Un Sema Doğan
HASEKİ SULTAN HAMAMI
Kanunî Sultan Süleyman'ın zevcesi
Haseki Hürrem Sultan'ın vakıflanna gelir sağlamak üzere
Mimar Sinan tarafından
Ayasofya Camii'nin karşısında
inşa edilen hamam
(bk. AYASOFYA).
HASEKÎYYE
J
Memlûk Devletinde sultanın seçkin maiyetini teşkil eden memlüklere
verilen ad.
L J
Memlükler'de tâcirü'l-memâlik tarafından küçük yaşlarda satın alman, kendilerine eclâb veya cülbân denilen mem-lükler bir süre eğitilip yetiştirildikten sonra çeşitli görevlere dağıtılırdı. Bunların en kabiliyetlileri sultan sarayında hizmet için ayrılır ve kendilerine hasekiyye denirdi. İbn İyâs. el-Melikü'z-Zâhir Bay-bars'ın (1260-1277) 4000 memlükünün bulunduğunu, bunların sipehsâlâriyye, mefâride, dahil ve hariç hasekiyyeleri adlı dört gruba ayrıldığını belirtmektedir. Hasekiyyeden Memlûk kaynaklarında bazan havas ve havâşî diye de bahsedilmektedir. Memluk olmayan kişiler de hasekiyyenin içinde yer alabilirdi. Meselâ Sultan Berkuk'un kayınpederi Ahmed b. Ali b. Ebû Bekir b. Eyyûb önceleri devletin başmühendisi iken daha sonra haseki olmuştur. Hadım Şahin el-Hasenî de hasekiyyedendi.
Memlûk devrinin başlangıcında sultanın yirmi dört hasekiyyesi varken bu sayı el-Melikü'n-Nâsır Muhammed b. Kala-vun zamanında (1299-1309, 1310-1341) 400'e ulaşmış, el-Melikü'1-Müeyyed Şeyh el-Mahmûdî (1412-1421) bu sayıyı seksene indirmiştir. Barsbay devrinde ise (1422-1438) bunların sayısı 1200'dü. XVI. yüzyılın başında 800 olan hasekiyye mevcudu Kansu Gavri döneminin sonunda (1516) yeniden 1200'e yükselmiştir.
Hasekiyyeler arasında çeşitli dereceler vardı. Emirlik derecesinde olanlarla "el-hasekiyyetü'l-kibâr" denilen hasekiler siyasî hayatta etkin rol oynarlardı. Bunların altında tablhâne ve aşerat emîrleri vardı. Hasekiyye emîrleri genellikle Emîr İnal el-Hasekî, Emîr Yeşbek el-Hasekî.
Emîr Devletbay el-Hasekî örneklerinde görüldüğü gibi adlarının sonuna getirilen "el-hasekî" unvanıyla anılırlardı. Görevlerinin saray içinde ve dışında bulunmasına göre iki kısma ayrılan hasekiyye-lerden iç hizmette olanların görevleri sürekliydi. Merkezdeki hasekiyyeler gece gündüz saraydan ayrılmazlar ve istedikleri zaman sultanın huzuruna çıkabilirlerdi. Bunlar taşradaki memlûk ve emirlere göre daha imtiyazlıydılar.
Hasekiyye emîrlerinin bazıları devâdâ-riyye, sükât-ı hâs, hâzindâriyye. re's-İ nev-bet-i cemdâniyye, silâhdâriyye ve baş-makdâriyye gibi devlet dairelerinde görev alırlardı. Bu görevlerde bulunan emîr-ler sarayda ve eyvân-ı muazzamda kendilerine ayrılan yerlerde dururlardı. Bunların da kendilerine mahsus hasekiyyesi vardı. Hasekiyye emirleri, saray ve eyvandaki hizmetlerin dışında mahmil-i şerifin Haremeyn'e götürülmesi ve saraya ait nakil hizmetleri, mühimmatın hazırlanması, devletin muhtelif nâiblikleri, yeni nâiblere görevlerinin tebliği, valilere hil'at ve tayin beratlarının ulaştırılması, âsi emîr ve valileri tevkif ve hapsetme, yabancı devletler ve diğer İslâm ülke hükümdarları nezdinde temsilcilik ve ulaklık gibi işleri de yürütürlerdi. Nitekim Barsbay'ın Tağrîberdî el-Hicâzî el-Hase-kfyi elçi olarak II. Murad'a gönderdiği bilinmektedir.
Sultan üzerinde büyük nüfuzları bulunan merkezdeki hasekiyye emirleri bu nüfuzlarını kullanarak, çok defa da aralarında ittifak ederek sultana isteklerini yaptırırlar, hatta nâib-i saltanatı bile değiştirtebilirlerdi. Sultan Barsbay, 830 (1427) yılında kendisine karşı suikast düzenleyen hasekiyyeden bir kısmını öldürtmüş, bazılarını da sürgüne göndermiş veya hapsettirmiştir. Hasekiyye emîr-leri, saray ile taşradaki Memlûk emirleri arasında çıkan anlaşmazlıklarda sultanın emriyle ara buluculuk yaparlar, memlûk ileri gelenleri de sultanla aralarındaki bazı meseleleri çözmek için hasekiyyeleri devreye sokarlardı. Memlûk emîrle-ri arasında bir fitne çıktığı zaman taraflar hasekiyye emirlerinin yardımıyla saltanatı ele geçirmeye çalışırlardı. Bilâdüş-şâmiyye (Suriye-Filistin) valileri hasekiyyeden tayin edilirdi. Hasekiyye, iktisadî buhran zamanlarında sultanın emriyle fakir halkı aralarında paylaşarak yedirip giydirirlerdi.
HASEKİYYE
Hasekiyyenin maaşı memâlîk-i sultâ-niyyenin aldığı ücretten fazla olur, hatta bazan yüksek rütbeli hasekiyye emîrleri vezir ve nâib-i saltanatın maaşı kadar ücret alabilirlerdi. Makrîzî el-Hıtaf mda, hasekiyyenin mukaddem emîrlerinin maaşlarının senede 100.000 dinar olduğunu, aynı rütbedeki diğer hariciye mukaddem emîrlerinin her birine 85.000, hasekiyye tablhâne emirlerine 40.000, aşerat emirlerine 10.000 dinar dağıtıldığını, harciyenin tablhânelerinin otuzar bin, aşeratlarının ise yedişer bin dinar aldığını belirtmektedir. Hasekiyyenin maaşlarının yanı sıra derecelerine göre bahşiş ve aidatları da vardı. Sultan tarafından bunlara ramazan ayında şeker ve helva, kurban bayramında ise hayvanları için "alık" adıyla hububat veya otluk tevzi ettirilirdi. Ayrıca kendilerine yılda İki defa at verilirdi. Bazı hasekiyye mukaddem emîrleri için bu miktar yılda 100 ata kadar varabilirdi. Bunlardan başka hasekiyyelere değerli kumaşlardan giyecekler veya bunlara karşılık olarak para verilirdi. 842 (1438-39) yılında Memlûk sultanı hasekiyyeye 1500 dirhem "kısmet nafakâtf dağıttırmıştı. Sultanın hasekiyye emirleri, genellikle aile ve köle-leriyle birlikte Kal'atülcebel'de kendilerine tahsis edilen ve "el-büyûtü'1-kerî-me" adıyla anılan evlerde ikamet ederlerdi.
Hasekiyye emîrleri, derecelerine göre üzerlerine sırmalı atlastan kaba (cübbe veya kaftan), başlarına "zant" denilen süslü bir serpuş giyip bunun etrafına tülbent sararlar, bu tülbendin bir tarafını boğazlarının altından dolaştırırlardı; bellerine de altın, gümüş veya mücevherli kemerler takarlardı. Suç işleyen hasekiler sultan tarafından hapis veya sürgünle cezalandırılırdı. Hasekiler varlıklarını Memlûk Sultanlığı'nin sonuna kadar sürdürmüştür.
Hasekiyye tabiri, Mısır'da Osmanlı idaresi döneminde tamamen farklı bir anlamda kullanılmış, sultana ait vakıflara hasekiyye vakıfları, vakfın gelir kaynağını oluşturan köylere de hasekiyye köyleri denmiştir. Hasekiyye vakıfları Haremeyn'in yoksul halkının deşîşe*lerine, ulemâya ve talebelere, fakir ve muhtaçlara sadaka olarak ayrılmıştır. Bu vakıflar, XVII. yüzyılın sonlarından itibaren Mısır'ın diğer müesseseleri gibi Memlûk beylerinin eline geçmiş ve bu durum XIX. yüzyıla kadar sürmüştür.
373
HASEKİYYE
BİBLİYOGRAFYA :
BA. MD, nr. 24, s. 32; nr. 33, s. 71; nr. 34, s. 86; nr. 39, s. 301; nr. 61, s. 49; MDZeyti, nr. 6, s. 74; BA, KK, nr. 70, s. 168; Makrîzî. es-Sûlûk, l/l, s. 644-645, 650-651; 1/3, s. 686, 708-709; 11/1, s. 33, 37; 11/3, s. 560, 566-567, 587, 722, 729, 736, 905; İV/1, s. 179-180; İV/2, s. 783, 799, 995, 1007; IV/3, s. 1056, 1068, 1070, 1081, 1103, , 1112, 1114, 1125, 1217;a.mlf., el-Hıfat, II, 99, 205-206, 209, 211, 214, 216-218; III, 133, 335, 353-354; İbn Hacer, Inbâ'ü't-gumr(nşr Hasan Habeşî), Kahire 1971, 1, 15; Halil b. Şahin. Zübdetü keşfi't-memâlik ve be-yânü'Muruk ue'l-mesâlik (nşr. P. Ravaisse), Paris 1894, s. 115-116, 148; İbn Tağrîberdî, en-hücümü'z-zâhire, VI, 329; VII, 179; XI, 58; Ha-tîb el-Cevherî, Nüzhetü'n-nüfûs ve't-ebdân fi teuârîhi'z-zaman (nşr. Hasan Habeşî), Kahire 1970-73, I, 35, 217, 236, 295, 405; II, 33-35, 72,84, 136, 140; III, 72, 128, 311, 367, 435; İbn İyâs. BedâYu 'z-zühûr, I, 6, 133, 244, 337; 111, 2-4; Cebert". 'AcâHbü'l-âsâr, I, 54; Uzunçarşılı, Medhal, s. 347-348, 457-458; Seyyid el-Bâz el-Arînî, el-İktâ\ı'l-harbİ fi Mışr fi zemenî seiâ(î-nn-Memâtîk, Kahire 1956, s. 153, 178; Saîd Abdülfettâh Âşûr, Mtşr fi 'aşrı devleti'l-Memâtî-ki'l-Bahınyye, Kahire 1959, s. 31, 104, 183; Ab-dülmün'im Mâcid. Nüzumü devleti selâ(îni't-Me-mâiîk ve rüsûmihim Ti Mışr, Kahire 1964-67,1, 144-145; II, 14-16, 18-19, 48, 77, 134, 165-166; Hasan el-Bâşâ, el-Fünûnü'l-Islâmİyye ve'l-vezâ'if 'ale'l-âşâri'l-'Arabiyye, Kahire 1965, I, 462-466; Hasan-ı Enverî, Işttlâhât-ı Divâni Deu-re-yi ûaznevı ve Selcûki, Tahran 1373, s. 32-33; D. Ayalon. "Studies on the Structure of the Mamluk Army", BSOAS, XV (1953). s. 213-216; a.mlf.. ■■fchâşşakiyye", El2 (ing.). IV, 1100.
İAİ Seyyid Muhammed es-Seyyid
r ~ı
|
HASEN
|
|
L
|
{bk. HÜSÜN).
|
J
|
r
|
|
~l
|
HASEN
Dinî konularda delil olarak kutlanılan makbul hadis çeşidi.
L J
Sözlükte "güzel olmak" anlamına gelen hüsn kökünden türemiş bir isim olup "iyi, güzel" demektir. Terim olarak genel kabule göre. "sahih hadisin şartlarını taşımakla beraber râvisinin zabtı sahih hadisin râvisine nisbetle daha az olan hadis" anlamında kullanılmaktadır. Buna göre hasen, sahih hadisle zayıf hadis arasında, ancak sahihe daha yakın konumda bulunmaktadır.
Hasen terimi II. (VIII.) yüzyılda sözlük anlamında kullanılırken III. (IX.) yüzyılda Ebû îsâ et-Tirmizî tarafından terim şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. Bu yüzyılda, aralarında Tirmizî'nin hocalarının da bulunduğu bazı muhaddisler tarafından isnad ve metinle ilgili olarak zikredilen hasen kelimesinin sözlük veya te-
374
rim anlamında kullanıldığı hususunda iki görüş ileri sürülmektedir. Bazı âlimler, hasen tabirinin gerek isnadın gerekse metnin bir vasfı gibi çokça zikredilmesinden hareketle onun Tirmizî'den önce de terim anlamında kullanıldığını, Tirmizî'-nin ise bunu el-Câmihı'ş-şahîh'inde en çok zikreden ve tarifini ilk defa yapan kimse olduğunu söylemişlerdir (İbn Re-ceb el-Hanbelî, 1, 342-343; İbn Hacer, en-Müket, I, 426; Tehânevî, s. 100-106; Yücel, s. 159-160)- Diğer bir kısım âlimler de TirmizFden önce sıhhat açısından hadislerin sahih ve zayıf olmak üzere iki kısma ayrıldığı, Tirmizî'nin hasen kelimesini ilk defa terim olarak kullanmak suretiyle üçlü taksimi başlattığı görüşündedirler (İbn Teymiyye, s. 82; Zehebî, s. 27; İbn Hacer, en-Nüket, I, 385). Hasen tabirinin III. (IX.) yüzyılda Tirmizî'den önce kullanılmakla birlikte belirli bîr tarifinin yapılmaması, aynı zamanda müttefekun aleyh, sahih ve zayıf hadisler hakkında da kullanılması dikkate alındığında (meselâ bk. el-Medhaiî, s. 38-56, 57, 61, 66, 84, 111, 112, 116, 144) ikinci görüşün daha isabetli olduğu anlaşılır. Ancak Rârnhür-müzî. Hâkim en-Nîsâbûrî ve Hatîb el-Bağ-dâdî gibi mütekaddimîn hadis usulcüle-rinin eserlerinde hasen terimine yer vermemeleri, bu kelimenin özellikle İbnü's-Salâh eş-Şehrezûrî'den sonra yaygınlaştığını göstermektedir.
Tirmizrye göre hasen hadis, isnadında yalan söylemekle itham edilmiş bir râvi bulunmayan, şâz olmayan ve benzeri başka tariklerden rivayet edilen hadistir. Ayrıca Tirmizî el-Câmi^u'ş-şahîh'inde isnadı muttasıl olmayan hadisleri hasen olarak nitelendirmiştir (bk. "Şalât", 124, 234, 270; "Kırâ'ât", 9; "Edeb", 40; "Menâ-kıb", 8). İbnü's-Salâh eş-Şehrezûrî ile Irâki gibi hadis usulcüleri Tirmizî'nin tarifine itiraz etmişler ve bu tarifin hasen hadisi sahih hadisten belirgin şekilde ayırmadığını, zira râvilerin yalancılıkla suçlanmaması ve hadisin şâz olmamasının sahih hadis için de söz konusu edildiğini söylemişlerdir, öte yandan bu tarif Tirmizî'nin sık sık kullandığı, "Sadece bu ve-cihten {tarikten} bildiğimiz hasen-garîb bir hadistir" hükmüne zıt düşer; çünkü hadisin garîb olması veya sadece bir tarikten bilinmesiyle tarifte geçen "benzerinin başka tariklerden rivayet edilmesi" esasını bağdaştırmak mümkün değildir. Bazı hadis âlimleri ise Tirmizî'nin tarifinde yer alan. "isnadında yalanla itham edilmiş bir râvinin bulunmaması" kaydının hasen hadis râvilerinin sahih hadis râvileri derecesinde olmadığına delâlet ettiğini ve bu hususun hasen hadisi sa-
hih hadisten belirgin şekilde ayırdığını ileri sürmüşlerdir. Gerçekten sahih hadis râvileri hakkında kullanılan "sika" terimiyle râvinin adalet ve zabt vasıflarını tam olarak taşıdığı ifade edilirken yalanla itham edilmemek kaydı ile, hasen hadis râvisinin yalancı olmamakla birlikte zabt bakımından terkedil meşini gerektirmeyecek kadar zayıf olduğu anlatılmakta ve aralarında bir fark bulunmaktadır. Bu durumda güvenilirlik açısından hasen hadis râvileri sahih hadis râvilerinden daha aşağı derecede yer almakta ve Tirmizrye göre hasen hadis râvisinin bu eksiği, o hadisin benzerinin başka tariklerden rivayet edilmesiyle giderilmektedir. Tirmizî'nin tarifinde yer alan "benzerinin başka tariklerden rivayet edilmesi" kaydı da hasen hadisi sahihten ayıran bir özelliktir. Ancak Tirmizî, başka tariklerle takviyeye ihtiyacı olmayan hadisler için bu şartı gerekli görmemiş (Nûreddin Itr, s. 164) ve el-Câmi'u'ş-şahîh'mde sadece bir tarikten rivayet edilen hadisleri de hasen olarak nitelemiştir (bk. "Hudûd", 17; "Fi-ten", 19,44, 57; "Kader", 1,6, 14). Tirmizî'nin tarifinde isnadın muttasıl olması kaydının bulunmaması ve bu nevi hadisleri başka tariklerden de rivayet edilmeleri sebebiyle (Mübârekfûrî, II. 216) hasen diye nitelendirmesi de hasen hadisi sahihten ayıran bir başka özellik olarak değerlendirilmelidir.
Tirmizî'den sonra hasen hadisi tarif eden âlim Hattâbî*dir. Ona göre hasen hadis, isnadı muttasıl olup rivayet edildiği belde (mahreç) bilinen, râvileri meşhur olan, âlimlerin çoğu tarafından kabul edilen, pek çok fakihin kullandığı hadistir. Hattâbî bu tarifiyle mürsel, münka-tı\ müdelles gibi isnadında kopukluk bulunan hadislerin hasen olamayacağını belirtmektedir (Abdülazîz b. Ahmed el-Câ-sim, sy. 29, s. 17-18). Ancak onun bu tarifini İbnü's-Salâh eş-Şehrezûri, Takıyyüd-din İbn Dakiku'1-îd. Bedreddin İbn Cemâa gibi hadis usulcüleri, hasenle sahih arasındaki farkı açıkça ortaya koymadığı gerekçesiyle tenkit etmişlerdir.
Tirmizî ile Hattâbfnin tanımlarını hasen hadisi sahih hadisten belirgin şekilde ayırmadığı için yeterli görmeyen İbnü's-Salâh, muhaddislerin kullanımları esas alındığında hasen hadislerin iki kısma ayrıldığını ve bunların Tirmizî ile Hat-tâbî'nin tariflerini de kapsadığını söylemektedir. Bunlardan birincisi, isnadında rivayete ehil olup olmadığı tam olarak bilinmeyen (mestur) bir râvi bulunmakla beraber bu râvisi dikkatsizlik ve dalgınlık, fazla hata yapmak, kasten yalan söy-
Iemek, dinin emir ve yasaklarına pek önem vermemek gibi kusurlarla suçlanmayan, metni de aynı veya benzeri başka tariklerle rivayet edilen hadistir. Ona göre Tirmizî'nin tarifiyle kastedilen de budur. İsnadında, hadis rivayetine ehliyeti tam olarak bilinmeyen bir râvi bulunması sebebiyle aslında zayıf olan böyle bir hadisin başka tariklerden rivayet edilmesi zayıflığını giderdiği için bu nevi hadisler "hasen li-gayrihr diye de adlandırılmıştır. İbnü's-Salâh'a göre hasenin ikinci kısmı, râvileri doğruluk ve güven (adalet) yönünden meşhur olmakla birlikte, tek başına rivayet ettikleri hadisler münker kabul edilen râvilerden daha yüksek derecede bulunan, ancak hafıza gücü ve titizlik bakımından sahih hadis râvileri seviyesine ulaşamayan râvilerin rivayet ettiği şâz, münker ve muallel olmayan hadistir (*ülû-mü'l-hadîs, s. 31-32). Hasen olmaları için bu hadislerin aynının veya benzerinin başka tariklerden rivayet edilmesine ihtiyaç bulunmadığı için bu çeşit hadisler "ha-sen li-zâtihr olarak da anılmıştır.
Hasen hadise ait tarifler içinde en çok İbn Hacer el-Askalânî'nin tarifi kabul görmüş, daha sonraki hadis usulcüleri genellikle bu tarifi benimsemişlerdir. Buna göre hasen hadis, sahih hadisin şartlarını taşımakla beraber râvisinin zabtı sahih hadisin râvisi kadar kuvvetli olmayan hadistir. Hasen hadisin bunların dışında başka tarifleri de yapılmıştır. İbnü'1-Cev-zî haseni. "kendisinde bir miktar zayıflık bulunmakla birlikte sahih olmaya yakın hadis" {el-Meuiû'ât, I, 35); İbn Dihye "adalet seviyesine ulaşmayan, ancak fâ-sık da olmayan râvinin rivayet etmesi sebebiyle bir miktar zayıflığı bulunmakla birlikte sahih olmaya yakın hadis" (İbn Hacer, en-Nüket, I, 404}; Bedreddin İbn Cemâa da "senedi muttasıl olup şâz ve muallel olmayan, isnadında rivayeti başka tarikle desteklenen bir mestur veya titizlik (itkân) derecesine ulaşmayan bir meşhur râvisi bulunan hadis" {a.g.e., I, 406) şeklinde tarif etmiş, ancak bu tanımlar da değişik noktalardan tenkit edilmiştir (a.g.e.. I, 404-405, 407-408; Abdülazîz b. Ahmed el-Câsim, sy. 29, s. 22). Ayrıca Ferrâel-BegavTnin, "Buhârî ile Müslim'in eserlerinde mevcut olmayıp nrmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî gibi muhaddis-lerin eserlerinde yer alan hadis" şeklindeki tanımı da Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî gibi muhaddislerin eserlerinde sahih, zayıf ve münker hadislerin de bulunduğu, bunlann tamamını hasen olarak nitelemenin doğru olmayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir {Meşâbîtıu's-sünne, naşirin mukaddimesi, I, 61-62).
Âlimlerin çoğu hasen hadisin dinî konularda delil olduğu görüşündedir. Bu açıdan değerlendirme yapan bazı âlimler, onun sahih hadisle aynı olup ayrı bir hadis çeşidi sayılmayacağını söylemişlerdir. İbnü'l-Kattân el-Mağribî ise hasen li -gayrihî hadisin sadece amellerin faziletleri konusunda delil olabileceğini ileri sürmüştür. Ona göre hasen li-gayrihî hadisin ahkâm konusunda delil olarak kullanılabilmesi için tariklerinin çok olması veya uygulamanın onu desteklemesi, yahut sahih hadis ve Kur'an'ın zahirine uygunluk şartlarını da taşıması gerekir (İbn Hacer, en-Nüket, i, 402). Alimlerin ekserisi, tariklerin çoğalması ile hasen hadisin sahih hadis seviyesine ulaşacağı görüşündedir (örnekleri için bk. Murtazâ ez-Zeyn Ahmed, s. 52-65).
III. (IX.) yüzyılda hasen tabiri, başta Tirmizî olmak üzere bazı muhaddisler tarafından {Yücel, s. 161) diğer bir kısım terimlerle birlikte kullanılmış, ancak söz konusu dönemde hasen kelimesinin yanında kullanılan terimlerin anlamı hakkında herhangi bir açıklamanın yapılmaması, daha sonra bunlarla ilgili farklı görüşlerin ileri sürülmesine sebep olmuştur. Bu terimler hasen-sahih, hasen-ceyyid, hasen - garîb, hasen - sahih - garib ve sahih -garîb olmak üzere beş kısma ayrılır. Hasen-sahih terimi şu mânalarda kullanılmıştır: Bu hadis sahih ve İyi bir hadistir (bu ifadede hasen sözlük anlamında kullanılmıştır); hadis İki tarikten rivayet edilmiş olup birine göre sahih, diğerine göre hasen seviyesindedir; rivayete ehliyetleri açısından râvilerinin bir kısmı hasen hadis, bir kısmı sahih hadis râvileri seviyesindedir; hadisin hasen veya sahih olması hususunda kesin bir görüşe varılamamıştır. Bunlardan, "Hadis iki tarikten rivayet edilmiş olup birine göre sahih, diğerine göre hasen seviyesindedir" tarifi daha isabetlidir. Zira Tirmizî, hasen hadisin birden fazla tarikinin bulunduğunu ve hasen hadis râvilerinin sahih hadis râvileri seviyesine ulaşamadığını belirtmiştir. Buna göre bir hadis hakkında "hasen -sahih" denildiğinde "sahih" kaydı ile, söz konusu hadisin râvilerinin sahih hadis râvileri seviyesine ulaştığı ve hadisin birkaç tarikten nakledildiği ifade edilmektedir. Bu durumda Tirmizî'nin nadiren kullandığı, "Bu hadis hasen-sahih olup sadece bu tarikten rivayet edilmiştir" şeklindeki açıklama, "Hadis bu lafızla sadece bu tarikten rivayet edilmiştir" şeklinde anlaşılmakta olup hadisin farklı lafızlarla başka tariklerden de rivayet edildiğini gösterir. Hasen-ceyyid terimi de hasen-sahih anlamındadır. Hasen-garîb, tek isnadla ri-
HASEN
vayet edilmiş ve hasen seviyesine ulaşmış hadis demektir. Buna göre söz konusu hadis hasen li-zâtihîdir; onun hasen olabilmesi için başka tariklerden rivayetine ihtiyaç kalmamıştır. Hasen-sahih-garîb, birkaç tarikten rivayet edilmiş olup sıhhat şartını taşıyan ve tariklerinden birinde garabet bulunan hadistir. Buna göre hadis birkaç tarikten rivayet edilmesiyle hasen, sıhhat şartını taşıması ile sahih, tariklerinden birinin garîb olması sebebiyle garîb diye nitelendirilmiştir. Sahih- garîb ise tek isnadla rivayet edilmiş ve sahih seviyesine ulaşmış hadis demektir.
BİBLİYOGRAFYA :
Lisânü't-'Arab, "hsn" md.; Tirmizî, "Hudûd", 17,'Ttten", 19, 44, 57, "Kader", 1,6, 14, "Şa-Iât", 124,234, 270,"KırâJât", 9, "Edeb", 40, "Menâkıb", 8; a.mlf.. KitâbüVİleI(el-Câmi'u'ş-sahîh içinde), V, 758; Hattâbî, Mecâlimü's-sü-nen (nşr. Abdüsselâm Abdüşşâfî Muhammedi. Beyrut 1411/1991, I, 6; Ferrâ el-Begavî, Meşâ-bihu's-sünne (nşr. Yûsuf Abdurrahman el-Mar-■aşiîvdğr), Beyrut 1407/1987, naşirin mukaddimesi, I, 60-62; İbnü'l-Cevzî, el-Meuzûıât (nşr Abdurrahman M. Osman), (baskı yeri yok| 1403/ 1983 (Dârü'1-Fikr). I, 35; İbnüs-Salâh, 'Ulûmü'l-hadîş, s. 29-40; İbn Teymiyye, 'Ilmü't-hadîş (nşr. Mûsâ M. Ali}. Beyrut 1405/1985, s. 81-85"; Zehebî, el-Mûktza (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Beyrut 1405, s. 2633; İbn Receb el-Hanbe-lî. Şerhu 'tleti't-Tirmizî (nşr. Nûreddin Itr), [baskı yeri yok] 1398/1978, I, 342-343, 384-394; Zeynüddin el-lrâki, Elfıyyetü'l-hadis (nşr. Ahmed M. Şâkir). Kahire 1408/1988, s. 38-48; İbn Hacer, Nüzhetü'n-nazar şerhu Nuhbeti'l-fıker (nşr. Nûreddin Itr], Dımaşk 1414/1993, s. 62; a.mlf., en-Nüket 'alâ kitabi Ibni'ş-Şatâh (nşr Rebî' b. Hâdî Umeyr), Riyad 1408/1988,1, 385-490; Sehâvî, Fethu'l-muğiş, I, 62-95; Sûyûtî. Tedrîbü'r-râüi, s. 86-104; Emîr es-San'ânî, 7au-zîhu'l-efkâr (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Medine, ts. (el-Mektebetü's-Selefiyye), I, 154-196, 236-246; Tehânevî, l
1995, s. 174-197; Mübârekfûrî, Tuhfetü't-ah-oezî, Beyrut 1410/1990, II, 216; Tecrid Terceme-si. I, 242-250; Nûreddin Itr. el-lmâmüt-Tirmizî ue'l-mü-vâzenetü beyne Câmi'ihî oe bey-ne'ş-Şahîhayn, Kahire 1390/1970, s. 161-199; Talât Koçyiğit. Hadis Istılahları, Ankara 1985, s. 127-128; Rebr b. Hâdî Umeyr el-Medhatî. Taksîmû'l-hadîs ilâ şahîtı ve hasen ve zacîf, Riyad 1411, s. 38-56, 57, 61, 66, 84, 111, 112, 116, 144; Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992, s. 118-121; İkrâmullah İmdâdülhak. el-lmâm'Alîb. el-Medînî ue menhecühü fi nakdi'r-rlcâl, Beyrut 1413/1992, s. 614-616; Murtazâ ez-Zeyn Ahmed, Menâhicü'l-muhaddisin ft takviyeti'l-ehâdtşi'l-hasene ve'z-ta'îfe, Riyad 1415/1995, s. 39-65; Ahmet Yücel, Hadis Istılahlarının Doğuşu ve Gelişimi: Hicrî İlk Üç Asır, İstanbul
1996, s. 159-161; James Robson, "Varieties of the Hasan Tradition", JSS, VI (1961). s. 47-61; Abdülazîz b. Ahmed el-Câsim. "el-Hadîsü'l-ha-sen ve hucciyyetühû", Mecettetü'ş-Şen'a ue'd-dirâsâti'l-lslâmiyye, sy. 29, Kuveyt 1417/ 1996,s.l5-55. [T]
ffll Mücteba Uğur
375
HASENE
F HASENE
İyi hal ve hareketlerle hoşa giden,
ulaşılmak istenen nimet ve İmkânları ifade eden bîr terim.
L J
Sözlükte "güzel olmak" anlamına gelen hüsn kökünden türemiş bir sıfat olan ha-sen kelimesinin müennes şeklidir; hem isim hem de sıfat olarak kullanılır. İsim olarak "iyilik, iyi hal, iyi nesne" anlamındadır [Kamus Tercümesi, IV, 590). Fahred-din er-Râzî. dilcilerin haseneyi "tabiat ve aklın güzel bulduğu şey" diye tanımladıklarını belirtir [Mefâühu'l-ğayb, XIV, 184). Râgıb el-İsfahânî insanın ruhu, bedeni ve halleriyle ilgili olarak elde ettiği, kendini mutlu kılan nimet türünden her şeye hasene dendiğini, karşıtının seyyie olduğunu, bu kavramların her türlü iyilik ve güzelliği, kötülük ve çirkinliği ifade eden müşterek lafızlar durumunda bulunduğunu belirtmiş [et-Müfredât, "hsn" md), bu lafızlarla ifade edilen iyilik ve kötülükleri ya akıl ile dinin veya insanın doğuştan sahip olduğu zevkiselimin belirleyeceğini söylemiştir {a.g.e., "sv'e" md.}. Hasene kelimesi hem iyi fiilleri veya özel bir fiilin iyilik niteliğini hem de amaçlanan, özlenen iyi durum ve tutumları ifade etmek üzere kulanılır; bu kullanımıyla hayır ve mâruf kavramlarının, aynı şekilde seyyie de şer ve münker kavramlarının eş anlamlısı kabul edilebilir. Ancak hayır daha çok fiilin veya amacın doğrudan iyilik yahut yararlılık vasfını, mâruf da bunların beğenilen ve genel kabul gören yönünü Öne çıkarırken hasene bir fiil veya gayenin hoşa giden, tatmin eden. gözü ve gönlü okşayan, hayranlık uyandıran yönünü ifade eder; böylece ahlâk alanında kullanıldığında ahlâkın estetikle ilgisini çağrıştırır.
Hasene kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de yirmi sekiz âyette tekil, üç âyette de çoğul (hasenat) şekliyle geçmektedir. Gerek bu âyetlerde gerekse hadislerde ve diğer İs-lâmî literatürde hasenenin üç farklı anlam ve kapsamda kullanıldığı görülür.
Dostları ilə paylaş: |