Tafa İzzet Efendi'den hat dersleri almış



Yüklə 1,2 Mb.
səhifə5/28
tarix11.01.2019
ölçüsü1,2 Mb.
#94736
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   28

Iffl Yusuf Oğuzoğlu

F HASANKEYF KÖPRÜSÜ "

(bk. DİCLE KÖPRÜSÜ).

L J


P HASANKEYF ULUCAMİİ "

(bk. ULUCAMİ).

L -i

HASANZÂDE EFENDİ



(bk. HACIHASANZÂDE EFENDİ).

l_ _1


368

HASEKİ


1 Osmanlı Saray ve askerî teşkilâtlarında bazı görevliler için kullanılan

bir unvan.

L J

Arapça hâsstan gelen hâssa kelime­siyle Farsça "gî" ekinden oluşan haseki (hâssagî) "yakın arkadaş, özel sohbet ar­kadaşı" anlamına gelir. Ketime terim ola­rak Memlükler"de çoğul biçimiyle (hase-kiyye) sultanın en yakın köleleri için kul­lanılmıştır (bk. HASEKİYYE). Memlük-ler'den önce kurulan bazı İslâm devletle­rinde "hükümdarın muhafız kıtası, gü­venilir ve seçkin maiyeti" anlamında yine has kelimesinden türetilen havas, sıbyâ-nü'l-havâs, hassagân ve hasekiyân gibi tabirlerin kullanıldığı bilinmektedir. Ha­seki, Osmanlı saray teşkilâtında padişa­hın münasebette bulunduğu cariyelerle sarayın Bîrun kısmında hizmet gören Bostancı Ocağı'nm ileri gelen bir sınıfına mensup olanlar, askerî teşkilâtında ise çe­şitli hizmetlerde bulunan bazı görevliler hakkında bir unvan olarak kullanılmıştır.



Padişahın gözüne giren ve gönlünü çe-lerek zevcesi olan gedikli cariyelere ha­seki veya "hünkâr hasekisi" denirdi. "Has odalık" veya "ikbal" de denilen bu cariye­lerin en gözde olanı "başikbal" unvanıyla anılırdı. Hasekiliğe yükselen cariyeye sa­mur kürk giydirilirdi. Hasekilerden erkek çocuk doğuranlara "haseki sultan" unva­nı verilir ve başına kıymetli taşlarla süslü bir altın taç takılırdı; kendisine bir daire tahsis edilerek geçimi için haslar ayrılır

(bk. paşmaklıK), hizmetine cariyeler ve emrine bir kethüda verilirdi (Silâhdar, II, 685). Ölen bir padişahın erkek çocuk do­ğurmuş hasekileri Eski Saray'a gönderi­lir, çocuğu olmayan veya kız çocuk do­ğurmuş olanlar ise yüksek rütbeli devlet adamları ile evlendirilirdi.

Haseki sultanlar içinde Kanunî Sultan Süleyman'ın zevcesi Hürrem Sultan ile Sultan İbrahim'in gözdesi Şah Sultan (Telli Haseki), isimlerinden çok haseki un­vanıyla meşhur olmuşlardır. Bunlardan birincisinin Mimar Sinan'a inşa ettirdiği Haseki Külliyesi hâlâ ayaktadır. Haseki sultan tabirinin yerini zamanla kadın ve kadınefendi almıştır. Kadınlar da başka-dın, ikinci, üçüncü ve dördüncü kadın gi­bi derece ve unvanlarla anılmışlardır.

Sarayın Bîrun kısmına mensup olan bostancı hasekileri Bostancı Ocağfnın ileri gelen bir sınıfıydı. Resmî günlerde ve alaylarda başlarına İki karış kadar uzunlukta sivri ve koni biçiminde külah, arkalarına dolama denilen kırmızı çuha­dan yapılmış bir üst kaftanı giyerler, bel­lerine çuha kemer kuşanırlardı. Diğer günlerde ise başlarına mukavva üzerine tutkalla yapıştırılmış kırmızı çuhadan barata, arkalarına cübbe biniş giyerler, bellerine şal kuşanırlar ve sim yaldızlı hançer takarlardı (Atâ Bey, I, 293). XVIII. yüzyıldaki mevcudu 300 civarında olan bostancı hasekileri diğer bostancılardan yaka ve kemerleriyle, ellerindeki asalarla ayırt edilirlerdi. Yeni haseki olan bostan­cıya asası merasimle verilir, o da kendi eliyle kurban keserdi. Bostancı hasekile­rinden altmış kadarı padişahın maiyetin-

de bulunur ve bir yere giderken kendisi­ne refakat ederdi. Hasekilerin bir başka görevi de valide sultanın Eski Saray'dan Topkapı Sarayı'na nakli sırasında muha­fızlığını yapmaktı. Devlet işlerinin Paşa-kapısı'na (Babıâli) intikalinden sonra sadrazamın sunduğu telhisleri padişaha götüren hasekiye "vezir karakulağı" de­nirdi.

Padişahın deniz gezilerinde saltanat kayığının dümenini bostancibaşı tutar, kayığın baş tarafında ise haseki ağalar bulunurdu. Saltanat kayığının sağında ve solundaki iki kayıkta bulunan haseki­ler de ayakta dururlar ve ellerindeki değ­neklerle güzergâh üzerinde bulunan ka­yıklara yol açmalarını emrederlerdi. Bos­tancı hasekilerinin bir görevi de padişa­hın gizli emirlerini taşra yöneticilerine iletmekti. Çoğu İstanbullu ve Arnavut asıllı olan hasekiler genellikle hamlacılık-tanyetişirdi (bk. bostancı). Hemen hep­si okur yazar, uzun boylu, düzgün konu­şan, iş bilir kişiler olan bostancı hasekile­rinden yüksek dereceli devlet memuri­yetlerine yükselenler, hatta sadrazam olanlar bile çıkmıştır. Bostancı hasekile­rine "elbise-bahâ" adıyla vazife, ekmek ve yemek verilirdi. Haseki fırınında pişen ek­meğe "bostana somunu" denirdi. XIX. yüz­yılın ilk yarısında sayıları 100 kadar olan bostancı hasekilerinin en büyük âmiri başhaseki ağa idi. Onun da altında kireç imalâthanelerinin mültezimi olan kireç-çibaşı, İstanbul ve civarındaki dalyanların mültezimi olan balık emini ve İstanbul'­da şarap imali ve satışıyla ilgilenen şarap emini bulunmaktaydı (D'Ohsson, VII, 30).

Padişahın tebdilikıyafetle yaptığı tef­tiş gezilerinde kendisine refakat eden on iki bostancı hasekisine "tebdil haseki­si" adı verilmiştir. 1829 yılında padişah maiyetindeki solak ve peyklerle birlikte hasekiler de kaldırılmış, bunların yerini rikâb-ı hümâyun hademesi almıştır. Mâ-beyn bostancılarının unvanı da "mâ-beyn-i hümâyun hademesi"ne çevrilmiş­tir (Atâ Bey, ili, 113-114). Daha sonraki yıllarda Avrupa tarzına meyledilirken ba­zı makam adları gibi hasekilere de Fran­sızca yâver-İ harb anlamında "aid de camp" unvanı verilmiş (Lutfî. VIII, 180), fakat bu yaygınlaşmamıştır.

Yeniçeri Ocağı'nın 14.49,66 ve 67. ce­maat ortalarına haseki ortaları denirdi [Eyyûbl Efendi Kanunnâmesi, s. 43). Ya­ya ve atlı olan yeniçeri hasekileri, padişa­hın maiyetinde ava çıkmak ve av köpeği beslemek üzere Fâtih Sultan Mehmed zamanında ihdas edilmiştir. İmtiyazlı ve

itibarlı olan bu ortaların her birinin "ha­seki ağa" denilen kumandanları vardı. Bunlar, padişah camiye giderken atının sağında ve solunda yürüyerek ona refa­kat ederlerdi. Haseki ağalar bazan dev­şirme memuru olarak da kullanılmıştır. "Hasekiyân-ı piyade" adı verilen ve sayı­ları 1000 kadar olan yeniçeri hasekileri­nin yevmiyeleri zaman içinde 24-27 akçe arasında değişmiştir.

Yeniçeri hasekileri yaşlanınca belli bir maaşla emekliye sevkedilirdi. Hasekiba-şılığa genellikle başdevecilikten geçilirdi. Haseki ağalar kethüda bey gibi samur ve vaşak kaplı kadife üst (bir nevi kürk) ile sarı çizme giyerler, atlarına gümüş zin­cir, enselik, özengi ve topuz vururlardı. Haseki ortalarının bu dört ağasına diğer yeniçeri zâbitleriyle birlikte yılda iki defa yazlık ve kışlık elbise için kumaş verilirdi. Haseki ağalardan yükselenler ocak bey-tülmâlcisi olurdu. Timarlı sipahi olarak dış hizmete çıkanlar ise 30.000 akçelik dirlik tasarruf ederlerdi. Kendilerine hünkâr hasekisi de denilen dört haseki ağanın en kıdemlisine başhaseki adı ve­rilirdi. Başhaseki terfi ederek turnacıba-şi, saksoncubaşı, zağarcıbaşı ve kethüda bey olabilirdi {a.g.e., s. 43).

Eski Saray baltacılarından olan ve ken­disine hasekibaşı denilen görevli Dârüs-saâde ağasına bağlı olup Haremeyn ev-kafıyla ilgilenirdi. Yine Eski Saray baltacı­larından olan kapı haseki ağası ise Dâ-rüssaâde ağasının sadrazam kapısındaki işlerini takip etmekle yükümlü bir görev­liydi (bk. baltacı).

BİBLİYOGRAFYA :

R. Dozy, Supptâment aux dictionnaires ara-bes, Beyrut 1968, I, 346; TSMA. nr. D 2939, 5695, E 6425; BA, Cevdet-Saray, nr. 3264, 5497;Selânikî. TânTı(İpşirli), ". 759, 771; Meb-de-i Kânûn-t Yeniçeri, vr. 27-, 27b, 59-b, 91'-92", 98M01"; Eyyûbî Efendi Kanunnâmesi (nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1994, s. 27, 42, 43, 44; Rycaut, s. 38-40; Naîmâ, Târih, IV, 243; Silâhdar. Târih, II, 685; D'Ohsson. Tableau general, VII, 28, 29-30, 63 vd.; Atâ Bey. Târih, I, 293-294:111, 113-114; Lutfî, Târih, VIII, 180; Ah-med Cevad, Târih-İ Askerî-i Osmânİ, İstanbul 1299, s. 22; Uzunçarşıl], Medhal, s. 38, 347-348; a.mlf., Kapukutu Ocakları, I, 174, 204-205, 271, 351; a.mlf., Saray Teşkilâtı, s. 72, 147 vd., 466, 474-475; a.mlf.. "Haseki", İA, V/l, s. 337-339; Halil İnalcıK, The Ottoman Empire: The Classical Age 1300-1600 (trc. C. Imber), London 1973, s. 86; Uluçay, Padişahlann Kadın-lan, s. 34, 56; a.mlf.. Harem, Ankara 1985, s. 42, 44, 55; J. B. Tavernier, Osmanlı Sarayında Yaşam (trc. Perran Üstündağ). İstanbul 1984, s. 155-158; Pakalın, I, 164, 752-754; Dihhudâ.Lu-ğatnâme, XII, 56; Cengiz Orhonlu, "Ühaşşeki", El2 (Fr), IV, 1131. r-.

Iftl Abdülkadir Özcan

HASEKİ HAMAMI

r HASEKİ HAMAMI *

İstanbul Eminönü nde

XVI. yüzyılda Mimar Sinan tarafından

yapılmış hamam.

L J


Yenicami'nin arkasında, bu ibadet ye­rinin arastası olan Mısır Çarşısı'nın gü­ney taraf ındaki girişinin karşısında bulu­nuyordu. Vakfiyesinden, Kanunî Sultan Süleyman'ın hasekisi Hürrem Sultan ta­rafından vakıflarına gelir sağlamak üze­re yaptırıldığı anlaşılmaktadır. M. Nermİ Haskan, Süleymaniye Kütüphanesi'nde-ki Muharrem 958 (Ocak 1551) tarihli vak­fiyesinde (Esad Efendi, nr. 3752) bu tesi­sin, "Hamam der mahalle-i yehûdiyân der kurb-i bâb-ı yehûd" olarak kaydedil­diğini bildirir. Nitekim Eminönü'nün bu bölgesi evvelce biryahudi mahallesi oldu­ğundan şehri kuşatan sur kapılarından buradaki Bahçekapı halk arasında Çıfıt Kapısı olarak adlandırılmıştı.

Hamamın Hassa Başmimarı Sinan ta­rafından inşa edildiği eserlerinin adlarını veren listelerden öğrenilmektedir. İçinde yalnız hamamların bulunduğu bir risale­de. "Merhume Haseki Sultan hamamla­rı, biri Ayasofya kurbunda ve biri yahudi-ler içinde" kaydı ile burasına işaret edil­miştir. Ttıhfetü'l-mi'mârin'de açık ola­rak zikredilmeyen yapı, Tezkiretü'1-eb-niye'de hamamlar bölümünde (nr. 7} "yahudiler içinde Haseki Sultan Hama­mı" şeklinde verilmiştir. Bu büyük çifte hamam Sultan Hamamı olarak şöhret bulduğundan semt de bu adla adlandırıl­mıştır. Bir müddet sonra yakınına Yeni­cami'nin yapımına başlanmış ve hamam bu külliyeye ait yapılar arasına girmiştir.

Haseki Hamamı'nın Heinrich Glück tarafından çizilen plan ve kesiti [Die Bâder, şekil 102)

HASEKİ HAMAMI

Zübde-i Veköyiât'ta hamamın, 12 Ce-mâziyelevvel 1115'te (23 Eylül 1703) vu­ku bulan Bahçekapı yangınında zarar gör­düğü kaydedilmiştir. Fakat bundan son­ra tekrar ihya edildiği anlaşılmaktadır. Heinrich Glück'ün I916-1917yılları ara­sında yaptığı incelemede hamamın ka­dınlar kısmı harap halde olmakla bera­ber erkekler kısmı henüz çalışır durum­da idi. Ancak hamam Vakıflar İdaresi ta­rafından 1930yılına doğru bütünüyle yık­tırılmış, arsası bir süre boş durduktan sonra yerine bir iş hanı yaptırılmıştır.

Bu çifte hamamın yapı tekniği, mima­ri özellikleri ve süslemesi hakkında yeter­li bilgi yoktur, yalnız planı mevcuttur. Fa­kat Glück tarafından yayımlanan ve bi­nanın yarısını belirten plan ile Haskan'ın kitabında Zühtü Başer'in çizdiği plan iki kanadın birleşmesi bakımından uyuşmaz­lık göstermektedir. Başer'in çiziminde sağda olan kadınlar kısmı Glück'ün pla­nında kalıntı halinde ve soldadır.

Glück'ün verdiği ölçüye göre kare plan­lı soyunma yerleri içte 12,50 m. kadar olup duvar kalınlığı 1,50 m. idi. Üstü kub­be ile örtülü olan bu mekânın girişi sokak cephesinin ortasında bulunuyordu. İçeri­de, üç duvar önünde ağaç direklere daya­nan ahşap sâyebanlar dolaşıyordu. Kare­den kubbeye geçiş, köşelerde her biri mu-kamaslı üçer konsola oturan, iç yüzeyleri istiridye kabuğu gibi yivli tromplarla sağ­lanmıştı. Camekânın ortasında her bir kenarı 0.80 m. ölçüsünde sekizgen bir şadırvan vardı. Ilıklık bölümüne geçit ve­ren kapının yanında da kahve ocağı bulu­nuyordu. Kemerlerle ayrılmış kubbeli dört bölüm halindeki ılıklığın solunda yer alan bir çıkıntının içinde helalar mevcut­tu. En sağdaki bölüm ise yana taşıyordu. Glück'ün bildirdiğine göre, helalara kom­şu bölümün duvarında derin bir nişle bu­nun içinde bir tekne bulunuyordu. Bu as­lında, "yahudi çukuru" denilen ve Mûse-vîler'in de gittikleri hamamlarda görülen küçük havuz olmalıdır. İki kapıdan geçi­len sıcaklık altı eşit bölüme ayrılmış olup her birini örten pandantifti kubbeler, or­tadaki iki kalın sütuna bindirilmiş kemer­ler tarafından taşınıyordu. Glück yapıyı incelediği sırada geniş ve köşeleri pahlı bir şekil üzerine oturan bu sütunların alt ve üst uçlarında tunç bilezikler bulunu­yordu. Bu sekinin üst yüzeyi porfirden bir levha ile süslenmişti. Soldaki son ve helaların duvarına komşu sivri kemerli bir nişin içinde de su bağlantılı bir tekne vardı.

370


Sıcaklığın dip duvarındaki üstü kubbe ile örtülü geniş kemer bir eyvan halinde açılmış, iki yanında ise kubbeli halvet hüc­releri yer almıştı. Sağdaki hücre, yana çı­kıntı halinde olan diğer hücreden bir ke­merle ayrılmıştı. Her hamamda olduğu gibi dış cephede su haznesiyle külhan bu­lunuyordu. Erkekler kısmına bitişik olan kadınlar kısmının öteki ile aynı plana sa­hip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak eser­den hiçbir iz kalmadığından Zühtü Ba­şer'in çiziminde görülen bazı problemle­ri çözmek artık mümkün değildir. Eser­leri yaşatması gereken bir idarenin, Türk sanatının değerli bir yapısını yok edişine üzülmemek mümkün değildir.

BİBLİYOGRAFYA :

Sâî. Tezkiretü'l-ebniye, s. 6, 125: Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-İ Vekâyiât (nşr. Abdülkadir özcan), Ankara 1995, s. 825; H. Clück. Probleme des Wölbungsbaues, l-Die Bâder Konstantinopels, Wien 1921, s. 139-141, rs. 102-104, ayrıca bk. s. 158-159, 168-169; E. Hakkı Ayverdi, 19. Asırda İstanbul Haritası, İstanbul 1958, pafta B-4; Aptullah Kuran, Mi­mar Sinan, İstanbul 1986, s. 391; M. Nermİ Haskan. İstanbul Hamamları, İstanbul 1995, s.

176. m


İKİ Semavi Eyice

F HASEKİ KÜLLİYESİ ~"

İstanbul Haseki'de XVI. yüzyıla ait külliye.

Cami, medrese, sıbyan mektebi, çeş­me, imaret ve dârüşşifâdan meydana ge­len külliye, Kanunî Sultan Süleyman'ın ün­lü hasekisi Hürrem Sultan (ö. 1558) adı-

na Mimar Sinan'ın hassa başmimarı ol­duktan sonra yaptığı İlk eserdir. XIX. yüz­yıldan itibaren Haseki adıyla anılan Av-ratpazarı (geniş bilgi için bk. DİA, IV, 125) semtinde kurulmuştur. Peçuylu İbrahim (Târih, 1, 298) ve Evliya Çelebi (Seyahat­name, I, 165), külliyenin burada yapılma­sının Kanûnî'nin eşine gösterdiği bir in­celik olduğunu yazar.

958 (1551} tarihli vakfiyesi Süleymani-ye Kütüphanesi'nde bulunan (Esad Efen­di, nr. 3752/1; Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 2001/2) külliyenin ilk yapılan birimi cami olup medrese ve sıbyan mektebi bir yıl, imaret ve dârüşşifâ ise on iki yıl sonra in­şa edilmiştir. Bu durum külliyenin bir bü­tün olarak planlanmadığını, binaların de­ğişik zamanlarda ayrı ayrı düşünülerek tasarlandığını gösterir. Cami Haseki cad­desinin bir yanında, medrese, sıbyan mektebi, imaret ve dârüşşifâ ise diğer ya­nında yer almaktadır.

Cami. 945 (1538-39) yılında tek kubbe­li şemada inşa edilen cami dışarıdan yük­sek bir yuvarlak kasnağa, içeriden istirid­ye kabuğu biçiminde tromplara oturan 11,30 m. çapında bir kubbenin örttüğü kare planlı harimle pandantifti beş kub­benin örttüğü son cemaat yerinden oluş­maktaydı. Fakat yapı cemaate dar geldi­ğinden vakfın mütevellisi Hasan Bey'in is­teğiyle 1612'de Sedefkâr Mehmed Ağa'-nın doğu duvarını kaldırıp iki sütuna oturtulmuş üç kemerli bir açıklıkla geçi­len, aynı büyüklükte kubbe ile örtülü bir mekân ilâve etmesiyle iki misli genişletil­miş, bu arada mihrabı da çift kubbeli

hale gelen harimin orta eksenine kay­dırılmıştır. Son cemaat yeri, başlıkları baklavalı beyaz mermer sütunlara ba­san sivri tuğla kemerlere oturtulmuş beş kubbe ile örtülüdür ve sonradan eklenen kubbeli birimin önünde devam etmez. Üzerinde kitabenin yer aldığı cümle kapısı istiridye niş içerisindedir; yanlarında da yine istiridye nişli iki mih-rabiye bulunmaktadır.

Harimi aydınlatan iki sıralı pencereler­den alttakiler dikdörtgen söveli. üstteki­ler sivri kemerlidir. Dıştan sekizer kemer­li payanda ile desteklenmiş yuvarlak kas-nakli kubbelere açılan yedişer pencere de sivri kemerlidir; iki kubbenin birleşme ye­rine rastlayan sekizinci pencereler ise sa­ğırdır. Doğu ve kuzey yönde" L" şeklinde uzanan ahşap bir maksure ve bunun kıb­le duvarına bağlanan köşesinde hünkâr mahfili yer alır. Dışa taşkın olmayan mih­rap alçıdan yapılmış ve bugün beyaz mer­mer görünümü verecek şekilde boyan­mıştır; nişinin kavsarası mukarnaslarla doldurulmuş, bordürü de kabartma ha­linde üst üste sıralanmış vazoda çiçek­lerle süslenmiştir. Minber mermerden yapılmıştır ve oldukça sadedir. Harım ta­mamen kalem işi süslemelerle donatıl­mıştır. Kubbede lâcivert, kırmızı ve yeşil rengin hâkim olduğu şemse ve yıldız mo­tifleriyle arabeskler, duvarlarda ise kalıp­la yapılmış baskı tezyinat göze çarpar;

hünkâr mahfilinde de kıble yönünü gös­teren perde motifli kalem işi bir mihrap deseni dikkat çeker.

Caminin kuzeybatı köşesinde yer alan küfeki taşından yapılmış minarenin kalın gövdesi ve petek bölümü çok köşelidir: şerefe altında nişli çıkmalar, korkulukla­rın taş levhalarında da geometrik desen­li kabartmalar vardır. Şadırvanın İse hiç­bir mimari özelliği yoktur.

Çeşme. Haseki caddesinin kuzey tara­fında külliyeye girişi sağlayan üç kapı bu­lunmaktadır; bunlardan doğudaki med­reseye, ortadaki sıbyan mektebine, batı­daki imarete aittir. İmaret ve sıbyan mek­tebi kapılarının arasında XVI. yüzyıl yapı­sı kesme taştan bir çeşme yer alır; üze­rindeki mermer kitabeden 1180 (1766) yılında onarıldığı anlaşılmaktadır. Klasik tarzdaki dikdörtgen çerçeve içinde sivri kemer nişli çeşmenin ayna taşına, iki sü­tun tarafından taşınan yuvarlak kemerli bir kabartma işlenmiştir. Teknesi kısmen yol seviyesinin altında kalan çeşmenin su­yu halen akmamaktadır.

Medrese. Caminin karşısında bulunan medrese 946 (1539-40) yılında inşa edil­miş klasik tipte bir yapıdır ve sokak cep­hesinin merkezindeki kapıdan girilen re-vaklı bir avlunun üç yanını çevreleyen ka­palı mekânlardan meydana gelmektedir. Dershane kapının karşısındaki revakın or­tasında yer alır: 6,80 m. çapındaki kub­besiyle medresenin kitlesinden dışarı taş­mıştır. Dershanenin iki yanına üçerden altı, avlunun iki yanına beşerden on oda yerleştirilmiştir: bunların hepsi kubbe­lidir ve içlerinde birer ocak bulunur. Yan­lardaki oda dizileri arasında karşılıklı iki-dar mekân vardır. Beşik tonozla örtülü bu mekânlardan doğudaki dar ve karan­lık bir hücre, batıdaki ise sıbyan mekte­bine ve diğer yapılara geçit veren bir deh-

HASEKİ KÜLLİYESİ

lizdir. Revak kemerleri kırmızı ve beyaz taştan almaşık tarzda örülmüş, sütunlar beyaz mermer ve somakiden yapılmıştır; bunların dört tanesi nilüfer çiçeği biçimi, diğerleri baklavalı başlıklara sahiptir. Zam­bak motifli alınlıkla taçlandırılmış ana ka­pı ile dershane kapısının üzerinde bulu­nan renkli sır tekniğinde yapılmış 946 (1539-40) tarihli İki çini pano, medrese­nin çok harap olduğu yıllarda koruma amacıyla yerlerinden çıkarılarak Çinili Köşk'e götürülmüştür; pencere alınlık-larındaki çinilerden ise bugün hiçbir iz yoktur.

Mübahat Kütükoğlu'nun neşrettiği rû-mî 20 Ağustos 1330 {2 Eylül 1914) tarihli İstanbul medreselerinin durumları hak­kındaki ayrıntılı rapordan (bk. bibi) med­resenin o yıllarda tamire muhtaç bir hal­de olduğu ve kadro dışı bırakıldığı anla­şılmaktadır.

Sıbyan Mektebi. Medresenin doğusun­da yer alan kare planlı yanyana iki birim­den meydana gelen mektebin iki yönlü dörder basamaklı merdivenle çıkılan bi­rinci birimi iki cephesi sütunlu açık ders­hane, ikinci birimi ise kapalı dershanedir. Açık dershanenin caddeye bakan cephe­si kapalı olup altlı üstlü ikişer penceresi mevcuttur. Her iki birim de düz tavanlı ve dört yüzeyli oturtma çatı ile örtülüdür. Açık bölümleri yağmurdan korumak ama­cıyla ahşap çatının sütunlu cepheler üs­tünde dışarıya taşırılması ve enli saçağın Haseki caddesi üzerinde yazlık dershane ile medrese arasında bulunan dış kapının tepesinde döndürülerek duvara sapla­nan sundurmaya dönüşmesi önemli bir ayrıntıdır. Binanın önündeki havuzlu alan muhtemelen oyun bahçesi olarak düzen­lenmiştir. Kitabe yeri boş duran mekte­bin yapılış tarihi bilinmemekle birlikte medresede kullanılan nilüfer çiçeği mo­tifli başlıkların burada da kullanılması iki

yapının birlikte ele alındığına işaret et­mektedir. Kapalı dershanenin hemen ya­nında küçük ve oldukça bakımlı bir hazîre vardır. Mezar taşlarından çoğunun müte­vellilere, külliyede hizmet eden kişilere ve onların aile fertlerine ait olduğu görülür.

İmaret. Haseki caddesi üzerinde külli­yeye girişi sağlayan üçüncü kapı imarete aittir. Buradaki kitabede imaretin 957 {1550) yılında Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırıldığı belirtilmekte, fa­kat mimarının adına yer verilmemekte­dir. Ancak tezkirelerde de hakkında her­hangi bir bilgiye rastlanmayışına rağmen yapının Mimar Sinan veya onun kontrolü altında kalfalarından biri tarafından ya­pıldığı kabul edilmektedir. İmaret kuzey­de üç, doğu ve batı yönlerinde beş ke­merli bir revakla çevrilmiş ve revakiar baklava başlıklı sütunlara oturtulan pan-dantifli kubbelerle Örtülmüştür. Avlunun kuzeyinde bulunan mutfak, iki büyük kubbeli mekânla bunların arkasında yer alan dört küçük kubbeli ve ocaklı aşevi bölümlerinden oluşmaktadır. Yanlarda dikdörtgen planlı ve çift kubbe örtülü ikişer adet salon bulunmakta ve aralarına konulan beşik tonozlu dehlizlerden batı­daki sokağa, doğudaki dârüşşifâ aralığı­na açılmaktadır.

Dârüşşifâ. Külliyenin en özgün ve Os­manlı mimari tarihinde eşine rastlanma­yan yapısı dârüşşifâdır ve özellikle fazla büyük olmayan bir külliyede başlı başı­na bir birim olarak yer alması açısından önem taşımaktadır. Kapısındaki kitabe­nin son mısraı Ayvansarâyfye göre "Dâ-rü'ş-şifâ nâfi'-i nâs-ı cihân"dır (Hadîka-tü'l-ceuâmi', I. 101) ve ebced hesabı ile 957 (1550) tarihini vermektedir; ayrıca biri 1892, diğeri 1911 tarihli iki de ona­rım kitabesi vardır. Bina. sekizgen avlu­nun beş kenarı etrafındaki kubbeli oda­lar ve kuzeydeki giriş yeriyle değişik bir

372

plan gösterir. Kuzey cephesi sokağa uya­cak şekilde düzenlenmiştir. Sekizgen av­lunun doğu, batı ve güney yönlerinde iki sıra halinde yer alan mekânlar çift kub­belidir. Güneydoğu ve güneybatı köşele­rinde ise üzerleri birer büyük kubbe ile örtülü olan ve geniş kemerlerle eyvan gi­bi avluya açılan birimler yer alır. Avlu et­rafındaki mekânlara geçişi sağlayan bu eyvanlar, bugün demir doğramalı came-kânlarla kapatıldığı için yapının mekân etkisi günümüzde tam olarak kavrana-mamaktadır. Arkadaki yapıya eklenen ve imaretle dârüşşifâ arasında kalan, yol­dan girilen bölümdeki İki bağımsız oda­nın ilâç hazırlamak için kullanıldığı düşü­nülmektedir (DBİst.A, IV, 5). Dârüşşifâ avlusundan geçilen kuzeydeki küçük av­luda helalar yer alır. 1881 yılına kadar tek başına, bu tarihten son restorasyonun başladığı 1963 yılına kadar da yeni has-tahanenin gelişmesine paralel olarak po­liklinik, tımarhane, kadınlar kısmı gibi de­ğişik fonksiyonlarla hizmet veren dârüş­şifâ tarihi boyunca Haseki Sultan Dârüş-şifâsı, Haseki Mecânin Müşâhedehânesi, Dârülcünun Bîmarhânesi, Haseki Mah-pesi, Haseki Zindanı, Haseki Sultan Ka­dın Dârüşşifâsı, Haseki Şifâhânesi, Ace-zehâne. Haseki Bîmarhânesi ve Haseki Nisa Hastahanesi, Haseki Sultan Nisa Hastahanesi, Hamidiye Nisa Hastahane­si ve Haseki Kadınlar Hastahanesi gibi isimler almıştır.



Çeşitli yangın ve depremlerde zarar gö­ren külliye her seferinde onarılmış, son olarak da 1963-1974 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Club MediteYraneen arasında yapılan bir anlaşma ile cami dı-

şındaki binaları turistik amaçlarla kulla­nılmak üzere restore edilmiş, fakat özel­likle semt sakinlerinin itirazları üzerine bundan vazgeçilerek hizmet içi eğitim merkezi yapılması için Diyanet İşleri Baş-kanlığf na verilmiştir. 20 Ocak 1976 tari­hinden bu yana Diyanet İşleri Başkanlığı İstanbul Haseki Eğitim Merkezi adıyla fa­aliyet gösterilen külliye binalarında müf­tü ve vaizlerin meslekî eğitimleri yapıl­makta, bunun yanında kıraat ilmi öğre­tilmektedir. Halen külliyenin medresesi yatakhane, kapalı dershanesi mescid, imareti yemekhane, sıbyan mektebi top­lantı salonu, dârüşşifâsı eğitim ve idare binası olarak kullanılmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

Sâî Mustafa Çelebi, Tezkiretü'l-bünyan (nşn Zeki Sönmez. Mimar Sinan İle İlgili Tarihi Yaz­malar-Belgeler içinde}. İstanbul 1988 s. 30, 33, 36; a.mlf.. Tezkiretü't-ebniye{a.e. içinde), s. 66, 70, 73;a.mlf., Tuhfetü'l-mi'mârin(a.e. için­de), s. 83, 88, 90; Peçuylu İbrahim. Tarih (haz. Bekir Sıtkı Baykal). Ankara 1981, 1, 298-300; Evliya Çelebi. Seyahatname, I, 164-165;Ayvan-sarâyî. Hadtkatü'l-cevâmi4, I, 101-102; Halil Edhem [Eldem], Camilerimiz, İstanbul 1932, s. 50; A. Süheyl Ünver, 400 üncü Yıl Dönümü Do-layısite Haseki Hastanesi, İstanbul 1939; Tanı­şık, istanbul Çeşmeleri, I, 196; Cumhuriyet Dev­rinde İstanbul, İstanbul 1949, s. 50-51; TCYK, s. 857-859; Konyalı, Mimar Koca Sinan 'in Eser­leri, s. 9-16; Nimet Taşkıran, Hasekinin Kitabı, İstanbul 1972; E. Egli, Sinan der Baumeîster Osmanİscher Glanzzeİt, Erlenbach-Zürich 1976, s. 58-61; Oktay Aslanapa. Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986, s. 181; a.mlf.. Mimar Sinan'ın Hayatı oeEserleri, Ankara 1988, s. 12-14; Aptullah Kuran. Mimar Sinan, İstanbul 1986, s. 36-47; a.mlf- "Haseki Külliyesi", BÜD, II (1974). s. 57-86; a.mlf., "Kanunî Döne­minde Osmanlı Külliye Mimarisi", Antik De­kor, sy. 29, İstanbul 1995, s. 32-34; Tahsin Öz, İstanbul Camileri, Ankara 1987, I, 68; Gönül Cantay. "Sinan Külliyelerinde Dârüşşifâ Plan­laması", Mimar Sinan Dönemi Türk Mimarlığı ve Sanatı (haz. Zeki Sönmez), İstanbul 1988, s. 46-47; a.mlf., Anadolu Selçuklu oe Osmanlı Daruşşifalan, Ankara 1992, s. 92-95; Ali Sâim Ülgen, MimarSinan Yapılan (haz. Filiz Yenişe-hirlioğlu - Emre Madran), Ankara 1989, s. 4-5, İv. 6-10; fatih Camileri ve Diğer Târihî Eserler (haz. Fatih Müftülüğü), İstanbul 1991, s. 117-119; Zuhal özaydın, "Haseki Dârüşşifâsı ve Bu­günkü Durumu", /. Türk Tıp Tarihi Kongresi: Bildiriler, Ankara 1992, s. 183-187; Affan Ege­men, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İstanbul 1993, s. 355; Gönül Güreşsever, "Haseki Dârüş­şifâsı", STY, V( 1973), s. 101-117; Mübahat S. Kütûkoğlu, "Dârü'l-Hnafeti'l-'Aliyye Medre­sesi ve Kuruluşu Arefesinde İstanbul Medre­seleri", İTED, VII/1 -2 (1978), s. 164-165; A.Tur­gut Kut. "İstanbul Sıbyan Mektepleriyle İlgili Bir Vesika", TOSA, II (1978), s. 55-84; Nuran Yıldırım, "Haseki Dârüşşifâsı ve Hastanesi", DBİsLA, IV, 2-3; Doğan Kuban, "Haseki Külli­yesi", a.e., IV, 4-6. İTİ


Yüklə 1,2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   28




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin