariflere de yer vermişlerdir {et-Ta'rîfât, "hareket" md). Hareket, kelâm âlimleri­nin çoğunluğuna göre cismin oluş (kevn) cinsinden bir arazıdır. Cismin mekânda bulunuşu hareket veya sükûn halinde olur. Onun mekânda duruşu sükûn, ora­dan intikali hareket adını alır ki her ikisi de birer oluştur (ibn Fûrek, s. 2lO|. Mu'-tezile âlimlerinden Nazzâm sükûnu da bir hareket olarak kabul etmiş ve buna "i'timad (dayanma) hareketi" adını ver­miştir. Ona göre hareketle kevn aynı an­lamı ifade eder. Bütün hareketler cismin mekâna dayanmasından ibarettir. Bun-

ların bir kısmında ikinci bir mekâna inti­kal vardır, bir kısmında ise intikal yoktur. Cisim bir yerden başka bir yere hareket edince hareket ilk mekânda meydana gelir ki bu da cismin ikinci mekânda olu­şunu gerektiren dayanmalarıdır. Cismin ikinci mekândaki oluşu ikinci mekândaki hareketidir. Böylece bütün cisimlerin hareket halinde bulunduğunu savunan Nazzâm. hareketin intikal (nukle) hare­keti ve i'timad hareketi olmak üzere iki türlü olduğunu kabul etmiştir (Eş'arî, s 325. 355). Vıne ona göre insanın bilgisi ve iradesi nefsin hareketleridir (Şehris-tânî, I, 55)- Buna karşılık Cehm b. Safvân hareketin bir cisim olduğunu ileri sürer­ken İbn Keysân el-Esam, hareket eden bir cismin varlığını kabul etmekle birlik­te hareketin mevcudiyetini reddetmiş­tir. Muammer b. Abbâd da hareketin ve hareket eden cisimlerin bulunmadığını, aksine bütün cisimlerin gerçekte sükûn halinde olduğunu söylemiştir. Zira ona göre birinci mekânda sakin olan cismin ikinci mekânda da sükûn halinde bulun­duğu görülür (Eş'arî, s. 343, 345; Ebû Rîde, s. 13I-132|.

Ebû Ali el-Cübbâî ve Eş'arî gibi bazı ke-lâmcılar hareketin duyularla algılandığını kabul ettiklerinden (İbn Fûrek, s. 245; jbn Hazm, V, 178; Cürcânî, Şerhu'l-Meuâ-kıf, s. 323) kanıtlanması üzerinde dur­mamışlardır. Fahreddin er-Râzî ile diğer bir kısım kelâmcılar ise hareketi aklî de­lillerle ispat etmeye çalışmışlardır. Bu ko­nudaki delilleri şöylece özetlemek müm­kündür: Bir cisim dururken hareket et­mektedir, bu da hareketin mevcut oldu­ğunu gösterir. Eğer hareket haline geçin­ce cisimde hareket adı verilen bir durum değişikliği meydana gelmeseydi hareket etmeye başlamasından sonraki halinin ön­cekinin aynı olduğunu söylemek gerekir­di. Halbuki cisim hareketten önce hare­ket etmiyordu. Hareket eden cisimle ha­reket etmeyen cisim arasında fark bulun­duğu açıktır. Bu da hareketin varlığını ka­nıtlar (Fahreddin er-Râzî, VI, 30).

Kelâmcılar, hareketle zaman ve mekân arasında ayrılması mümkün olmayan bir irtibatın bulunduğunu kabul etmişlerdir. Onlara göre hareketin mevcudiyeti geç­mişte ve gelecekte değil şu andadır. Şu anda mevcut olan hareket zihnen dahi bö­lünemez. Aksi takdirde bölündüğü farze-dilen parçaların bazısının önce. bazısının sonra olması gerekirdi. Zira hareketin var sayılan parçalarının birleşmesi imkân­sızdır. Bundan dolayı şu andaki hareket gibi hareketin geçmişe ve geleceğe yö­nelik diğer kısımları da bölünemezdir.

Geçmişteki hareketin var sayılan parça­ları, geçmiş anlarda "şu an" oldukları gi­bi gelecekteki hareketin parçaları da ge­lecekteki anlarda "şu an" olacaktır. O hal­de hareket bölünemeyen parçalardan oluşur. Ayrıca hareket mutlaka bir me­kânda gerçekleşir. Yani hareketin her parçasının hizasında mekânın da bir par­çası bulunmaktadır. Hareketin cüzleri par-çalanam ayacağından mekân yani cisim de parçalanamaz. Mekânın bölünmesi ha­linde o cüzlere tekabül eden hareketin cüzlerinin de bölünmesi gerekir, halbuki cüzler bölünemez (a.g.e., VI, 29, 31, 46). Böylece kelâmcılar, hareket görüşleriyle atomcu nazariyelerini birleştirerek bu ko­nuda İslâm filozoflarından ayrılmışlardır.

Kelâm âlimlerinin çoğunluğuna göre hareket sürekli değildir; aksine bütün hareketler yok olur. Çünkü hareketin biz­zat kendisi bekâsını imkânsız kılar. Onun bekası mümkün olsaydı sükûndan farkı kalmazdı. Zira bir mekânda devamlı oluş sükûndan başka bir şey değildir. Hareket ise cismin birinci mekânda bulunması­nın ardından ikinci mekânda, fakat birin­ci zamanda oluşudur. Eğer hareket baki olsaydı ikinci mekânda ikinci zaman için­de bir oluş olurdu, böylece sükûndan far­kı kalmazdı (Bağdadî, s. 50-51; Cürcânî, Şerhu'l-Meüâktf, s. 322). Hareketin aksi­ne bazı istisnalar dışında sükûn baki ola­bilir.

Erken devirlerdeki kelâm âlimleri ta­rafından sadece yer kategorisine ilişkin hareket üzerinde durularak bütün hare­ketler benzer, zıt, farklı, zarurî (kasrî-ta-biî), ihtiyarî kısımlarına ayrılırken (İbn Fû­rek, s. 245; İbn Hazm, V, 178-179) felse­fenin etkisinde kalan müteahhir dönem­lerde konunun kapsamı genişletilmiş, özellikle hareketin tanımı, tahlili, çeşitle­ri ve taksimine dair bilgiler büyük ölçüde felsefeden alınarak kelâma aktarılmıştır.

Kelâmcılar. maddenin ve bütünüyle kâinatın yaratılmışlığını kanıtlama ama­cına hizmet eden bir olay olarak kabul ettikleri hareketin hudûsu noktasında görüş birliği içindedir (İbn Fûrek. s. 245; Ebû Rîde, s. 137). İbn Teymiyye ise muh­temelen İbn Rüşd'den etkilenerek hare­ket nevinin kadîm olabileceğini, fakat tek tek hareketlerin hadis olduğunu ileri sürmüştür (Der'ü te'âruziVakl ue'n-nakl, IV, 132-133).

BİBLİYOGRAFYA :

et-Ta'rifât, "hareket" md.; a.mlf., Serhu'l-Me-uâktf, s. 318-336; Tehânevî, Keşşaf, "hareket" md.; Müsned, !, 348; IV, 332; Buhârî. "Tefsir", 75/1; Eş"arî, Makâlât (Ritter). s. 325, 343, 345, 347, 351, 355; Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî, el-Me-sâ'i/ fi'l-hilâf beyne'l-Başriyyîn ve't-Bağdâdiy-

HAREKET


yîn (nşr. Man Ziyâde-Rıdvân es-Seyyid). Beyrut 1979, s. 173; İbn Fûrek. Mücerredü'l-makâlât, s. 208, 210. 244, 245, 343; Bağdadî, Uşülü'd-din, s. 46-5Î; İbn Hazm, et-Faşt (Umeyre), V, 175-179; Şehristânî, e/-Mı"/e/ (Kîlânî), I, 55; Fah­reddin er-Râzî, el-Metâlibü'l-'âliye mine'l-'il-mi'l-ilâhî (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkâ), Beyrut 1987, VI, 29-31, 46; İbn Teymiyye. Der'ü te'â-ruzi't-'akl ue'n-nakl (baskı yeri yok], 1978 (Dâ-rü'1-Künûzi'l-edebiyye), IV. 123, 132-133, 159; VI. 309. 31i; Elmalıh. Hak Dini, IV, 2736; Ab-durrahman Bedevi, Mezâhİbü'1-İslâ.miyyîn, Bey­rut 1971, I, 234, 303, 304; Ebû Rîde, M/n Şü-yûhi'l-Mu'tezile İbrahim b. Seyyar en-Naz-zâm. Kahire 1989, s. 131-137; M. Şemseddin. "Mütekellimîn ve Atom Nazariyesi", DİFM, 1/1 (1341], s. 88-89. m

İMİ Yusuf Şevki Yavuz

D İSLÂM FELSEFESİ. Hareket konu­su İslâm felsefesinde zaman, mekân gi­bi diğer temel kavramlarla birlikte "es-Semâü't-tabîî" (tabii bilimlerin fizik fel­sefesi) bölümünde incelenir. Ayrıca koz­mik hareketler metafizikle ilgili görüldü­ğünden iiâhiyyât içinde ele alınır, ilkelle­rin bilimi olan tabiatın konusu cisimler­dir; ancak burada cisimler, cisim olması bakımından değil değişmeye konu olma­sı bakımından incelenir. Değişme yani ha­reket cismin en temel özelliklerindendir. Bu sebeple İslâm filozoflarının tabiat fel­sefesi görüşlerinin merkezini hareket te­orisi oluşturur. O kadar ki Kindî fizik ve metafizik ilimlerini tanımlarken birinci­ye "hareket edenin ilmi", ikinciye de "ha­reket etmeyenin İlmi" der (Resâ% s. 111). Genel olarak tabiat bilimleri ve tabiat felsefesi alanlarında en geniş eserleri ya­zan İbn Sînâ'nın tabiat görüşü Aristo'da olduğu gibi hareket kavramı üzerine te-meilendirilir. Burada bir bakıma tabiat kavramı ile hareket kavramı özdeş gibi­dir. Hatta tabiatta hareketten daha ge­nel bir şey bulunmadığı bile söylenebilir. Bundan dolayı İlkçağ ve Ortaçağ felsefe-lerindeki tabiat nazariyesi özünde bir ha­reket nazariyesidir; ayrıca tabiat felsefe­sinin iki önemli kavramı olan zaman ve mekân da bu hareket kavramına dayanı­larak açıklanır.

Kindînin "bir çeşit değişme" olarak ta­nımladığı hareketi {a.g.e., s. 117) İbn Sînâ Aristo'ya uyarak "kuvveden fiile çı­kış" diye tanımlar {es-Semâcu't-tabfî, s. 48). Ancak hareketin tanımı için kuvve­den fiile çıkış yeterli değildir. Çünkü kuv­veden fiile çıkış her kategori içinde ger­çekleşen bir durumdur. Kuvveden fiile çı­kış ya bir anda veya tedrîcî olarak gerçek­leşir. Hareket zaman içinde sürekli bir tarzda kuvveden fiile çıkıştır. Bir anda vu­ku bulan değişmeye ise kevn ve fesâd adı verilir. Kuvveden fiile çıkana müteharrik,

121

HAREKET


çıkma olayına da hareket denilmektedir. Ayrıca burada sükûnun hareketin karşıtı ve çelişiği değil yokluğu olduğunu belirt­mek gerekir (a.g.e., s. 110-111)

Hareketin kavranılması hareket eden, hareket ettiren, hareketin başlangıç ve bitiş noktaları, hareketin içinde geçtiği yer ve zaman olmak üzere altı öğeyi içe­rir {a.g.e., s. 87; Ebü'l-Berekât el-Bağdâdî, II, 33). Hareket tasavvuruna dahil olan bu altı öğeden hareket ettiren ve zaman hareketin ayrılmaz unsurlarıdır; hareket eden, hareketin başlama ve bitiş nokta­ları ile iki nokta arasındaki mesafe ise ha­reketin kurucu öğeleridir. Her hareket edenin mutlaka bir hareket ettiricisi bu­lunur. Hareket ettirenle hareket eden arasındaki bu ilişki hareket ettiren yö­nünden fiil, hareket eden yönünden in­fialdir.

Bunun dışında hareketin birliği (vah­det) ve çokluğundan da (kesret) söz edilir. Buna göre hareketin sayı, tür, cins, yakın­lık ve uzaklık gibi kategorilerle bağlantısı onun vahdeti, bu bağlantının sükûn ile kesintiye uğraması kesretidir. Hareketin vahdeti üç şeye bağlıdır: Hareket ettiri­cinin vahdeti, mesafenin (mekân) vahde­ti, zamanın vahdeti. Bunların çokluğu ha­reketteki çokluğu doğurur. Zaman ve mesafe dikkate alınarak aynı cins içinde hareketler karşılaştırıldığında hareketle ilgili olarak hızlılık, yavaşlık ve eşitlik ka­tegorileri elde edilir. Yol ve zamanla birlik­te bu beş kavram hareketin analizi için gereklidir. Burada zaman hareketin sü­resi ve sayısı olarak tanımlanır. Kindî, on-tolojik olarak hareket, zaman ve mekân­dan birinin ötekinden önce gelmediğini ve bunların cisme bağlı olarak sonlu ol­duklarını söyler {Resâ% s. 117, 133). Ni­tekim İbn Sînâ da zaman ve hareketten önce sadece yüce yaratıcının varlığından söz edileceğini belirtir; zaman ve hareket arasında herhangi bir ilkliğin bulunmadı­ğını söyler (es-Semâ'u't-tabFî, s. i 32).

Tabiattaki değişme beş kategoride ger­çekleşir; bunlardan dördü fiziğin konu­suna giren yer (mekân), nitelik, nicelik ve konum (vaz') kategorileri, biri de oluş ve bozuluş şeklinde metafiziğin konusuna giren cevher kategorisidir. Kindî, bu so­nuncusunu da hareket kategorisi saya­rak oluş ve bozuluşa zatî hareket, diğer kategorilerdeki hareketlere ise gayri zati hareket demektedir {Resâ% s. 217).

Hareket yer. nitelik, nicelik ve konum kategorilerinde meydana gelir ve bu açı­dan çeşitlenir. Yer değiştirme hareketi (intikal) nicelik ve nitelikle ilgili harekete

122


göre daha belirgindir ve kolay kavranır. Bu hareket cismin merkezinin, cüzleri­nin veya bütünün yer değiştirmesi olarak bilinen bir mekân değişimidir. Ayrıca bu hareketin başını, sonunu ve zamanını ta­yin etmek mümkündür. Nicelik kategori­si ise cismin merkeze veya merkezden çevreye doğru yer değiştirmesi, yani bir cismin artması, eksilmesi, büyümesi ve küçülmesidir. Nitelik kategorisine giren hareket cismin soğuma, ısınma, yoğun­laşma ve genleşme gibi yönlerden değiş­meye uğramasıdır. Diğerlerine göre bu çeşit hareketin izahı daha zordur. Bunla­rın sonuncusu, gök cisimlerinin yahut fe­leklerin hareketlerini açıklamak için ka­bul edilen konum hareketidir. Bu hare­ket feleğin kendi durumunu değiştirerek hareket etmesidir. Feleğin bu hareketi önceki üç çeşit hareketle açıklanamaz; çünkü felek hareketinin başlangıç ve bi­tiş noktalarını, mesafesini ve zamanını belirlemek mümkün değildir. Bu, kendi ekseni etrafında hızla dönen bir kürenin hareketi gibidir. Bundan dolayı ilk üç çe­şit harekete düz (müstakim) hareket, vaz' hareketine dairevî (müstedîr) hareket de-niiir.

Hareket ayrıca muharrik ilkesi açısın­dan da incelenir. Buna göre hareketin il­keleri tabiat ve nefis olmak üzere ikiye ayrılır. Bu etken ilkelere göre hareket ta­bii, nefsânî (iradî) ve teshîrî (kasrî) olmak üzere üç kısma ayrılır. Tabiat, havaya fır­latılan taşın yere düşmesi örneğinde ol­duğu gibi kendisinden hareketin bilinç­siz ve iradesiz sâdır olduğu etken ilkenin adıdır (İbn Sînâ, es-Semâ'u't-tabfî, s. 30-31; a.mlf., eş-Şifâ3 et-İlâhiyyat (1), II, 257-259) Bir cismin tabiatı onu değiştiren ve hareket ettiren güçtür (İbn Sînâ, es-Se-mâcu't-tablcl, s. 34-37).

Hareketin kaynağı olan nefis kendi için­de nebatî, hayvanı, insanî ve felekî olmak üzere dörde ayrılır. Her bitkinin nefsi onun büyüme, üreme ve gelişmesini sağlayan bir hareket ilkesidir. Nebatî nefsin hare­keti İrade açısından tabii harekete dahil­dir. Hayvânî nefis canlılardaki hareketin kaynağıdır; ancak canlılardaki asıl hare­ket ilkesi onların nefislerinde bulunan, ayrıca duyumlar ve içgüdüye dayanan his-sîve vehmî iradedir. İnsan hareketinin il­kesi ise bilgi, irade ve eylem gücü olarak üçe ayrılır. Bu harekette gerek akıl gerek duyu bilgisi tek başına yeterli değildir; hareketin gerçekleşmesi için organlarda­ki gücü harekete geçirecek iradenin bu­lunması gerekir. İnsanı bir şeyi elde et­me yönünde hareket ettiren etkene ar-

zu (şehvet) gücü. bir şeyden uzaklaşma ve savunma yönünde harekete geçirene ise öfke (gazap) gücü denir. Yine insan eyle­minin yöneldiği amaca göre bu İstek du­yulardan kaynaklanıyorsa irade, akıldan kaynaklanıyorsa ihtiyar adını alır. Bunlar­dan iradî hareketin yöneldiği amaç zannî hayır, ihtiyarî hareketin yöneldiği amaç hakiki hayır sayılır.

Tabiat, bir hareketi ancak gayri tabii bir halin bulunmasından dolayı nicelik ve yer kategorileri çerçevesinde gerçekleş­tirir. Fakat gök cisimlerinin hareketi bu kategorilere dahil edilemez. Bundan do­layı durum kategorisi kabul edilmiş ve ha­reketin sürekli (kesintisiz) oluşundan, ya­ni mesafesinin ve süresinin belirleneme­yeceğinden söz edilmiştir. Göklerin daire­vî hareketi tabiattan kaynaklanmış değil­dir. Bu hareketlerin yakın ilkesi ve sebebi onun cisminin kemali ve sureti olan ne­fis, uzak ilkesi ise akıldır. Felek hareketi­nin gayesi nefsin akla benzeme arzusu­dur ve bu arzu gök cisminin hareketini doğurur. Onun bu hareketi bir çeşit me-lekî veya felekî ibadettir. Yönleri ve hızla­rı açısından birbirinden farklı olan gök kü­relerinin hareketlerinin insan nefsinin ha­reketlerine benzetilmesi suretiyle yapı­lan bu açıklama, bir nevi mekanik âlem anlayışının karşıtı olan ve köklerini Aris­to'da bulan gâî âlem anlayışının ürünü­dür.


Yüklə 1,18 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin