SuriYE’deki eylemlerin uluslararasi ceza mahkemesinde yargilanmasi sorunu



Yüklə 143,42 Kb.
səhifə1/2
tarix18.05.2018
ölçüsü143,42 Kb.
#50713
  1   2

SURİYE’DEKİ EYLEMLERİN ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİNDE YARGILANMASI SORUNU

Mehmet DALAR*



Özet

Bilindiği gibi 2010 yılının sonunda Tunus’ta ortaya çıkan ve adına “Arap Baharı” denilen ayaklanmalar diğer Arap ülkelerinde de yayılma göstermiştir. 2011 yılının Mart ayından itibaren Suriye’de Beşar Esad’ın başında olduğu hükümete karşı yapılan gösterileri hükümetin şiddet kullanarak bastırmasından sonra silahlı muhalefet ortaya çıkmış ve hükümet güçleri ile muhalifler arasında çatışmalar baş göstermiştir. Gittikçe iç savaş boyutuna varan çatışmalar tüm şiddetiyle devam etmektedir. Bu çatışmalarda insan hakları ve uluslararası insancıl hukuk kuralları ağır bir şekilde ihlal edilmektedir. Büyük felaketlere, yüz binlerce kişinin ölmesine ve yaralanmasınayol açan ve milyonlarca sivilin gerek ülke içinde gerekse ülke dışına göç etmeleriyle sonuçlanan bu çatışmaların durdurulması ve barışın tesisi konusunda uluslararası toplum yetersiz kalmıştır. Bölgesel ve küresel güçlerin çıkar çatışmaları ve rekabetine sahne olan Suriye’de ağır insanlık suçları işlenmektedir. Bir taraftan hükümet güçleri ile ona destek veren Rusya, İran ve Hizbullah’ın diğer taraftan bölgesel ve küresel güçlerden destek alan muhaliflerin insancıl hukuk kurallarını ihlal etmelerinin yanında IŞİD ve El kaide bağlantılı örgüt ve kişilerin işledikleri insanlık suçları ve terör suçları uluslararası bağımsız kurum ve kuruluşlarca rapor edilmektedir. Bu çalışmamızda 1998 yılında kurulup, 2002 yılının Temmuz ayından itibaren yargı yetkisine sahip olan ve soykırım, insanlığa karşı suçlar ile saldırı suçlarını yargılamakla yetkili olan Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisine değindikten sonra Suriye’de işlenen eylemlerin bu mahkemede yargılanması sorunu ele alınacaktır. Suriye’nin statüsüne taraf olmadığı bu mahkeme gerçek kişilerin cezai sorumluluklarına karar vermektedir. Çalışmada da değinileceği gibi Suriye ulusal yargı sisteminin bu eylemleri yargılama konusunda ülkenin içinde bulunduğu durum ve yargı sisteminin niteliği nedeniyle etkili olmayacağı dikkate alınarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Suriye’deki eylemlerin soruşturulması ve yargılanması için bu mahkemeye yetki verme girişimi Rusya ve Çin vetosu yüzünden sonuçsuz kalmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargı yetkisine giren Suriye’de işlenen eylemlerin uluslararası bağımsız kuruluşların raporlarına ve verilerine dayanarak analiz eden bu çalışma, Suriye’de uluslararası toplumun başarısız olduğu barış ve güvenliğin tesisi için önem arz eden eylemlerin yargılanması konusunda Uluslararası Ceza Mahkemesinin yargısının önemini ve karşılaştığı problemleri incelemektedir.



Jurisdiction Problem of International Criminal Court to Prosecute Criminal Actions in Syria

Abstract

As it is known the riots called as “Arab Spring” took place in Tunisia at the end of 2010, and spread to other Arab countries. In March of 2011 the demonstrations against government presided by Bashar Al Asad were suppressed violently by that government. After that event the armed opposition emerged, and armed conflicts between government and armed opposition have continued up to now. The conflict turns to civil war character gradually and situation deteriorates as the clashes continue in full scale. The rules of human rights and international humanitarian law have been seriously violated in this conflict. This armed conflict causes to major disasters, hundreds of thousands of deaths and injuries, and led to millions of civilians to displace in or out of country. Unfortunately the international community is insufficient to end the conflict and bring peace to Syria. The gross human rights violations committed, war crime and crime against humanity perpetrated in Syria which is scene to rival global and regional powers having conflicted interests in the country. According to independent reports of international organizations and institutions, the government forces supported by Russia, Iran and Hezbollah on one hand and the armed opposition forces supported by regional and global power on the other hand seriously violate rules of humanitarian law, and commit war crimes. Also ISIS and armed groups connected with Al Qaida were reported by said reports to commit war crimes and crimes against humanity. In this study we examine problem of trial by international criminal court (ICC) to prosecute of crimes perpetuated in Syria after dealing with jurisdiction of ICC, established in 1998 and entered into force in 2002, to prosecute genocide crime, crimes against humanity, war crimes and aggression crime. Syria is not party to status of ICC which concludes its trial on the criminal liability of individuals not on the responsibility of states. As it is noted in the study the Syrian national judicial system will not be effective to exercise judgment on the actions committed because of negative situation of country and due to character of judicial system. Considering this situation Security Council of United Nations attempted to give ICC authority to prosecute and judge crime actions committed in Syria. But this attempt failed due to veto of Russia and China. The prosecution of crime actions in Syria is necessary to protect international peace and security. Examining the importance of jurisdiction of ICC to prosecute criminal actions in Syria this paper analyzes actions perpetuated in Syria during armed conflicts based on the reports and data of independent international organizations.



Giriş

Uluslararası hukukta kabul edilen kişilerin cezai sorumluluğu uluslararası suç kavramıyla birlikte gündeme gelmiştir. Uluslararası suç kavramı ulusal hukuk sistemlerinden bağımsız olarak uluslararası hukuk kuralları tarafından oluşturulmuştur. Soykırım, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve saldırı suçları gibi uluslararası niteliği olan suçlar her ne kadar ulusal hukuk düzenlerinde oluşturulmuş ise de bunlar devletlerarasında yapılan ikili veya çok taraflı antlaşmalar tarafından da düzenlenmiş ve yaptırımlara bağlanmıştır (Acer ve Kaya, 2010, 262-263). Uluslararası suçlardan dolayı her ne kadar kişilerin cezai sorumluluğu söz konusu olsa da adına görev yaptıkları devletlerin sorumluluğunu da beraberinde getirmektedir. Tüzel kişilik olan devletlerin sorumluluğu daha çok hukuki niteliktedir. Bununla birlikte bu sorumluluk cezai sorumlulukla yakın ilişkilidir. Uluslararası suçların devletin sorumluluğuna yol açabilmesi için ilgili kişilerin devlet adına onun bir organı olarak hareket etmeleri, eylemlerini hukuken yetkili kılınan veya devletin kontrol ettiği de facto (fiili) unsurlar aracılığıyla gerçekleştirmeleri gerekir. Aksi halde sorumluluk, sadece bireysel cezai sorumlulukla sınırlı kalır. Uluslararası suçları yargılayan yargı organları Nuremberg ve Tokyo mahkemeleri hariç, daha çok kişilerin cezai sorumluluğu çerçevesinde karar vermektedir. Bu eylemelere bağlı olarak devletlerin hukuki sorumluluğunu da başka uluslararası veya ulusal yargı organları kararlaştırabilmektedir (Değer, 2009, 66-67).Devletin düzenli silahlı kuvvetleri dışında silahlı çatışmalara devlet lehine katılan ve üzerlerinde devletin kontrolü bulunan gönüllü kişiler, milisler, paralı askerler gibi gayrı nizami grupların da eylemlerinden dolayı devlet sorumlu tutulabilmektedir. Bu konularda devletlerin hukuki sorumluluklarının dayanakları 1907 tarihli La Haye 4 sayılı sözleşme, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve ona ek 1977 tarihli protokoller ile 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi gibi sözleşmelerdir (Pazarcı, 2007, 643). Bu sözleşmeler söz konusu suçlarla ilgili genel olarak devletlere üç yükümlülük getirmektedir. Bunlardan biri bu suç eylemlerini cezalandıracak mevzuatın oluşturulması, ikincisi suç faillerini araştırmak ve uyruklarına bakılmaksızın ulusal mahkemelerinde yargılamak, üçüncüsü de suç faillerini onlarla ilgili yeterince delil bulunan ve yargılama yetkisine sahip olan başka yargı organlarına teslim etmektir (Pazarcı, 2007, 659).



Silahlı çatışmaların yürütülmesiyle ilgili getirilen sınırlamalar antik çağlara kadar dayanmaktadır. Savaşlarda uyulması gereken insancıl hukuk kurallarıyla ilgili düşüncelere M.Ö. 6. Yüzyıl’da Çinli yazar Sun Tzu “savaş sanatı” adlı eserinde yer vermiştir (Pazarcı, 2000, 324).Uluslararası hukukta, hukuka aykırı olarak savaşlarda işlenen suçların yargılanması ve kişilerin cezai sorumluluğuna karar verildiği konusunda ilk örnek 1474 yılında 12 değişik prensliğin onayı ile gerçekleşen Germen imparatoru Peter von Hagenbach’ın yargılanmasıdır. Hagenbach’ın kendisine bağlı güçlerin Breisach kentini işgal ederken yaptığı insanlık dışı davranış ve vahşetten dolayı suçlanmış ve yargılanmıştır (Başer, 2014, 233).Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Savaş suçlularının yargılanmasıyla ilgili diğer girişim 1. Dünya savaşı sonucunda yapılan Versailles antlaşmasının 227 ve 228. Maddeleriyle savaş suçu işlemesinden sorumlu tutulan Almanya kralı KaiserII. Wilhelm’in ve diğer yetkililerin yargılanmasıyla ilgiliydi (Shaw, 2003, 234).Bu amaçla Leipzig’te Alman Yüksek Mahkemesinin fiilen yetkili kılınması sonucunda Alman savaş suçlularının Alman ulusal mahkemelerinde yargılanması ve cezalandırılması uluslararası uygulamada ilk kez benimsenmiştir (Pazarcı, 2000, 324).Ancak müttefik devletlerin talep etmelerine rağmen Hollanda’nın kendisine sığınmış II. Wilhelm’i iade etmemesi yargı sürecini sonuçsuz bırakmıştır. Diğer savaş suçlularının yargılanması konusunda da müttefikler yetersiz kalmıştır. Bunun üzerine Alman ulusal mahkemesi Leipzig mahkemesi, önüne getirilen 901 davadan 888’i beraatla sonuçlandırmış, diğerlerine de hafif cezalar vererek yargı sürecini kapatmıştır (Meray, 1962, 551).Kişilerin cezai sorumluluğu kapsamında uluslararası mahkemelerce yargılanmaya başlanması ancak 2. Dünya Savaşı’ndan sonra mümkün olmuştur. 2. Dünya Savaşı sona ererken birçok coğrafi alanı kapsayan suç eylemlerini gerçekleştiren kişilerin yargılanması konusunda müttefik devletlerce anlaşmaya varılmış ve Nuremberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi kurularak savaş ve insanlık suçlarını işleyen kişilerin uluslararası mahkemelerde yargılanması konusunda ilk adımlar atılmıştır. ABD, İngiltere, Sovyetler Birliği ve Fransa arasında 8 Ağustos 1945’te imzalanan büyük savaş suçlarının takibine ve cezalandırılmasına dair Londra antlaşmasına dayanan Nuremberg Mahkemesi statüsü, barışa karşı suçlar, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar konusunda yetkilendirilmiş ve yargı yetkisi kapsamına giren suç faillerini mevki, makam ve statülerine bakmaksızın ve dokunulmazlıklarını dikkate almaksızın yargılama yetkisiyle donatılmıştır. Bu mahkeme haklarında statü kapsamında suç isnat edilmiş sanıkları yargılamış ve onların suçlu olduklarını tespit ederek mahkûmiyetlerine karar vermiştir. 1946 yılında Tokyo’da kurulan ve Nuremberg Mahkemesiyle aynı yetkiye sahip olan Tokyo mahkemesi Japon savaş suçlularını yargılamış ve cezalandırılmalarına hükmetmiştir (Meray, 1962, 552 ve 557). Ağır insanlık suçlarının tespit edilerek cezalandırılması sadece Nuremberg Mahkemesi ile yetinmeyen ve Nuremberg Mahkemesi Statüsü ile karar ve içtihatlarını uluslararası hukuk kuralları olarak teyit eden Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 1946 yılında Uluslararası Hukuk Komisyonunu bu konuda çalışma hazırlamakla görevlendirmiştir. Bu arada Genel Kurul, uluslararası ceza yargısı komisyonunu kurmuştur. Bu komisyon 1953 yılında Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü Tasarısını kabul etmiştir. Bu arada Uluslararası hukuk komisyonu da 1954 yılında barışa ve insanlığa karşı suçlar adlı taslak belgeyi hazırlamıştır (Meray, 1962, 558). Ne var ki Soğuk Savaş’ın hüküm sürdüğü o dönemde devletlerin birbirlerine karşı güven duymamaları ve kurulacak mahkemenin kendi aleyhlerinde kullanılacağı şüphelerinden dolayı bu çabalar o dönemde sonuç vermemiştir (Başer, 2014, 234).

Uluslararası toplum başlangıçta evrensel anlamda bir uluslararası ceza mahkemesini kurmakta başarısız olduğundan dolayı insanlık suçlarında kişilerin cezai sorumlulukları ile ilgili BM Güvenlik Konseyi ad hoc tedbirlere başvurmuştur. Bosna-Hersek’te işlenen suçları yargılamak üzere Konsey BM kurucu antlaşmasının 7. Bölümü kapsamında 1993 yılında aldığı 827 sayılı kararla (Security Council, 1993) Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (EYUCM)’ni kurmuştur. Soykırım suçları, insanlığa karşı suçlar ile savaş suçlarını yargılamak ve cezalandırmakla yetkilendirilen bu mahkeme, eski Yugoslavya ülkesi üzerinde 1991’den itibaren yargı kapsamındaki suçları işleyenleri cezai sorumluluk çerçevesinde yargılamaktadır. Yargı yetkisi kapsamına giren konularda ulusal yargı organlarından üstünlüğü tanınan bu mahkemenin yargı süreci devam etmektedir (Doğan, 2008, 339; Pazarcı, 2000, 352). Ruanda’da işlenen suçları yargılamak üzere Güvenlik Konseyi EYUCM’de olduğu gibi BM antlaşmasının 7. Bölüm kapsamında aldığı 8.11.1994 tarih ve 955 sayılı kararla (Security Council, 1994) Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesini kurmuştur. EYUCM’de olduğu gibi yargı yetkisine giren konularda ulusal yargı organlarından üstünlüğü kabul edilen Ruanda mahkemesi, soykırım suçları, insanlığa karşı suçlar ile uluslararası olmayan silahlı çatışmalarla ilgili düzenlemeler getiren 1949 Cenevre sözleşmesinin ortak 3. Maddesi ve 1977 tarihli II nolu protokol hükümlerinin ihlal suçlar çerçevesinde yargı yetkisine sahiptir.1.1.1994-31.12.1994 tarihleri arasında Ruanda ve komşu ülkelerde işlenen suçları yargılayan bu mahkeme gerçek kişileri cezai sorumluluk bağlamında yargılamaktadır (Doğan, 2008, 340; Pazarcı, 2000, 353-354).Aşağıda değinilen Uluslararası Ceza Mahkemesinin kurulmasından sonra da BM Güvenlik Konseyi bazı olaylar ve yerler itibariyle ad hoc mahkemeler kurmuştur. Bunlardan 2002 yılında kurulan Sierra Leone Özel Mahkemesi ve 2006 yılında terör suçlarını yargılamak üzere kurulan Lübnan Özel Mahkemesi örneği verilebilir (Rashidi, 2012, 1-25).

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Temel Özellikleri ve Yargı Yetkisi

Çatışmaların bir türlü eksik olmadığı dünyada çatışmalarda ağır insanlık suçlarını işleyenleri yargılamak için ad hoc önlemlerle kurulacak mahkemeler yerine çok taraflı sözleşmeyle tüm dünyada gerçekleşebilecek eylemleri soruşturmak ve yargılamak için faaliyette bulunacak sürekli bir mahkemenin teşkil edilmesi uluslararası barış ve güvenlik için gerekli görülmüştür. İnsancıl hukuk kurallarıyla ilgili sözleşmelerin ve bu bağlamda oluşan yapıla geliş kurallarının işlerlik kazanabilmesi için bu kuralların denetimini ve uygulanmasını sağlayan devletlerden bağımsız bir yargı organının oluşturulması, hem barış ve güvenliğin sağlanması hem de uluslararası hukukun gelişimi ve insan haklarının dünya çapında sağlanması açısından önemli bir basamak niteliğindedir.

Öteden beri BM uluslararası hukuk komisyonunun bu konuda yaptığı çalışmalar bir taslak statü haline getirilerek devletlerin bilgisine sunulmuştur. İsveç, İngiltere ve Belçika gibi devletler, statüye suç kurbanlarının uğradıkları zararların giderilmesi için de hükümler konulmasını istemişlerdir. Fakat ABD bu görüşe katılmadığı için statüye sadece cezai sorumluluk kapsamında hükümler konulmakla yetinilmiştir. İngiltere de soykırımdan doğrudan ilgili devletin sorumlu olmasını önermekle birlikte bu öneri de kabul edilmemiştir (Doğan, 2008, 341).

15 Haziran-17 Temmuz 1998 tarihinde Roma’da toplanan diplomatik konferansta yapılan görüşme ve tartışmalardan sonra Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM’nin) kurulmasına karar verilmiş ve kabul edilen statü metni imzalanarak devletlerin onayına sunulmuştur. 120 devletin lehinde oy verdiği statüye ABD, İsrail, Çin, Libya, Irak, Katar ve Yemen aleyhte oy kullanmış ve 21 devlet ise çekimser kalmıştır. Yürürlüğe girmesi için öngörülen en az 60 devlet tarafından onaylanması üzerine 1 Temmuz 2002 tarihi itibariyle UCM statüsü yürürlüğe girmiştir (Aksar, 2005, 4).128 maddeden oluşan UCM Statüsüne (Rome Statute, 1998) bu yazının yazıldığı 03.02.2016 tarihine kadar imza koyan 139 devletten 123’ü taraf olmuştur. Suriye 29 Kasım 2000’de statüyü imzalamış olmakla beraber onaylamamıştır. Suriye’de çatışan Rusya 2000’de imzalamış olmakla beraber onaylamamıştır. İran ve Hizbullah bağlamında Lübnan ve Türkiye taraf değildir. UCM’ye başlangıçta karşı çıkan ABD statüyü 2000’de imzalamakla beraber 2002’de imzasını çektiğini bildirmiştir. Bölge ülkelerinden sadece Ürdün’ün (11.04.2002) ve Filistin Yönetimi’nin (02.01.2015) taraf olduğu görülmektedir (UN Treaty Collection, 2016).

Sadece gerçek kişiler üzerinde yargı yetkisine sahip olduğu, devletler üzerinde veya devletlerin sorumluluğu konusunda yargı yetkisine sahip olmadığı ifade edilen UCM’nin (Topal, 2005, 85) bir uluslararası kurumdan çok, ulus-üstü bir kurum olduğunu savunanlar, oluşturulan sistemin devletlerin tekelinde varsayılan konularla ilgili hükümler getirmesi ve buna bağlı olarak devletlerin egemenliğine bir sınırlama getirilmek istendiğine dikkat çekmektedirler. Bununla birlikte devletlerin egemenlikleri konusunda ödün vermek istemedikleri dikkate alınarak egemenlik yetkileriyle çatışmayı önlemek için statüye tamamlayıcılık ilkesi konulmuştur (Bayıllıoğlu, 2007, 55-56).Statünün 1 ve 4. Maddelerine göre UCM sürekli, uluslararası hukuk tüzel kişiliğine sahip, gerekli hukuki yetkiyle donatılmış ve bağımsız bir kurum olarak ulusal yargı yetkisini tamamlayıcı nitelikte olacaktır. Bu mahkeme BM’nin bir organı olmamakla birlikte 2. Madde uyarınca yapılacak bir anlaşma ile BM’yle ilişkisi düzenleneceği öngörülmüştür. Yargı yetkisi kapsamına giren suç eylemleri 5-8. Maddelerinde belirtilmiştir. Soykırım suçları, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçları konusunda yargı yetkisine sahiptir. Fakat saldırı suçları konusunda statünün yürürlüğe girmesinden 7 yıl sonra tanımlanmasının, koşullarının ve uygulanmaya konulmasının tespitine kadar mahkemenin bu konuda bir işlem yapmayacağı öngörülmüştür. Yetkili olduğu ağır suçlardan soykırım suçlarıyla insanlığa karşı suçların savaş veya barış zamanında işlenmesinin olanaklı bulunduğu ve savaş suçlarının gerek uluslararası silahlı çatışmalarda gerekse uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda işlenen suçları kapsadığı yani 1949 Cenevre sözleşmelerinin ihlaliyle ilgili suçları içerdiği hükme bağlanmıştır (Pazarcı, 2000, 355; Aksar, 2005, 5-6; Bayıllıoğlu, 2007, 57). Konferansta bazı devletler tarafından terörizm gibi suçların da UCM’nin yargı yetkisine dahil edilmesi talep edilmiş ise de terörizmin tanımının yapılmasından sonra konulması gerektiğini belirten devletlerce reddedilmiştir. Terörizmin tanımlanması konusunda devletlerarasında uyuşma olmamakla birlikte terör eylemlerinin belirleyici unsurları bağlamında bir düzenleme yapılması konusunda da bir gelişme sağlanmamıştır. Terörizmin insanlık suçları kapsamına alınmasını öneren bazı devletlerin önerisine karşılık ABD gibi bazı devletler, bu eylemlerin statüye konulması halinde mahkemenin politize edileceği endişesiyle bu öneriyi desteklememişlerdir. Bununla birlikte konferansın nihai bildirisinde terör ve uyuşturucu kaçakçılığı suçlarının daha sonra statüye dahil edilmesi için çalışmaların yapılacağı belirtilmiştir (Topal, 2005, 86 ve 88).

UCM 18 yargıcın görev yaptığı bir hazırlık dairesi, ilk derece dairesi ve istinaf (temyiz) dairelerinden oluşmakta olup, savcılık makamı ile yazı işleri bölümü bulunmaktadır. Yargıçlar ile savcılar statüye taraf olan devletlerin genel kurulu tarafından 9 yıllık bir süre için seçilmekte olup tekrar seçilmeleri mümkün değildir. Mahkemenin yargı yetkisine giren suçlarla ilgili tüm bilgi, haber ve belgeleri, incelemek, soruşturmaları yönetmek gibi yetkileri olan savcılık iddia makamı niteliğindedir. Savcılık makamında aynı prosedürle seçilen savcı ve savcı yardımcıları bulunmaktadır. Savcılık otonom yetkilere sahip olup gerek kendisine yapılan başvurular üzerine gerekse kendiliğinden araştırma ve soruşturma yaparak dava açabilir (Saulnier, 2002, 393).Yargıç ve savcıların tekrar seçilmemeleri, özellikle tarafsızlıklarını ve bağımsızlıklarını temin altına almaya yönelik olup, bir daha seçilmeyeceğini düşünen savcı ve yargıçların daha rahat ve bağımsız olarak çalışmalarını sağlamaktadır.

UCM yargı yetkisine giren suç eylemleri işleyen, işlenmesini emreden, isteyen, özendiren, yardımcı olan, ortaklaşa veya herhangi bir şekilde suçun işlenmesine teşebbüs eden kişiler mahkeme tarafından yargılanmaktadır. Bu kişilerin amir veya memur olmaları, dokunulmazlıklarının olup olmaması önemli değildir. Yani ilgili kişiler devlet başkanı, hükümet başkanı, askeri lider gibi resmi görevli olsalar dahi yargılanmaktan muaf olamazlar. Statünün 12. Maddesine göre statüye taraf olarak veya taraf olmadan da UCM’ye bildirim yaparak UCM’nin yargı yetkisinin kabul edilmesi mümkündür. UCM’nin yargı yetkisi, suçun işlendiği ülke hukukunun dikkate alındığı mülkilik niteliğinde olabileceği gibi mülkilik dışı da olabilir. Şöyle ki statüye taraf olmayan bir devletin vatandaşı, taraf olan bir devletin ülkesinde ilgili suçları işlerse UCM yetkili olabilmektedir. Statüye taraf olan bir devletin vatandaşı taraf olmayan bir devletin ülkesinde ilgili suçları işlerse UCM yargı yetkisine sahip olabilmektedir. Statüye taraf olmayan bir devletin vatandaşı statüye taraf olmayan bir devletin ülkesinde ilgili suçları işlerse UCM’nin yargı yetkisine sahip olabilmesi için 13. Madde uyarınca BM Güvenlik Konseyi’nin BM antlaşmasının 7. Bölümü çerçevesinde karar alarak UCM’yi yetkilendirmesi halinde UCM yargı yetkisine sahip olabilmektedir. Bu bağlamda UCM’nin yargılama usulü, Statüye taraf olan bir devletin ya da Güvenlik Konseyi’nin başvurusu ya da kendisine yapılan başvuru üzerine veya kendiliğinden Savcının soruşturma açması ile başlamaktadır (Pazarcı, 2007, 665-666; Saulnier, 2002, 393-394).

UCM’nin yargı yetkisi yarışan değil tamamlayıcı nitelikte olup, yargı yetkisine giren suç eylemlerinin bir ulusal mahkeme tarafından yargılanması halinde UCM o davaya bakmayacaktır. Yani statüye taraf olsa da olmasa da bir devletin ulusal yargı organlarında davalar açılıp yargılama yapılıyorsa UCM o davalara bakmayacaktır. 20. Madde uyarınca bir kişinin aynı suçtan dolayı iki kez yargılanmaması ilkesi kabul edilmiştir. Bununla birlikte ilgili devletin soruşturma veya kovuşturma konusunda isteksizliği varsa veya kendisi UCM’ne havale ediyorsa veya ulusal mahkeme tarafsız ve bağımsız değilse, ulusal mahkeme adil yargılama yapmayarak göstermelik bir yargılamayla sanıkları UCM’nin yargı yetkisinden kaçırıyorsaUCM’nin yargı yetkisi söz konusu olacaktır (Pazarcı, 2007, 666; Saulnier, 2002, 394; Aksar, 2005, 8-10; Bayıllıoğlu, 2007, 56-57).



Suriye’deki Eylemler

2011 yılının başlarında Arap devletlerinde yönetimlere karşı toplumsal ayaklanmalar baş göstermiştir. Adına “Arap Baharı” da denilen bu ayaklanmalar birçok Arap devletinde yayılmış olup Suriye’yi de etkilemiştir. Halkın yönetime karşı başlattıkları gösteri yürüyüşüne karşı Beşşar Esad’ın başında olduğu Suriye Baas Rejimi Hükümeti, kendisine muhalif gördüğü gösterileri bastırmaya çalışmıştır. Hükümetin gösterileri bastırmasıyla silahlı muhalefet ortaya çıkmıştır. Yönetimle bu muhalifler arasında ortaya çıkan çatışmalar ülkeyi iç savaşa sürüklemiştir. Esad rejimi ile bu rejime muhalif silahlı gruplar arasında baş gösteren çatışmalar, bu çalışmanın yazıldığı günlerde, devam etmekte ve gerek rejim güçlerinin ve kendisine yardım eden Hizbullah, İran ve Rusya’nın neden olduğu gerekse silahlı muhalif gruplarının ve IŞİD gibi yabancı savaşçıların neden olduğu saldırılar sonucunda yüz binlerce Suriye halkı yaşamını kaybetmektedir. Milyonlarca Suriyeli ülke içi ve ülke dışı yer değiştirmiştir. 2011 yılının Mart ayından 2015 yılının Kasım ayına kadar rejim güçleri, yabancı savaşçılar ve muhalif güçler tarafından 250 bin kişinin öldürüldüğü rapor edilmiştir (UN Genaral Assembly, 2015).En fazla Türkiye’de olmak üzere Lübnan, Ürdün, Irak ve Mısır gibi değişik ülkelerde 4 milyon 289 bin 792 Suriyeli sığınmacının bulunduğu ve Suriye’nin içinde 6,5-7,5 milyon kişinin yer değiştirdiği tespit edildiği bildirilmiştir (I am Syria, 2015). Suriye insan hakları komitesine göre 2015 yılı itibariyle ülkenin değişik yerlerinde işlenen 619 katliamda içinde kadın ve çocukların da olduğu 20 bin 63 kişi öldürülmüştür (Syrian Human Rights Committe Reports, 2015, 9).Suriye Siyasi Araştırma Merkezi adlı kuruluş, 5 yılda 470 bin kişi öldüğünü, yaralı sayısının 1 milyon 900 bin olduğu, iç savaş nedeniyle ülke nüfusunun yüzde 12'ye yakınının öldüğünü ya da yaralandığını ve savaşın ülke ekonomisine maliyetinin 255 milyar dolar olduğunu raporunda bildirmiştir. Ülkenin altyapısı ve sağlık sisteminin neredeyse yok olduğu açıklanan raporda, 400 bin kişinin doğrudan savaşın getirdiği şiddet sonucu, 70 bin kişinin ise iç savaş nedeniyle ulaşılması kısıtlı hale gelen ilaç ve gıda yetersizliğinden dolayı öldüğü açıklanmıştır. Suriye'deki sağlıklı verilere ulaşamadığı için ölümlerle ilgili istatistik toplamayı 18 ay önce durduran BM’nin son verilerinde 250 bin Suriyelinin savaş nedeniyle hayatını kaybettiği belirtilmiştir (Anadolu Ajansı, 2006b).

BM İnsan Hakları Konseyi, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin kendisine sunduğu rapora göre Suriye’de gerçekleşen insan hakları ihlallerinin insanlığa karşı suç niteliğini oluşturduğunu belirtmesi üzerine, 12 Eylül 2011 tarihinde insan hakları alanında uzman olan üç kişiden oluşan bir uluslararası bağımsız soruşturma komisyonun kurulmasına karar vermiştir. Komisyon ilk raporunu (Report, 2011, par. 23) 23 Kasım 2011 tarihinde İnsan Hakları Konseyi’ne sunmuştur. Bu raporda 2011 yılının Mart ayında Der’a’da kamu binalarında hükümet karşıtı yazılar yazan çocukların gözaltına alınarak işkence edilmelerini protesto etmek için barışçıl gösterileri hükümetin bastırmasından sonra diğer illere yayılan gösterilerin de bastırılmasıyla birlikte olayların patlak verdiğine değinilmektedir. Hükümetin bastırdığı barışçıl gösterilerde BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin tespitine göre en az 3500 sivil öldürülmüş, binlercesi tutuklanmış, işkence ve kötü muameleye maruz kalmıştır. Bu uygulamalara karşı güvenlik güçlerinden ve askeri birimlerden birçok kişi ayrılarak “Özgür Suriye Ordusu” adına bir yapılanmanın içine girmiş ve güvenlik güçlerine karşı saldırıya geçmiştir. Beşar Esad, ülkenin bir komployla karşı karşıya kaldığını, silahlı grupların ve teröristlerin yabancı kaynaklardan finanse edildiğini, mezhep geriliminin çıkartılmak istendiğini ileri sürmüştür. Nisan 2011 ve takip eden aylarda yeni hükümetin kurulması, olağanüstü hal uygulamasının ve devlet güvenlik mahkemesinin kaldırılması, genel affın ilan edilmesi, vatandaşların barışçıl gösteriler yapmalarıyla ilgili yeni düzenlemeler yapılması gibi reform girişimleri olmuştur. Çok partili demokrasiye geçmek için istişarelerde bulunan Ulusal Diyalog Komisyonu kurulmuştur. Fakat göstericilere karşı devam eden şiddet hareketlerinden dolayı bazı önemli muhalif çevreler, toplantıları boykot etmişlerdir. Siyasi partilerle ve serbest seçimlerin yapılmasıyla ilgili yeni kanunlar çıkarılmıştır(Report, 2011, par. 27-34).BM Güvenlik Konseyi’nden veto nedeniyle bir karar alınamadığı için uluslararası toplumun da yetersiz kalmasının etkisiyle her geçen gün olaylar şiddetini arttırmış ve ortaya çıkan silahlı muhalefet gruplarıyla birlikte ülke iç savaşa doğru sürüklenmiştir.

22 milyonluk Suriye’nin yüzde 74’nün Sünni, yüzde 10’nun Alevi, yüzde 3’nin Şii, yüzde 10’nun Hıristiyan ve yüzde 3’nün Dürzi olduğu, Araplar dışında başlıca etnik grupların Kürtler, Türkmenler, Asuriler, Ermeniler ve Kafkas halklarından oluştuğunu belirten yukarıda adı geçen rapor, Esad’ınmensubu olduğu Alevilerin silahlı kuvvetler de dahil olmak üzere devlet kademelerinin önemli kilit noktalarında yer aldıklarını, 2011’den önce de insan haklarının ağır ihlallerinin 1982’deHama’da katledilen 10 bin ila 25 bin arasında kişinin öldürülmesi örneğinde görüldüğünü ve bu katliamların cezalandırılmadığını not etmiştir. Rapor, ayrıca 40 yıl boyunca hükümete muhalif oldukları şüphelenilen kişilerin işkence edilerek uzun süre göz altında tutuldukları ve hapsedildikleri, devletin istihbarat örgütü olan “Muhaberat” kurumunun kişileri gözeterek ve baskı altına alarak halk üzerinde bir korku ortamını uyandırmak suretiyle siyasi hayatı ve düşünce özgürlüğünü oldukça kısıtladığını belirtmiştir (Report, 2011, par. 15-27). 300 bin personelden oluşan silahlı kuvvetler dışında cumhurbaşkanının kontrolünde on bin seçkin cumhuriyet muhafızları ile Mahir Esad’a bağlı 20 bin kişiden oluşan dördüncü tümen bulunmaktadır ki bu birlikler silahlı kuvvetlerden ayrılarak tehdit oluşturacak kesimlere karşı görevlendirilmişlerdir. Devletin güvenlik gücü, ülke çapında oldukça etkili olup güçlü istihbarat ağıyla hükümet karşıtı faaliyetleri izleyerek ve baskı altına alarak Suriye toplumu üzerinde güçlü bir role sahiptir. Ayrıca yukarıdaki güçlerden ayrı olarak on bin sivil kişiden oluşan ve hükümet tarafından silahlandırılan ve“Shabbiha” olarak adlandırılan milis güçleri ile yüz bin kişiden oluşan halk ordusu veya Baas Partisi milisleri de bulunmaktadır. Belirli bir askeri disipline tabi olmayan ve paramiliter nitelikteki bu milisler, hükümet karşıtı gösterileri bastırmakta kullanılmaktadırlar(Report, 2011, par. 18-20).

1969/14 ve 2008/69 sayılı kanunlarla güvenlik güçleri üyelerine dokunulmazlık getirilmiştir. Anayasa yargıçların bağımsız olduğunu öngörmesine rağmen, yargıç ve savcı olabilmek için Baas Partisi üyeliği bir ön şart olarak kabul edilmiştir. Cumhurbaşkanı, yargı sistemini yöneten yüksek yargı konseyine başkanlık yapmakta ve beş kişilik yüksek anayasa mahkemesinin hem üyesi olup hem de diğer dört üyenin de seçimini kendisi yapmaktadır (Report, 2011, par. 22; Syria Constitution, 1973, madde 132 ve 139). Ülkedeki yargı sisteminin ne kadar bağımsız ve tarafsız olduğu şüphesini uyandıran bu durum, Suriye’deki eylemlerin uluslararası ceza mahkemesinde yargılanmasının önemini açıklamaktadır.

Suriye 1973 yılında yapılan anayasa ile yönetilmektedir. Suriye’nin Arap bölgesinin Arap yurdunun ve burada yaşayan halkın Arap ulusunun bir parçası olduğunu belirten anayasa (m.1), hükümet sisteminin cumhuriyet olduğu, ülkenin cumhurbaşkanının dininin İslam olacağı ve İslam hukukunun yasamanın kaynağı olacağı hükmünü getirmektedir (m.2-3). Anayasanın 25-49. Maddeleri kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili olup, bu hak ve özgürlüklerin anayasa ve kanunlar çerçevesinde kullanılacağını öngörmüştür. 8. Madde ise Baas Partisi’nin önde gelen siyasi parti olduğunu belirtmektedir. Dört yılda bir halk tarafından temsilcileri seçilecek meclisi de öngören anayasa Baas Partisi’nin önerisi üzerine meclisin göstereceği adaylardan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanına ise birçok yetki tanımaktadır. Silahlı kuvvetlerin başkomutanı olan, savaş ilan edebilen, meclisle birlikte barış antlaşmaları yapan cumhurbaşkanı, olağanüstü hal ilan etme ve sonlandırma, özel organizasyon, konsey ve komite oluşturma, meclisi feshetme, kanunları onaylama, otoritesini yürütmek için gerekli gördüğü tüm karar ve talimatları çıkarma gibi yetkileri bulunmaktadır (Syria Constitution, 1973, md.83-114). Ülkede ayaklanmaların çıkmasından sonra anayasada bazı değişiklikler yapılmıştır. 3. Maddeye devletin tüm dinlere saygılı olacağı kamu düzenine zarar vermeyecek tüm ibadetlere serbestlik tanınacağı, dinsel toplulukların tüzel kişiliklerinin korunacağı hükmü eklenmiştir. 8. Maddedeki “önde gelen Baas Partisi” ibaresi kaldırılmış, yerine devlet yönetiminin çoğulculuğa dayandığını, yönetimin sadece demokratik seçimle olacağını, lisans verilmiş siyasi partilerin ve kuruluşların siyasi hayata katkı sağlayacağı yönünde hükümler konulmuştur. 88. Maddede yapılan değişiklikle 7 yıllık görev süresi için seçilecek cumhurbaşkanının en fazla iki defa seçileceği öngörülmüştür (Refworld, 2012).

Gerçi Hafız Esad’ın 2000’de ölümünden sonra yerine geçen oğlu Beşar Esad, bir takım reform girişiminde bulunmak istemiştir. Bu girişimler üzerine ortaya çıkan“Şam Baharı” olarak nitelenen özgürlük ortamı kısa sürmüştür. Açılıma izin vermeyen güvenlik güçleri,duruma müdahale ederek tekrar kontrolü ele geçirmiş ve durumu eskiye çevirmişlerdir.2004 yılında Kamışlı ’da yapılan bir futbol maçında taraftarlar arasında kavga çıkması üzerine içinde vatansız olanların da bulunduğu Kürtlerin hoşnutsuzluğu sonucunda yapılan gösteriler, hükümet güçlerince kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Çok kişinin öldürüldüğü bu olaylar sonucunda yüzlerce kişi tutuklanmış ve bölgedeki insanlar baskı altına alınmıştır (bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ghadry, 2005, 61-70; Özkaya, 2007, 90-116).Nisan 2011’de Esad’ın yayınladığı 49 nolu kararla vatansız Kürtlere vatandaşlık verileceği öngörüldü. Bununla birlikte rejime güvensizlikten dolayı vatandaşlık başvuruları düşük kalmıştır (Kurds in Syria, 2016).

Suriye’de Çatışan Tarafların İnsancıl Hukuk Kurallarına Aykırı Eylemleri

BM İnsan Hakları Konseyi’nin oluşturduğu Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonu’nun yaptığı araştırma ve soruşturma sonucunda elde ettiği bulguları derleyerek 16 Ağustos 2012’de düzenlediği 21/51 sayılı raporunda (Report, 2012 Aug)Suriye’de gerek hükümet güçleri ile Shabbiha gibi hükümet yanlısı grupların gerekse hükümet karşıtı grupların uluslararası insan hakları ve insancıl hukuk kurallarını ihlal ettiklerini ve ağır insan hakları ihlallerini gerçekleştirdiklerini not etmiştir. Komisyona göre insancıl hukuk kuralları sadece hükümeti değil aynı zamanda hükümet karşıtı grupları da bağlamakta ve hükümetle birlikte sorumlu tutulmaları gerekmektedir. Bu bağlamada komisyon, uluslararası ceza mahkemesi tarafından yargılanması gereken insancıl hukuka aykırı eylemleri işleyen hem hükümet ve hükümet yanlısı güçler hem de hükümet karşıtı güçler yönünden ayrı ayrı tespit etmiştir.



Hükümet Güçleri ve Hükümet Yanlısı Shabbiha gibi Güçlerin İşlediği Eylemler: Hukuka aykırı öldürmelerden ve infazlardan yakalanan hükümet karşıtı kişilerin bir kısmı yaralı olduğu halde öldürülmeleri, muhalif savaşçıların yakınlarının öldürülmesi, hükümetin terörist dediği hedefleri vurduğunu ileri sürmekle birlikte saldırdığı yerlerin sivil yerleşim alanlarının olması ve ağırlıklı olarak sivillerin öldürüldüğü bildirilmiştir (Report, 2012 Aug, par. 52-57). Hükümet güçleri sivillerin çoğunlukta oldukları Şam, Der’a, Halep, İdlib, Deyruzzor gibi yerleri havadan yoğun olarak bombalamış ve büyük sivil katliamını gerçekleştirmiştir. Özellikle daha fazla sivil ölümlerine yol açması için pazar yerleri ve ulaşım merkezilerine saldırılar düzenlenmiştir. Ayrıca havadan atılan varil bombaları özellikle sivil yerleşim bölgelerinde büyük zayiatlara ve ölümlere ve on binlercesinin yerlerinden göç etmelerine yol açmıştır (Report, 2015, par. 33-34). Her ne kadar hükümet, çıkardığı af kanunuyla bir çok kişinin serbest bırakıldığını söylese de keyfi göz altı ve tutuklamalar eksik olmamaktadır. Yargı kararı olmadan, kişilere bir suçlama yöneltilmeden ve yargısal güvence tanınmadan kişilerin uzun süre gözaltında tutulması, gözaltına alınanların ailelerine haber verilmemesi ve şüpheli bir şekilde kaybolmalarına neden olunması gibi insan hakları sözleşmelerine aykırı işlemler hükümet tarafından uygulanmaktadır (Report, 2012Aug, par. 63-72).Yakalanan ve tutuklanan kişilere maddi ve manevi işkence edildiği ve kötü muamelelere maruz bırakıldıkları, işkence yönteminin yakalanan kişiler üzerinde sistematik ve yaygın olarak uygulandığı tespit edilmiştir (Report, 2012Aug, par. 74-86).Askeri hedef ile sivil ayrımı gözetilmeksizin saldırılar gerçekleştirilmiş, barışçıl gösteri yapan silahsız kişilere ateş açılarak ölümlerine ve yaralanmalarına yol açılmış ve ayırım gözetilmeksizin misket bombaları kullanılmıştır (Report, 2012 Aug, par. 90-95).Gerek hükümet güçlerinin gerekse hükümet yanlısı Shabbiha gruplarının sivil yerleri ararken gerekse kontrol noktalarında, toplama merkezlerinde ve gözaltına alırken kadınlara tecavüz etmeleri, tecavüzü sistematik ve yaygın faaliyetlerin parçası haline getirmeleri, yakalanan erkeklerin cinsel organlarına elektrik şoku verilmesi gibi insanlık dışı işlem ve uygulamaları bildirilmiştir (Report, 2012Aug, par. 96-102; Report, 2015, par. 53).Hükümet güçlerinin düzenlediği saldırılardan çocuk ve kadınlar daha fazla etkilenmiştir. Köy ve kasabalara saldırılarda çocukların öldürülmeleri, keskin nişancılarca açılan ateş sonucunda çoğunluğu çocuk olmak üzere sivillerin öldürülmeleri ve yaralanmaları, çocukların keyfi olarak yakalandıktan sonra elektrik şokuna verilerek, vücutlarına sigara söndürülerek, dayak atılarak, cinsel bölgelerine elektrik soku verilerek işkencelere tabi tutulmaları, 18 yaşın altındaki çocuklara tecavüz edilmesi, çocukların rehin veya canlı kalkan olarak kullanılması, çocukların protesto eylemlerine katıldıkları için okullarının yağmalanması yakılması, tutuk yerlerinde çocukların yetişkinlerle birlikte tutulması gibi eylemler tespit edilmiştir (Report, 2012Aug, par. 104-113). Uluslararası insancıl hukukun sadece saldırmamayı değil aynı zamanda korunmasını emrettiği hastaneler, okullar, ibadet yerleri, hizmet binaları gibi sivil yerler, sahra klinikleri saldırıların hedefi olmuştur. Hükümet güçleri, içinde hasta ve yaralıların olduğu sahra kliniklerine ve sağlık merkezilerine saldırılar düzenlemiştir. Buralarda her ne kadar savaştığı muhalifler bulunsa da bu tür kuruluşlara saldırmamakla yükümlüdür. Yer altı sahra kliniklerinin de donanımları yetersizdir. Suriye Kızılay örgütü çalışanları ve ambulanslar da hükümet güçlerinin saldırılarına maruz kalmış ve bu saldırılar sonucunda sağlık görevlileri yaşamlarını yitirmişlerdir. Hükümet güçleri, hastaneleri ve okulları işgal ederek buraları askeri alan haline getirmiştir. Böyle yapmakla sadece kişilerin sağlık ve eğitim haklarına erişmeyi engellemekle kalmamış aynı zamanda bu tür korunması gereken yerleri kalkan yaparak düşmanın saldırı hedefi haline getirmişlerdir. Bu tür eylemler savaş suçu olarak kabul edilmiştir (Report, 2012 Aug, par. 115-125). Gerek hükümet güçleri gerekse Shabbiha güçleri, hükümet karşı oldukları düşündükleri kesimlerin mal varlıklarına yasa dışı el koyarak, ev, araç, değerli eşya gibi mal ve mülklerini yağma girişimlerinde bulunmuşlardır. Ev, araç ve eşyalarını yakmışlardır(Report, 2012 Aug, par.126-129). Uluslararası Af Örgütünün son dönmelerde yaptığı tespitlere göre 2014’ten 2015 Martına kadar Halep başta olmak üzere içinde üç okul, 17 hastane,23 cami, 14 pazar yeri, 12 ulaştırma merkezi gibi bir çoksivil yerleşim alanlarına hükümet güçlerinin uçaklardan varil bombalarını atarak on binlerce sivilin ölümlerine, yaralanmalarına ve yerlerinden göç etmelerine neden olmuştur (Amnesty International, 2015, 14vd).

Kimyasal silah kullanımına gelince BM Kimyasal Silah kullanımı iddialarını araştırma Misyonu, 19 Mart 2013’te Halep’in Khan Al Asal bölgesinde, 21 Ağustos 2013’te Şam’ın Guta bölgesinde ve 29 Nisan 2013’te Saraqib’te kimyasal silah kullanıldığı ve binlerce sivil kişinin öldüğünü tespit etmiştir. Önemli miktarda sarin gazının kullanıldığı belirlenenkimyasal silahların cinslerinin Suriye ordusunun elinde bulunan kimyasal silah cinsinden olduğu, bu silahları kullananların bu stoktan temin ettiklerini tespit eden(Report, 2014 par. 127-129) BM misyonu, bu silahları gerçekte rejim güçlerinin mi, yoksa muhaliflerin mi kullandığını açıklamamıştır. Kimyasal silah kullanılması üzerine ABD’nin müdahale ihtimali gündeme gelince, Rusya’nın girişimi üzerine Suriye kimyasal silahların yasaklanması sözleşmesine taraf olmuştur. Bu sebeple müdahaleden vazgeçilmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 27.09.2013 tarih ve 2118 sayılı karar uyarınca Suriye’nin kimyasal silahları imha edeceği ve bu konuda sözleşme kapsamında kurulmuş olan örgütle işbirliği içinde olacağı öngörülmüştür (Security Council, 2013).Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı ifade edilen bu kararda bu silahların kimin tarafından kullanıldığıyla ilgili açıklama bulunmamaktadır. Bu kararın Suriye tarafından yerine getirilip getirilmediği konusunda şüpheler bulunmaktadır. Her ne kadar kimyasal silahların yasaklanması örgütü, tespit edilen 12 kimyasal üretim tesisinden birinin yanı sıra kimyasal silahların yüzde 98’nin imha edildiğini belirtse de 28 Ağustos 2014'te BM Suriye Bağımsız Araştırma Komisyonu, Esad rejiminin Nisan ve Mayıs aylarında sekiz ayrı olayda klorin gazı gibi kimyasal silah kullandığını raporunda bildirmiştir (Aljazeera, 2015).Başlı başına insanlık suçu olan kimyasal silah kullanımının cezasız kalmaması uluslararası toplumun bu konuda gerekli girişimlerde bulunmasına bağlıdır.

20 Ocak 2014’te Suriye ordusunda 13 yıl askeri polislik yapan bir kişinin arkadaşlarıyla iki yıl boyunca çektiği 55 bin fotoğrafla Suriye’de hükümet yetkililerinin sistemli işkence yaptığı, işkenceler sonucunda gözaltına alınan ve yakalanan kişilerin öldüğünü, hastaneye getirilen cenazelerin tamamında işkence izlerine rastlandığını ortaya çıkarmıştır. İngiltere’de konuyla ilgili uluslararası hukuk uzmanları ile adli tıp uzmanlarının oluşturdukları bir komisyon, çekilen fotoğrafların gerçek olduğunu ve herhangi bir oynama yapılmadığını tespit etmiştir. İşkencelerle yaklaşık 11 bin kişinin öldürüldüğünü ve işkencenin hükümet üyelerince sistematik ve yaygın olarak kullanıldığı, bu da insanlık ve savaş suçlarını oluşturduğunu belirten komisyon bu amaçla yargılama yapacak mahkeme için bu bulguların açık delil niteliğinde olduğunu belirtmiştir (Hürriyet, 2014).

BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin 3 Şubat 2016’da yayınladığı rapora göre Suriye’de hükümet güçlerinin tutukladığı on binlerce kişiye işkence ettiğini, hükümetin kontrolü altındayken hayatlarını kaybettiğini, ortadan kayboldukları, keyfi tutuklama ve göz altıların yaygın olduğunu tanık, bilgi ve belgelere dayanarak ortaya konulmuştur (OHCHR, 2016, 1-25).



Hükümetin Yanında Çatışan Hizbullah’ın Eylemleri: Lübnan’da faaliyet gösteren ve Lübnan’da hem siyasi parti hem de silahlı örgüt olan Şii eğilimli Hizbullah örgütü, Suriye’deki olayların başlangıcından itibaren Esad rejimini desteklemiş olup, 2012 yılından itibaren muhaliflere karşı Esad rejiminin yanında savaşmak için Suriye’ye militanlarını göndermiştir (Hirst, 2012). Hizbullah lideri 2013 yılında resmen militanlarının Suriye rejiminin yanında savaştığını açıklamıştır. Hizbullah,Esad birliklerinin yanında muhaliflere karşı aktif olarak savaşmaktadır (Barnard, 2013). Hizbullah’tan başka Irak ve Afganistan’daki Şii grupların da Suriye hükümet güçleriyle birlikte savaş suçları ve insanlığa karşı suçları işledikleri rapor edilmiştir (Naameshaame, 2015 ).

Hükümetin Yanında Çatışan İran’ın Eylemleri: İran, Esad rejimini muhaliflere karşı ayakta tutmak için olayların başlangıcından beri rejime askeri, finansal, istihbarat, lojistik gibi konularda her türlü desteği vermektedir. Hizbullah militanlarıyla birlikte devrim muhafızlarının en üst yetkililerinin de içinde olduğu İranlılar, silahlı muhaliflere karşı savaşmaktadırlar. Sayıları tam olarak bilinmemekle birlikte on bin dolayında İranlı savaşçının Suriye’de savaştığı bildirilmiştir (Ruth Sherlock, 2014).

Hükümetin Yanında Çatışan Rusya’nın Eylemleri: Rusya da olayların başlangıcından itibaren Esad rejimine destek vermiştir. BM Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisini kullanarak Esad rejimi aleyhinde olabilecek karar girişimlerini veto etmiştir. Rusya’nın Suriye’de askeri müdahalede bulunmasının hukuksal dayanağının Esad’ın bu konuda Rusya’dan talepte bulunması ve bu konuda iki ülke arasında yapılan anlaşma olduğu bildirilmiştir. Söz konusu anlaşmanın Rusya’ya askeri anlamda önemli yetkiler verdiği, süre yönünden bir kısıtlama getirmediği, Rus askeri personeline bir çok yetki getirdiği buna karşılık Rusların müdahalesi sonucunda ortaya çıkacak tüm sorumluluğun Esad rejimine ait olduğu öngörülmüştür (Washington Post, 2016). Sonuçta Rusya verdiği destekten öte Esad rejimi ile anlaşarak 30 Eylül 2015’ten itibaren gönderdiği askeri mühimmat ve savaş uçaklarıyla doğrudan savaşa müdahil olmuştur. Esad rejimini korumak amacıyla çatışmalara müdahalesiyle muhaliflere karşı önemli ilerleme sağladığı belirtilen Rusya her ne kadar IŞİD’e karşı savaştığını belirtse de daha çok muhalif hedeflere saldırdığı ve sivil yerleşim yerlerindeki hastane, okul gibi sivil hedefleri vurduğu ve çoğunlukla sivillerin ölümüne yol açtığı bildirilmiştir. Türk uçaklarınca 24 Kasım 2015’te hava sahası ihlalinden dolayı düşürülen Rus Su 24 tipi savaş uçağının Türkmen köyleri bombalarken düşürüldüğü bildirilmiştir. Halep ve çevresindeki muhaliflere Esat birlikleriyle saldıran Rusya’nın hava bombardımanıyla birçok sivilin ölümüne yol açtığı on binlerce kişinin yerlerinden edilerek Türkiye sınırına yığılmalarına neden oldukları ve onları mülteci durumuna düşürdükleri bildirilmiştir (Russian military intervention, 2016).BM Genel Sekreterliği, Halep’te düzenlenen Rusya ve Esat rejiminin ortak saldırıları sonucunda çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 51 binden fazla kişinin göç ettiğini ve insani durumun daha da kötüleştiğini bildirmiştir. Humus'un kuzeyindeki kırsal bölgede yolların kesilmesi nedeniyle yaklaşık 120 bin kişinin mahsur kaldığı vurgulanarak, çocuklar ve hamile kadınlarda yetersiz beslenme ile tıbbi yardım alamadığı için ölümlerin gerçekleştiği bildirilmiştir (Anadolu Ajansı, 2016a).Rusya’nın rejim güçleri ile birlikte Halep ve Azez’deki sivil yerleşim birimlerine düzenlediği füze saldırılarında en az 5 hastane ile 2 okulun vurulduğu ve çoğunlukla çocuk olmak üzere 50 sivilin öldüğü ve çok kişinin yaralandığı BM sözcüsü Ferhan Hak tarafından bildirilmiştir (CBC News, 2016).Ayrıca Rusya’nın ayırım gözetmeksizin uluslararası hukukça yasaklanmış misket bombaları kullandığı da tespit edilmiştir (HRW, 2015). İnsan Hakları İzleme örgütü, 8 Şubat 2016’ya kadar Rusya’nın misket bombalı en az 20 saldırı gerçekleştirdiğini belgelendirmiştir (HRW, 2016).Bu gelişmeler, Suriye’de savaşan Rus savaşçılarının savaş suçları ile insanlığa karşı suçları işlediklerini göstermektedir.

PYD/YPG’nin İşlediği Eylemler: Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı bölgelerde silahlı olarak etkinlik gösteren, Türkiye tarafından terörist olarak tanımlanan PKK’nın Suriye’deki kolu olarak kabul edilen PYD (Demokratik Birlik Partisi), 2012 yılından itibaren Esad rejimi ile anlaşarak Türkiye sınırındaki bazı yerleşim alanlarında kanton olarak adlandırdıkları yönetimlerini kurmuşlardır.IŞİD ile mücadele ettiği ileri sürülen PYD’nin hem ABD hem de Rusya ve Esad rejimi tarafından desteklendiği ifade edilmektedir. Bu örgütün silahlı kanadı olan YPG (Halk Savunma Birliği)’nin ele geçirdiği yerlerde etnik temizlik yaptığı, Sünni Araplardan ve düşüncesini paylaşmayan Kürtlerden on binlercesini göç etmeye zorladığı, göç edenlerin önemli çoğunluğunun Türkiye ve Irak’taki Barzani bölgesine gittikleri rapor edilmiştir. PYD’nin Arapların çoğunlukta yaşadıkları yerleri ele geçirdiğinde etnik temizlik yaptığı, içinde çocukların da olduğu binlerce kişiyi keyfi olarak tutukladığı, bunlara işkence ettiği, yargısız infazlar gerçekleştirdiği ve kişilerin ortadan kaybolmalarına neden olduğu bildirilmiştir (Orient News, 2016; SNHR, 2015). Bu eylemler de insancıl hukuk kurallarının ihlalini oluşturmaktadır.

Hükümet Karşıtı Grupların İşlediği Eylemler: Bu güçler tarafından hükümet güçleri veya hükümet yanlısı güçlere mensup kişilerin yakalandıkları halde hukuka aykırı öldürülmeleri, yakalanan bazılarının göstermelik bir yargılamadan sonra idam edildikleri, yakalanan kişilere maddi ve manevi işkence edildiği ve kötü muamelelere maruz bırakıldıkları tespit edilmiştir. Çocukları kendi eylemlerinde kurye ve yardımcı olarak kullanan hükümet karşıtı silahlı grupların, 18 yaşın altındakileri savaşçı yapmaları, bu grupların eylemlerinde kullanmak için araç çaldıkları, bir takım yağma eylemlerinde bulundukları bildirilmiştir (Report, 2012 Aug, par.58-60, 87-89, 114-115, 130).Özür Suriye Ordusu ile el Kaide bağlantılı Nusra gibi silahlı gruplar da yargısız infaz, tutsakların öldürülmesi, işkence, yağma gibi yaygın suç eylemlerini gerçekleştirdikleri raporlaştırılmıştır(Report, 2014, par. 25-35). Bu gruplar, hükümetin kontrol ettiği Lazkiye, Şam, İdlib, Halep bölgelerindeki sivil yerleşim alanlarına roket ve toplarla saldırılar gerçekleştirmiş ve sivillerin ölümlerine yol açmışlardır(Report, 2015, par. 36-37). Bu gruplar, kadınları kaçırarak hükümetin elindeki kadınlarla ve savaşçılarla takas etmek için bu kadınları hukuka aykırı olarak alıkoymaktadırlar. Nusra Cephesi, Ahrarüşşam gibi el Kaide bağlantılı örgütler, Alevi köylerinden kaçırdıkları kadınları rehin olarak ellerinde bulundurmaktadırlar (Report, 2015, par. 55-56).

IŞİD’in İşlediği Eylemler: El Kaide bağlantılı olan, önce Irak’ta sonra Suriye’de etkinlik gösteren Selefi ve Vahhabi anlayışla İslam’ı dar yorumlayarak şiddet uygulayan, Sünni Müslüman Arapbölgelerinde yaygınlık gösteren, düşüncesini benimsemeyen mezhep, din ve etnik unsurlar üzerinde şiddet uygulayan, bu kesimlere karşı katliam yapan ve terör uygulayan bu örgüt, Irak ve Suriye’nin önemli kısmını kontrol etmektedir. Irak ve Suriye’nin Sünni bölgelerinde varlık gösteren ve önemli kısmı yabancı savaşçılardan oluşan bu örgüt, Haziran 2014’te Musul’u ele geçirdikten sonra kendisini “İslam Devleti” olarak ilan etmiştir. Lideri Ebu Bekir El Bağdadi de kendisini “Halife” olarak nitelendirmiştir. Bu örgüt hem Suriye’de hem Irak’ta soykırıma varacak şekilde katliamlar gerçekleştirdiği, yüz binlerce kişinin yerlerinden göç etmelerine neden olduğu, kadınlara tecavüz ettiği, bu tecavüzleri savaş silahı olarak kullandığı, köleleştirme, rehin alma, adam kaçırma, toplu ve yargısız infaz gibi eylemleri yaptığı, ele geçirdiği kişilerin başlarını keserek medyada yayınlanması gibi eşine çok az rastlanan vahşet örneklerini sergileyerek, etnik temizlik, insanlık suçları ve savaş suçları işlediği bilgi, belge ve fotoğraflarla tespit edilmiştir (Amnesty International, 2014, 1-30; Report, 2015, par. 60-62, 15-16, 69,74-75, 172).IŞİD’in Humus ve Şam’ da sivil yerleşimlere düzenlediği bomba yüklü araçlarla gerçekleştirdiği saldırılarda 140 sivili öldürmesi ve 178 sivili yaralaması (BBC Türkçe, 2016), IŞİD’in son zamanlarda insanlığa karşı işlediği büyük suç eylemlerinden biri olarak dikkate almak gerekir.

Eylemlerden Suriye Hükümetinin, Yandaşlarınınve Silahlı Muhaliflerin Sorumluluğu

BM Bağımsız Soruşturma Komisyonu, Suriye’de uluslararası insancıl hukuk kurallarını çiğneyecek şekilde ağır insan hakları ihlalleri ile insanlığa karşı suçlar ile savaş suçlarının işlendiği sonucuna varmıştır. Komisyon sorumlu olabilecek lider konumdaki kişileri belirlemiştir. Komisyon 2012’nin Mart ayında şüpheli kişilerin ve birimlerin listelerini kapalı zarf içinde BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğine vermiştir (Report, 2012 Aug, par. 131).Komisyon tarafından doğruluğu tespit edilen bilgi, belge ve bulgulara göre suç eylemlerin hükümet politikalarına uygun olarak işlendiğini, ülkenin çeşitli yerlerindeki saldırılarda hükümetin ve silahlı kuvvetlerin en üst seviyesinde müdahalelerinin olduğunu, hükümet destekli Shabbiha milislerinin birçok insanlık suçları işlediklerinin tespit edildiğini, her ne kadar bu milislerin resmi olamayan hiyerarşik yapıları olsa da hükümet adına veya hükümetin rızasıyla bu eylemleri gerçekleştirdiklerini dikkate alarak hükümetin sorumluluğunu belirlemiştir (Report, 2012 Aug, par. 132-133).

Hükümet karşıtı silahlı muhalif gruplara gelince, bunlar her ne kadar insancıl hukuk belgelerine taraf olmasa da uluslararası teamül hukukunun bir parçası olan bu belgeler onlar için de bağlayıcıdır. Dolayısıyla uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda bu grupların işledikleri eylemler savaş suçu ve insanlığa karşı suç olarak değerlendirilerek kovuşturulabilir. Komisyon, hükümet karşıtı grupların katliam, yargısız infaz, işkence gibi işledikleri eylemlerden sorumlu olduklarını belirlemiştir(Report, 2012 Aug, par.134).

Komisyon gerek hükümet güçlerinin gerekse hükümet karşıtı güçlerin kasten insanlık suçlarını işledikleri ve bu eylemlerden sorumlu oldukları sonucuna varmıştır. Bu eylemleri yapan, emreden, planlayan, teşvik eden, yardım ve yataklık yapanlar aynı oranda sorumludurlar. Komisyon hem yüksek hem orta rütbeli hükümet güçleri yetkililerinin doğrudan illegal eylemlerde bulunduklarını, komutanların kendi astlarına sivilleri ve savaş dışı olanları (hors de combat) vurmaları, yakalananlara işkence ve kötü muamelede bulunma emirlerini verdiklerini tespit etmiştir. Verilen emirler çoğunlukla silah zoruyla yaptırılmış emirleri yerine getirmede tereddüt edenler tutuklanma veya basitçe idam edilme riskiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Hükümet karşıtı silahlı muhaliflerin de savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işledikleri, ele geçirilen hükümet güçleri ile Shabbiha üyelerinin öldürülmelerini emrettikleri rapor edilmiştir(Report, 2012 Aug, par. 135-135).Komisyon gerek hükümetin gerekse muhaliflerin işlenen insanlık suçlarıyla ilgili ne gibi önlem aldıkları hakkında bilgi sahibi olmayıp, hükümetçe verilen bilgilerin ve yapılan soruşturmaların sağlıklı olup olmadığından emin olmadığını bildirmiştir(Report, 2012 Aug, par. 141-142).



Eylemlerin Uluslararası Ceza Mahkemesinde Yargılanması ve Cezalandırılması Gereği

Suriye’deki çatışmaların hem uluslararası olan hem uluslararası olmayan silahlı çatışmalar niteliğinde olduğu, işlenen eylemlerin ağır insan hakları ihlali oluşturduğu ve insancıl hukuk kurallarını düzenleyen uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu görülmektedir. Her ne kadar UCM’nin tamamlayıcılık özelliği olsa da Suriye’nin bulunduğu durum dikkate alınırsa bu eylemlerin adil olarak yargılanması şüphelidir. Yukarıda da değinildiği gibi güvenlik güçlerinin dokunulmazlığı vardır. Ayrıca Suriye’deki yargıç ve savcıların her ne kadar bağımsız ve tarafsız olacağı öngörülse de hükümetin çıkardığı yasalar uyarınca savcı ve yargıçların Baas Partisi üyeleri olmaları zorunluluğu vardır. Ayrıca Suriye Anayasası uyarınca yüksek yargı organlarının başkanlığı ve üye seçimi yetkileri cumhurbaşkanında olduğu için yargı organlarının hükümet üyelerinin işlediği iddia edilen eylemleri adil bir şekilde yargılaması oldukça kuşkuludur. Suriye UCM statüsünü imzalamış olmakla birlikte onaylamamıştır. Yukarıda değinildiği gibi UCM’nin yargı yetkisi iki açıdan söz konusudur. Biri Suriye UCM statüsüne taraf olsa bile ulusal yargı yetkisi belirtilen gerekçelerle adil olmadığından UCM’nin yargı yetkisi tamamlayıcı olmaktan çıkıp çatışan hale gelebilmesidir. Diğeri de Suriye UCM statüsüne taraf olmadığı için statü metninin 13. Maddesine göre uluslararası barış ve güvenliğin tesisi kapsamında BM Güvenlik Konseyi’nin UCM’ye yetki tanıyarak UCM savcılığına başvurmasıdır.

BM antlaşmasının barış ve güvenliğin tesisiyle ilgili 7. Bölüm kapsamında Güvenlik Konseyi’nde bir karar girişimi olmakla birlikte Rusya ve Çin’in vetoları nedeniyle bu girişim, karara dönüşememiştir. İçinde Türkiye’nin de bulunduğu 65 devletin girişimiyle hazırlanan 22 Mayıs 2014 tarih ve S/2014/348 sayılı taslak kararda; Güvenlik Konseyi, Suriye’deki durumun uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiğini, BM antlaşmasının 7. Bölümü gereğince gerek Suriye hükümet yetkililerinin ve hükümete yakın milislerin gerekse hükümet dışı silahlı grupların Suriye’de Mart 2011 tarihinden beri yoğun ve yaygın insan hakları ile uluslararası insancıl hukuk kurallarını ağır bir şekilde ihlal ettikleri belirtilmiştir. Yukarıda değinilen BM İnsan Hakları Konseyi tarafından oluşturulan Bağımsız Uluslararası Suriye Soruşturma Komisyonun raporlarına dayanarak Suriye’de insanlık suçları ile savaş suçlarının işlendiğini tespit eden taslak kararla Güvenlik Konseyi, bu eylemlerin soruşturulması ve yargılanması için UCM’ne havale etmek istemiştir. UCM ile hem hükümet yetkililerinin hem de diğer silahlı grupların tam olarak işbirliği yapmalarını ve gerekli yardımları yapmalarını öngören taslak karar, soruşturma için UCM savcılığını yetkilendirmiştir (Security Council, 2014).Ne var ki13 lehte oy alan 22.05.2014 tarih ve S/2014/348 sayılı kararı Rusya ve Çin veto etmiştir. Suriye’nin BM temsilcisi ülkesinde suçları araştıran ve yargıyla paralel çalışan bir araştırma komitesinin kurulduğunu, eylemlerin Suriye yargı organlarınca yargılanacağını, hükümetinin ulusal yargı yetkisiyle çatışan uluslararası yargı organlarının dahil edilmesi girişimlerini kabul etmediğini bildirmiştir (UN Press Release, 2014).

BM’nin Suriye temsilcisi her ne kadar ülkesinde işlenen suçlarla ilgili komisyon kurulduğunu ve Suriye yargı organlarınca eylemlerin yargılanacağını belirtse de aşağıda değinileceği gibi bu işlemlerin ayrıntıları konusunda BM komisyonunun istediği bilgi ve belgeleri ya vermemiş veya yetersiz bilgi vermiştir. Yukarıda da değinildiği gibi Suriye UCM statüsüne taraf olmadığından UCM soruşturma ve kovuşturma işlemlerine başlayabilmesi için BM Güvenlik Konseyi’nin kendisine bu konuda yetki vermesi gerekiyor. Bununla birlikte Suriye’de savaşan bazı yabancı savaşçıların uyruğunda oldukları Batı’lı devletlerin UCM statüsüne taraf oldukları için bu kişiler hakkında UCM’de soruşturma açılabilir. Fakat bunun pek sağlıklı işleyeceği zordur. Bu devletler kendileri yargılama yaptıkları takdirde UCM’nin yetkisi tamamlayıcı nitelikte olduğu için UCM yargılama yapmayacaktır. Ancak bu devletler yargılama yapmayıp suç faillerini yargılaması için UCM’ye teslim ederlerse UCM’nin yargı yetkisi mümkün olabilmektedir.



Suriye’nin Uluslararası Sorumluluğu

UCM, statüsünden de anlaşılabileceği gibi, devletlerin değil kişilerin cezai sorumluluğu çerçevesinde yargılama yapmakta ve suçlarını tespit ettiği kişilere cezalar hükmetmektedir. Bununla birlikte kişilerin adına suç işledikleri devletlerin hukuki sorumluluğu ortadan kalkmamaktadır. Suç faillerinin cezalandırılmasının ötesinde sanıkların yol açtığı maddi ve manevi zararlardan devlet sorumlu olmaktadır.



Suriye, uluslararası insan hakları hukuku uyarınca yapması gereken yükümlülüklerini yerine getirmede başarısız olmuştur. Uluslar arası yapıla geliş hukukuna göre devletin askeri ve güvenlik güçleri tarafından işlenen uluslararası hukuka aykırı eylemlerinden dolayı devlet sorumlu olmaktadır. Bu sebeple Suriye Hükümetinin askeri ve güvenlik yetkililerince işlendiği raporlaştırılan insanlık suçlarından dolayı Suriye devleti sorumlu olmaktadır. Suriye’nin sorumluluğu sadece bu eylemlerin işlenmesiyle sınırlı olmayıp aynı zamanda bu eylemeleri işleyenleri cezalandırmaması ve mağdurlara gerekli tazminatı ödememesinden de kaynaklanmaktadır. UCM statüsünün 27. Maddesi, statü hükümlerinin resmi olan olmayan ayırımı yapılmaksızın tüm herkese eşitçe uygulanması gerektiğini öngörmüştür. Bu bağlamda Suriye kanunları, kendilerine insanlık suçları isnat edilen hükümet yetkililerine ve güvenlik yetkililerine dokunulmazlık getirdiği için bu suçların yargılanmasını ve suç faillerinin cezalandırılmasını engellemektedir. Bu eylemleri soruşturmak ve yargılamak için Suriye hükümetince kurulduğu iddia edilen Bağımsız Özel Komisyonun bulguları ve bu komisyonun ne derecede soruşturma yaptığı ile ilgili bilgiler BM Komisyonuna yeterince sağlanmamıştır (Report, 2011, par. 109-111; Report, 2012 Aug, par. 131-132, 135-138). Hükümetin Özel komisyonun ve daha sonra Houla için kurulan soruşturma komisyonunun raporları BM komisyonuna intikal etmiş ve BM komisyonunun yaptığı incelemede askeri ve güvenlik yetkilileri ile sivil yetkililerle ilgili bir soruşturma ve kovuşturmayla ilgili herhangi bir bulguya rastlamamıştır. Aynı zamanda hükümet karşıtı grupların da kendi yetkilileriyle ilgili soruşturma ve kovuşturma yaptıklarına dair herhangi bir bilgi BM komisyonuna intikal etmemiştir (Report, 2012 Aug, par. 141-142). Hükümetin resmi elemanları olmasa da hükümetin dolaylı dolaysız desteği ve hükümetin rızasının olduğu görülen Shabbiha milislerinin insanlığa karşı suç eylemlerinden ve savaş suçu eylemlerinden dolayı da Suriye hükümeti sorumlu olacaktır (Report, 2012 Aug, par. 133). BM komisyonu aynı zamanda her ne kadar uluslararası insancıl hukuk belgelerine taraf olmasalar da muhalif güçlerin de komutanları ve yetkilileri insanlığa karşı işledikleri suçlardan ve savaş suçlarından dolayı sorumlu olduklarını belirtmiştir (Report, 2012 Feb, par. 120; Report, 2012 Aug, par. 134). Esad’ın yanında çatışmalara giren İranlı savaşçıların eylemlerinden devlet olarak Esad rejimini desteleyen ve Esad rejimine askeri, ekonomik, istihbari ve teknik anlamda her türlü destek veren İran (Fulton, Holliday ve Wyer, 2013) sorumlu tutulmalıdır. IŞİD ve el Kaide bağlantılı selefi ve cihatçı örgütler de işledikleri ileri sürülen savaş ve insanlığa karşı suçlardan dolayı sorumludurlar. PYD ve YPG ise hükümet yanında çatıştıkları ve işledikleri ileri sürülen savaş ve insanlık suçları konusunda hükümetin açık bir önlemi veya soruşturması olmadığı dikkate alınırsa Shebbiha’da olduğu gibi bunların da eylemlerinden hükümet sorumlu tutulmalıdır. Ayrıca Suriye’nin BM temsilcisi Beşşar Caferi, hükümetlerinin PYD’yi desteklediğini açıklamıştır (Daily Sabah, 2016; Yeni Şafak, 2016). Bu da hükümetin PYD’nin eylemlerinden sorumlu tutulmasının açık delili olarak değerlendirilebilir. 2013 yılından itibaren resmen Esad Rejiminin yanında çatışmalara aktif olarak katılan Hizbullah’a gelince, bu örgüt Lübnan’da hem siyasi parti olarak faaliyetlerini sürdürmekte hem de Lübnan ordusu dışında silahlı bir örgüt olarak bilinmektedir. Parlamentoda ve hükümette temsil edilen bu örgütün faaliyetlerinin Lübnan’ın sorumluluğuna yol açıp açmayacağı tartışmalıdır. Din ve mezheplere göre siyasi temsil durumunu düzenleyen Lübnan Anayasası (Constitution of Lebanon, 1990), önemli dış politika kararlarının verilmesinde mecliste ve hükümette temsil edilen din ve mezhep mensuplarının onayını öngörmektedir. Anayasa, bir din ve mezhep unsuruna tek başına ülkenin önemli iç ve dış politikalarının belirlenmesinde ve yürütülmesinde izin vermemektedir. Suriye’de çatışan Hizbullah’ın Lübnan siyasal organlarının resmi onayıyla değil de kendi insiyatifiyle Suriye’de çatıştığı anlaşılmaktadır.2005’te Hariri suikastıyla ilgili kendisine isnat edilen suçlamalar sebebiyle yargılama, Lübnan mahkemeleri tarafından değil de BM tarafından kurulan Lübnan Özel Mahkemesinde yürütülmektedir (STL, 2009).Dolayısıyla Hizbullah’ın Suriye’de işlediği iddia edilen savaş ve insanlık suçlarından dolayı Suriye hükümetiyle birlikte Hizbullah örgütü kendi başına sorumlu tutulması gerekir.

Rusya’nın Sorumluluğuna gelince, devletin sorumluluğuyla ilgili genel kabul gören uluslararası yapıla geliş kuralları ile 2001’de BM Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun kabul ederek Genel Kurula gönderdiği devletlerin sorumluluğuyla ilgili taslak sözleşme (State Responsibility, 2008) uyarınca Suriye ile yaptığı anlaşma sonucunda Suriye’de Esad güçlerinin yanında çatışmalara müdahil olan Rus askeri güçlerinin ve yetkililerinin işledikleri belirtilen insanlık ve savaş suçlarından dolayı Rusya’nın sorumlu tutulması gerekmektedir. Her ne kadar Esad rejimiyle imzalanan anlaşma uyarınca sorumluluğun Esad rejimince üstleneceği belirtilmiş olsa da, bu durum Rusya’nın sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Rusya UCM statüsüne taraf olmadığı için Suriye’de insanlık ve savaş suçları işledikleri ileri sürülen Rus askeri personellerinin ya Rusya’nın yargı organlarında veya Güvenlik Konseyi’nin yetki vermesi halinde UCM’de yargılanmaları mümkün olabilir. Rusya, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olarak bu yönde çıkan karar taslağını yukarıda da değinildiği gibi veto etmiştir. Bundan sonra da kendi aleyhinde yorumlanabilecek bir kararı veto edeceği beklenmektedir. Bununla birlikte Rusya, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (European Convention, 1950) taraf (Council of Europe, 2016) olduğu için Rusya aleyhinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM’ne) gerçek, tüzel özel kişiler veya sözleşmeye taraf bir devlet dava açılabilir. Sözleşmenin 1. Maddesine göre taraf devletlerin yetki kullandıkları yerlerde sözleşme hükümlerini uygulamaları yükümlülükleri bulunmaktadır. Buna göre Suriye’de faaliyet gösteren Rus askeri güçleri ve personelleri sözleşme hükümlerini ihlal ettikleri takdirde Rusya’nın sözleşme bağlamında sorumluluğu doğmaktadır. Her ne kadar AİHM devletlerin hukuki sorumluluğuna yönelik karar verse de suç faillerinin cezai sorumluluk bağlamında Rusya mahkemelerinde yargılanması konusunda karar verebilir. AİHM’nin kararları sözleşmeyi ihlal eden devletler üzerinde doğrudan zorlayıcı bir etkene sahip olmasa da Rusya’nın yüklü tazminata mahkûm olması halinde AİHM kararları caydırıcı olabilir.

Sonuç

Bu çalışmanın yazıldığı dönemde Suriye’de çatışmalar devam etmektedir. Rusya, askeri gücüyle doğrudan müdahale ederek Esad güçlerinin muhaliflere karşı ilerlemelerini sağlamıştır. Esad Rejiminin güçleri ile ona destek veren resmi ve gayrı resmi güçlerin yoğun olarak insanlık suçları ile savaş suçları işledikleri gerek BM raporlarında gerekse bağımsız kuruluşların raporlarında tespit edilmiştir. Esad güçlerinin ki kadar yoğun olmasa da bölgesel ve küresel güçler tarafından desteklenen silahlı muhaliflerin de savaş suçları ve insanlık suçları işledikleri rapor edilmiştir. Ayrıca IŞİD ve onun gibi selefi ve el Kaide bağlantılı grupların da İslam’ı kullanarak yoğun olarak savaş suçları ve insanlık suçları işledikleri, sivillerin göç etmelerine yol açtıkları ve mezhep farklılıklarını körükleyerek mezhepsel çatışmaları derinleştirdikleri tespit edilmiştir. Suriye’de çatışan hükümet ve hükümet karşıtı grupların bölgesel ve küresel güçlerden doğrudan veya dolaylı destek alarak adına vekâlet savaşı denilen bir iç savaş yürüttükleri görülmektedir. Cenevre’de yapılması öngörülen barış görüşmelerinden henüz etkin bir sonuç çıkmış değildir. BM Güvenlik Konseyi, Rusya ve Çin’in vetoları nedeniyle çatışmalara müdahale ederek barış ve güvenliği sağlamakta başarılı olamamıştır. Ülkede her geçen gün büyük insani felaketler yaşanmakta, göç eden milyonlarca kişiye yenileri eklenmektedir.

Ülkede insanlık suçları ve savaş suçları işleyenlerin uluslararası Ceza mahkemesinde yargılanmaları için BM Güvenlik Konseyi’nin karar alma girişimi veto nedeniyle engellenmiştir. Dolayısıyla ülkede işlenen insanlık ve savaş suçlarının cezasız kalma durumu söz konusudur. İşlenen suçların cezasız kalması, benzer suçlara davetiye çıkardığından ve suç işlemek isteyenleri cesaretlendirme riskini oluşturduğundan uluslararası barış ve güvenlik ciddi tehditle karşı karşıya kalmaktadır.

Gerçek kişileri cezai sorumluluk bağlamında yargılayan ve bazı istisnalar dışında ulusal yargıyla çatışmamak adına tamamlayıcılık ilkesi çerçevesinde yargılama yapan UCM, devletlerin hukuki sorumluluklarına karar vermemektedir. UCM’nin yargı yetkisinin işlevsel olabilmesi sadece bu konuda kendisine yetki tanınmakla bitmemesi gerekmektedir. Aynı zamanda tüm devletlerin ve diğer aktörlerin UCM ile işbirliği yapmaları, barışın tesisi için hayati önem arz etmektedir. UCM’nin kendisine özgü bir kolluk gücü olmadığı için ilgili devletlerin suç faillerini bulmada ve UCM’ye tesliminde yükümlülüklerini yerine getirmeleri gerekir. Bununla beraber UCM’nin resmi görevi ve sıfatı ne olursa kişilerle ilgili kararı mahkûmiyet yönündeyse, adına suç işlenen devletlerin hukuki sorumlulukları söz konusu olacaktır. İlgili devletler veya aktörler suç mağdurlarına tazminat yükümlülüğü ile karşı karşıyadırlar. Suriye’de işlenen insanlık ve savaş suçları mağdurları her türlü siyasal, idari ve yargısal yolları kullanarak haklarını alabilirler. Ne var ki ağır insanlık suçlarının yol açtığı ekonomik, sosyal, kültürel ve psikolojik felaketlerin etkileri maalesef uzun yıllar boyunca devam etmektedir. Suç faillerinin sadece cezalandırılmasıyla yetinilmeyip, uluslararası toplumun bütünü açısından bir farkındalık oluşturularak ve devletlerin sorumluluğu kurumu etkin bir şekilde işletilerek bu tür felaketlerin bir daha yaşanmamasını sağlamak, hem şimdinin hem de geleceğin barış ve güvenliğinin sağlanması açısından çok önemlidir.


KAYNAKLAR

Acer Y. ve Kaya İ. (2010).Uluslararası Hukuk Temel Ders Kitabı, Ankara: USAK.

Aksar, Y. (2005). Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uygulamalarına Genel Bir Bakış, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, 1 (3), 1-14.

Aljazeera (2015). 3 Şubat 2015, Erişim Tarihi: 31.01.2016, http://www.aljazeera.com.tr/haber/suriyede-ilk-kez-kimyasal-silah-tesisi-imha-edildi



Amnesty International (2014), EthnicCleansing on a HistoricScale, Islamic State’s Systematic Targeting of MinoritiesIn Northern Iraq, London, U.K., 1-30.

Amnesty International (2015), May 2015, Index: MDE 24/1370/2015, (ss.1-74) Erişim Tarihi: 15.03.2016, https://www.amnesty.org/en/documents/mde24/1370/2015/en/

Anadolu Ajansı (2016a), 11.02.2016, Erişim Tarihi: 01.03.2016, http://aa.com.tr/tr/dunya/bm-son-saldirilar-halepte-51-bin-kisiyi-yerinden-etti/519885

Anadolu Ajansı (2016b). 11.02.2016, Erişim tarihi: 01.03.2016, http://aa.com.tr/tr/dunya/suriye-siyasi-arastirma-merkezi-5-yilda-470-bin-kisi-oldu/519778


Yüklə 143,42 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin