T. C. Adalet bakanliği eğİTİm dairesi başkanliğI



Yüklə 1,76 Mb.
səhifə31/35
tarix23.01.2018
ölçüsü1,76 Mb.
#40202
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   35

Yukarıdaki tabloda, birlik ve şirketler itibarıyla yıllık çalışan sayısı ve ortalama çalışan sayısı hesaplanmıştır. Buna göre, A Birliğinin yıllık ortalama çalışan sayısı hesaplanırken; A Birliği ve B Şirketinin yıllık ortalama çalışan sayılarının tamamı ile C Şirketinin yıllık ortalama çalışan sayısının sadece A Birliğin bu Şirketteki hissesi olan %20’si toplanır. Dolayısıyla, A Birliği için toplam yıllık ortalama çalışan sayısı (845 + 170 + (162,08 x %20) = ) 1.047,42’dir.



(3) Birliğe bağlı kooperatiflerin ortak sayılarının belirlenmesinde, bağlı kooperatiflerin kayıtlı aylık toplam ortak sayılarının yıllık ortalama toplamları dikkate alınır. Söz konusu yıllık ortalama, aylar itibarıyla kayıtlı kooperatif ortak sayılarının toplamının on ikiye bölünmesiyle elde edilir.


Aylar

A
Kooperatifi


B

Kooperatifi

C

Kooperatifi

Ağustos

10.250

1.000

6.000

Eylül

10.500

1.000

6.000

Ekim

10.500

1.000

6.000

Kasım

10.500

1.000

6.500

Aralık

10.500

1.000

6.500

Ocak

10.000

1.000

5.000

Şubat

10.500

1.000

5.000

Mart

10.250

1.000

5.500

Nisan

10.250

1.000

5.500

Mayıs

10.250

1.000

5.500

Haziran

10.750

1.000

6.000

Temmuz

10.500

1.000

6.000

Toplam

124.750

12.000

79.500

Yıllık ortalama (Toplam/12)

10.395

1.000

6.625


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Denetim Kapsamından Çıkma

Denetimin kapsamından çıkma

MADDE 7 – (1) Bağımsız denetime tabi birlikler, bu Tebliğin 4 üncü maddesinde belirtilen şartlardan en az üçüne ait sınırların art arda iki hesap döneminde altında kalmaları ya da bir hesap döneminde söz konusu şartlardan en az üçünün sınırlarının yüzde yirmi veya daha fazla altında kalmaları durumunda, müteakip hesap döneminden itibaren denetim kapsamından çıkar. Birbirini takip eden hesap dönemlerinde sınırların altında kalınan şartların aynı olması şart değildir. Aşağıdaki tabloda örnek bir birlik için hesap dönemleri itibarıyla şartların sağlanması ve denetime tabi olma durumu gösterilmiştir:


Hesap dönemleri

Bilanço aktif toplamı 50 milyon TL veya üzeri midir?

Yıllık net satış hasılatı

75 milyon TL veya üzeri midir?

Çalışan sayısı

250 veya üzeri midir?

Bağlı kooperatiflerin ortak sayısı

3 bin veya üzeri midir?

Şartlardan en az üçünü sağlıyor mu?

Denetime tabi midir?

1/8/2010-31/7/2011

Evet

Hayır

Evet

Evet

Sağlıyor

Referans yıl

1/8/2011-31/7/2012

Evet

Evet

Hayır

Evet

Sağlıyor

Referans yıl

1/8/2012-31/7/2013

Evet

Hayır

Evet

Evet

Sağlıyor

Tabidir

1/8/2013-31/7/2014

Hayır

Hayır

Evet

Hayır

Sağlamıyor

Tabidir

1/8/2014-31/7/2015

Hayır

Hayır

Hayır

Evet

Sağlamıyor

Tabidir

1/8/2015-31/7/2016

Evet

Hayır

Evet

Evet

Sağlıyor

Tabi değildir


Esas alınacak finansal tablolar

MADDE 8 – (1) Denetime tabi birlikler, finansal tablolarını 6102 sayılı Kanun ve TMS’ye göre hazırlar. Bu birlikler daha sonraki hesap dönemlerinde denetim kapsamında olup olmadıklarını değerlendirirken, aktif toplamının ve yıllık net satış hasılatının hesabında 6102 sayılı Kanun ve TMS’ye göre hazırladıkları finansal tabloları dikkate alır. Bu durumda, bağlı ortaklık ve iştirak kavramları 6102 sayılı Kanun ve TMS’deki anlamlarıyla dikkate alınır. Şartların belirlenmesinde; bağlı ortaklıkların tam konsolidasyon yöntemine, iştiraklerin ise özkaynak yöntemine göre konsolide edilen finansal tablolar kullanılır.

(2) Aktif toplamı ve yıllık net satış hasılatının hesabında, birliğin TMS’ye göre hazırlanmış finansal tablolarında yer alan tutarlara, ortak kooperatiflerin 4 üncü maddenin altıncı fıkrası uyarınca hazırladıkları finansal tablolarda yer alan ilgili tutarlar 5 inci maddede öngörülen esaslara göre dahil edilir.

(3) Ortak kooperatiflerin ortak sayıları ile çalışan sayılarının hesabında 6 ncı madde hükümleri uygulanır.

Denetim kapsamından çıkılmasından sonra esas alınacak finansal tablolar

MADDE 9 – (1) Denetime tabi olan bir birliğin sonraki hesap dönemlerinde denetim kapsamından çıkması durumunda, söz konusu birliğin müteakip hesap dönemlerinde denetime tabi olup olmayacağının tespitinde 4 üncü maddenin son fıkrası, 5 ve 6 ncı madde hükümleri uygulanır.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Çeşitli ve Son Hükümler

Karşılaştırmalı olarak sunulan finansal tablolar

MADDE 10 – (1) Denetime tabi olunan hesap dönemlerine ilişkin finansal tablolar denetimden geçmiş olarak sunulur. Geçmiş hesap dönemi veya dönemlerine ilişkin finansal tabloların karşılaştırmalı olarak sunulması esastır. Geçmiş hesap dönemlerinde denetime tabi olunmamış ise, denetimden geçmiş finansal tablolarla karşılaştırmalı olarak sunulan geçmiş dönem finansal tablolarının denetimden geçmiş olması zorunlu değildir.

İlk uygulama

GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Hesap dönemi takvim yılı olan birlikler açısından; 2013 hesap dönemi finansal tablolarının denetime tabi olup olmadığının belirlenmesinde, 1/1/2013 tarihinden önce sona eren son iki hesap dönemine ait (1/1/2011-31/12/2011 ve 1/1/2012-31/12/2012 tarihli) bilançolar ve gelir tabloları kullanılır.

(2) Özel hesap dönemini uygulayan birlikler açısından; denetime tabi olunup olunmadığının belirlenmesinde, 2011 ve 2012 yıllarında sona eren hesap dönemlerine ait dönem sonu (örneğin, 31/7/2011 ve 31/7/2012 tarihli) finansal tabloları kullanılır.

(3) Denetime tabi birliklerin, kaldırılan birlik denetim kurullarınca 4572 sayılı Kanuna ve ana sözleşmelerine göre hesap dönemi sonuna kadar denetlenmemiş finansal tabloları ve yönetim kurulu yıllık faaliyet raporları söz konusu denetimi yaptırana kadar düzenlenmemiş sayılır. Bunları denetleyecek denetçiler, 31/7/2013 tarihine kadar genel kurulca belirlenir veya birliklerin talebi üzerine, 6102 sayılı Kanunun 399 uncu maddesi çerçevesinde birlik merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesince atanır.

(4) Bu Tebliğin 8 inci maddesi, 1/1/2014 tarihinden sonra başlayan hesap döneminden itibaren uygulanır.



Yürürlük

MADDE 11 – (1) Bu Tebliğ, denetime tabi birliğin içinde bulunduğu hesap döneminin başlangıç tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Yürütme

MADDE 12 – (1) Bu Tebliğ hükümlerini Gümrük ve Ticaret Bakanı yürütür.
[R.G. 14 Haziran 2013-28677]

—— • ——



Gümrük ve Ticaret Bakanlığından:

GÜMRÜK GENEL TEBLİĞİ

(TARİFE-SINIFLANDIRMA KARARLARI)

(SERİ NO: 15)

Amaç

MADDE 1 (1) Bu Tebliğin amacı, Türk Gümrük Tarife Cetvelinin uygulanmasında AB mevzuatına uyum sağlayarak, söz konusu Tarife Cetveli uygulamaları ile Avrupa Birliği Eşya Nomanklatürü uygulamaları arasında yeknesaklığı temin ederek, bazı eşyanın sınıflandırılmasına ilişkin Avrupa Birliği sınıflandırma kararlarını duyurmaktır.

Kapsam

MADDE 2 (1) Bu Tebliğ, Avrupa Birliği Resmî Gazetesi’nde muhtelif tarihlerde yayımlanan “Bazı Malların Sınıflandırılmasına İlişkin Komisyon Tüzükleri”nde yer alan sınıflandırma kararlarını (Ek) kapsar.

Tanımlar

MADDE 3 (1) Bu Tebliğde geçen;

a) Türk Gümrük Tarife Cetveli: Bakanlar Kurulunca kabul edilen İstatistik Pozisyonlarına Bölünmüş Türk Gümrük Tarife Cetvelini,

b) Armonize Sistem (AS) Açıklama Notları: Uyumu Sağlanmış (Armonize) Mal Tanımı ve Kodlama Sistemi Hakkında Uluslararası Sözleşme eki Armonize Sistem Nomanklatürü Açıklama Notlarını,

c) Genel Yorum Kuralları: Türk Gümrük Tarife Cetvelinde yer alan Tarifenin yorumuna ilişkin genel yorum kurallarını,

ç) Kombine Nomanklatür (KN) Kodu: Türk Gümrük Tarife Cetvelindeki pozisyonların ilk 8 rakamını ifade eden ve Avrupa Birliği tarafından yayımlanan kodları,

ifade eder.



Genel açıklamalar

MADDE 4 (1) Bu Tebliğ eki Sınıflandırma Kararlarına uymayan Bağlayıcı Tarife Bilgileri, 27/10/1999 tarihli ve 4458 sayılı Gümrük Kanununun 9 uncu maddesi uyarınca, bu Tebliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geçerliliğini yitirir.

(2) Bu Tebliğ eki Sınıflandırma Kararlarına uymayan aynı düzeydeki daha önce yayımlanmış sınıflandırma kararları söz konusu olduğunda bu Tebliğ hükümleri uygulanır.



Yürürlük

MADDE 5 (1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Yürütme

MADDE 6 (1) Bu Tebliğ hükümlerini Gümrük ve Ticaret Bakanı yürütür.
Tebliğin ekleri için tıklayınız
[R.G. 14 Haziran 2013-28677]

—— • ——



ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı : 2006/113

Karar Sayısı : 2011/102

Karar Günü : 16.6.2011

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Malatya Bölge İdare Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU : 10.12.2003 günlü, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun;

1- 22.12.2005 günlü, 5436 sayılı Kanun’un 1. maddesiyle değiştirilen 31. maddesinin birinci fıkrasının,

2- 32. maddesinin ikinci fıkrasının,

3- 61. maddesinin üçüncü fıkrasının,

Anayasa’nın 2. ve 138. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir.



I- OLAY

Serbest diş hekimine ödenen ücretin davalı kamu kurumu tarafından ödenmemesi üzerine idare mahkemesinde açılan ve mahkemenin verdiği karara karşı yapılan itiraz üzerine Malatya Bölge İdare Mahkemesine gelen davada, itiraz konusu kuralların Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için başvurmuştur.



II- İTİRAZIN GEREKÇESİ

Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:



ANAYASAYA AYKIRILIK NEDENLERİ VE İLGİLİ ANAYASA MADDELERİ:

1) ANAYASANIN 2. MADDESİ YÖNÜNDEN : Anayasanın 2. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.” hükmüne yer verilmektedir. Hukuk devleti ilkesi, Devletin tüm organlarının üstünde hukukun mutlak egemenliğinin bulunmasını, yasa koyucunun da her zaman Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı saymasını gerektirir. Bu bağlamda yasa koyucunun yasal düzenlemeler yaparken ki takdiri sınırsız ve keyfî olmayıp, hukuk devleti ilkeleriyle sınırlıdır.

Hukuk Devleti ilkesinin unsurları doktrinde belirlenmiş olup bunlardan konuyla ilgili olan ve en bilinen ikisi “Kuvvetler Ayrılığı” ve “Hakim bağımsızlığı” ilkesidir.

A- KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİ YÖNÜNDEN

Kuvvetler ayrılığı ilkesi; devlet niteliğini kazanmış her siyasal toplumda birbirinden farklı üç görevi olduğu bu görevlerden her birini yerine getiren bir güç bulunduğunu ve bunların birbirleri karşısında oldukça bağımsız bir statüye sahip oldukları esasına dayanır. Bunlar, yasama, yürütme ve yargı güçleridir. Yasama ile toplum yaşamını düzenleyen kuralların, başka bir deyişle yasaların çıkarılması, yürütme ile yasaların uygulanması, yargı ile de uygulamada doğan uyuşmazlıkların giderilmesi sağlanır. Bu kavram her üç gücün ayrı organlara verilmesini ve organların olduğunca birbirinden bağımsız olmasını öngörür. Yetkilerin kötüye kullanılmasının önlenmesi için, devletin üç ayrı görevini, üç ayrı güce vermek ve güçlerin birbirini dengelemesini sağlamak gerekir. Nitekim 1982 Anayasası, başlangıç kısmında Kuvvetler ayrımına yer vermiştir. Anayasa, “kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip belli devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bununda sınırlı, medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün Anayasa ve kanunlarda bulunduğu” anlamına geldiğini belirtmiştir. (Prof. Dr. Şeref Gözübüyük Anayasa Hukuku- 12-Bası-Ankara-2003-75-76)

Bu açıklamalara göre, Anayasamızın öngördüğü kuvvetler ayrılığı ilkesi üç kuvvetin kesin olarak birbirinden ayrı olmasını zorunlu kılmaktadır. Oysa 5018 sayılı Yasa uyarınca, her idari birimde olduğu gibi, Bölge İdare Mahkemeleri ve Adliyelerin idari işlemleri yönünden de, “harcama yetkilisi” birimi oluşturulmuş olup bu birimin yetkilisi (sorumlusu) Bölge İdare Mahkemesi Başkanı ve Başsavcıdır.

Hal böyle olunca; asıl görevi yargıçlık olan Bölge İdare Mahkemesi başkanı harcama yetkilisi sıfatıyla yoğun ve riskli bir sorumluluğu da üstlenmiş olmaktadır. Harcama yetkilisi sıfatıyla; kurumu mensuplarının her türü parasal taleplerinin tahakkukunu onaylamaktadır. 5018 sayılı Yasadan önce de bu yetki ve sorumluluk “ita amiri” sıfatıyla var idi. Ancak, eski dönemde ita amirinin onayladığı harcama evrakı defterdarlığa gidiyor ve muhasebe müdürlüğünün oluruyla harcama yapılıyor veya yapılmıyordu. Dolayısıyla, Bütçe kanunu, Bütçe Uygulama Talimatı, bütçe politikaları ve ilkelerini takip eden uzman kurumu tek yetkili ve sorumlu idi. Ödeme yapılmaması- yanlış veya eksik ödeme yapılması hallerinde (yolluklarda- tedavi giderlerinde olduğu gibi) Maliye idaresine karşı dava açılabiliyordu. Oysa bu ihtilafta olduğu gibi, 5018 sayılı Yasadan sonra (1.1.2006 dan itibaren) bütün yetki ve sorumluluk “harcama yetkilisi”ne (BİM Başkanına) verilmiş olup, parasal haklarda açılacak davalarda hasım (davalı) konumuna gelmiş bulunmaktadır.

Nitekim bakılan davada, davacının tedavi gideri, harcama yetkilisi sıfatıyla Bölge İdare Mahkemesi Başkanı tarafından imzalandığı için davalı (hasım) olması gerekmektedir. Çünkü gerek 31 ve 32. madde gerek 61. madde uyarınca; harcama, harcama yetkilisi onayıyla gerçekleşmekte olup muhasebe müdürlüğünün yetki ve sorumluluğu şekli denetimden ibarettir. Bu nedenle artık bu tür davalarda Maliye birimleri davalı (hasım) olmayacaklardır. İşte tam bu noktada, Bölge İdare Mahkemeleri yönünden Anayasaya aykırılık sorunu başlamaktadır. Çünkü Bölge İdare Mahkemesi Başkanları asli görevi yargıçlık olan üstelik de idari ihtilaflarda itiraz merci (istinaf mahkemesi) görev ve yetkisi olan kişilerdir. Nitekim, en yaygın ve yoğun bakılan konuların başında da memurların parasal hakları ile ilgili (yolluk- tedavi gideri- fazla çalışma vb.) ihtilaflar gelmektedir. Gerek mahkememizde gerek diğer Bölge İdare Mahkemelerinde bu konuda idareye aleyhine verilen çokça karar bulunmaktadır. Nitekim bakılan davada olduğu gibi Malatya da yılda 300 dolayında diş tedavi gideri sebebiyle dava açılmaktadır. Bu davalarda Maliye idaresi (2006 öncesi) Bütçe Uygulama talimatını sebep göstererek ödeme yapmamakta ve yerel mahkeme de davayı reddetmekte idi. Bölge İdare Mahkemesi'nin içtihat niteliğinde verdiği kararlarda bu işlemler iptal edilmekte olup, bu kararlarda imzası bulunan Bölge İdare Mahkemesi Başkanı aynı zamanda harcama yetkilisidir. (karar örneği ektedir.) Bu durumda 5018 sayılı Yasa sebebiyle, Bölge İdare Mahkemesi Başkanı yönünden bir çelişki meydana gelmektedir. Çünkü, Bölge İdare Mahkemesi Başkanı hukukçu-yargıç sıfatıyla, Bütçe Uygulama Talimatı, Bütçe politikaları ve bütçe uygulamalarını hukuka aykırı bulmakta, “ ödeme yapılmalı” demekte ancak aynı konuda kendi personeli söz konusu olunca “harcama yetkilisi” sıfatı ile “ödeme yapılmasın “ demek zorundadır. Çünkü 5018 sayılı Yasanın 31-32. ve 61. maddeleri uyarınca, “bütçe politikalarına…” aykırı ödemelerden sorumlu olup zimmet ve iki maaş katı ceza tehdidi altındadır. Bu durumda, Bölge İdare Mahkemesi Başkanı, asıl görevi olan hukukçuluk ve yargıçlıktan fazla, mali mevzuatı, emirleri takip edip, onlara ters düşmemek ve Maliyeci kaygısıyla hareket edecektir. Oysa aynı ihtilaflarda yargıç kimliğiyle hareket edince, ödememe işleminin hukuka aykırı olduğunu bilmektedir. Bu durumda; Bölge İdare Mahkemesi Başkanı, ya hukukçu kimliğiyle hareket edip zimmet ve ceza riskini göze alacak ya da, maliyeci kimliğiyle hareket ederek hukuki inancının aksine uygulama ve kararlara imza atacaktır.

Bölge İdare Mahkemesi Başkanı hangi seçeneği seçerse seçsin, kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal etmiş olacaktır.

B- HAKİM BAĞIMSIZLIĞI İLKESİ YÖNÜNDEN :

Yukarıda açıklanan fiili durum, bu ilke yönünden de aynı çelişkiyi doğurmaktadır. Çünkü Bölge İdare Mahkemesi Başkanının asli görevi yargıçlıktır. Üstelik, istinaf mahkemesi kanununda görev yapan ve bölgesindeki yerel mahkemeler yönünden uyulması zorunlu ve kesin nitelikte kararlar vermekte, içtihatlar oluşturmakta olan bir mahkemeye başkanlık etmektedir. Ancak “harcama yetkilisi” sıfat ve sorumluluğu, Bölge İdare Mahkemesi başkanı için; Maliyenin sadece mevzuatını değil, günlük emir ve politikalarını da takip etmek, ona uygun işlemler tesis etmek zorunda bırakmaktadır. Çünkü aksi takdirde zimmet ve ceza tehdidi altındadır. Gerek zimmet ve ceza tehdidi ile gerekse hukuk kamuoyunda iki ayrı-zıt uygulama ve kararda imzası olmamak adına zamanla hukuki inancı dışında kararlar vermek durumunda kalacaktır. Bu sebeple, asli görevi yargıçlık olan Bölge İdare Mahkemesi Başkanının, harcama yetkilisi görev ve sorumluluğu, hakim bağımsızlığı ilkesini tehdit eder bir unsur halini almıştır. Mahkememizden örnek vermek gerekirse; diş tedavileri konusunda Malatya Bölge İdare Mahkemesi başkanın da imzası olan kararlar doğrultusunda, Maliye idaresi işlemleri bu güne kadar hep iptal edilmiştir. 5018 sayılı Yasadan sonra aynı Bölge İdare Mahkemesi başkanı bakılan davada olduğu gibi harcama yetkilisi sıfatıyla, Maliye vesayeti altında ödeme yapılmaması yönünde işlem tesis etmiştir. Çünkü yargıç sıfatıyla tespit ettiği sonuç gibi işlem tesis ederse; “bütçe politikaları dışına çıktığı için” zimmet ve ceza ile karşılaşacaktır. Bu çelişkili durum, zamanla, bağımsız hakim gibi düşünme haline de etki edebilecek niteliktedir. Bu sebeple anılan hükümler, hakim bağımsızlığı ilkesine de aykırıdır. Bunun önlenmesi için 5018 sayılı Yasanın 31-32 ve 61. maddesinde düzenlenen ve harcama yetkilisini tek yetkili ve sorumlu hale getiren hükümlerin kaldırılarak, 5018 öncesinde olduğu gibi, harcama yetkililerinin hazırladığı tahakkuk evrakı, maliye idaresinin (ki, esas faaliyet maliyenin faaliyetidir.) oluruyla geçerlik kazanmalı ve ödenme veya ödenmeme halinde muhatap ve sorumlu maliye idaresi olmalı. Kaldı ki bu durum, kuvvetler ayrılığı ilkesi gereği, olduğu gibi, yürütme içindeki görev ve yetki dağılımına da uygun olur. Çünkü, yapılan görev aslında maliye idaresinin asli görevi olup değişik kurumlar bu görevi yasa gereği “emaneten” maliye adına yapmaktadır. Dolayısıyla asli görevi farklı olan (yargı, eğitim, sağlık, emniyet vb.) birimlerin Maliye politikalarını ve emirlerini günlük takip etme ve sağlıklı bilmeleri beklenemez. Bu sebeple, işlemi olumlu veya olumsuz en son tekemmül ettiren birim, işin esas sahibi olan maliye idaresi olmalıdır.

2- ANAYASANIN 138. MADDESİ YÖNÜNDEN:

Anayasanın 138. maddesinin ilk iki fıkrasında “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” hükmüne yer verilmektedir.

Yukarıda açıklanan fiili durumu ve 5018 sayılı Yasanın 31-32 ve 61. maddelerin sebep olduğu sonuçlar Anayasanın belirtilen hükmüyle de çelişmektedir. Çünkü, Bölge İdare Mahkemesi başkanları ve başsavcılar yönünden, harcama yetkilisi sıfatları gereği, Maliye idaresinin emir-talimat ve telkinleri bağlayıcılık arzetmektedir. 61. madde gereği muhasebe biriminin yetki ve sorumluluğu, şekli olup, zimmet ve ceza sorumluluğu harcama yetkisinde olduğundan maliye idaresinin emir ve talimatları, uyulması zorunlu hal almaktadır. Bölge İdare Mahkemesi Başkanları yönünden konunun vahim tarafı ise; bu uygulamalar çoğu zaman idari yargıdaki ihtilafların önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bu durumda Bölge İdare Mahkemesi başkanları ya, iki kimlikli hareket edip, harcama yetkilisi olarak Maliye idaresi gibi “ödenmesin” diyecek, yargıç sıfatıyla hareket edince de “ödenmeli” diye kararlar verecek, ya da, bu kimliklerden birisi diğerine etki edecektir. Ceza ve zimmet tehdidi sebebiyle de idareci kimliğinin yargıç kimliğine etki etme olasılığı hiçte zayıf bir olasılık değildir.

Bu sebeple de; idari işleyiş için de doğal olan emir-telkin ve talimatlar, Bölge İdare Mahkemesi Başkanları için, Anayasanın 138. maddesi bağlamında bir emir talimat ve telkin halini almaktadır.

3- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ:

A) Bütün yetki ve sorumluluğu harcama yetkililerine veren, işin esas sahibi muhasebe birimini sorumluluktan kurtaran bu maddelerin yürürlüğü; kısa sürede her parasal hakkın dava yoluyla alınması ve idari yargının iş yükünün ve devletin dava masraflarının gereksiz yere artmasına yol açacaktır. Çünkü, tüm birimlerin harcama yetkilileri, maliye ve bütçe politikalarını bilmediklerinden, ayrıca ceza ve zimmet tehdidi olduğundan her harcamada “ödenmemesi” yolunda karar verip “yargı yoluyla alırsa sorumluluktan kurtulurum” anlayışı yaygınlaşacaktır. Bu da, en küçüğünden en büyüğüne kadar her parasal hakkın dava yoluyla alınması yolunu açacaktır. Oysa yetki ve sorumluluk muhasebe biriminde olursa maliye politikalarını iyi bilecekleri için çok net olan konularda “ödenmesin” denilmeyeceğinden, her talep idari davaya dönüşmeyecektir.

B) 5018 sayılı Yasanın yürürlüğünden bu yana Bölge İdare Mahkemesi başkanları yönünden çokça çelişkili ve hakimlik sıfatını zedeleyen uygulamalar yapılmaktadır. En bariz örneği bu davada olduğu gibi aynı kişi, hakim sıfatıyla “ödenmeli” derken harcama yetkilisi sıfatıyla “ödenmesin” demektedir. Bu durum da, katlanarak devam etmekte ve hakim bağımsızlığını tehdit etmektedir.

Bu sebeple anılan yasa hükümlerinin yürürlüğü halinde, Bölge İdare Mahkemesi Başkanları yönünden ve anılan idari ihtilaflar sebebiyle telafisi güç zararlar doğabilecektir.

Açıklanan nedenlerle, belirtilen yasa hükümleri yönünden yürürlüğü durdurma kararı verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

SONUÇ : Dava, davacının, diş tedavi giderinin, bütçe politikaları gereği ödenmeyen kısmının ödenmesi talebiyle açılmış olup, yerel mahkemece kabul edilen davada, davalı idarece yapılan itiraz üzerine dosya mahkememize intikal etmiştir.

Davalı idare gerek savunmasında gerek itiraz dilekçesinde, kendisinin değil Bölge İdare Mahkemesi Başkanlığının hasım olması gerektiğini ileri sürmektedir.

5018 sayılı Yasanın 31-32 ve 61. maddeleri gereği bu savunma doğru olup, kararın husumet yönünden bozulması gerekmektedir. Ancak bu aşamada yukarıda anılan sebeplerle bu hükümlerin Anayasaya aykırılığı tespit edilmiştir.

Açıklanan nedenlerle Anayasanın 152/1. maddesi uyarınca 5018 sayılı Yasanın 31. maddesinin 1. fıkrası ile 32. maddenin 2. fıkrasının ve 61. maddesinin “muhasebe yetkilileri ödeme aşamasında...” diye başlayan 3. fıkrasının Anayasanın 2 ve 138. maddelerine aykırı olduğuna ve iptali için Anayasa Mahkemesine gidilmesine, maddelerin yürürlüğü halinde telafisi güç ve imkansız zararlar doğacağından yürürlüğün durdurulmasının talep edilmesine, dava dosyasının tüm belgeleriyle onaylı suretinin dosya oluşturularak Anayasa Mahkemesine sunulmasına, işbu karar aslı ile dosya suretinin yüksek mahkemeye tebliğinden itibaren beş ay beklenilmesine, beş ay içinde netice gelmezse mevcut mevzuata göre davanın görülmesine 05.07.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.”

Yüklə 1,76 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin