T.C
İSTANBUL
13.AĞIR CEZA MAHKEMESİ
( CMK 250 MADDESİ İLE YETKİLİ ) DURUŞMA TUTANAĞI
ESAS NO :2008/209
CELSE NO :99
CELSE TARİHİ :09.06.2009
BAŞKAN :KÖKSAL ŞENGÜN 20909
ÜYE :HASAN HÜSEYİN ÖZESE 28298
ÜYE :HÜSNÜ ÇALMUK 32346
C. SAVCISI :MEHMET ALİ PEKGÜZEL 33954
C. SAVCISI :NİHAT TAŞKIN 36924
KATİP :BATTAL İNAL 120250
09.06.2009 tarihli oturum açıldı.
Tutuklu sanıklardan Hayrettin Ertekin, Ergün Poyraz, Erkut Ersoy Selim Akkurt, Ümit Sayın, Kahraman Şahin, Hüseyin Görüm, Sedat Peker, Aydın Yüksek, Erol Ölmez, Fikret Emek ve Mehmet Adnan Akfırat dışındaki tutuklu sanıklar cezaevinden getirildi bağsız olarak huzurdaki yerlerine alındı. Bir kısım sanıklar müdafilerinden;
Sanık Doğu Perinçek ve Diğer işçi Partililer müdafii av. İbrahim Erdoğan
Sanık Kemal Yalçın Alemdaroğlu ve Güler Kömürcü Öztürk müdafii av. Metin Çetinbaş’ Geldikleri görülmekle huzurdaki yerlerine alındılar. Açık yargılamaya devam olundu.
Sanık Kemal Yalçın Alemdaroğlu müdafii Metin Çetinbaş savunmasına devamında :” sayın başkan teşekkür ediyorum. Sayın başkan aşağı yukarı savunmam 923 sayfa bir örneğini size takdim edeceğim. Diğer baskılarını hazırlatamadım. Gelir gelmez size bir örneğini takdim edeceğim. Zaman bakımından nasıl olur bilemiyorum ama bu tempoda devam etmek istiyorum uygun görürseniz. Bir de önümüzdeki Salı günü Yargıtay’da bir duruşmam var mutlaka katılmam lazım bu konuda izin verirseniz ona da memnun olacağım. Şimdi efendim dün insan hakları mahkemesi içtihatından bahsettim. Esasında varacağım nokta şuydu. Avrupa’nın birçok ülkesinde başta Almanya olmak üzere anti semitizm yasaları vardır. Yani Yahudi soykırımı yoktur dediğiniz zaman ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalırsınız. Avrupa ülkelerinde dünyanın birçok yerinde Ermeni Diasporasonun gayretleriyle birlikte Ermeni soykırımı yoktur demek suç haline getirilmektedir. Bu anti semitizm yasaları gibi sonuç doğurmaktadır doğuracaktır. Eğer bir Türk bilim insanı her hangi bir Türk insanı bu yasaları kabul eden her hangi bir Avrupa ülkesine gittiğinde yada Türkiye’yi temsil eden heyetler gittiğinde Ermeni soykırımı yoktur. Dedikleri zaman ciddi yaptırımlarla karşılaşacaklardır. Hatta ve hatta bu öyle bir noktaya varabilir ki, devletimizin üst yöneticileri bakanları başbakanları cumhurbaşkanları diğer siyasi dokunulmazlığı uluslar arası dokunulmazlığı olan insanlar hakkında bile işlem yapılabilir. Buna dikkat çekmek istedim. Şimdi izin verirseniz birkaç noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. gözaltı süreleri bizim mevzuatımıza göre 4 gündür. Gözaltı sürelerinin 4 gün olması sanki uygulamada herkesin 4 gün içerde tutulması gibi bir uygulama gidilmektedir bu hukuka aykırıdır. Avrupa insan hakları mahkemesi içtihatlarında da gösterdiği üzere gözaltına alınan yakalanan şahıs yakalandığı andan itibaren yeni doğmuş birçocuk gibi devletin gözetim ve denetimindedir. Yani, yani devlet görevini kullananlar devlet gücünü kullananlar bu şahsı yakaladığım dediği andan itibaren onun hakkında yapılan her türlü işlemin bir süreç dahilinde kimler tarafından ne yapıldığının kayıt altına alınması lazımdır. Bir aksi iddiada ben burada kötü muameleye uğradım haksızlığa uğradım iddiasından ispat külfeti ters çevrilmiştir. Böyle bir iddia karşısında aksini ispat etmek yani işkence ve kötü muamele yapılmadığını ispat etmek ilgili devlete aittir. Şimdi bizdeki gözaltı uygulamalarına bakıldığı zaman özellikle bu soruşturma kapsamındaki göz altılara bakıldığı zaman hemen hemen herkesin 4 gün gözaltı süresinin uygulandığı gözüküyor. Bu hukuka aykırıdır. Gözaltına alındığı andan itibaren diğer hukuka aykırılıkların yanında eğer özellikle susma hakkını kullanıyorum diyorsa biri süratle savcılık önüne çıkarılmalıdır. Kaldı ki yakalama gözaltı işlemleri yapılması için diğer usulü şartların hukuka aykırı olarak yerine getirilmiş olması şartıyla. Yine bu gözaltı süreleri bakımından bu davada özellikle bu soruşturmada ortaya çıkan ve Türkiye genelinde bazen aksak olarak uygulanan hadise şudur, mahkemenin önüne çıkarıldığı anda yani yakalandığı an polisin gözetimine girdiği an özgürlük hakkını kullanamadığı andan itibaren hakimin önünde sorguya çıktığı ana kadar 4 günün dolmaması gerekir. Fakat uygulamaya baktığınız zaman 4 günün emniyette geçirildiğini görüyoruz. O süre hakimin önüne çıkıncaya kadar olması gerekir. Yani sadece sorguya sevk edilen şahsın tutuklamaya sevk edilen şahsın sulh hakimliğine sevk edilen şahsın evrakının havale edildiği saat değil sayın başkan o bile uygulanmıyor ya, hakimin önüne çıkması anı. Hakim önüne çıkması demek hakimin huzuruna bizzat hazır olması demek. Böyle bir uygulama yanlışı var bu insan haklarına aykırı. Gözaltında tutulan herkes hakkında hangi işlemlerin yapıldığı tarihsel akış içerisinde denetlemeye el verişli şekilde yargısal mercilerin denetimine el verişli şekilde saat saat dakika dakika gösterilmesi gerekir. Bunların böyle olmadığını görüyoruz. Bunlar hukuka aykırıdır. Avukat görüşme yasaklarından bahsedeceğim; gözaltına şunu ilaveyi de yapayım bazı Avrupa ülkelerinde mesela İngiltere de 40 güne kadar gözaltı süresinin verildiğini görüyoruz. Fakat bu 40 gün gözaltı süresini eğer bu bahsettiğim ihtiyaç olan yasal gereklilik olan süreler aşılmışsa mutlaka, mutlaka özgürlük ve güvenlik hakkının adil yargılanma hakkının ihlali olacaktır. Şöyle örnek verilmesi gerekirse diyelim ki, a şahsı yasal şartları olmak şatıyla hukuka uygun olmak şartıyla yakalandı. 12. saatte yakalandıktan gözaltına alındıktan itibaren 12 saatte işlemleri bitti. 13. saatte hakim önüne çıkartılmıyorsa bu kesinlikle özgürlük ve güvenlik hakkının ihlalidir. 4 gün benim bazı seminerlerimde de vardır. Somut davalar bakımından kısa gelebilir. Ama şu an bizim mevzuatımız 4 gün yasal düzenleme yapılır yapılmaz. Avrupa da örnekleri vardır. Ama bu soruşturma kapsamında özellikle ve Türkiye genelinde bazı uygulamalarda bu hukuk kuralına insan hakları kuralına uyulmadığını görüyoruz. Avukat görüşme yasaklarına değinmek istiyorum. Avukat görüşme yasakları terör ve örgütlü suçlar bakımından hukuk devletlerinde zorunlu bir uygulama olarak zaman zaman ihtiyaç halinde kullanılmak üzere tanzim edilmiştir. Kural Özgürlüklerdir. Savunma hakkının kutsallığıdır. Silahlarda eşitliktir. Eğer avukat görüşme yasağı somut olay bakımından gerekiyorsa bunun somut olgularının her bir sanık bakımından delillerini ortaya konulması gerekir. Eğer böyle olmadan ve zorunlu 24 saatlik süre genelinde bütün sanıklar bakımından bir avukat görüşme yasağı uygulanıyorsa bunlar hukuka aykırıdır. Tam bir savunma hakkı kısıtlamasıdır. Silahlarda eşitlik yani sav ve savunma silahlarında eşitlik ilkesine de aykırıdır. Yine bu soruşturma kapsamına baktığınızda ağırlıklı olarak neredeyse bütün sanıklar bakımından şüpheliler bakımından 24 saatlik avukat görüşme yasağının uygulandığını görüyoruz. Bu hukuka aykırıdır sayın başkan, bu konuda mahkemenizin ve uygulamacıların ve savcıların dikkatini çekmek isterim. Bunlarla ilgili tazminat davaları açılacaktır ve gereği yapılacaktır. Çünkü savunma hakkının kutsallığına kimsenin dokunma tecavüz etme hakkı yoktur. Yanlış bir uygulama doğru gibi kabul edilip uygulanamaz. Yanlış uygulamalara devam etmek iki yanlıştan bir doğru sonuç beklemek mümkün değildir. bu konuda, bu konuda teorinin görüşü üniversitelerin görüşü yerleşik Yargıtay İçtihatlarının görüşü Avrupa İnsan hakları mahkemesinin de görüşü bu yöndedir. Müsaade ederseniz bu davayla ilgili olmamak kaydıyla beraber ama terörle mücadele bakımından da bir iki şey söylemek istiyorum. gündemde terörle mücadele müsteşarlığı var. Sayın başkan bir iki kelime edeceğim. Böyle bir düzenlemenin düşünülmesi bile teorik bakımından uygundur ama yasal hukuka uygun alt yapısının kurulması gerekir. Fakat paralelinde çünkü bu terörle mücadele müsteşarlığı adı altında kurulacak müsteşarlık terörle mücadele ve örgütlü suçlarla mücadele müsteşarlığı bakımından bir isim değişikliği gerektirir diye düşünüyorum. Beraber düşünülmesi lazım. Fakat paralelinde Türkiye cumhuriyet başsavcılığı ve Türkiye genel yetkili terör ve örgütlü suçlara bakmakla üzere bir mahkemenin de kurulması lazım. Türkiye’deki bütün örgütlü ve terör suçları bakımından bilgi arşivi oluşturulması için Türkiye cumhuriyeti genel savcılığı çerçevesinde etkin bir yapılanma bir bilgi bankasının kurulması lazım. Bizim kişisel kanaatimiz Türkiye cumhuriyeti başsavcılığı Yargıtay cumhuriyet başsavcısı olmamalıdır. Yargıtay cumhuriyet başsavcısının üst dereceli denetim görevi devam etmelidir. Ve yine PVSK ek 7 iptal edilmiş olmakla yani bu soruşturma kapsamında olmak üzere ve Türkiye’de yapılan bütün bu yasaya göre dinlemeler hukuk dışı hukuk devleti kuralına aykırı ilan edilmekle yerine mutlaka bir kurum tesis edilmelidir. Amerika da bunun karşılığı 9 kişilik bir mahkeme heyetidir. Bu mahkeme heyeti özellikle istihbarat örgütlerinin dinleme izlemelerine izin verir fiili olarak dinleme izlemeleri denetler ve taleplerini karşılar. Bu hakimler çok tecrübeli uzun deneyimlere sahip devlet güvenilirliğine devlet sırrına vakıf olabilecek hukuk bilgisini sindirmiş hukuk devleti ilkesini sindirmiş yükse mahkeme üyeliğine seçilme hakkını kazanmış hakimler arasından olmalıdır. Avrupa Amerika da, Amerika da bu mahkeme bu özel mahkeme baya bildiğimiz mahkeme teşkilatı şeklinde kurulmuştur. Bizde de benzeri olabilir. Tabi ki anayasa mahkemesinin işaret ettiği hukuk devleti kurallarına uygun olmak kaydıyla. Bildiğiniz gibi Türkiye genelinde dinleme ve izleme yapılmasına ilişkin mahkeme kararı vardır. Bununla ilgili jandarma genel komutanlığının bu yöndeki talebine ilişkin kararı Yargıtay’ca ortadan kaldırılmıştır. Esasında halen Emniyet Genel Müdürlüğüne verilmiş bu yöndeki yetkinin de mevcut Yargıtay İçtihatı karşısında insan hakları mahkemesi karşısında hukuk devletine aykırı olduğu böyle bir dinlemenin verilemeyeceği açıktır. Zaten PVSK ek 7 dışında CMK hükümleri de buna müsait değildir. o halde bu mevcut düzenlemeye göre yapılan dinleme izleme vs.’ler de hepsi hukuk devletine aykırıdır. Anayasa 38 CMK 206,217,230,232,289. maddeleri gereğince bu tür toplanan dinleme izleme gizli görevli gibi delillerin duruşmada okunması hükme sıralaması da mümkün değildir. iki kelime daha edeceğim sayın başkan, Türkiye de son günlerde Türkiye’nin bölünmesine ilişkin açık açık televizyon oturumlarının görüşmelerinin yapıldığı izlenmektedir üzülerek. Hatta bunu demokratik hak olduğu fikir ve düşünce özgürlüğü de ileri sürülmektedir. Bizim terörle mücadele yasasının kaldırılan eski 8. maddesi bölücülük suçlarını bölücülük propagandasını düzenlemiştir. O düzenleme sırasında o düzenleme sırasında böyle bir düzenlemenin Türkiye’ye bir felaket getireceği başta İstanbul Üniversitesi senatosunun kararı olarak deklare edilmiştir. Birçok öğretim üyesi de birçok üniversite bu deklareyi yapmıştır. Sayın başkan Almanya’da ve Fransa da Almanya’nın bölünmesinden bahsetmek Fransa’nın bölünmesinden bahsetmek suçtur. Ve bu düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemektedir. Bizde şu an savunmamım daha önceki bölümlerinde söylediğim gibi Türkiye’nin bir kısmını böleceğim. Ama bunu seçim yoluyla yapacağım demokratik yollarla yapacağım demek suç olmaktan çıkartılmıştır. Böyle olduğuna göre iki sonuç düşünmek lazım. Ya Türkiye de bölücülük tehlikesi yoktur yasa bunun için kaldırılmıştır yaptırım bunun için kaldırılmıştır. Yada Almanya ve Fransa da düşünce özgürlüğü yoktur. Onlarda demokrasi bizim kadar gelişmemiştir. O halde terörle mücadele yasasının eski 8. maddesinin tekrar gündeme getirilmesi ve fikir ve düşünce özgürlüğü adı altında Türkiye’nin parçalanmasını bölünmesin gündeme getiren konuşmalarla ilgili kamuoyunun da kabul edebileceği orantılı bir yaptırım getirilmelidir diye düşünüyoruz. Bir başka terörle mücadele bakımından dikkatimizi çeken şey terörle mücadele yasasının 7. maddesindeki silahlı ve silahsız terör örgütü kavramına son verilmesidir. Bu sakıncalıdır. Sakıncalı olduğu gün geçtikçe daha çok ortaya çıkmaktadır. Çünkü devletin savunma mekanizmaları bu yasayla kırılmıştır. Ne olmuştur, devletin savunma mekanizmaları terör örgütü olarak algılayamadığı takdirde silahsız terör örgütlerini o takdirde dinleme izleme gizli görevli yerleştirme ve diğer yargısal savunma mekanizmalarını işletememektedir. Yani birileri bir yere bomba koyuncaya patlatıncaya kadar bir örgütün silahlı mı silahsız mı olduğunu anlamak mümkün değildir. Dolayısıyla mevcut TCK 220. maddesindeki çete suçuyla ilgili düzenlemelerin silahsız terör örgütlerini karşılaması mümkün değildir. bu aksaklığı da işaret etmek isterim. Uygun görürseniz daha önceki savunmam temposu doğrultusunda devam etmek istiyorum sayın başkanım. Bir zaman sıkıntımız var mı? bu daha önce devam ettiğim tempoyla devam ediyorum. İddianame kaldığımız yerden tespitle Kuvai Milliye derneğinin Ankara bürosunda yapılan aramada ele geçen dijital malzemeler hakkında tanzim edilen inceleme ve değerlendirme raporunda, burada yine bir şeyi yeri gelmekle sayın başkan dikkatinize sunmak isterim. Bu soruşturma kapsamında ağırlıklı olarak görüldüğü gibi rutin uygulamalarda ve Türkiye genelinde yine yanlış uygulandığı gibi belge ve delilleri kağıtları inceleme yetkisi acil hallerde savcının diğer hallerde mahkemenindir. Kolluğun, kolluğun belge ve kağıtları inceleme yetkisi yoktur. Ve bu belge ve kağıtları inceleme sırasında bunların mühürlü olması lazım acil haller dışında ve mümkünse sanık yada müdafii hazır bulunması gerekir. Eğer kolluk belge ve kağıt incelemeye kalkarsa bu hukuk dışıdır. Kolluğun belge ve incelemesine ilişkin avukatının olmadan şüpheli müdafiinin sanık müdafii olmadan yapılan belge incelemeleri mevzuatımıza mevcut mevzuatımıza da aykırıdır. Bu yöndeki kayıtlar hukuk dışıdır hukuk devleti kurallarına CMK’nun emredici hükümlerine aykırıdır. O nedenle duruşmada okunamaz hükme esas alınamaz. Ve bu incelemeler sırasında sanık müdafiinin yada sanığın itirazı olup olmadığı kayıt altına alınmalıdır. Özellikle bu soruşturma kapsamında baktığınızda CMK’nun bu emredici usul hükmüne de uyulmadığını görüyoruz. Savcının kolluğa gidin şu belgeleri inceleyin demesi biz zati savcının acil hallerde olsa bile bu belge ve yetkiyi kendisinin incelediği anlamına gelmez. Bu emredici usul hükmünün dolanılmasıdır. Yanlış bir uygulamadır hukuka aykırıdır. Bundan süratle vazgeçilmelidir. Yine CMK 250-251’e baktığınız zaman doğrudur yanlıştır tartışılır ama düzenleme şudur. Bu soruşturmalar cumhuriyet savcısı tarafından biz zati, bizzat yapılacaktır. Yani hepsi huzurunda yapılacaktır. Belki maddeten bu yasanın uygulama olanağı yoktur. Ama yasa budur. Yani bu soruşturmalarda CMK 250-251-252 düzenlenirken öngörülmüştür öngörülmemiştir. Ve üzerinde bulunulmuştur bulunulmamıştır. Ama uygulama zorunluluğu ortada orta da olmakla beraber düzenleme budur. Yani terörle mücadele suçları bakımından 250-251-252. maddelerdeki düzenlemeler bakımından kolluğun, kolluğun yasal düzenlemeye göre soruşturmaya iştirak etmesi mümkün gözükmemektedir. Her işlemin savcılar tarafından yapılması gerektiği gözükmektedir. Bu konu yasal olarak düzeltile bilir değiştirilebilir uygun çözüm yolları bulunabilir ama mevcut yasa budur. O nedenle burada başlıkta söylenen Ankara bürosunda yapılan ele geçen dijital malzemeler hakkında tanzim edilen inceleme ve değerlendirme raporu şeklindeki raporunda bir hukuka aykırı çalışma olduğunu benze çalışmaların da bu yönde olduğunu ifade etmek zorundayız. İddianame devam ediyor, Ankara Kuvai Milliye Derneği'ne ait, Dell marka dizüstü bilgisayar içerisindeki TOSHIBA marka hard disk üzerinde yapılan incelemede; bu usule ilişkin diğer usule ilişkin beyan ve açıklamamızı tekrar ediyoruz onlar bir tarafta olmakla beraber bu bahsedilen dokümanların çıktıların bir an için hukuka uygun olduğunu varsayarak ifadelerimizi savunmalarımıza devam ediyoruz. 1-"Büyük Hukukçular Birliği mail.doc" isimli bir MSword dosyası tespit edilmiş, "Büyük Hukukçular Birliği mail.doc" isimli MSword belgesi incelendiğinde, Büyük Hukukçular Birliği ile iltisaklı 12 şahsın mail adresleri olduğu, bu adresler arasında Av. Kemal KERİNÇSİZ yer almaz iken Sevgi ERENEROL, Hanefi ALTAŞ ve Ahmet ÜLGER gibi şahısların yer aldığı, 2-"Kemal Kerincsiz.doc" isimli bir MSword dosyası tespit edilmiş, belge incelendiğinde, Kuvvai Milliye sitesinin 'İstanbul toplantısının' İstanbul'da yapılması için Kemal KERİNÇSİZ'in ısrar ettiği, salonu kendisinin ayarlayabileceğini ifade ettiği ve bunun üzerine teklifin kabul edildiği, ancak Büyük Hukukçular Birliği ve aralarında Muammer KARABULUT'un da bulunduğu Milli Güç Birliği tarafından aldatıldıklarını beyan ettiği "Biz neyiz, ne değiliz.doc" isimli MSword belgesi incelendiğinde, Kuvai Milliye İnternet sitesinin; Türk Milleti'ne gerçekleri anlatarak onları harekete geçirmek adına kurulmuş bir uyarı ve bilgilendirme sistemi olarak, ortaya bu ortamda Türk Milleti ve onun değerlerine saldırılar karşısında tavır sergileyen Milli Güç Platformu ve bu tavırları hukuki zemine taşıyan Büyük Hukukçular Birliği ile tanıştıklarının belirtildiği, 3-"Değerli Dostum merhaba.doc" isimli MSword dosyası tespit edilmiş, "Değerli Dostum merhaba.doc" isimli MSword belgesi incelendiğinde Bekir ÖZTÜRK'ün 26 Aralık 2006'da oluşturarak Behiç GÜRCİHAN, Zeynep ORUNCAK ve Oktay YILDIRIM'a göndermiş olduğu elektronik postanın metni olduğu, sayın başkan bunları müsaade ederseniz atlayarak geçiyorum. Başlıklarını okuyayım iddianamede var zaten. 5-dilekçeniz doc.isimli doküman, 6-“Dünyayı Yöneten Gizli Örgütler.doc" isimli doküman. Şimdi orada bölüm var incelendiğinde diyor ki ne yazık Türkiye’yi yöneten, gerekse Türk istihbarat örgütlerinin içinde olan bazı Bilderberg ve Trilateral Komisyon üyeleri vardır. Bu örgütlerin Türkiye için verdiği kararın Sevr koşullarının uygulanması olduğunu görmemek için ise kör olmak gerekir. Halbuki bu örgütsel olduğu söylenen dokümanı da yapılan suçlama şu bilderberg vs. yapılanmış bunu kabul etmek mümkün değil. Bunlar anayasal düzene aykırı gibi bir açıklama var. Halbuki iddianame metnine baktığınız zaman geçen bölümlerde bu örgüt bilderberg örgütü gibi yapılanmış gibi bir suçlama var. Ya iddianame yanlıştır ya bu buradaki açıklama sanıkların yada ilgili şahısların suçsuz olduğunu ortaya koymaktadır. 7-Kuvai Milliye yönetimi doc.isimli belge, 8-02 Mayıs 2007 tarihli E-posta; Ümit SAYIN'ın gönderdiği posta Derneğe üye olmak için 50 YTL'yi gönderilmiş. 9-09 Ocak 2007 tarihli E-posta'nın; Ümit SAYIN'ın aralarında Bekir ÖZTÜRK'ün de olduğu bir posta, 10- 22 Şubat 2007 tarihli E-posta, 19 aralık 2006 tarihli E posta, 30 aralık 2006 tarihinde Bekir Öztürk’ün Oktay Yıldırıma göndermiş olduğu E posta, 13- 26 temmuz 2006 tarihli E posta, 14-30 eylül 2006 tarihli E posta, 15- 9 Ekim 2006 tarihli E posta, 16- Büyük Hukukçular Birliğiyle ilgili, bu 15-16 beraber incelendiğinde Bekir Öztürk’ün gönderdiği Elektronik E posta olduğu Büyük Hukukçular Birliği il Kuvai Milliye derneğinin ilişkisinin bozulma şeklinin hoş olmadığı ifade ediliyor. Devamında A takımı denilen kişilerle toplantı yapılması gerektiği ne yapılması konusunda ATO’da Sinan Aygün’ün ile toplantı ayarlandığı dernek kurulması konusunda akşam gazetesi yazarı Güler Kömürcü’nün maddi manevi destek verdiği. Güler Kömürcü’nün ön olması durumunda yardımcı olacağı, cemaatleşmek ve öncelikle bir yakın daire oluşturup öyle genişletilmesi gerektiğinin belirtildiği, Bekir ÖZTÜRK'ün cevaplarından ise; Büyük Hukukçular Birliği ile hukuklarının bitmediği, ancak Kemal KERİNÇSİZ ile hukuklarının bittiği, İstanbul Kadıköy'de kurulan derneğin Kuvai Milliye kimler tarafından nasıl kurulduğunun bilindiği ve kirli bir oluşum olduklarının belirtildiği, şimdi sayın başkan bu deminden beri ismi verilen, ismi verilen iddianamedeki dernekler vs. bir örgütsel çatı altında bir bütün içinde kurulduğu vs. iddia ediliyor. ileriki bölümlerde de görülecek ancak bu açık samimi yasa dışı elde edilmiş olsa bile çıktılardan anlaşılıyor ki, bu insanlar arasında öyle örgütsel ilişki vs. yok. Aksine bir birlerini ağır bir şekilde eleştirdikleri bir birlerine kirli dedikleri görülüyor. Bir taraftan, bir taraftan bu derneklerin bir irtibat içerisinde bir emir komuta zinciri içerisinde kurulduğu iddia ediliyor. Ama hiç de böyle olmadığı yasa dışı elde edilmiş bile olsa bu çıktıdan anlaşılıyor. Sayın başkan bir terör örgütünün emir komuta ilişkisi içinde kurulan birimleri yada elemanları arasında böyle bir birini ağır suçlamaya izin veren irtibatlara izin verilmez. Hangi terör örgütünde böyle bir karşılıklı ağır suçlama var birimler arasında, dolayısıyla bu çıktı bile bu mail bile bu e posta bile savcıların iddialarının dayanaksız olduğunu ortaya koyan bir başka delildir. 17- 14 Kasım 2006 tarihli E-posta Bekir ÖZTÜRK hakkında Bekir Öztürk’le ilk 2 aralık 2006 tarihli E posta, 11 Aralık 2006 tarihli E-posta, 20-bir diğer E postanın Bekir Öztürk vs. gönderdiği, 2 ocak 2007 tarihli E posta bunlar iddianamede olduğu için tekrarlamıyorum. 5 mart 2007 tarihli E posta, 23. sırada 4 mayıs 207 tarihli E postanın Bekir Öztürk olduğu değerlendirilen Güler KÖMÜRCÜ'ye gönderilen bir e-posta olduğu, söz konusu E-postada Bekir Öztürk’ün Ümit Sayını Behiç Gürcihan aracılığıyla tanıdığı ancak güvenemeyerek Güler Kömürcü aracılığıyla soruşturduğu Doğu Perinçek ile irtibatlı olmasından şüphe ettiği konuların belirtildiği ayrıca söz konusu E postada Bekir Öztürk’ün tayini için ricacı olduğu. Şimdi yine bu E postada yasa dışı elde edilmiş olsa bile, olsa bile sanıldığı gibi sanıkların iddianamede izah edilmeye çalıştığı gibi bir emir komuta zinciri içinde olmadıkları bir birlerini çok ağır bir şekilde eleştirdikleri anlaşılmaktadır. Bu da bir örgütsel bağ ve ilişkinin olmadığını ortaya koyan bir başka E postadır. 11 mayıs 2007 tarihli E posta, 4 haziran 2007 tarihli, 5 haziran 2007 tarihli, 14 haziran 2007 tarihli, 23 eylül 2006 tarihli, 19 ekim 2006 tarihli, 27 aralık 2006 tarihli, şimdi 27 Aralık’a bir değinelim. Orda da kendi aralarında büyük bir çekişme olduğu görülüyor. Yada karşılıklı ağır sözler söylendiği anlaşılıyor. Bir diğer E posta Enternet gurup strateji bölüm başkanı Hayrettin Ertekin’in E postası, 20 mart 2007 tarihli E posta, 22 ekim 2006 tarihli E posta, diğer bir E postanın önceki bölümlerde bahsedilen Bekir Öztürk’ün Mersin’de kuracağı Ankara Keçiören’e tayini konusunda E posta ve Güler Kömürcü’den Turan Çömezle görüşlerini belirttiği E posta, 6 aralık 2000 tarihli E posta, Güler Kömürcü’nün aynı gün zaman gazetesinde çıkan bir haberi Bekir Öztürk’e gönderdiğine ilişkin, 5 kasım 2006 tarihli E posta Kemal Kerinçsiz’in Kuvai Milliye sitesinin İstanbul’da yapacağı toplantıyla ilgili, 17 mart 2007 tarihli E posta Doğu Perinçek’in oğlu Mehmet Perinçek’in Ermeni sorunu ile ilgili olarak Tempo dergisinde çıkan röportajının ilgili sayfalarının Adil Serdar Saçan’a gönderdiği E posta, diğer bir E postanın Büyük Hukukçular Birliği ile ilgili olduğu, son olarak 21 ekim 2006 tarihli E postanın olduğu görülüyor. Şimdi sayın başkan söz konusu bilgisayar çıktıları ve maillerden anlaşıldığı üzere Hiçbir biçimde şiddet içeren, demokrasi ve hukuk dışında çalışma yapılmasını tavsiye eden plan yapan bir E postalar zinciri olmadığı görülmektedir. Yada suç teşkil eden her hangi bir konuşmanın ya da mailleşmenin olmadığı görülmektedir. Şimdi yine iddianamede savcılar diyorlar ki bu örgüt çok gizli emi komuta zinciri altında faaliyette bulunuyorlar çok gizli yapılanmaları var. Halbuki bunun böyle olmadığı hiç de gizli faaliyet göstermedikleri anlaşılıyor. Şimdi yine örgütün 80 yıllık bir örgüt olduğu NATO destekli olduğu içinde çok büyük uzmanların olduğu işte yabancı istihbarat kuruluşları yabancı istihbarat kuruluşları biçiminde yapılandığı vs. yönündeki iddialarla karşılaştırdığınızda bu maillerin dinlendiğini izlendiğini herkes biliyor. Sanılmasın ki sadece Türkiye izliyor. Her kesin bilgisayarına ilgili internet firmaları tarafından giriş çıkış yapılıyor. Günlük güncellemeler yapılıyor. İsteği olsa da olmasa da, dolayısıyla bunlarda görülüyor. Şimdi bu kadar bir birini ağır eleştiren maillerden anlaşılıyor bir birlerini suçlamalarda bulunan açık açık maillerle haberleşen insanların böyle örgütsel faaliyette olduğunu falan söylemek mümkün değildir. İddianamedeki bu konudaki suçlamaların asılsız olduğu bu maillerle ortaya çıkmaktadır. Esasında yazışmalara bakıldığında basit dedikodu ve çekişmelerden ibaret olduğu, İnsani özel tavırlar içerisinde haberleşme özgürlüğü çerçevesinde yapılan yazışmalar olduğu anlaşılmaktadır. Yine çalışmaların bir kısmının siyasi ve dernekleşme faaliyeti olduğu anlaşılmaktadır. Dava konusu yapılan derneklerin ve bu faaliyetlerin yasadışı eylem ve söylemler ortaya konulmamıştır. Söz konusu dernekle ilgili açılmış bir kapatma davası olup olmadığı da ortaya konulmamıştır. Bugün geldiğimiz noktada kapatma davalarının olmadığını biliyoruz. Sadece dernek toplantıları için yapılan yazışmaları yan yana alt alta konularak bunları bir örgütsel faaliyet gibi takdim etmek böyle algılanmasına sebebiyet vermeye çalışmak ve bununla ilgili hiçbir delil ve belge ortaya koymamak hukuka uygun değildir. bu elektronik postaların kişisel haberleşmelerin savcıların terör örgütü faaliyetleri çerçevesinde yapıldığı şeklindeki iddiaları sadece kendi kişisel hukuk dışı yorumlarından ibaret olduğu anlaşılmaktadır. İddianame devam ediyor. Büyük Güç Birliği derneği, İçişleri Bakanlığı Dernekler Dairesi Başkanlığı Dernekler Denetçileri tarafından Büyük Güç birliği Derneği'nin Dernekler Mevzuatı Hükümleri çerçevesinde denetlenmesi sonucunda; 30.12.2006 tarihinde kurulup tüzel kişilik kazandığı, Derneğin amacının "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne, Milletine ve Vatanına yönelen ve yönelecek bütün tehdit ve tehlikelerle; Türk Milletinin ve Türk Devletleri'nin "Tam Bağımsızlık" ilkesi içinde yaşamasını, gelişmesini, refahının arttırılmasını, inançlarını, kültürünü, milli ve manevi değerlerini Evrensel Hukuk Normları içinde ve Türkiye Cumhuriyeti yasalarının tanımladığı çerçevede korumak, kollamak adına yapılması gereken her şeyi yapmak ve her türlü tedbiri almak için gerekli stratejik plan, program ve projeler hazırlar ve bunların uygulanması için çalışır." şeklinde belirtildiği, Dernek Tüzüğünün son bölümünde Derneğin Kurucularının; Kemal KERİNÇSİZ, Sevgi ERENEROL, Murat İNAN, Mehmet DEMİRLEK, Erol ŞAHİNGİL, Levent TEMİZ, Cevat ÇALIK, Burak GÜNEŞ, Eyüp GÜLTEK, Gökhan AYGÜN olduğunun anlaşıldığı, Derneklerden alınan Kuruluş bildiriminde Oktay YILDIRIM, Ramazan KIRKIK, Aynur SAYDAM ve Hanifi ALTAŞ isimli şahsında el yazması olarak dernek kurucuları listesine eklendiği, Derneğin tüzüğündeki bazı eksikliklerin giderilmemesi nedeniyle, Derneğin feshedilmesi için, İstanbul Valiliğince (İl Dernekler Müdürlüğü) Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirimde bulunulduğu, Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 31.01.2007 tarihinde Fatih Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesi’nde fesih davası açıldığı, Derneğin denetiminin yapılacağı Dernek Geçici Yönetim Kurulu üyesi Mehmet DEMİRLEK'e tebliğ edilerek Mehmet DEMİRLEK 10.04.2008 tarihinde İstanbul Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü'ne derneğe ait defter ve belgeleri ibraz etmediği ve benzeri Dernekler mevzuatına aykırı birçok usulsüzlük nedeni ile adli ve idari mercilere bildirimde bulunulduğu belirtilmiştir. Şimdi dernek tüzüğüne baktığınız zaman yasa dışı her hangi bir durum söz konusu değildir. Derneğin yasal noksanlıklarını ikmal etmemesi nedeniyle kapatılması doğaldır. Bundan daha tabi bir sonuç yoktur. Ancak yine burada bir bilgi kirliliği yaratılmaya çalışılmaktadır. Deniyor ki defter ve belgeleri ibraz etmediği ve benzeri dernekler mevzuatına aykırı birçok usulsüzlük nedeniyle adli ve idari mercilere bildirimde bulunuldu. Neymiş bunlar buraya niye konmamış. Bunlar ortaya konulmuyor daha faaliyetine başlamış başlar başlamaz kapatılma için savcılık harekete geçmiş ama derneğin birçok usulsüzlük nedeniyle adli ve idari mercilerinde bildirimde bulunulduğu. Burada savcıların kastettiği her halde genel kurullarını yapmamak yönetim kurulunu toplamamak, defter ve belgeleri ikmal etmemek gibi yolsuzluklar olması gerekir ama bunların buraya açık açık yazılmaması nedeniyle sanki bu Büyük Güç Birliği derneği bazı bölümlerde yukarıdaki savunmalarımızda işaret ettiğimiz gibi sanki terör örgütü narkotik örgütü yada başka örgütsel faaliyetler de bulunuyormuş gibi anlam katılmaya çalışılmaktadır. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. devam ediyor iddianame, faaliyetleri 21.09.2006 günü saat: 10.30 sıralarında Beyoğlu Adliyesinde Büyük Hukukçular Birliği'nin organize ettiği "Küresel BOB projesi çerçevesinde askeri işgal ve parçalanma tehlikesi ile karşı karşıyadır" konulu protesto eylemi düzenlendiği, "Misyoner çocukları O. PAMUK, H. DİNK, H. CEMAL, İ. BERKAN, H. ŞAHİN, M. BELGE" "BABA ve PİÇ" "Hukukçular Birliği" ibareli pankartı taşıdıkları, Polis memuruna mukavemet eden Şaban DAYANAN ve darp edildiği iddiasıyla Av. Özgür GÜN ve şikâyetçi olduğu Latif ŞİMŞEK'in gözaltına alındığı, 3 sayfadan ibaret olan "Biz buradayız sen nerdesin" ile başlayan Av. Kemal KERİNÇSİZ, Av. Ahmet ÜLGER, Av. Levent TEMİZ, Av. Hanefi ALTAŞ, Av. Murat İNAN, Av. Yıldırım ÇAVUŞOĞLU, Av. Eyüp GÜLTEK, Av. Necdet ÖZTÜRK, Av. Burak GÜNEŞ, Av. Mehmet DEMİRLER, Av. Cevat ÇALIK, Av. Necip YENİŞAN, Av. Ömer PULATOĞLU, Av. Muhsin KÜÇÜK, Muzaffer YÜKSEKDAĞ (hamal) yazmışlar yanında da isimlerinin yazılı olduğu bildirinin okunduğu, bu Eyleme şüpheliler Kemal KERİNÇSİZ, Fuat TURGUT ve Oktay YILDIRIM isimli şahısların birlikte katıldıkları, belirtilmiştir. Şimdi iddianame böyle söylüyor ama burada bahsedilen toplantı gösteri yasa dışı değil. Kişisel bir darp olayı söz konusuysa o da o kişiyi ilgilendirir. Bir örgütsel bağ yada faaliyeti ortaya koymaz. Yine iddianamede yer verilmiş Misyoner çocukları olarak isimlerine yer verilen şahısların kişisel olarak şikâyetçi olup olmadıkları da ortaya konulmamıştır. Kişisel suçların, yapılan basın açıklamasının dava konusu örgütle bağı ve delilleri de ortaya konulmamıştır. Yine toplantıda söz konusu olan (BOB) yani Büyük Ortadoğu projesi ile ilgili kişi ve kurumların kendi siyasi ve sosyal düşüncelerini ortaya koymak için gösteri yapmalarını yasaklayan herhangi bir yasa hükmü yoktur. Demokrasilerin ve insan haklarının vazgeçilmez parçalarından birisi, sivil toplum kuruluşları, toplantı ve gösteri yürüyüşleri, örgütlenme özgürlüğü ve düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğüdür. Ancak, birçok defa açıklayıp değindiğimiz gibi, bu özgürlüklerin ancak hükümet söylem ve eylemleri doğrultusunda olabileceği inancında olduğu anlaşılan iddianame savcılarının, hükümetin eylem ve söylemlerine aykırı hiçbir faaliyet, eleştiri ve girişimi kabul edemedikleri, bütün bunları suç gibi algılayıp soruşturma konusu yaparak, suç isnat ettikleri anlaşılmaktadır. Böyle bir davranışın hukuka uygun olduğunu söylemek mümkün değildir. Yine bütün bu toplantılardan bahsedilirken işte birlikte katıldılar birlikte gittiler falan. Sayın başkan bu toplantıların videobantları izlenmiştir izlenecektir birliktelikten kastettiği orada bulunması mıdır? Yoksa yan yana el ele tutuşup mu gitmişler. Bir toplantıda birlikte olmak terör örgütü faaliyetini mi ortaya koymaktadır? Anlaşılmamaktadır. Eğer savcıların ortaya koymak istedikleri bunlar gittiğine göre o toplantıda bulunduğuna göre yasa dışı olmasa bile bu toplantı onların örgütsel bağ ve faaliyetlerini ortaya koyar şeklindeyse bir toplantıya katılmak yasal toplantıya katılmak hiçbir kimsenin kişinin örgütsel bağ ve ilişki içinde olduğunu ortaya koymaz. Savcıların böyle bir yorum ve değerlendirmeleri varsa bunlara da iştirak etmek mümkün değildir. Ulusal Birlik hareketi platformu, Semih Tufan GÜLALTAY Başkanlığında kurulmuştur. İddianame böyle diyor. Oluşuma destek verenler arasında Levent TEMİZ'in Başkanlığında Ulusal Hukukçular Birliği Derneği, Bakırköy STK Platformu Sekreteri Ülker DURUKAN, Semih BOZER Genel Başkanlığında Azerbaycanlılar Dayanışma Dernekleri vs. bulunmaktadır. Derneğin amacı; Türkiye üzerinde oynanan emperyalist oyunları bozmak ve ulusal birliği korumak, Atatürkçü örgütlenme ve eylem birliğini sağlamak doğrultusundaki düşüncelerin geniş halk kitlelerine ulaştırılması olarak belirlenmiştir, diğer kuruluşların faaliyetlerine destek verdikleri, bu tür faaliyetler içerisinde yer aldıkları tespit edilmiştir. 28.10.2005 günü saat 11.00 sıralarında Fener Rum patrikhanesi önünde Milli Güç Platformu, Hukukçular Birliği, Milliyetçi İşadamları Derneği, Türk Ortodoks Kilisesi, Noel Baba Vakfı tarafından "Patrikhane Yunanistan'a" konulu protesto eylemi yapıldığı, Fener Rum patrikhanesi önündeki topluluğa önce Kemal KERİNÇSİZ tarafından kısa bir konuşma yaptıktan sonra, Noel Baba Vakfı Başkanı Muammer KARABULUT'un basın açıklamasını okuduğu, Patrikhane kapısına "Patrikhane Yunanistan'a, Hukukçular Birliği ve Milli Güç Platformu" yazılı siyah çelenk bırakıldığı, bu eyleme şüpheliler Kemal KERİNÇSİZ, Veli KÜÇÜK, Muzaffer TEKİN, Sevgi ERENEROL, Zeki Yurdakul ÇAĞMAN isimli şahısların birlikte katıldığı, Güvenlik şube müdürlüğünün olay esnasında çekmiş olduğu kamera görüntülerinin incelenmesinden anlaşılmıştır. Sayın başkan ne dernek kurucularının ne tüzüğünün ne de faaliyetlerinin yasa dışı hiçbir yönü yoktur. Velev ki kurucularından bir veya birkaçının bir suç işlemesi, suç şüphesi altında bulunması veya eski hükümlü olması durumunda, her kurulan dernek ve hem de bütün faaliyetleri suç olarak mı kabul edilecektir? Burada bir nevi ortaya konulmaya çalışılan, yapılmaya çalışılan işin, dernek kurucularının isimlerinin bile başlı başına suç delili gibi gösterilmeye çalışılmasıdır. Yani eski hükümlüler ve sabıkalılar kendi haklarını korumak ve önlemler almak için dernek kursalar, bu kişileri daha önceden işledikleri suçlar nedeniyle, derneği yasa dışı örgüt olarak mı kabul edeceğiz? Böyle bir şey olabilir mi? iddianame devam ediyor, Ulusal Sanayici ve İş Adamları Derneği, İçişleri Bakanlığı (Dernekler Dairesi Başkanlığı) Dernekler Denetçileri tarafından "Ulusal Sanayici ve İş Adamları Derneği"nin denetiminde; Dernek tüzüğünde "Derneğin Amacı" başlıklı 2 inci maddesinde; "Ulusal geleceğimizin ve varlığımızın, ülkemizin bağımsızlığının güvencesi olduğunun bilincinde olarak, tamamen ulusal çıkarları gözeten bir ekonomik faaliyetin ülke düzeyinde gelişmesini ve hakim kılınmasını amaç edinmek. Bu amaç doğrultusunda, tüm toplumsal bilimlerin rehberliğinde sosyal-kültürel-ekonomik-siyasal çözümler üretmek; Bu çözümler ışığında, planlı bir üretimi, üretken bir toplumu, toplumun gönenç düzeyinin yükseltilmesini ve adaletli bir toplumsal paylaşımı esas kılmak" şeklinde belirtildiği, 03.12.2005 tarihinde yapılan Genel Kurul toplantısı neticesinde dernek organlarına Fevzi DURGUN Genel Başkan, Mustafa KİRALİ Başkan Yrd., Birol BAŞARAN Genel Sekreter, Filiz ESEN Genel Sekreter Yrd., Osman GÜNAY Genel Sayman, Oğuz P.LEKTEMUR Üye., İbrahim BENLİ Üye, Erdoğan ÇEKER Üye, Ufuk SAKA Üye isimli şahısların seçildiği, Ulusal Sanayici ve İş Adamları Derneği Genel Merkezinin genel denetimi neticesinde tespit edilen Dernekler Mevzuatına aykırılık nedeni idari mercilere bildiririmde bulunulduğu belirtilmiştir. Şimdi yine ne derneğin kurucularında ne tüzüğünde hukuka açıkça aykırı hiçbir yön bulunmamaktadır. Yine burada iddianame marifetiyle bir bilgi kirliliği yaratıldığı bakınız tekrar okuyorum diyor ki, dernekler mevzuatına aykırılık nedeniyle idari mercilere bildirimde bulunulduğu, ne bildirmişler? Hangi dernekler mevzuatına aykırılık varmış? Bunu söylemiyor. Yani diyor ki bu dernek aleyhine işlem yapılmış siz bu derneği kötü algılayın. Suç işler gibi algılayın. Böyle bir yaklaşımı kabul etmek mümkün değildir. bu derneğe üye sanıklardan var mı burada Ulusal İş Adamları Sanayici bununla ilgili sayın başkan bir kapatma davası vs. geldi mi istendi mi? mahkemenize yansıdı mı böyle bir belge yok. Yani eğer bu kadar geçen zaman süreç içerisinde bir kapatma davası olsaydı diğer yargı makamları tarafından bu da dosyaya yansıtılmış olacaktı. Böyle bir şeyin olmadığı da bu zamana kadar böyle bir belgenin dosyaya konulmamasından anlaşılmaktadır. İddianame devam ediyor, Şüphelilerden elde edilen USİAD isimli dokümanda; "Ulusal Sanayici ve İşadamları (USİAD) adlı, Ekonomik alanda yer alan "Sivil Toplum Örgütü"nü konu edinen bu çalışma, "Ulusal" amaçlar kapsamında değerlendirmeye alınmış ve objektif verilerden yola çıkılarak hazırlanan "ön değerlendirme" bilgi ve dikkatlerinize sunulmuştur. EK'de ülke ekonomisinde serbest girişimcilerin bir araya gelmesi ile oluşturulan, sivil toplum örgütü, USİAD'ın "Amaç ve Sorunlar" başlıklı bir raporu da ayrıca bilgilerinize sunulmaktadır. 1998 yılında, pek çok serbest girişimcinin örgütlendiği mevcut yapılanma dışında, üyeleri belli olan kişilerin, Kemalist Ulusal kaygılar ve amaçlar doğrultusunda, Ulusal Sanayici ve İşadamları Derneği adı altında yeni bir örgütlenme ve yapılanma girişimi olan bu oluşum; önceki dönemlerde işadamı Mümtaz Zeytinoğlu ile İstanbul Sanayi Odası işadamlarından Murtaza Çelikel’in öngörüsü dikkate alınarak yola çıkılmıştır. Kemalist Cumhuriyet Devrimi'nin en önemli özelliği olan tam bağımsızlık ilkesinin tüm dünya ülkeleri halklarının lehine yarattığı etki karşısında büyük çıkar kaygısına sürüklenen gelişmiş emperyalist güçlerin girişimleri ve yurt içindeki işbirlikçiler ağı önemle dikkate alındığında, geçmiş dönemlerde yaşanan ekonomik içerikli ağır toplumsal sorunlar karşısında serbest girişim çevrelerinin salt çıkar ve kâr kaygısından hareketle uyguladıkları yöntemler, tutum, davranış ve kararları sonucunda ülkede yaşanan sıkıntılar bellidir. Bu anlamda USİAD'ın önemi yadsınamaz. Saygılarımızla. USİAD, bu özet gelişmeler karşısında yerinde ve gerekli bir adım atmıştır. Bu anlamda desteklenmesi, teşvik edilmesi, rota belirlenmesinde yardımcı olunması gerekliliği göz önüne alınarak değerlendirilmeye alınmalıdır. Ekonomiyi bilen, ama ekonomi politik alanında deneyimsiz örgüt kadrosu, çeşitli çevrelerce MAFİA siyaseti ve yöntemleri uygulanarak, "bağış" adı altında maddi olanakların gereksiz yere tüketilmesi girişimleri ile yılgınlığa sürüklenmek istenmiştir. Bu doğrultuda operasyonel eylem ve girişimler de belirlenmiştir. USİAD adlı ekonomik sivil toplum örgütünün faaliyetleri ulusal çıkarlara uygun alanlarda desteklenmeli, sorunlarının çözüm yolları tespit edilmeli, aynı alandaki karşı sivil toplum örgütlerinin desteği ve işbirliği sağlanmalıdır. İlişkinin "örtülü" bir biçimde sürdürülerek geliştirilmesi ve desteklenmesinde ülke çıkarları adına yarar görülen USİAD'ın göstereceği performans, etkinlik ve başarıların yanı sıra; ekonomik alandaki olumsuz aksiyonlar karşısında, reaksiyon odağı olarak değerlendirilmesi, ekonomi politiğin belirleyici unsurları arasında yer alabilmesi de sağlanmalıdır. Özellikle Hükümetlerin dış güç odakları ile ilintileri veya karşılaştıktan baskılar sonucunda, ülke çıkarlarına aykırı kararlar almaları ve bu kararların uygulamaya konması karşısında USİAD'ın güçlü varlığının önemli ve caydırıcı bir etken olacağı ciddi biçimde değerlendirilmelidir. Yine özelleştirme adı altında sergilenen çeşitli ihale entrikalarının sıkça sergilendiği Türkiye'de fundamentalist ekonomik açılımlarının ülke ekonomisini ele geçirmeye yönelik faaliyetleri giderek büyüyen bir ivme kazanırken, USİAD sivil toplum örgütü ile USİAD çatısı altında bir araya gelen hür girişimcilerin varlığı, önemli bir denge unsuru olabileceği gibi, ekonomik alanda operasyonel faaliyetlerin etkisiz kılınmasında önemli roller üstlenmeye uygun görülmüştür." şeklinde ibareler geçtiği görülmektedir. Sayın başkan bu çıktılar bu dernek buraya niçin alınmıştır anlaşılamamaktadır. Yine bu USİAD isimli derneğin ne tüzüğünde ne bu ortaya koydukları örgütsel doküman dedikleri şeyde ya da amaçları bakımından hiçbir yasa dışılık yoktur. Yani buraya bu iddianamede neden yer verilmiştir anlamak mümkün değildir. ancak açıkça anlaşıldığı üzere; iddianame savcılarının ulusal her türlü faaliyet ve çalışmayı yasa dışı ve hükümete karşı gösterme, algılama ve suç sayma şeklindeki yanlı, önyargılı ve kişisel siyasi veya sosyal anlayışları doğrultusunda, suç ve suçlu yaratma girişimleri, insan haklarına, Anayasamıza ve yasalarımıza aykırı olduğu gibi; ayrıca savcılar bakımından da suç teşkil ettiği de akıllardan çıkarılmamalıdır. Böyle bir anlayış ve yaklaşımla iddianame düzenlenmesinin savcılık meslek etik kuralları ile de bağdaşmadığını ayrıca ifade etmek gereği duyuyoruz. Özel Güvenlik Sektörü İş Adamları Birliği Derneği, başlık böyle iddianamede İçişleri Bakanlığı (Dernekler Dairesi Başkanlığı) Dernekler Denetçileri tarafından "Özel Güvenlik Sektörü İş Adamları Birliği Derneği'nin Dernekler Mevzuatı Hükümleri çerçevesinde yapılan denetimi neticesinde; Derneğin 2005 tarihinde kuruluş bildirimi ve eklerini İstanbul Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü'ne vererek kurulup tüzel kişilik kazandığı, Dernek tüzüğünün 3. maddesinde Derneğin amacının "Güvenlik Sektörünün çalışma alanları ile ilgili alt çalışma komiteleri oluşturmak, yurt dışındaki gelişmeleri izlemek, ülkemizde sektörün gelişmesine öncülük edecek çalışma gruplarını tespit etmek, çalışmalarını koordine etmek, Dernek amaçları doğrultusunda yurt içinde ve dışında; Kamu Kurum ve Kuruluşları, gerçek ya da Tüzel Kişiler ve Sivil Toplum Örgütleri ile işbirliğini geliştirmek, organizasyonlar yapmak, çağdaş uygarlığı yakalama sürecinde, ülkemizin konumunu güçlendirmek için sivil toplum hareketi olarak üzerine düşen işlevleri yerine getirmek, mesleki konularla ilgili yapılmakta olan mevzuat çalışmalarına katkılarda bulunmak, Özel güvenlik mesleğini iş tanımları yapılmış, sınırları belirlenmiş, profesyonel bir iş kolu haline getirmeye katkıda bulunmak, çalışma saatleri, ücretleri, sağlık saatleri gibi çalışma konularının hizmette verimliliği artırması" şeklinde belirtildiği, 05.03.2006 tarihinde yapılan Genel Kurul toplantısı neticesinde dernek başkanı olarak, Nihat KUBUŞ' un seçildiği, Derneğin ÖGSİAD ÜYE İSİM LİSTESİ ikinci sırasında şüpheli Veli KÜÇÜK' ün isminin yer verildiği, Dernek işletme defterinin kayıtlarının tutulmaması fiilinden dolayı, 5253 sayılı dernekler kanunun ilgili dönemde yürürlükte bulunan 32/d. Maddesinin derneğe ait tutulması gereken defter veya kayıtları, tutmayan dernek yöneticileri beş yüz milyon lira idari para cezası ile cezalandırılır.’ Hükmü Uyarınca Dernek Yönetim Kumlu Başkanı olan Nihat KUBUŞ hakkında İstanbul Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü'nce işlem yapılması gerektiği belirtilmiştir. Sayın başkan burada da bu dernek buraya niye alınmış ne derneğin kuruluş tüzüğüne ne amaç ve faaliyetleri yasalara aykırı değildir. Özel güvenlik şirketi işletmeciliği yaptığı anlaşılan Veli Küçük’ün bu derneğe üye olması yada sadece Veli Küçük isminin geçmesi nedeniyle bu iddianamede yer verilmesi, savcılarının ne kadar ön yargılı ve taraflı soruşturma yürüttüklerinin bir diğer somut belgesidir. Esasında iddianame savcılarının mantığı devam ettirilirse; Buraya Veli Küçük’ün alışveriş yaptığı bakkalların, mağazaların, spor yaptığı yerler varsa onların bile yazılması, Örgüt faaliyeti gibi gösterilmesi gerekir. Bu da yetmez Veli Küçük’e ekmek de verilmemeli, su da verilmemeli, hatta nefes aldığında bile hakkında işlem yapılmalıdır. Böyle bir suçlama mantığı olabilir mi? Öncü gençlik iddianame devam ediyor, başlık böyle faaliyetleri; 28.08.2003 tarihinde Beyoğlu ilçesinde İP Öncü gençlik İstanbul İl Başkanı Mehmet PERİNÇEK, ADD İstanbul Merkez Şube Komisyon Başkanı ve İstanbul Ülkü Ocakları Başkanı Levent TEMİZ tarafından "vatan savunmasında birleştik parola ya istiklal ya ölüm" başlıklı basın bildirisi okunup dağıtıldığı, şimdi buraya iddianamede yer verilmiş. Faaliyetler 1. faaliyet bu toplantıda suç teşkil eden bir şey olmuş mu? İşçi Partisi gençlik örgütlenmesi ile Ülkü Ocakları Başkanı’nın birlikte basın açıklaması yapması toplantı yapması kimi rahatsız etmiş? Ne olmuş ta 2003 yılındaki bu basın bildirisi ve basın açıklamasına burada yer verilmiştir? Bu bildiri ve basın açıklamasın hayali Ergenekon örgütü ile ilgisi nedir? Bunların hiç birisinin cevabı yoktur. Ama burada yer verilmiş. Burada iddianame savcılarına rahatsızlık veren, birbirleriyle tamamıyla farklı siyasi görüşlere sahip iki gençlik örgütünün birleşmesi midir? Yoksa Ulu Önder Atatürk’ün kurtuluş savaşı sırasında sarf ettiği “Ya istiklal ya ölüm” sözü müdür? Suç teşkil eden veya suça delil olan ne vardır? Gerçekten anlamak mümkün değildir. 2- iddianame devam ediyor, 30.08.2003 tarihinde Beyoğlu ilçesinde İP İşçi Partisi İstanbul İl Teşkilatı organizesinde çeşitli sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile "30 Ağustos'un 81. Yılında bir zaferin coşkusunu yaşamak ve ordu millet kaynaşmasını sağlamak" için basın açıklaması yapıldığı, Mehmet PERİNÇEK, Sevgi ERENEROL' un katıldığı, yine Bu basın bildirisinin de buraya neden alındığı anlaşılamamıştır. İddianamede neden yer verildiği anlaşılamamıştır. Yani Suç teşkil eden 30 Ağustos Zaferini kutlamak mıdır? yoksa ordu millet kaynaşmasını pekiştirmeye çalışmak mıdır? Anlaşılır gibi değildir. 3- 08.02.2004 tarihinde Beyoğlu ilçesinde İP İstanbul İl Başkanlığınca "KKTC Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAŞ' a destek" için yapılan basın açıklamasına Doğu PERİNÇEK ve Sevgi ERENEROL' un katıldığı, sayın başkan yani KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’a destek olmak, ne zamandan beri suç? Bu ne biçim bir suç ve suçlama anlayışı? Bu, bu resmen bir Cumhurbaşkanına saygısızlıktır. Yani İddianame savcıları buraya aldıkları bu suçlama ile neyin peşindedirler? Kendilerini tarihimizin ve milletimizin önderlerine, kahramanlarına saygıya davet ediyoruz. İddianame devam ediyor, 05.02.2005 tarihinde Şişli ilçesinde faaliyet gösteren Kıbrıs Türk Kültür Derneği tarafından "KKTC'ye sahip çıkalım" konulu basın açıklamasına: Sevgi ERENEROL ve İŞÇİ PARTİSİ İl Başkanı’nın katıldığı, yani KKTC’ye sahip çıkmanın nesi suç? Yani savcılar Kıbrıs Rum Kesimine sahip çıkılmasını mı istiyorlar? Yoksa ismi verilen şahısların sadece kendilerinin herhangi bir yasal toplantıya katılması mı suç gibi algılıyorlar veya suç gibi gösterilmeye çalışılıyorlar? Böyle bir şey olabilir mi? 5- 10.11.2005 tarihinde Fener Rum Patrikhanesi önünde Hukukçular Birliği, Milli Güç Platformu, MHP İstanbul İl Başkanlığı, İŞÇİ Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi, Noel Baba Vakfı, Bağımsız Türk Ortodoks Vakfı, Muharip Gaziler Derneği, Yeniden Kuvai Milliye Derneği ve Şehit Aileleri Derneği tarafından "Fener Rum Patrikhanesinin Lozan'a ve Atatürk'e, Türk milletine meydan okuduğu ve Rum metropolit anlarının Ekümenik iddiası ile Balat'taki patrikhanede toplanmasının 10 Kasım Atatürk'ün ölüm yıl dönümüne rastlanmış olmasını protesto etmek" basın açıklamasını Kemal KERİNÇSİZ okuduğu, Veli KÜÇÜK, Muzaffer TEKİN, Muammer KARABULUT isimli şahısların katıldığı, iddianame böyle bunları suç delili gibi göstermiş suçlama konusu yapmış sayın savcılar. Dava konusu edilen ve delil olarak ortaya konulan kuruluş ve faaliyetleri de hiçbir yasa dışı durum söz konusu olmayan bu örgütlere bakınız sayın başkan İşçi Partisi Bağımsız Türkiye Partisi, MHP il başkanlığı, Hukukçular Birliği bunların hangisi suç? Yani ülkemizdeki sağ ve sol partilerin bir araya gelip kamuoyunu rahatsız eden bazı gelişmeleri protesto etmesi buraya çeşitli insanların bireysel yada derneksel faaliyetler altında katılması niye rahatsız ediyor savcıları? Yani bu, bu tutum bile iddianame savcılarının genel hukuk anlayışının diğer açıklamalarımız çerçevesinde önemli bir delili olması bakımından, dikkat çekicidir. STK. Birliği ve diğer dernekler; iddianamedeki başlık bu. 1- 22.07.2005 günü saat. 14.00 Eminönü İlçesi Ankara Caddesi Cağaloğlu yokuşu Saadet Han No:42/409 adresinde bulunan Türkiye Sivil Toplum Kuruluşları Birliği organizesinde "Osmanlı Padişahı ikinci Abdülhamit'e yapılan suikastın 100. Yılı olması" sebebiyle Beşiktaş ilçesi yıldız cami önünde basın açıklaması yapıldığı, Hukukçular Birliği ve Sevgi ERENEROL' un katıldığı, sayın başkanım biz burada savcıların suç diye takdim ettiği şey sivil toplum örgütü müdür? Basın açıklaması mıdır? Yoksa sadece Sevgi Erenerol yada Hukukçular Birliğinin basın açıklaması mıdır? Anlayamadık. Neyin olduğunu değerlendirildiğini anlamadan savunma yapmamız da mümkün değildir. yani savcıların anayasa 38 CMK 170 maddesine aykırı bu yaklaşımını kabul etmek de mümkün değildir. iddianame devam ediyor, 2- 30.1.2007 günü saat:11.00de Bakırköy İlçesinde İncirli cad. Akbulut iş hanı No:89 kat-1 sayılı yerde Ayamama Vadisindeki EGS park inşaatı ile ilgili olarak açtıkları davayı kazanmaları üzerine Bakırköy S.T.K. Kuruluşları tarafından Platformu organizesinde basın açıklaması düzenlendiği, Kemal KERİNÇSİZ tarafından basın açıklaması okunduğu, sayın başkan Allah aşkına insanlar kazandıkları davayı kutlayamasınlar mı? sivil toplum kuruluşları bir dava açıyorlar. Ayamama deresinde kendilerine göre işte hukuka aykırı bir yapılanma olduğu bir de faaliyet gösterdiği şeklinde, davayı da kazanıyorlar. Burada nedir suç olan neden iddianamede yer verilmiştir. Yani burada da yapılan basın açıklamasının nesi bu hayali uyduruk ucube örgüt Ergenekon ile bağlantılıdır anlamadık. Yoksa Kemal Kerinçsiz’in kazandığı davayla ilgili sivil toplum adına kazanılan bir davayla ilgili basın açıklaması yapması mı bir suçtur? 3- 07.05.2006 Günü saat 12.15 sıralarında Beyoğlu ilçesi Galatasaray meydanında Hukukçular Birliği ve Milli Güç platformu, Vatansever Güç Birliği, Türkiye’m Topluluğu, Aydınlar Ocağı, Türk Dünyası İnsan Haklar Derneği, Anadolu Dostluk ve Türkmen Derneği, Şehit Anaları Derneği tarafından Yunanistan'ın Selanik'te açmayı planladığı "Pontus Soykırımı Anıtı"nı protesto etmek için basın açıklaması düzenlendiği, eyleme Oktay YILDIRIM, Muzaffer TEKİN, Mehmet Zekeriya ÖZTÜRK, Emin GÜRSES, Kemal KERİNÇSİZ, Asım DEMİR isimli şahısların katıldığı, sayın başkan dün Pontus la ilgili davanın 14 Ağır Ceza Mahkemesinde görüldüğünü söylemiştim. O zaman kısa bir bilgi vereyim, önce şunları ifade edeyim. Yani Pontus Soykırımı Anıtını protesto etmek, ne suçtur? bu yasal toplantıya katılmak mı suçtur? Yani bu ismi verilen şahıslar açılan soykırım anıtını destekleyen bir basın açıklaması yapsalardı o zaman da bu iddianamede yer verilecek miydi? Eğer basın açıklaması suç idi ise, iştirak eden diğer dernekler ve dernek katılanları burada sanık olarak gösterilmemişlerdir? Eğer bu bir örgütsel faaliyetse bu ucube uyduruk Ergenekon örgütünün faaliyetiyse buraya bakın şehit anaları derneği katılmış. Bir sürü dernek katılmış onlar nerede? Yani savcılar kimsenin bilmediği, kendilerinin malumu yeni bir Ceza mevzuatı mı bulmuşlar uyguluyorlar gerçekten anlayamıyoruz. Burada Pontus la ilgili bir bilgi aktarayım o da kayıtlara geçsin. Pontus davası terörle mücadele yasasının 8. maddesi çerçevesinde açılan bir davaydı. Bölücülük propagandası çerçevesinde Pontus örgütü yasa dışı istihbarat örgütü faaliyetidir. Yunanistan istihbaratı tarafından desteklenmektedir. Bu faaliyetin elebaşısı Yunanistanlı bir tarih profesörüdür. Türkiye’ye gelip 10 sen Karadeniz bölgesini incelemiştir. Karadeniz bölgesinde Pontus olarak adlandırdıkları yöre de toplumun bütün özelliklerini incelemişlerdir. Yemesi içmesi düğünü nişanı cenaze töreni örf adetleri gelenekleri kıyafetleri kılık kıyafetleri ve gitmişler Yunanistan da bir Pontus köyü kurmuşlardır. Ve Türkiye den ikna edebildikleri insanları oraya gezi bahanesiyle götürmüşlerdir oraya götürdükleri insanlara bakınız burası Pontus sizde Pontus’sunuz demişlerdir. Kurdukları köy aynı Karadeniz’deki köydür. Yemesiyle içmesiyle kılığıyla kıyafetiyle düğünüyle nişanıyla ve aklımda yanlış kalmadıysa 2000’li yılların başlarında Yunanistan başbakanı medya karıştırılıp bakılabilir. Pontus haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz Pontus’taki faaliyetlerimizden taleplerimizden vazgeçmeyeceğiz diye Yunanistan başbakanının açıklaması vardır. İsmini hatırlamıyorum şu an. Şimdi böyle bir açıklama sonra orada bir Pontus soykırımı anıtı yapılma girişimlerini protesto etmek nasıl oluyor da suç gibi algılanıyor açıkçası anlamakta zorluk çekiyoruz. 10.12.2006 günü davanın sonucunu da söyleyeyim sayın başkan savcılar merak ederlerse terörle mücadele yasasının 8. maddesi kaldırıldığı için suç olmaktan çıktığından beraatla sonuçlanmıştır maalesef. 10.12.2006 günü saat 12.30 da 10 Aralık Dünya İnsan Hakları günü olması nedeniyle, Beyoğlu İlçesi Galatasaray Lisesi önünde Büyük Hukukçular Birliği, Ayasofya Derneği, Milli Güç Platformu, Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği, Sivil Toplum Kuruluşları Birliği, Anadolu Türkmen ve Dostluk Derneği, Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü, Şehit Aileleri Derneği, Türk Tarih Vakfı, Kamu-Sen tarafından basın açıklaması düzenlendiği, eyleme Sevgi ERENEROL' un katıldığı, şimdi insan hakları günü kutlanacak Sevgi Erenerol’ da oraya katılmış. Katılanların bir kısmı devletimizin başına Türk ismini kullanma izni verdiği vakıf dernek, ne söz konusu eylemde bir yasa dışılık gözükmektedir zaten böyle bir şey olsaydı gerekli işlemler yapılırdı. Ne de katılan derneklerde sivil toplum kuruluşlarında yasa dışılık söz konusudur. Bulunsaydı sayın savcılar buraya koyarlardı. Yani sadece bu soruşturma yada davada suç şüphesi altında bulunan bir kısım sanıkların katılması nedeniyle toplantı ve gösterilerin yasadışı ve terör faaliyeti gibi algılanıp algılanmaya çalışılması algılatmaya çalışılması iddianamede yer verildiği görülmektedir. Ayrıca ulusal menfaatlerin, insan haklarının korunmasına yönelik her türlü girişim ve faaliyetin ya da gösterinin de, suç gibi algılanması da bu iddianamenin dikkat çekici diğer özelliklerinden gözükmektedir. Açıkçası üzülmemek mümkün değildir. Türkiye’de Cumhuriyeti, Atatürk ilke ve inkılaplarını, ulusal değerleri, insan haklarını, koruyup kollamakla, hukuku uygulamakla görevli bir kısım görevlilerin, geldikleri yer ve ortaya koydukları uygulama ürkütücüdür, üzüntü vericidir. Sevindirici olan bir şey vardır ki, bu yargı görevlileri yargının her kademesinden büyük eleştiriler almaktadır ve az sayıdadır. Eninde sonunda onların da hak ettikleri yasal yaptırımlarla karşılaşacaklarından kuşkumuz yoktur. İddianame devam ediyor, başlık Genel değerlendirme; Yukarıdan itibaren sıralanan sivil toplum kuruluşlarına üye olanlar ve faaliyetlerine katılanların hepsinin Ergenekon Terör Örgütü ile bağlantılı oldukları iddia edilmemektedir. Bu konuda haklarında yeterli delil elde edilenler için zaten dava açılmış, eylemleri de ilgili bölümde anlatılmıştır. Yine bu kuruluşların faaliyetleri tümünün de yasaya aykırı olduğu iddia edilmemektedir. O zaman niye iddianamede yer verildi? Hangi eylemlerin suç oluşturduğu, hukuka uygun delillerinin ne olduğu neden ortaya konulmamıştır? Bu sorulara cevap yoktur. Ama, adı geçen kişi ve kuruluşlara iddianamede yer verilerek tam bir bilgi kirliliği ve karalama yapıldığı da ortadadır. Böyle bir hukuka aykırı davranışı kabul etmek de mümkün değildir. iddianame devam ediyor, Ancak, daha önceki bölümlerde de açıklandığı gibi, bu sivil toplum kuruluşlarının; Ergenekon Terör Örgütünün Lobi yapılanmasının kararı uyarınca kurduruldukları, savcılar böyle değerlendirmişler. Hani delil hiçbir delil yok. Sadece savcılar böyle değerlendirmişler. Kişisel tahmin ve yorumlarını ortaya koymuşlar. Daha önce de ortaya konulup açıklandığı gibi uyduruk ucube Ergenekon ve lobi dokümanlarına ve Tuncay Güney’in çelişkili ve doğru olmadığı anlaşılan beyanlarına itibar edilerek hareket edildiğinde, Türkiye’deki ve yurt dışındaki iddianame savcılarının istediği her türlü yasal faaliyet ve girişimi, siyasi veya sosyal hareketi bu uyduruk Ergenekon örgütü ve faaliyetleri çerçevesinde saymak mümkündür. Böyle mantık, anlayış ve uygulaması da insan haklarına, ceza hukukunun temel ilkelerine ve Anayasamıza aykırıdır. Bir başka dayanak gösteriyorlar. Derneklerin birbirine yakın zamanlar içerisinde 2005-2006 yılında kuruldukları, sayın başkan derneklerle ilgili bir bilgi alalım bakalım 2005 ve 2006 yılında sayın mahkemeniz uygun görürse sorsun kaç tane sivil toplum örgütü kurulmuş Türkiye de, yani Derneklerin kuruldukları tarihlerin birbirine yakın olması onların organik bağ ve faaliyet altında olmalarını göstermeyeceği gibi, yukarıda iddianamede de gösterildiği üzere; birçok derneğin kuruluşu, dava konusu eylem ve faaliyetin tarihleri ise bu tarihlerden çok öncedir. Kaldı ki uyduruk Ergenekon ve lobi belgelerinin düzenleme tarihi 1999 olarak gösterilmektedir. 2001 yılında ise güvenlik kuvvetleri tarafından Tuncay Güney’de ele geçirilmiştir. Bu durumda örgüte atfedilen, önem, tehlike, büyüklük, güç, organize kabiliyeti v.s. göz önüne alındığında ismi geçirilen kişilerin ve derneklerin 1999 yılından 2005 – 2006 tarihlerine kadar beklemeleri büyük bir çelişkidir. Gerçi dava konusu iddianame inanılmaz ve hayret verici çelişkilerle doludur. Ama bu da onlardan biridir. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin AKP ile ilgili laikliğin odağı olması ile ilgili mahkumiyet kararına konu eylem ve faaliyetlerin de bu yıllarda giderek arttığı, bu nedenle AKP ve icraatlarına karşı toplumda geniş bir kesimde tepki duyulduğu ve buna karşı sivil toplum oluşumlarının ortaya çıktığı da dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. Yukarıda da, derneklerin tüzük, kuruluş ve faaliyetlerinde yasa dışı herhangi bir yön bulunmamasına karşın, bunların yasa dışı gibi algılanma, ortaya konma ve iddianamede suç konusu yapma yaklaşımı, iddianame savcılarının delile dayalı olmayan kişisel, siyasi ve sosyal anlayışlarının yansıması biçiminde ortaya çıktığından, bu yaklaşım ve tespitlerine de itibar etmek mümkün değildir. savcılar bir diğer gerekçe gösteriyorlar iddianamede, Derneklerin Tüzüklerinde belirtilen amaçlarının birbirine yakın olduğu, Derneklerin tüzüklerinde belirtilen amaçlarının birbirine yakın olması onların, suç örgütü faaliyeti çerçevesinde hareket ettiklerini veya suç işlediklerini ortaya koymaz. Aynı siyasi, sosyal amaçlar doğrultusunda kurulmuş birçok sivil toplum kuruluşu ve dernek vardır. Bunların veya başka siyasi ve sosyal anlayıştaki sivil toplum kuruluşlarının zaman zaman iş birliği yapmaları veya bir başka büyük organizasyon içerisinde, kendi tüzel kişiliklerini koruyarak yer almaları da; suç değildir. Ancak bu iddianamede suç gibi takdim edilmektedir. Bu da hukuka ve demokrasiye, örgütlenme özgürlüğüne aykırıdır. Sayın başkan benim bildiğim onlarca özürlüler derneği var. Çeşitli isimler altında yani bu özürlüler derneklerini de aynı yıllarda kuruldu amaç ve faaliyetleri bir birine yakın diye her hangi bir terör örgütünün faaliyeti mi sayacağız. Bunu kabul etmek mümkün müdür. Devam ediyor gene iddianamede Tüzükte belirtilen amaçları dışında birçok eylem ve faaliyete katıldıkları, Yukarıda dernekler ve sivil toplum kuruluşlarının özel bölümlerinde ayrı ayrı değerlendirildiği gibi, bu kuruluşların ne amaçları ne de faaliyetleri bakımından hiçbir yasa dışı yön bulunmamaktadır. Zaten bulunsaydı kuruluşlarına ilgili valilik birimleri ilgili devlet birimleri izin vermezdi. Burada genel bir suçlama yapıldığı ve yine ortaya delil konulmadığı, sadece iddianame savcılarının kişisel siyasi ve sosyal düşüncelerinin, önyargılarının ve yanlı tutum ve davranışlarının ön plana çıktığı görülmektedir. Bu tür hukuka aykırı değerlendirme ve tespitlerin hiçbir önemi hukuken olamaz. Dernek yönetici ve üyelerinin diğer dernek yöneticileri ve üyeleri ile irtibatlı olduğu, birlikte hareket ettikleri, yani nasıl anlayacağız bunu Sivil toplum üyesi, yönetici ve kurumlarının işbirliğini yapmasını yasaklayan bir hüküm mü var? Aynı konularda veya benzer yakın siyasi, sosyal veya ekonomik görüşleri bulunan yada demin örneklerini gördüğümüz tamamıyla zıt fikirlerde olan MHP’lilerle işçi partililerin bir araya gelmeleri gibi iş birliği yapmaları gibi irtibatlı olmaları gibi demokrasinin zenginliği değil midir? Toplumumuzun kaynaşması değil midir? Burada bunun suç gibi takdim edilmesi anlaşılır gibi değildir ve şaşırtıcıdır. Devam ediyor iddianamede dernek toplantılarında yeni kurulacak dernekler ile ilgili kararlar alındığı, sayın başkan daha ne olabilir? Yasal olarak kurulmuş dernek veya dernekler, yaptıkları toplantılarda veya aldıkları kararlarda ihtiyaç duyduklarında yeni dernek veya sivil toplum kuruluşlarına iştirak ederler mevcut derneklerin kapatılmasına iş birliğine karar verirler. Bu tür faaliyetler hukuken uygundur. Dernekler kanunu da uygundur. Ticari şirketlerde toplantılarında başka şirketlerle birleşmeyi ayrılmayı işbirliği yapmayı çeşitli holding çatısında yer almayı planlarlar uygularlar. Bunun burada suç gibi takdim edilmesi kabul edilemez bir hukuka aykırılıktır. İddianame devam ediyor, her ne kadar tüzüklerinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tarihi ve hukuki değerlerini korumak, kültürel ve sosyal etkinliklerde bulunmak amacıyla kurulmuş oldukları yazılı ise de, daha çok örgütsel propaganda amaçlı olarak güncel konularda basın açıklamaları, eylemler düzenleyerek kamuoyu oluşturdukları, bakınız şimdi sayın başkanım tekrarlıyorum. Suçlamaya bakın daha çok Türkiye cumhuriyetinin tarihini hukuki değerlerini korumak kültürel ve sosyal etkinliklerde bulunmak için kurulmuşlar ama örgütsel propaganda yapmak amacıyla güncel konularda basın açıklaması yapmışlar. Yani demokrasi de güncel konuların dernek veya sivil toplum örgütlerinin ilgisinin çekmesi nasıl bir suçtur? Nasıl yasa dışı bir faaliyettir? Derneklerin siyasi ve sosyal kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapmasından daha doğan ne olabilir? İddianame savcıları tarafından da Ulusal duyarlılıkta oldukları anlaşılan ve dava konusu yapılan dernek ve sivil toplum kuruluşlarının eylem ve faaliyetlerinin yoğunluğunu örneğin 100 sene 1000 sene önceki tarihsel olaylarda yoğunlaştırması mı bekleniyor? Onlara yönelik mi çalışma yapsınlar? İnsanların, dernek veya diğer sivil toplum örgütlerinin kamuoyunun gündemine gelmiş veya gelecek konularla ilgilenmeleri, bu konuda destek vermeleri veya karşı durmaları veya gündeme yeni konular getirmeleri demokrasi, insan hakları örgütlenme özgürlüğü hukukun en doğal ve beklenen uygulamalarıdır. Demokrasinin gereği budur. Demokrasilerin sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürebilmesi için sivil toplum örgütlerinin her gelişmiş demokraside teşvik edildiği, uzun ömürlü ve geniş kapsamlı yapılanmalarının, güncel konulara değinmelerinin veya kamuoyunun dikkatine yeni konular getirerek gündem yaratmaları beklenmektedir. Teşvik edilmektedir. Demokrasilerde halkın yönetime katılması sadece siyasi partiler aracılığı ile olmaz. Böyle olması da beklenmez. Sivil toplum örgütleri aracılığıyla da halkın yönetime iştirak etmeleri beklenir ve istenir ve teşvik edilir. Bütün bunlar yapılırken iktidar partisi veya hükümetlerin bütün eylem ve söylemlerinin tanrı buyruğu ve eleştirilmez kabul edilmesi de demokrasilerde beklenen ve istenen bir yaşam biçimi değildir. Aksine hükümetlerin ve siyasi partilerin eylem ve söylemlerindeki yanlış veya doğruların tartışılarak, eleştirilerek en doğru olanın ve halkın en yararına olanın hayata geçirilmesi beklenir ve istenir. Demokrasi içinde yaşam, 4 veya 5 yılda bir seçim yapıp oy atmaktan ibaret değildir. İddianame savcılarının özellikle gelişmiş demokrasilerin yer aldığı Avrupa ve ABD deki sivil toplum örgütlenmelerinin yapılanma ve faaliyetlerini incelemelerini tavsiye ederiz. Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu konudaki kararlarını incelemesini tavsiye ederiz. İddianame savcılarının oldukça dar kapsamlı ve hükümet yanlısı ve aynı kişisel ve sosyal anlayışı benimseyen siyasi ve sosyal anlayışlarının, hukuka ve demokrasiye aykırı olarak iddianameye tek doğru gibi yansıtılmaları kabul edilemez. Davayı bu davranışlar hukuki olmaktan çıkartıp siyasi bir dava haline getirmiştir. Mahkemeler ve yargı hukukla uğraşır. Siyasetle değil. Mahkemeler ve yargı delillerle hareket eder. Siyasi yorumlarla kişisel yorumlarla değil. İddianame devam ediyor, bir kısmının legal görüntü altında illegal faaliyet yürüttükleri, Yukarıda ismine yer verilen hangi sivil toplum örgütü legal görüntü altında illegal faaliyet göstermiştir? Yukarıda dava konusu edilen sivil toplum örgütleri hakkında ayrı ayrı değerlendirmelerde bulunurken, bu yasal örgütlerin hiçbir yasa dışı eylem ve faaliyetinin olmadığı ve iddianame savcılarının yanlı, hayali delilsiz suçlamalarından ibaret olduğu açıklanmıştır. Zaten kendileri de suç teşkil eden eylem ve fiilleri ortaya koymamıştır. Burada da genel bir açıklama görüyoruz. Ancak hiçbir yasal delil ortaya konulmadan bu yöndeki genel, yuvarlak zaman ve mekan kavramı olmayan suçlamalar ceza hukukunun genel mantık ve anlayışına ve hukuka aykırıdır. İddianame devam ediyor, yukarıda yazılı dernekler ile İşçi Partisi, Öncü Gençlik, ADD, Sivil Toplum Kuruluşları ve diğer bazı dernekler ile birlikte aynı amaçla hareket ettikleri değerlendirilmektedir. Savcılarımızın değerlendirmesi böyle. Yukarıda değinildiği ve birçok kez ifade edildiği biçimde, yasal siyasi parti ve sivil toplum örgütlerinin, zaman zaman veya birçok defa ilgi alanlarına giren konularda, aynı düşünce veya endişeyi taşıdıklarında işbirliği yapmaları, doğaldır. Yasaldır. Bunların yasa dışı imiş gibi takdim edilmesi ise doğru değildir. Sonuç olarak iddianame savcılarının sivil toplum kuruluşları ile ilgili özel ve genel suçlama, değerlendirme ve tespitlerinin, hiçbir yasal delile dayanmadığı, iddianame savcılarının kişisel siyasi, sosyal ve yanlı, önyargılı suçlama, yorum ve tespitlerden ibaret olduğu anlaşılmıştır. Bir kısım hukuka aykırı değerlendirme ve tespitlerin suçlama sınırını aşarak suç teşkil edecek şekilde yapıldığı, iddianame savcılarının görev ve yetkilerinin sınırlarını aştıkları da ortaya çıkmıştır. Gerektiğinde iddianame savcıları hakkında yasal işlem yapılması doğaldır. Hiç kimse görev unvan ve sıfatı ne olursa olsun, Anayasa ve yasalardan almadığı yetki ve görevi kullanamaz veya bunun dışına çıkamaz. Buna iddianame savcıları da dahildir. Nitekim onların da yargısal hesap vermeleri Türk mahkemeleri önünde hesap vermeleri Türk hukuk sistemi önünde hesap vermeleri kaçınılmazdır. -Yeni bir başlık sayın başkan, iddianamede Ergenekon terör örgütünün mafya yapılanması, Ergenekon, lobi ve devletin yeniden yapılanması dokümanları isimli belge örgütün amaç ve stratejilerini belirlemekte olup Tuncay GÜNEY ve diğer şüpheliler ele geçirilen belgelerde bu dokümanlardaki amaçlara ulaşmayı hedefleyen uygulama ve örgütün yayılmasına yönelik belgeler hükmünde olduğu açıkça anlaşılmaktadır. İddianamedeki değerlendirmeler böyle. Şimdi dayanak gösterilen ve belge diye sunulan dokümanların hukuki değerleri üzerinde ve Tuncay Güneyin beyanlarının güvenilirliği konusunda daha önce açıklamalarda bulunduk tekrar ettik. Burada sadece şunu söylemek gerekir. Bu iddianame ve değerlendirme daha başlangıçta hatalı olduğu söz konusu dokümanlar hiçbir değeri olmayan ciddiye alınmayan dokümanlardır.
Alınmaması gereken dokümanlardır. Nitekim devletin başbakanı olan sayın başbakan, genelkurmay başkanları, milli istihbarat teşkilatı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Genelkurmay Başkanlığı bu dokümanları inceleyen savcılar bunlara hiçbir değer vermemiştir. Verilmemesi gerektiğini de ifade etmişlerdir. Tekrar ediyoruz. Bu doküman ve belgelerle ilgili İstanbul özel yetkili savcılığınca takipsizlik kararı verilmiştir. Ve bu karar kesinleşmiştir. Tuncay Güneyin beyanları kendisi tarafından yalanlanmıştır ifadesinin işkence altında alındığı ortaya konulmuştur. Kaldı ki bu ortaya konmasa bile zaten somut soruşturmayla ilgili alınmadan hukuk dışı beyan ve delillerdir. Beyanların kendi içerisinde çeliştiği açıklanacaktır, açıklanmıştır. Ama örneğin MİT Müsteşarı, Tuncay Güney’in ifadelerini içeren dokümanlar kendisine ulaştırıldığında “komik” ve “saçma” bulmasına rağmen görevi gereği Başbakanlığa ve Genelkurmay Başkanlığına ilettiğini kamuoyuna açıklamıştır. Bunlara mı itibar edeceğiz şimdi. Yine tekrar özetlemek gerekir, tekrar tekrar iddianamede yer verildiği için. Kaç yıllıktı bu örgüt? 80 yıllık NATO yan kuruluşu, savcılar öyle iddia ediyor. 1965 yılına kadar hazırlık aşamasını bitirmiş. Devletin her kurumuna el atmış. Çok tecrübeli çok güçlü hücre tipi yapılanmış. Ama o kadar akılsızlar ki, 2001 yılında ele geçmiş 1999 tarihli bu uyduruk belgelere dayanarak yapılanmalarına devam ediyorlar. Polisin eline geçtiğini de biliyorlar. Kaldı ki sağa sola mektupla da gönderiliyor. Bunu düşünmüyorlar ama bu belgelere dayanarak örgütlenmelerine devam ediyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? iddianame devam ediyor, Hem Tuncay GÜNEY' in beyanlarına hem de ele geçirilen belgelere bakıldığında örgütün sadece stratejisi ile ilgili aldığı prensip kararlarını teorik olarak bırakmayıp gerçekte de uygulamaya geçirmek için birçok alanda örgütlenme faaliyetlerini sürdürüp örgütün hem maddi hem de manevi olarak gelişmesini ve istenilen düzeyde güç olarak gizli faaliyetlerini sürdürmesini sağladıkları yönündeki değerlendirmeler üzerine yapılan teknik takip ve fiziki takipler neticesinde. Şimdi Ortada olmayan bir örgüt, olmayan elemanları ve olmayan belgelerden bahsedilmektedir. Gene Savcıların bu iddia ve suçlamalarını dayandırdıkları hiçbir yasal delil yoktur. Ne diyor Tuncay Güneyin beyanları, Tuncay Güney hakkında daha önce söyledik ben, Hahamım diyor Hahamlar itiraz ediyor. Yok böyle bir şey diye. Tuncay Güney kişiliği psikolojisi tartışmalı ortada. Tuncay Güneyin beyanlarına ilişkin soruşturma başlatılması bile bunların sadece soruşturma başlangıcı kabul edilmesi bir kere hukuk devleti ilkesine aykırıdır. Devam ediyor iddianame, Öncelikle dokümanlarda ve Tuncay GÜNEY' in beyanlarında geçen konular ve isimler üzerinde yapılan çalışmalarda; Şüpheli Veli KÜÇÜK 'ün MAFİANIN Yeniden Yapılanması (reorganizasyonu) dokümanındaki örgütsel yapılanmaya uygun olarak Türkiye’de yer altı dünyasının ünlü isimleriyle bağlantılarının bulunduğu, yapılan araştırmalarda kelebek operasyonu olarak bilinen ve Reis kod adını kullanan Sedat PEKER ve adamlarına yönelik olarak yapılan soruşturmaya esas teşkil eden İstanbul 9 Ağır Ceza Mahkemesi’nce hakkında mahkumiyet kararı verilen şüpheli Sedat PEKER' in söz konusu dosyadaki iletişim tespit tutanaklarında Veli KÜÇÜK' ün organize suç örgütü yöneticilerinden REİS (kod) Sedat PEKER, Arnavut Sami (kod) Sami HOŞTAN ve susurluk davasının sanıklarıyla sıkı irtibatlarının bulunduğu, Reis(kod) Sedat PEKER in Veli KÜÇÜK e telefonda "VELİ ABİ" diye hitap ettiği ve her zaman emrinde olduğunu, söylediği Veli KÜÇÜK 'ün de yine Amerika dan çağırdılar gidiyorum şeklinde yurtdışına gidiş gelişlerini REİS (kod) Sedat PEKER anlattığı, aralarındaki görüşmelerden Veli KÜÇÜK' ün REİS (kod) Sedat PEKER' e Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerinde örgütlenmeye ilişkin görevler verdiği REİS(kod) Sedat PEKER inde bu görev gereği yurtdışında örgütlenme faaliyetlerini sürdürdüğü değişik ülkelerde bu amaçla faaliyetlerde bulunduğu anlaşılmaktadır. Şüpheli Veli KÜÇÜK 'ün şoförünün maaşını REİS (kod) Sedat PEKER’ in ödediği. Telefon görüşmesinde REİS (kod) Sedat PEKER Veli KÜÇÜK' e "her zaman emrindeyim abi senin her dediğin benim için emirdir" Şeklinde bağlılığını bildirdiği tespit edilmiştir. İddianame böyle diyor. Şimdi Veli Küçük bir kısım yargılaması devam eden şahısları veya mahkum olan şahıslarla irtibatlı olması onlarla arasında emir komuta ilişkisini ortaya koymadığı gibi Sedat Peker’in yargılandığı mahkeme dosyasında dinleme tutanakları olduğuna göre davaya bakan 9. Ağır Ceza Mahkemesindeki davaya bakan yada soruşturmasını yapan savcılar uyumuşlar mı? Mahkeme uyuyor mu? Burada ortaya konulan bağı orada niye ortaya koymamışlar? Eğer iddia edildiği gibi böyle bir örgütsel bağı varsa Veli Küçük’ün hakkında dava açılmasına ne engel varmış orada? oradaki savcılar bağ görmüyorlar mahkemede bağ görmüyor soruşturma açmaya yargılamaya gerek görülmüyor iddianame tanzim edilmiyor suç duyurusu yapılmıyor yani iddianame savcılarının bakınız sayın başkan yurt içinde yurt dışında talimat verdiği vs. hem de bu Ergenekon mafya….. ne demiş Veli abi demiş. Sedat Peker kaç yaşında Veli Küçük kaç yaşında kardeşim mi diyecekti? Bizim Türk örf ve âdetinde hitabet şekli nasıldır? Sonra bu kod isimlerinin hiçbir şekilde anlam ifade etmediğini daha önce izah etmiştik. Reis kod, Sedat Peker’miş. O telefon konuşmalarına baskınlar sayın başkan, 9. Ağır Ceza Mahkemesindeki davaya aynen Reis diye bahsettiklerini görecekler. Hangi terör örgütünün kendi elemanına zaten bilinen kamuoyunun bildiği lakabını kod adı verdiği görülmüştür. Sedat Peker ve iddia edilen suç örgütü grubu polisin ve adliyenin yakın takibinde olan gruplardır. Sedat Peker de kimliğini gizleyen biri değildir. Hem medyada hem kollukta Reis olarak tanındığını ifade etmektedir. Yine Arnavut Sami, Sami Hoştan’ın lakabıdır. Yıllar önce yargılaması yapılan dosyalarda da böyledir. Yine burada bu kod adlara değinmek gerekiyor, kod adı kullanılması örgüt üyeliğini ifade eder. Yargıtay içtihatları böyledir. Onu bilen savcılar sanki sanıkların lakapları göbek isimleri kod adıymış gibi ortaya konularak bir örgütsel kod adı yaratılmaya çalışıldıkları görülmektedir. Bunun hukuksal değeri yoktur. Nezaketen bildirilen saygı ve bağlılık sözünün fiili ve örgütsel bağ ve delilleri ortaya konulmadan aralarında organik bağ var şeklindeki değerlendirme savcılarının kişisel görüşlerinden öteye gidemez. Yukarıda da söylendiği gibi Sedat Peker ve grubunu yargılayan İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin değerlendirme dışı bıraktığı yine soruşturma savcılarının değerlendirme dışı bıraktığı Veli Küçük ile Sedat Peker arasındaki kişisel basit bir irtibatın örgütsel irtibat gibi değerlendirilmesine ilişkin kararların yargı makamları tarafından reddedildiği unutulmamalıdır. Yargı kararı varken yargı kararının üstüne hiçbir değişiklik olmadan hangi sebeple suç gibi takdim etme girişiminde bulunduğunu ben anlayamadım. İddianame devam ediyor. Yine aynı dosyada mevcut görüşme tutanaklarından yeraltı dünyasının mafya babaları olarak bilinip birçok defa yargılandıkları bilinen Arnavut Sami (Kod) Sami HOŞTAN Yakup Kürşat YILMAZ, Ayhan ÇARKIN, Ziya BANDIRMALIOĞLU ile REİS (kod) Sedat PEKER in görüşmelerinin bulunduğu, aralarında işbirliği ve gizli bir hiyerarşik yapının olduğu, iddianame böyle diyor savcıların değerlendirmesi böyle. İsmi geçen şahıslar arasındaki işbirliği ve gizli hiyerarşik yapıyı ortaya koyan nedir? Bu şahısların ucube Ergenekon örgütü ile bağını ortaya koyan nedir? Bunların hiç birinin cevabı yoktur. Yukarıdaki açıklamaların ışığında, toplumda suç örgütü veya mafya olarak tanınan bazı isimleri yan yana konularak, bunlar arasında da somut örgüt bağı kurulmasını gerektirir delilleri ortaya konulmadan, sadece aralarında nezaketen yapılan görüşme ve irtibatların veya haberleşmelerin, örgütsel bağ olarak nitelenmesi büyük bir hukuki yanlışlığı ortaya koymaktadır. Daha önce de değinildiği gibi; Sami Hoştan Arnavutluğu tüm kamuoyunca bilinen ve kendisinin de inkar etmediği bir vakadır. Lakapla kod adı karıştırılarak kod adı var gibi yaklaşımlarda bulunmak kabul edilemez. Bilindiği üzere; bizim ülkemizde özellikle bazı etnik bazı yaklaşımlarda tanımlama bulunarak Laz Hasan, Kürt Ali; Gürcü Mehmet, Göçmen Mustafa gibi isimler konulmuştur. Bu onların kod adı değildir sayın başkan Türk örf âdetimize göre mahalli yapılanmamıza göre mahalli halk ağzına göre hitap şeklidir. Bunlar kod adı kabul edilebilir mi? iddianame devam ediyor, Yine aynı dosyadaki görüşmelerde REİS (kod) Sedat PEKER şüpheli Güler KÖMÜRCÜ ile yaptıkları görüşmede: gizli toplantıda ülkede karışıklık çıkarma kararının alındığı bu aşamada olayın basında yer alması üzerine REİS (kod) Sedat PEKER’ in şu an kaosa ihtiyaç yok ülkenin durumu iyiye gidiyor şeklinde görüşmeler yaptıkları bu görüşmeleri REİS (kod) Sedat PEKER in birçok şahısla tekrarladığı, bunu da muhtemelen telefonlarının dinlendiğini bildiği için dezenformasyon amaçlı olarak yaptığı anlaşılmaktadır. Savcılarımızın değerlendirmesi böyle, yani ismi geçen şahıs ya, Türkiye’nin durumu iyi diyor Türkiye’de kaosa ihtiyaç yok diyor. Sayın savcılarımı diyor ki onlar dinlendiklerini biliyorlar bunu dezenformasyon için yapıyorlar. Canım hepsi dinlendiklerini biliyorsa diğer konuşmaları niye suç sayıyorsunuz. Ve ters çeviriyorlar bu beyanı suç işlediğinin delili gibi göstermeye çalışıyorlar. Şimdi somut davanın en önemli iddiası ne? İsmi geçen sanık ve grupların el birliği yaparak iş birliği yaparak mevcut hükümete karşı ihtilal yapılıp düşürülmesine sebebiyet vermek. Sedat Peker ne diyor, Türkiye’nin durumu iyi iyiye gidiyor kaosa ihtiyaç yok. Buna rağmen bu laf eğrilip çevrilip terör örgütü faaliyeti gibi gösterilmeye çalışılıyor anlaşılmak mümkün değildir. Anlamak mümkün değildir. Savcıların görevi, tekrar hatırlatırız sayın başkan, Sanıkların lehine ve aleyhine tüm delilleri tarafsız ve hukuka uygun olarak toplamaktır. Kişisel görüş ve kanaatlerini bir yana bırakmaktır. Ama bu lehe olan delilleri bile ters çevirip aleyhe yorumlama değerlendirme gayretlerini anlamak mümkün değildir. bu da onlardan biridir. Hangi gizli toplantı? Yukarıda bahsetmiş gizli toplantı hangi dezenformasyon? Burada bu yapılan iddianamede tek dezenformasyon gözüken iddianame savcılarının kelimeleri ve delilleri ters çevirmeleridir. İddianame devam ediyor, Yine Cumhuriyet Başsavcılığımızda yürütülen Semih Tufan GÜLALTAY’ la alakalı yürütülen ve davası halen İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden 2007/367 Esas sayılı dava dosyasının iletişim tespit tutanaklarına bakıldığında, Muzaffer TEKİN' i tanıdığı, Muzaffer TEKİN' in Veli KÜÇÜK ile irtibatının bulunduğu gibi Semih Tufan GÜLALTAY ile de irtibatının bulunduğu, Semih Tufan GÜLALTAY’ın da diğer birçok örgüt üyesi gibi Türk Ortodoks Kilisesindeki ayinlere de katıldığı anlaşılmaktadır. Sayın başkan bir hususu tespit edelim burada. Sayın savcılarımız iki mahkeme dosyasından bahsediyorlar. Bir 9 Ağır ceza bir 12 Ağır ceza oradaki soruşturma dinleme izleme işlemleri başka bir suç için yapılmış. Başka suçlar için yapılmış yasaldır yasal değildir. ancak, ancak dinlemelerle ilgili 135 ve takip edilen maddelere bakıldığında bir suç için elde edilmiş bir delilin başka bir suç için özellikle dinlemeler, kullanılamayacağı ön görülmektedir. Doğrudur yanlıştır kanun böyle yazmış. Kabul edersiniz etmeye bilirsiniz. Ama bu usule aykırılık bir yana insanların bir birini tanıması hal hatır sorması zaman zaman çeşitli ortamlarda bulunması bunların örgütsel bağ içinde bulunduğunu göstermez. Yerleşik Yargıtay içtihatları da böyledir. Ancak eğer böyle bir bağ olsaydı şimdi sayın başkan, Ergenekon üst şemsiyesi adı altında öyle de böyle de olsa o devam eden mahkeme davalarında yada karara çıkmış mahkeme davalarında bu bunlar gözüküyor zaten. Oradaki savcı işlem yapmıyor. Oradaki mahkemeler işlem yapmıyor. Suç gibi görmüyor. Veli Küçük yada ismi geçen şahısları bu orada yargılama konusu yapılan örgütün içine koymuyor hiçbir engel yok. Ama burada ortaya çıkartılan tabloya göre bir suç gibi suç faaliyeti gibi takdim edilmeye çalışılıyor. Yargıtay içtihatlarına da aykırı olarak şimdi iddianame savcılarının ortaya koyduğu genel tabloya göre bu dedikodu örgütü sanıkları hem Müslüman, hem Hıristiyan hem diğer dini cemaatlerdendir. Her kalıba girmektedirler. Ama bunlarla bağdaşmayacak şekilde ulusalcıdırlar. Bu karmakarışık mesnetsiz yakıştırmalarla, kafa karıştırılmaya çalışılması hukuka uygun değildir. Bir başka yapılmaya çalışılan şey ise; büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkemizde, sanıkların kiliseye gitmeleri küçük düşürücü bir davranış gibi takdim edilmeye çalışılarak başka bir hukuka aykırı yöntem izlenmeye gayret edildiği görülmektedir. İddianamede kişilerin dinsel tercih ve yaklaşımlarının öne çıkarılarak ayırımcılık yapılması, onlar üzerinde toplum genelinde kin ve nefret duyulmasına sebebiyet verilmesi, Anayasamızın 10. maddesindeki kanun önünde eşitlik hükümlerine, 24. maddesindeki din ve vicdan hürriyetine, taraftar olduğumuz uluslar arası anlaşmalardaki ayrımcılık yasağına aykırı olduğu gibi; TCK’nun 216. maddesindeki suçu oluşturur. Bunu da Sayın Mahkemenin dikkatine bırakırız. İddianame sayfa 233 Mafya gruplarının tümüyle gözden geçirilmesi denetim ve kontrol altına alınması; Soruşturma kapsamında elde edilen delillerden ERGENEKON terör örgütünün bu yöntemi gerçekleştirebilmek için öncelikle MAFİA dokümanını hazırladığı, bu doküman ile ülkemizde faaliyet gösteren MAFİA gruplarının nasıl ve ne şekilde kontrol ve denetim altına alacağını belirlediği, devamında da ülkemizde ulusal ve uluslar arası düzeyde faaliyet gösteren ve liderliğini Sami HOŞTAN, Sedat PEKER, Semih Tufan GÜLALTAY, Ali YASAK' ın yaptığı çıkar amaçlı suç örgütlerini bizzat denetim ve kontrol altına aldığı, gerektiğinde anılan suç örgütlerini amaçları ve hedefleri doğrultusunda kullandığı anlaşılmıştır. Yapılan bu tespitler sırasıyla delilleri ile birlikte anlatılacaktır. Bizde sırası geldiğinde söyleyeceğiz ama şunu söylememiz lazım, Yine genel bir yakıştırma, delilsiz suçlama yapılmaktadır. Diğer suçlamalara bakalım; Başbakana suikast girişimi, adamın tabancası yok yalvarıyor internette istihbari faaliyet olarak değerlendirilecek bir istihbarat faaliyeti bakımından takip edilmesi gereken bir şey ceza hukuku normu olarak dosyaya konulmaya çalışılıyor. Yani hem büyük bir organizasyondan bahsedilmektedir 80 yıllık örgüt 65 yılına kadar hazırlık aşamasını tamamlamış NATO’nun yan kuruluşu çok gizli hücre tipi yapılanmış devletin her kurum ve kuruluşuna erişmiş ama 99 yılına gelinceye kadar yada bu telefon tapeleri dinleninceye kadar daha mafyalara hakim olmamış. Bu nasıl bir iş 80 yıllık NATO destekli örgüt 80 yılda mafyalarda etkin olamadıysa bundan sonra mı olacakmış? Yine yukarıdaki değerlendirmelerin hangi delili var? Yok hakim oldu denetledi öyle yaptı böyle yaptı. Bunların delili nerede? Delil yok. Delil yok. Zorla terör örgütü yaratmaya kalkarsanız olmayan delilleri yaratmaya kalkarsanız sanıkların lehine olan delilleri bile ters yüz ederek aleyhe çevirmeye kalkarsanız karşılaşacağınız böyle bir hukuki açmaz yada açmazlar olacaktır. İddianame devam ediyor, "ERGENEKON" dokümanında "21. yüzyılda yepyeni bir yapılanma ile değerli TSK mensuplarının yanı sıra sivillerden de sonuna değin yararlanılması gerektiği" ayrıca "illegal çevrelerden seçilecek elemanların teknik ve siyasal ideoloji açısından örgüt ideolojisi ve amaçlarına en yakın uygunluk gösterenlerin tercih edilmesi gerektiği belirtilmiştir. "ERGENEKON" dokümanın hedef ve amaçları doğrultusunda hazırlanan "LOBİ" dokümanında ise MAFYA gruplarının tümüyle yeniden gözden geçirilmesi, deneyimli mevcut grupların karşısına yeni ve güçlü bir grup oluşturularak denetim ve kontrol altına alınmasının sağlanması gerektiği belirtilmiştir. "ERGENEKON" terör örgütü bu yöntemini gerçekleştirebilmek için "MAFİA" isimli dokümanı hazırladığı, sonrasında da planladığı ve tasarladığı birçok MAFİA grubunu denetim ve kontrol altına aldığı tespit edilmiştir. Bu nedenle öncelikle MAFİA dokümanının kısa özeti belirtilecek, devamında da örgütün MAFYA gruplarını nasıl ve ne şekilde denetim ve kontrol altına aldığı anlatılacaktır. Biz yeri geldiğinde anlatacağız. Cevaplarını sunacağız. Şimdi bu Ergenekon mafya dokümanlarının kimin tarafından hazırlandığı belli olmadığı gibi, kullanıldığı veya hayata geçirildiği yönündeki yakıştırma ve suçlamaların da hiçbir somut delili yoktur. Türkiye’nin Emniyeti, MİT’i ve askeri istihbaratı bu zamana kadar uyumuşlar mı? Bu sayılan grup veya kişiler arasındaki somut bağı ortaya koymamışlar? Ya da yargılamalarına konu iddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Savcıları veya geçmiş yargılamalarını yapan Mahkemeler de mi uyumuşlar veya ilgisiz kalmışlar? Onlar mı çok beceriksiz veya ilgisizlik içinde de bu iddianameyi hazırlayan savcılar mı becerikli hemen bağ kurmuşlar? Böyle afaki suç veya delillere; yukarıda bahsi geçen o davaları açan iddianame savcılarının veya yargılamalarını yapan, hüküm veren mahkemelerin itibar etmedikleri apaçık ortadadır. Aksi yöndeki iddianame savcılarının yargı kararlarına rağmen değerlendirme ve tespitlerine veya suçlamalarına itibar etmek mümkün değildir. iddianamede başlık Mafya isimli doküman; MAFİA isimli doküman şüpheliler Veli KÜÇÜK, Mehmet Zekeriya ÖZTÜRK ve Ümit OĞUZTAN' dan ele geçirilmiş olup (30) sayfadan oluşmaktadır. Dokümanın yapılan incelemesinde özetle; Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın bütün ülkelerindeki organize suç örgütlerindeki sayısal patlamaların birçok bağımsız araştırma komisyonlarının araştırmasına konu olduğu ve bu araştırmalar sonucunda ortaya konan bilimsel ve krımınal raporlarında sonuç olarak; Tüm ülkelerdeki organize suç örgütlerinin "state organized erime" yani devletçe örgütlenmiş suç örgütleri olarak anılması gerektiği belirtilmiştir. Bu tür suç örgütlerin ortaya çıkış sebepleri olarak sosyal, ekonomik, siyasal, toplumsal vb. sebeplerin ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı, bu sebepler arasında en önemli etkenin ülkelerin sahip oldukları farklı etnik grupların varlığı olarak gösterildiği, mafyanın yani organize suç örgütlerinin finansal kaynağını ise NARKO/EKONOMİ/POLİTİK unsurun oluşturduğu belirtilmiştir. Nerde belirtilmiş suç örgütüyle ilgili raporda. Ayrıca iddianame devam ediyor, Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli sorununun MAFİA oluşumlarının kökünün kazınması olmadığı, asıl sorunun emperyalizm karşısında Kurtuluş Savaşıyla başlayan ve halen sürmekte olan "entrika savaşları" olduğu, bu savaşı sürdürürken Türkiye'deki mevcut tüm oluşumların teker teker ele alınarak yeniden değerlendirilmesi, deneyimli grup ve liderlerinin tasfiye edilirken onlardan "azami ölçüde yararlanılması narko ekonomi/politik yapının 21. yüzyıla uygun ve sağlıklı bir biçimde yeniden yapılandırılarak şifrelendirilmesi gerektiği” belirtilmiştir. Dünya üzerindeki ilk mafya’nın Sicilya'da ezilen yerel halkın uğramış oldukları sosyo ekonomik baskı, adaletsizlik ve otorite boşluğu sonucu ortaya çıktığı, Devamında bu yapının diğer dünya ülkelerine yayılması, gelişimi ve zaman içerisinde devletçe örgütlenmesine ayrıntılı olarak değinildiği, özellikle ABD'nin etnik gruplardan oluşan yapısına dikkat çekilerek mafya’nın bu ülkedeki gelişiminin anlatıldığı, Amerikan mafya'nın İtalyanlar, Fransız'larınkini Korsikalılar gibi horlanmış ve ezilmiş etnik grupların oluşturduğu, ABD'ye göç eden Sicilyalıların "Kara El", İrlandalıların "Beyaz El" isimli MAFİA gruplarını oluşturduğu, ABD'ye göç eden ve dünyanın en çok aşağılanan ırkı Yahudilerin ise mafya’nın cinayet şirketini oluşturduğu, bu gruplar içersinde İtalya’nın Sicilya bölgesinden Amerika'ya göç eden Salvatore Luciano liderliğindeki suç örgütünün 10 yıl içersinde binden fazla ipucu bırakmayan cinayet işlediği belirtilmiştir. Türkiye'de ise MAFİA gruplarının Laz, Arnavut ve Arap gibi etnik gruplardan oluştuğu, Kürt Salih, Arnavut Sami, Büyük Recep, Arap Sadri ve Oflu İsmail gibi isimlerin Türk MAFİA' sının efsaneleşmiş örnekleri arasında yer aldığı, Bu gün Türkiye Cumhuriyeti mevcut rejimi ve Kemalist ideoloji, etnik ve fundamentalist terör örgütleriyle çepeçevre sarmalanmış ise bunun nedenleri arasında Türk MAFİA yapılaşmasının önemli bir faktör olduğu belirtilmiştir. Pentagon'un mafya’nın şifresini çözdüğü, bir yandan mafya’yı çökertip yok etmek için çaba gösterirken, diğer taraftan da kendi elleriyle yepyeni bir MAFİA lideri oluşturduğu ve ulusal çapta örgütlediği, özellikle 2. Dünya Savaşında bu MAFİA örgütünden her alanda büyük ve sayısız yararlar elde ettiği belirtilmiştir. Pentagon’un Komünizme karşı giriştiği savaşta NATO şemsiyesi altında yer alan tüm ülkelerde bulunan ve adına "GLADİO" denilen yapılardan çok iyi bir şekilde yararlandığı belirtilmiştir. MAFYA’NIN şifresini çözen Pentagon'un, etnik terör örgütlenmesinin temellerini Amerikan Mafya’sıyla attığı, tüm dünya ülkelerinde MAFYA oluşumları içinde yer alan üyelerin etnik gruplardan seçildiği, süreç içinde güçlenen MAFYA liderinin mensubu bulunduğu etnik yapının efsanevi halk kahramanına dönüştüğü ve MAFYA grubunun bir anda etnik terör örgütüne dönüştüğü belirtilmiştir. Yahudi MAFYA liderlerinin, Arap Filistin toprakları üzerinde kurmaya çalıştıkları İsrail devletini koruyabilmek için Filistin Halk Kurtuluş Ordusu lideri Yaser ARAFAT ile uzun süreli bir danışıklı dövüş oyunu kurdukları ve etnik terörün yeşertilebilmesi için gerilla kamplarının kapılarını etnik gruplara açarak destek verdikleri belirtilmiştir. "Globalleşme" olarak ifade edilen "Yeni Dünya Düzeni'nin Masonik Bilderberg grubunun ortaya attığı ve tüm ülkelerin, bağlı olacağı "Dünya Hükümeti" eli ile yönetilmesi planı olduğu, bu planın temellerinin Pentagon'un Amerikan Mafya’sını oluşturmasıyla atıldığı belirtilmiştir. Sovyet Rusya karşısında Amerikan rüyasını üstün kılan unsurun ne uzay yarışında öne geçişi ne de teknolojik başarıların olduğu, en önemli unsurun Pentagon'un kurduğu Amerikan MAFYA’SI olduğu belirtilmiştir. Şu halde Türk Mafya’sının çökertilmesi, yok edilmesi yerine re-organize edilebilmesinin Türkiye'nin çıkarları için gerekli olduğu belirtilmiştir. Bu nedenle öncelikle bir zamanlar Pentagon'un yaptığı gibi Türk Genelkurmayı’nın denetiminde yepyeni bir MAFİA örgütlenmesinin yapılması gerektiği belirtilmiştir. Türkiye'de MAFYA’NIN yeniden yapılandırılmasının mutlaka askeri bir girişim olarak ele alınması gerektiği, Türk Mafya’sının dağılan Sovyet Rusya örneğinde görüldüğü gibi istihbaratçılardan oluşturulmasının Türkiye'ye zarar vereceği, Türkiye'de istihbarat birimlerince kurulan tüm örgütlerin başarısız olduğu belirtilmiş İddianame sayfa 235, Türkiye'de doğrudan sözde "Genelkurmay"a bağlı "sivil bir kurul" tarafından MAFYA yapılanmasının oluşturulması gerektiği, bu "sivil kurul" üyelerine yasalar önünde kaldırılması olanaksız bir dokunulmazlık zırhı verilmesi gerektiği, oluşturulacak "sivil kurul" üye sayısının 3 kişi olması gerektiği, bu üyelerden birisinin "kurye", birisinin "teorisyen", diğerinin ise "ulusal mafya liderliği" rolünü üstlenecek kişi olması gerektiği, bu kişinin kısa zamanda uluslararası MAFYA ailesinde yer alabilmesi gerektiği belirtilmiştir. İddianamede böyle diyor. Şimdi sayın başkan, yukarıda doküman bir taslak çalışma olup olmadığı belli değildir. Bunun yanında kimin tarafından yazıldığı hazırlandığı da belli değildir. Resmi istihbarat yada strateji kurumlarımızın fikir jimnastiği çalışmasından olup olmadığı da belli değildir. Ancak bu çalışmanın; hayata geçtiği, geçirildiği iddiaları, mevcut deliller ve Türkiye’deki diğer örgütsel faaliyetler ve kolluk birimlerinin arşiv kayıtları karşısında, hayali bir değerlendirme belgesi ve suçlama belgesi olmaktan öteye gitmediği de açıktır. MİT raporunda da açıklandığı üzere, bu yöndeki iddialar dedikodudan öteye gitmediğinden, bu dokümanlar ismi verilenler yada faaliyeti olarak gösterilenler MİT ve Emniyet arşivlerine alınmamıştır. MİT Müsteşarı tarafından da üst makamlara rapor edilirken de tebessümle karşılanmıştır, karşılanmalıdır. Zaten ciddiye alınacak hiçbir yanı da yoktur. Kısaca bahsedeyim, tarif edilen şudur; yeri geldikçe söyleyeceğiz. Mafyalaşmış bir Genelkurmay mafyalaşmış bir devlet yada tam tersi böyle bir devlet biçimi dünyanın neresinde var olabilir. Nerede yürüyebilir. Bunu demokrasiyle bağdaştırmak nerde mümkündür. Bakınız tespitlere bakınız amerikanın kalkınmasının tek sebebi bu uyduruk dokümana göre tabi tebessüm ettiren dokümana göre öyle teknolojisi falan değil, ekonomisi de değil ya ne si? Amerika’nın kurduğu mafyasıymış. Demek mi Amerika’nın mafyasını çekip alırsanız Amerika iyot gibi açıkta kalacak yıkılacak. Langır lüngür gidiyor. Bu mantalitede hazırlanmış bir doküman 80 yıllık NATO destekli örgütün dokümanı diye ortaya konmaya çalışılıyor. Ya doküman bu kadar uyduruk bir doküman bu örgütle ilgili değildir hayali örgütle ilgili değildir. ya da bu örgüt çok beceriksiz böyle uyduruk belgelere itibar etmektedir. Devam ediyor iddianame MAFİA dokümanı Veli KÜÇÜK, Mehmet Zekeriya ÖZTÜRK ve Ümit OĞUZTAN’dan ele geçirilmiştir. Veli KÜÇÜK' ten ele geçirilen MAFİA belgesinin üzerinde el yazısı ile " Yazdığı görülmüştür. Boş bırakmışlar Mehmet Zekeriya ÖZTÜRK den ele geçirilen MAFİA belgesinin üzerinde de el yazısı ile yazdığı ve her iki yazı karakterinin aynı yazı karakteri olduğu görülmüş ve birbirinin fotokopileri olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla Mehmet Zekeriya ÖZTÜRK ten ele geçirilen MAFİA belgesinin Veli KÜÇÜK ten fotokopi çekilmek suretiyle çoğaltıldığı anlaşılmıştır. Bu durum da şahısların aynı amaç doğrultusunda birlikteliğini ortaya koymaktadır. Savcılarımız iddianamede böyle değerlendiriyorlar. Şimdi iddianamedeki diğer değerlendirmeler neydi, bu örgüt hayali örgüt bu ucube örgüt çok güçlü çok zeki tecrübeli askeri kolluk görevlisi gazeteci yazar ve öğretim üyelerinden oluştuğu iddia edilen örgüt. Yani bu 30 sayfalık değerli gözüken dokümanı aklında tutamamış mı? fotokopi yoluyla bir birine vermiş. Ne büyük beceriksizlik. Hücre tipi çalışmayı akıl ettiği söylenen bu dedikodu örgütü veya yakıştırma mensupları onca yıllık gizli operasyon istihbarat ve istihbarata karşı koyma yasal görevleri veya tecrübeleri sırasında bu kadar kıymetli örgütsel dokümanları ev ve iş yerlerinde veya bilgisayarlarında bulundurmamayı veya imha etmeyi öğrenememişler mi? Hem Jitem gibi Jandarma İstihbarat birimini kurmakla suçlanacaksınız ve hem yurt dışında ve içinde örgütlendiğiniz ileri sürülecek, ayrıca devlet içi her kuruma ulaşacak gücünüz olacak, bu arada dinlenip izlendiğinizi ve hakkınızda böyle bir soruşturma yapıldığını, her zaman ev veya işyerlerinizin aranacağını bileceksiniz ve hem de bu örgütsel delil diye sayılan şeyi gelin kardeşim bulun der gibi ortalıkta masa üstünde bilgisayarınızda bulunduracaksınız. Ne büyük çelişki, bu hayali örgütü ve yakıştırma mensuplarını hem neredeyse Cumhuriyet tarihinden beri yasal veya gayri yasal her fiilden sorumlu tutulacaksınız, neredeyse Türkiye’deki bütün terör ve mafya örgütlerini yönetecek kadar becerikli ve zeki olduğunuz ileri sürülecek, bütün faili meçhul cinayetleri de organize ettiğiniz ileri sürülecek, ama siz bu kadar uyduruk bir belgeyi bile aklınızda tutamayıp, gizli toplantılarınızda konuşmayıp ortalıkta bırakacaksınız. Bu ne büyük yanlışlık. Kim inanır böyle mesnetsiz bir iddiaya? Ayrıca bu örgütlenme sadece ve sadece Genelkurmay Başkanlığının kesin kontrolünde olacak Burada yıpratılmak istenen ismi verilen şahıslar mı yoksa şanlı ordumuz ve Genelkurmay Başkanlığı mı? Bunu da takdirlere bırakıyorum. Ayrıca; kimin nerden temin ettiği konusunda nasıl bir kesin sonuç ortaya konuluyor? Kimin kimden fotokopi aldığı konusunda nasıl bir kanaat oluşturuyorlar? Mit yazmış 2002 yılında bize postayla geldi. Aksine belge var mı mitin yazısından başka? Yok. Postayla mite geliyorsa mite niye gitmesin? Emniyet teşkilatında Tuncay Güneyle ilgili ifadeleri alan şahısların elinde olan belgelerin çoğaltılıp birilerine gönderilmediği yada ilgisini çekip inceleme fırsatını bulup ne diyor bu adamlar demek için alıp almadığını nerden bilelim. Bu dokümanların iyi niyetle bir inceleme konusu için alınıp alınmadığının aksine ne var dosyada? Bunların hiçbir yok. Ama bunların hiç biri yok. Onlarca devlet memurunun elinde dağıtımında olan posta ile gönderildiği anlaşılan internette yayınlandığı anlaşılan bu uyduruk dokümanların delil diye karşımıza sunulması da anlaşılır gibi değildir. İddianame devam ediyor, MAFYA kelimesinin hukuki çevrelerdeki karşılığı çıkar amaçlı suç örgütüdür. Ülkemizde faaliyet gösteren çıkar amaçlı suç örgütlerine bakıldığında, bölgesel, ulusal ve uluslar arası düzeyde faaliyet gösterenler olarak üçe ayrılırlar. Bu suç örgütlerinin bir kısmı çek-senet tahsilatı, haraç, adam öldürme, adam yaralama ve benzeri faaliyetler gösterirken bir kısmı da uyuşturucu kaçakçılığı, İnsan Ticareti, Mazot kaçakçılığı ve diğer kaçakçılık faaliyetlerini yürütürler. Suç örgütlerinin oluşum şekli ise genel olarak, Aile tipi mafya, hemşericilik tipi mafya, cezaevi arkadaşlığı mafyası, olarak üçe ayrılırlar. Ülkemizde faaliyet gösteren çıkar amaçlı suç örgütleri hakkında, bu güne kadar defalarca işlem yapılmış ve yapılan işlemler sonucu bir kısmının yargılaması sonuçlanıp hüküm giyerken bir kısmının da tutuklu olarak yargılanmalarına devam edilmiştir. Yapılan bu işlemler sırasında, bir kısım MAFYA gruplarının ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ yöneticileri ile ilişki içersinde olduğu, fakat bu ilişkilerin gizli ve şifreli olması nedeniyle içeriklerinin anlaşılamadığı görülmüştür. Şifreli konuşmuş abi demişler. Yani demek bu soruşturma yapılıncaya kadar mit fark etmemiş. Neredeyse 200 bini bulan personeliyle Emniyet Genel Müdürlüğü fark etmemiş, yüzlerce cumhuriyet savcısı ve mahkeme fark etmemiş, ama iddianame savcıları hemen fark etmişler. Bak irtibatları var diyorlar ortaya koymuşlar. Bu iddia en azından halen ve öncesinde görev yapan devlet görevlilerine savcı ve hakimlere haksızlıktır insafsızlıktır. Bunların birbirleriyle bağ ve organizasyonlarını, şifreli ilişkilerini, hayali ve ucube Ergenekon örgütü içerisinde yer aldıklarını ortaya koyan hiçbir somut delil yoktur. Uyduruk bir “dokümandan” bu kadar suç üretmek, bilim kurgu romanlarını geçen bir kabiliyet ve hayal gerektirir. Ancak; mahkemeler hayaller üzerine değil somut olay ve delilleri üzerine karar verirler. Bunu da unutmamak gerekir. İddianame devam ediyor, Bu ilişkiler "ERGENEKON" terör örgütüne yönelik yapılan soruşturma kapsamında değerlendirildiğinde, birçok suç örgütünün ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜNE bağlı ve örgütün amaç ve hedefleri doğrultusunda hareket eden birer yapılanma içersinde oldukları anlaşılmıştır. Nerden anladılar sayın savcılarımız bunu nerden anladılar. Gene delil yok yine hayali bir suçlama var yuvarlak bir suçlama zaman mekan kavramı yok. İddianame devam ediyor, ERGENEKON terör örgütünün yönetici kadrosu, genelde emekli askerlerden oluşmaktadır. Örgüt bu durumdan istifade ederek kendisini Türk Silahlı Kuvvetleri içersinde bir yapılanma imiş gibi lanse etmektedir. Böylelikle bir taraftan sözde devlet adına hareket ediyor imajı verip örgütü güçlü göstermeye çalışırken diğer taraftan da değerli Türk Silahlı Kuvvetlerimizin kamuoyu nezdinde yıpranmasına ve yanlış algılanmasına sebebiyet vermektedirler. Bu hususiyetlerini de DERİN DEVLET olarak adlandırıp örgütü gizemli kılmaya ve yaptıkları kanunsuzlukları perdelemeye çalışırken diğer taraftan da eylem yaptırdıkları tetikçi şahıslara devlet adına yaptıklarına inandırarak hunharca ve canice yaptıkları eylemleri masumane göstermeye çalışmaktadırlar. İddianamedeki yorum tespit bu. Şimdi Bireysel suçların neredeyse birçok emekli subay ve emniyet görevlilerini kapsayacak şekilde hepsini suçlayacak şekilde suçlama yapılması gösterilmesi elbette yanlıştır. ama Hem bunu bireysel suç işleyenler bakımından yanlıştır. Ama savcılar bakımından da yanlıştır. Şunu sormak gerekir, bireysel suç işleyen görevde veya emekli asker ve kolluk mensuplarının halen görevde hiç mi arkadaşı yoktur. Hiç mi dostu yoktur. Genelkurmay başkanlığı tarafından uyduruk dedikodu Ergenekon örgütü ile ilgilerinin bulunmadığı ve bu yapılanmadan haberdar olmadıkları konusundaki yazıları nedeniyle, iddianame savcılarının bu açıklamaları yönünde bir yol izledikleri görülmüştür. Hem iddianamenin birçok yerinde 28 Şubat sürecine değineceksiniz ve bütün Türk Ordusunu suçlayan yorum ve tespitlerde bulunacaksınız hem de arkadan kendilerini devlet görevlisi gibi gösteriyorlar diye yorum ve tespit yapacaksınız. Bu nasıl çelişkidir? Ayrıca haklarında soruşturma yapılan, dava açılan ve yönetici olarak adı verilen şahısların mesleki kökenlerine bakıldığında, yukarıdaki iddianın aksine, çoğunluğunun sivil kökenli şahıslar olduğu, azınlıkta kalan kısmının asker kökenli şahıslar olduğu açıktır. Savcıların bu kendi iddianameleri ile açıkça çelişen iddialarına itibar etmek mümkün değildir. Kaldı ki, kaldı ki, iddianame yukarıda atfedilen hangi cinayet ve suçlar ismine yer verilen bu şüpheli veya sanık gösterilen kişi veya kişilerce işlenmiştir? Buna cevap vermemektedir. Birçok vahşice cinayet işlendiği söyleniyor ama hangi cinayetlerin olduğu yazılmıyor. Nerde kaldı anayasanın 38. maddesi nerde kaldı CMK’nun lafsı ve ruhu, nerde kaldı CMK’nun 170. maddesi, nerde kaldı İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesi, mahkemelerin fail ve fiil hakkında yargılama yapabileceği, iddianamede gösterilen fail ve fiil hakkında hüküm kurabileceği şeklinde açık emredici hükümler. Yani birçok cinayeti işlemişlerdir gibi bir suçlama olabilir mi? göstersinler bakalım sayın savcılar burada hangi cinayeti işlemiş bu insanlar bu örgüt bağlantısı nedir? Bunlar yoktur. Sayın başkan ara verelim mi devam edelim mi?
Mahkeme Başkanı :” efendim şey koyun “
Dostları ilə paylaş: |