Tanzimat Edebiyatının Genel Özellikleri



Yüklə 271,69 Kb.
səhifə2/3
tarix02.11.2017
ölçüsü271,69 Kb.
#27014
1   2   3

İLAHİ KOMEDYA


Hayat yolu ortasında kendimi
Karanlık bir orman içinde buldum.
Anladım yolumu kaybettiğimi.
Aklıma geldikçe hâlâ korktuğum
Bir yabani, haşin, büyük ormanı
Anlatırken bile ürperiyorum.
Ölümden daha korkunç buldum onu,
Ama başka iyi şeyler de vardı,
Söyleyim onların ne olduğunu. (Dante. Çev.: Cevdet Kudret)
(...)                                                                

SERVET-İ FÜNUN DÖNEMİNDE MENSUR ŞİİR
*"Mensur şiir" düz yazı ile şiirsel, şairane söyleyişin amaçlandığı bir düz yazı türüdür.

*Mensur şiirler başlıkları olan, bağımsız, kısa ve yoğun yazılardır.

*Mensur şiir, şiirdeki arayıştan doğmuştur; ama öncelikle düz yazıdır. Bu metinler bireysel duygulanmaların ortaya konduğu şairane ürünlerdir. Mensur şiirlerde iç ahenk vardır. Tasvir ve çözümlemelere önem verildiği için uzun cümleler tercih edilir. Ünlemlere ve seslenişlere yer verilir.

*Mensur şiirde şairane konular, şairane bir üslupla işlenir.

*Mensur şiir 19. yüzyılda Fransa'da ortaya çıkmıştır. Fransız edebiyatı şairlerinden C. Baudlaire ve S. Mallerme'in mensur şiirleri vardır.

*Fransız edebiyatından yapılan mensur şiir çevirileri, bu türün Türk edebiyatında doğup gelişmesinde etkili olmuştur. *Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit'in mensur şiir denemeleri olmuştur.

*Mensur şiirin isim babası ve türün Türk edebiyatındaki ilk temsilcisi Halit Ziya Uşaklıgil'dir. Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yayımlanan Aşkımın Mezarı adlı yazısı mensur şiirdir. 1891'de "Mensur Şiirler" ve "Mezardan Sesler" başlığıyla mensur şiirlerini yayımlamıştır.

*Servet-i Fünun döneminde mensur şiir türü yaygınlaşır. Halit Ziya'yı Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet, Celal Sahir, Faik Ali gibi isimler izler.



*"Siyah İnciler" adlı kitapta Mehmet Rauf'un mensur şiirleri vardır. Bu eser oldukça başarılıdır. Daha sonraki dönemde Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun, mensur şiir türünde Okun Ucundan ve Erenlerin Bağından adlı eserleri vardır.

Mensur şiirin, şiirle birtakım benzer yönleri vardır. Her iki türde de ahenk önemlidir. Kelimeler bir ahenk oluşturacak biçimde seçilir ve dizilir.

Her iki türde de şairane, duygusal konular işlenir; temalar benzerdir. Dil ve üslup yönünden benzerlik vardır; dilin doğru ve güzel kullanımı iki türde de önemlidir. Edebi sanatlar her iki türde de kullanılabilir. Şiirde kafiye vardır, mensur şiirde de iç kafiyeler olabilir.

Mensur şiirle şiirin farklı yönleri de vardır. Mensur şiirde vezin (ölçü), kafiye, dize (mısra) yoktur. Şiirde dörtlük, beyit, bent gibi nazım birimleri vardır; mensur şiirde böyle birimler yoktur.


Ö Y K Ü Ç E Ş İ T L E R İ


Hikâye, hayatın bütünü içinde fakat bir bölümü üzerine kurulmuş derinliği olan bir büyüteçtir. Bu büyüteç altında kimi zaman olay bir plan içinde , kişi, zaman, çevre bağlantısı içinde hikaye boyunca irdelenir. Kimi zaman da büyütecin altında incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir Bu da öykünün çeşitlerini oluşturur. Buna göre


1) OLAY ( KLASİK VAK’A ) HİKÂYESİ : Bir olayı ele alarak, serim, düğüm, çözüm plânıyla anlatıp bir sonuca bağlayan öykülerdir. Kahramanlar ve çevrenin tasvirine yer verilir Bir fikir verilmeye çalışılır; okuyucuda merak ve heyecan uyandırılır. Bu tür, Fransız yazar Guy de Maupassant ( Guy dö Mopasan) tarafından yaygınlaştırıldığı için “Mopasan Tarzı Hikâye” de denir
• Bu tarz öykülere “klasik vak’a öyküsü” de denir.
• Bu tür öykülerde olaylar zinciri, kişi, zaman, yer öğesine bağlıdır.
• Olaylar serim, düğüm, çözüm sırasına uygun olarak anlatılır.
• Olay, zamana göre mantıklı bir sıralama ile verilir, düğüm bölümünde oluşan merak, çözüm bölümünde giderilir.
Bu tarzın bizdeki en önemli temsilcileri: Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Reşat Nuri Güntekin ,Yakup Kadri Karaosmanoğlu ,Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Talip Apaydın’dır.

2) DURUM ( KESİT ) HİKÂYESİ: Bir olayı değil günlük yaşamın her hangi bir kesitini ele alıp anlatan öykülerdir Serim, düğüm, çözüm planına uyulmaz Belli bir sonucu da yoktur. Merak ve heyecandan çok duygu ve hayallere yer verilir; fikre önem verilmez, kişiler kendi doğal ortamlarında hissettirilir. Olayların ve durumların akışı okuyucunun hayal gücüne bırakılır. Bu tarzın dünya edebiyatında ilk temsilcisi Rus yazar Anton Çehov olduğu için “Çehov Tarzı Hikâye” de denir.
• Her hikâye olaya dayanmaz.
• Bu tür öykülerde merak öğesi ikinci plandadır.
• Yazar, bu öykülerde okuyucuyu sarsan, çarpan, heyecana getiren bir anlatım sergilemez. Onun yerine günlük hayattan bir kesit sunar veya bir insanlık durumunu anlatır.
Bu öykülerde kişisel ve sosyal düşünceler, duygu ve hayaller ön plana çıkar.
Bizdeki en güçlü temsilcileri : Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Tarık Buğra’dır


HÜSEYİH CAHİT YALÇIN(1874_1957)
*Hikaye ve romanlarında gözleme yer veren tasvir ve tahlillerde derinleşmeyen gerçekçi bir yazardır.

*Dili sade, anlatımı özenti ve süsten uzaktır.

*Eski edebiyata karşı batı edebiyatını savunur.

*Hikaye, roman , eleştiri yazarı ve gazeteci olarak bilinir.



Eserleri:Hikayeleri: Hayat-ı Muhayyel(1899), Hayat-ı Hakikiye Sahneleri(1909),Niçin Aldatırlarmış?(1922)

Romanları: Nadide(1890), Hayal İçinde(1901)

Anıları : Edebi Hatıralar, Malta Adasında, Meşrutiyet Hatıraları

Servet-i Fünun döneminde yazdığı eleştirilerini de “Kavgalarım” adlı eserinde toplamıştır.


HALİT ZİYA UŞAKLIGİL

Gerek sağlam roman tekniğinin öncülüğü, gerekse realizmin ilk olgun ürünler vermesi bakımından Türk edebiyatına roman ve hikaye alanında büyük katkısı olan sanatçıdır. Anlatımının söz oyunlarıyla yüklü, dilinin oldukça ağır olmasına rağmen yazar, ilginç tipler bulmakta, başarılı ruhsal çözümlemeler yapmakta ve nesnel kişi, çevre betimlemelerinde oldukça ustadır. Konularını İstanbul’un çeşitli kesimlerinden seçer, ancak sosyal sorunları ele almak gibi bir amacı yoktur. Gözleme çok önem verir. Romanlarının konularını genellikle aydı tabakanın hayatından alan Halit Ziya, hikayelerinin önemli bir kısmında halk tabakasının insanlarını, onların yaşayış, adet ve inançlarını anlatmıştır.



Eserleri:Romanları: Sefile(1885), Nemide(1891) ,Bir Ölünün Defteri(1891) , Ferdi ve Şürekâsı (1894),Maî ve Siyah(1896-97), Aşk-ı Memnû(1898-1900), Kırık Hayatlar(1924),

Hikayeleri : Bir Yazın Tarihi(1900), Solgun Demet(1901), Bir Şi’r-i Hayâl(1914), Sepette Bulunmuş(1920), Bir Hikaye-i Sevda(1922), Hepsinden Acı(1934),Aşka Dair(1935) ,Onu Beklerken(1935), İhtiyar Dost(1937), Kadın Pençesi(1939), İzmir Hikayeleri(1950)

Hatıra: Kırk Yıl(1936), Saray ve Ötesi

SERVET-İ FÜNÛN ROMANI İLE TANZİMAT ROMANI KARŞILAŞTIRMASI
Tanzimat Dönemi'nde yazarlar roman türünün ilk örneklerini vermiştir. Bu dönemde yazarlar, romanda belli bir gelişmeyi değil, Doğu ve Batı kültürünü birbirine katarak sosyal yararı gözetmiştir. Halka seslenebilmek için yazmış, bu yolda meddah ağzını kullanmış, öğreticiliği amaçlamıştır. Bu açıdan Tanzimat romanları teknik olarak kusurlu; ama bu türü yaygın hâle getirmesi açısından önemlidir. Yazarlar, romanlarında halkı göz önünde bulundurmuş, görüşleriyle kahramanları üzerinde etkili olmuş, romanlarının olay akışını sık sık keserek okura bilgiler vermiştir. Edebiyatımızda Batılı anlamda esas roman, Servet-i Fünûn'la başlar. Servet-i Fünûncular realist ve natüralist yazarları, psikolojik roman çığırını açan yazarları ve onların roman anlayışlarını örnek almışlardır. Toplumsal yarar içeren sosyal konular (cariyelik, görücü usulüyle evlilik, köle ticareti, yanlış Batılılaşma vs.) gitmiş, kişisel konular, özellikle aşk konusu romanlara hakim olmuştur.

Tanzimat romanlarında kişilerin psikolojik çatışmalarına çok az yer verildiğini, yazarların görüşlerinin roman kahramanları üzerinde etkili olduğunu, romanlarda gösterme tekniği yerine öykülemenin ağır bastığını önceki ünitemizde işlemiştik. Bu dönem roman yazarları daha çok, Doğu edebiyatının etkisindedir. Tanzimat Dönemi romanlarında ne canlı bir psikoloji ne karakter ne de gerçekçi yaşam sahneleri vardır. Bu nedenle yazarlar, tasvir ve tahlilde başarılı olamamışlardır.

Romanlarda ağırlıklı olarak kişilerin yaşamı ve salon hayatı işlenir. Kişilerin ruh çözümlemelerine, tabiat ve çevre betimlemelerine özen gösterilir. Roman kişileri, romantik yönleri olmakla birlikte genellikle modern yaşamın içinden, eğitimli, bazen hırslı, bazen isyankar, geleneğin kalıplarını kıran, ümitle bunalım arası gelgitler yaşayan gerçekçi kişilerdir. Bu kişiler karamsar tipler, çapkın ve macera peşinde olanlar, zengin ve Avrupalı tipler olarak sınıflandırılabilir.

Yazarlar kahramanlarını psikolojik gerçekliklere uygun olarak serbest bırakır, okuru, taraf tutmadan kahramanları anlama ve çözümlemeye yönlendirir. Bunun yanında yazarlar, romanlarda Batı tarzı hayatı ve kahramanları işlemişler, sosyal yaşamdan da kuvvetli tiplere ve sahnelere de yer vermişlerdir. Örneğin Halit Ziya'nın Mai ve Siyah romanındaki Ahmet Cemil, Aşk-ı Memnu'daki Firdevs Hanım, Nihal ve Bihter, o devir İstanbul'unda yaşamış toplumdan kişilerdir.

Tanzimat’ta sade dile yönelim vardır. Şinasi ile başlayan dilde sadeleşmeyi Ahmet Mithat, uygulamaya çalışır. Fakat özentisiz cümleler kurduğu için bunda başarılı olamaz. Sami Paşazâde Sezai dilde sadeleşmeyi savunmakla birlikte sanatlı söz söyleme alışkanlığından bütünüyle kurtulamaz. Bu konuda Nabizade Nazım daha başarılıdır. Servet-i Fünûn roman ve öykülerinde ise sade dil anlayışı bir kenara bırakılmış, son derece süslü ve sanatlı, Arapça ve Farsça sözcüklerle yüklü bir dil kullanılmıştır.
MEHMET RAUF( 1875-1931)
Servet-i Fünun romanında Halit Ziya’dan sonra gelen en önemli kişidir. Eserlerinde insan psikolojisini abartmadan, doğal akışı içinde incelemeye çalışır. Halit Ziya’nın etkisinden uzun müddet kurtulamayan sanatçı, eserlerinde Halit Ziya’ya göre sade; fakat zayıf bir Türkçe kullanmıştır. Genellikle aşk, kadın ve ihtiras maceralarını konu alan eserler yazmıştır. Hikaye, roman ve tiyatro türünde eserler veren Mehmet Rauf’un en başarılı eseri Eylül’dür. Edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman sayılan Eylül, dil örgüsü bakımından zayıf olmasına rağmen Servet-i Fünun Edebiyatı’nın sayılı eserlerinden biri kabul edilir.

Eserleri :

Roman : Eylül(1901), Ferda-i Garam(1913), Genç Kız Kalbi(1914), Karanfil ve Yasemin(1924), Böğürtlen(1926), Son Yıldız(1927), Define(1927), Kan Damlası(1928), Halas(1929)

Hikaye : Aşıkane(1909), İhtizar(1909),Son Emel(1913) Bir Aşkın Tarihi(1914), Hanımlar Arasında(1914), Menekşe(1915), Üç Hikaye(1919), Safo ve Karmen(1920), Pervaneler(1920), Mazide Bir Günah(1920), İlk Temas İlk Zevk(1922), Aşk Kadını(1923), Kadın İsterse(1923), Eski Aşk Geceleri(1927)

Tiyatro : Cidal, Pençe, Sansar, Yağmurdan Doluya

Mensur Şiir: Siyah İnciler


HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR(1861-1944)
Servet-i Fünun romanının gözde olduğu devirde Hüseyin Rahmi, Ahmet Mithat’ın popüler roman çığırını tek başına ve büyük bir kudretle devam ettiren tek şahsiyettir.

Hüseyin Rahmi, Türk romanındaki ilk izlerinde 1885’ten sonra rastlanan Fransız natüralizminin ilk büyük temsilcisidir. Romanlarındaki kahramanları daima karakterlerinin ve sosyal çevrelerinin birer ortak ürünü olarak ele alan, onların psikolojik kişiliklerini ırsiyete ve sosyolojik kişiliklerini de içinde yetiştikleri cemiyetin şatlarına göre değerlendiren romancı, bu yöntemi ile olduğu kadar, realiteyi hem iyi hem de kötü yönleriyle olduğu gibi vermek konusundaki titizliği ile de tam bir “NATÜRALİST” tir.

Onu natüralistlerden ayıran nokta, eserlerinde sosyal eleştiriye olabildiğince çok yer vermesidir. Halbuki natüralizmin sosyal eleştiriye yönelik hiçbir kaygısı yoktur.

Hüseyin Rahmi’deki sosyal eleştiri ise daha çok mizah yoluyla yapılır. Bunun için de genellikle anormal durumda olan karakterler ele alınır. Karakterlerdeki anormallikler ise huy (aptallık, cinsi sapıklık, şöhret düşkünlüğü), ahlak (menfaat düşkünlüğü, haksız kazanç peşinde koşma), kültürel (dini tutuculuk, batıl inançlara bağlılık, Batı taklitçiliği) yönleriyle gülünçtür.



Romanları: Şık(1888),Mürebbiye(1897), İffet(1898),Mutallaka(1898),Bir Muâhede-i Sevda(1899), Metres(1899), Tesadüf(1900), Nimetşinas(1901),Şıpsevdi(1911), Sevda Peşinde(1912), Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç(1912), Cadı(1912), Gulyabani(1912), Hakk’a Sığındık(1919), Hayattan Sahifeler(1919), Son Arzu(1922), Tebessüm-i Elem(1923), Efsuncu Baba(1924), Cehennemlik(1924), Ben Deli Miyim?(1925), Kokotlar Mektebi(1929), Utanmaz Adam(1934), Kesik Baş(1942), Gönül Bir Yeldeğirmenidir Sevda Öğütür(1943), Deli Filozof(1964), Namuslu Kokatlar(1973)

Hikayeleri: Kadınlar Vaizi(1920), Meyhanede Hanımlar(1924), Namusla Açlık Meselesi(1933), İki Hödüğün Seyahati(1933), Tünelden İlk Çıkış(1934), Gönül Ticareti(1939), Melek Sanmıştım Şeytanı(1943), Eti Senin Kemiği Benim(1963)
AHMET RASİM (1864-1932)
Anı, fıkra ve makale yazarlığıyla tanınmış bir gazetecidir. Şiir ve öykülerinde pek başarılı değildir. Eski İstanbul yaşamını ve insanlarını konuşma dili ve İstanbul ağzını ustalıkla kullanarak anı ve fıkralarında işlemiştir.

Eserleri : Gecelerim, Falaka(anı); Şehir Mektupları, Gülüp Ağladıklarım, Cidd ü Mizah, Eşkal-i Zaman(fıkra); Muharrir Bu Ya, Ramazan Sohbetleri(söyleşi).
AHMET HİKMET MÜFTÜOĞLU(1870-1927)
Servet-i Fünun devrinde, İkdam ve Servet-i Fünun dergilerinde yazdığı hikaye ve nesirlerini 1901 yılında Haristan ve Gülistan adlı eserlerde topladı. Bu iki eserinde Ahmed Hikmet Müftüoğlu, daha iyi tesir yapmak, gönülleri heyecanlandırmak için mübalağalı bir üslub kullandığını, ağır ve anlaşılması güç Servet-i Fünun dilini işlediğini ve hayal mahsulü konular anlattığını bizzat kendisi söyler. Kendisinin de ifade ettiği sebeplerden dolayı bu iki eseri fazla itibar kazanamamıştır.

İkinci Meşrutiyetten sonra, zamanın modasına uyarak o da Turancılık edebiyatı akımına uymuştur. Bu akıma bağlı olarak yazdığı yazıların büyük kısmını Çağlayanlar (1922) adlı eserinde toplamıştır. Bu eserinde yazar arı Türkçeciliğe yönelmiş, fakat bu defa da kelime uydurma ve Servet-i Fünundan kalma hayalcilikten kendini kurtaramamıştır.

Gönül Hanım adlı romanı Tasvir-i Efkar Gazetesinde tefrika edilmiş ve 1970'de kitap olarak bastırılmıştır. Ahmed Hikmet, yazılarında daha ziyade kelime bulmaya ve üsluba dikkat ettiği için, konulara dikkat etmemiş ve bu yüzden zamanındakilerin ayarında bir edebiyatçı olamamıştır.

İlk öykülerini ağır bir dille yazan sanatçı Milli Edebiyat’ın doğmasıyla o görüşte eserler ortaya koymaya başlamış, Türkçülük düşüncesini desteklemiştir.



Eserleri : Haristan ve Gülistan, Çağlayan(öykü); Gönül Hanım(roman)

FECR-İ ATİ DÖNEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ
1. 20 Mart 1909′da Hilal Matbaası’nda toplanan Faik Ali(Ozansoy), Şahabettin Süleyman, Yakup Kadri(Karaosmanoğlu), Refik Halit (Karay), Cemil Süleyman, Köprülüzade Mehmet Fuat(Köprülü), Tahsin Nahit, Emin Bülent (Serdaroğlu), Ali Canip(Yöntem) Ali Süha, Celal Sahir, Hamdullah Suphi, Fazıl Ahmet (Aykaç), Ahmet Samim, İbrahim Alaattin Gövsa, Emin Lâmi ve Müfit Ratib gibi isimler yeni bir hareket başlatmayı planlar. Ahmet Haşim de bu harekete katılır. Böylece Fecr-i Ati Encümen-i Edebisi Beyannamesi, 24 Şubat 1910′da yayımlanır. Fecr-i Ati edebiyatı, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanan bir bildiriyle başlar.
2. Edebiyatımızda ilk edebi bildiriyi (beyannameyi) yayımlayan topluluktur.
3. Edebiyatımızda ilk edebî topluluktur.
4. Servet-i Fünûn edebiyatına tepki olarak doğmuştur.
5. ‘Sanat şahsi ve muhteremdir.’ (Sanat kişisel ve saygıya değerdir) görüşüne bağlıdırlar.
6. ‘Edebiyat ciddi ve önemli bir iştir, bunun halka anlatılması lazımdır.’ görüşüne sahiptirler

-Batıdaki benzerleri gibi dil, edebiyat ve sanatın gelişmesine, ilerlemesine hizmet etmek; gençleri bir araya getirmek; seviyeli fikir münakaşalarıyla halkı aydınlatmak; değerli ve önemli yabancı eserleri Türkçeye kazandırmak; Batıdaki benzer topuluklarla temas kurmak, böylece Türk edebiyatını Batı edebiyatına yaklaştırmak, Batı edebiyatını Türk edebiyatına tanıtmak amacındadırlar.

-Servet-i Fünûn’a bir tepki olarak ortaya çıkmasına rağmen, şiir sahasında bu edebiyatın özelliklerini sürdürürler.

-Şiirlerinde işledikleri başlıca temalar tabiat ve aşktır.

-Tabiat tasvirleri gerçekten uzak ve subjektiftir.

-Dil bakımından Servet-i Fünûn’un devamıdır. Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalarla dolu, günlük dilden uzak ve kapalı bir şiir dili oluşturmuşlardır.

- Aruz veznini kullanarak serbest müstezat türünü daha da geliştirmişlerdir.

- Fecr-i Aticiler tiyatro ile yakından ilgilenmişlerdir.

-Şiirde özellikle Sembolizmin etkisi söz konusudur. Hikâyede Maupassant, tiyatroda ise Henrich Ibsen örnek alınır.

-Belli bir sanat anlayışında, belli değer ölçüleri etrafında birleşmeyi değil, ferdi hürriyeti ve bunun sonucu olarak da çeşitliliği savundukları için kısa sürede dağılmışlardır.

-Dağılmalarında özellikle Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in çıkardıkları Genç Kalemler dergisi etkilidir. Yani Milli Edebiyat hareketinin başlaması Fecr-i Ati’yi bitirir.

-Fecr-i Ati, Edebiyat-ı Cedide ile Milli Edebiyat arasında bir köprü görevi görür.

-Fecr-i Ati’nin en önemli temsilcisi Ahmet Haşim’dir.

-Fecr-i Ati Beyannamesine imza atanlar: Ahmet Haşim, Ahmet Samim, Emin Bülent (Serdaroğlu), Emin Lami, Tahsin Nahit, Celal Sahir (Erozan), Doktor Cemil Süleyman, Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Refik Halit (Karay), Şahabettin Süleyman, Abdülhak Hayri, İzzet Melih (Devrim), Ali Canip (Yöntem), Ali Süha (Delibaşı), Faik Ali (Ozansoy), Fazıl Ahmet (Aykaç), Mehmet Behçet (Yazar), Mehmet Rüştü, Mehmet Fuat (Köprülü), Müfit Ratib, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), İbrahim Alaattin.

- Milli Edebiyat’ın başlamasıyla Hamdullah Suphi, Ali Canib ve Celal Sahir’in bu harekete katılmalarıyla topluluk 1912’de dağılmıştır. Yalnızca Ahmet Haşim Fecr-i Ati edebiyatının temel ilkelerine bağlı kalmış ve Milli edebiyat hareketine katılmamıştır.

- Fecri Ati’nin görüşlerini, Yakup Kadri, Celal Sahir, Ahmet Haşim, Müfit Ratip, Mehmet Fuat ve Ali Canib Resimli Kitap adlı dergide; Mehmet Rauf, Hüseyin Suat ve Raif Necdet de eleştirilere Servet-i Fünûn’da cevap verdiler.

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ
* Osmanlıcılık fikrinin iflasından sonra artık Türkçülük akımı yükselen değer olmaya başlamıştır.
* 1911’da Selanik’te çıkarılmaya başlanan “Genç Kalemler” dergisi etrafında bir araya gelen Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem, Ziya Gökalp gibi aydınlar Milli Edebiyatın oluşumunu başlatmışlardır.
* Daha sonra İstanbul’da Türk Derneği, Türk Yurdu, Türk Ocağı dergileri yayınlanmıştır.
* Dil sade olmalıdır.
* Dildeki yabancı kelimeler atılmalı; ancak Türkçeye yerleşmiş kelimeler Türkçe gibi kullanılmaya devam edilmelidir.
* İstanbul Türkçesi esas kabul edilmelidir.
* Şiirde hece ölçüsü kullanılmalı.
* Edebiyat toplumun hizmetinde olmalı.
* Milletin dertleri, sevinçleri esas alınmalı.
* Roman ve hikâye teknik açıdan kuvvetlenmiştir.
MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNİN DİL ANLAYIŞI
1911 yılında Selanik’te çıkan “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” adlı makalesinin yayımlanmasıyla başlar. Milli Edebiyat hareketi öncelikle bir dil hareketidir. Sade Türkçe’nin bir dava olarak ele alınması ilk kez bu dergide ortaya konulmuştur. “Milli Edebiyat” terimi de ilk defa bu dergide kullanılmıştır.

"Genç Kalemler" dergisi yazarları, milli bir edebiyatın, dilin millîleştirilmesiyle yaratılacağına inanmışlardı.



Edebiyat-ı Cedide'cileri (Servet-i Fünûn) ve Fecr-i Âti'cileri, Arapça ve Farsça’nın etkisi altında kalan bir dili (Osmanlıca) kullandıkları gerekçesiyle suçladılar, "Yeni lisan" adını verdikleri davalarını gerçekleştirmeğe çalıştılar. Bu konudaki başlıca amaçları şunlardı:

1) Yabancı dilbilgisi kuralları, Arapça, Farsça isim ve sıfat tamlamaları bırakılmalıdır.

2) Yabancı sözcükler, kendi dillerinde dilbilgisi bakımından hangi türden olursa olsun, Türkçe’de ne olarak kullanılıyorsa, dilbilgisi yönünden o türden sayılmalıdır.

3) Arapça ve Farsça’dan gelen sözcüklerden, konuşma diline kadar girip yaygınlaşmış olanlar Türkçeleşmiş sayılmalı ve kullanılmalıdır.

4) İstanbul Türkçesi günlük konuşma dili olarak esas alınmalıdır.

5) Bilim dilinde kullanılan Arapça ve Farsça terimlerin kullanılmasına devam edilmesi;

6) Türkiye Türkçesine diğer Türk lehçelerinden sözcük alınmamalıdır.
 MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ ŞİİRİ
* Sade bir dil kullanılmıştır.

* Hece vezni kullanılmıştır.

* Halk şiirinden yararlanılmıştır.

* Halkın ve ülkenin sorunları işlenmiştir.

* Öğretici niteliği ağır basan şiirler yazılmıştır.

* Milliyetçilik ve Türkçülük fikrini işleyen, millî coşkuyu artırı­cı nitelikte şiirler yazılmıştır.

* Şiirlerde yalnız dörtlük değil, değişik dize kümeleri kullanıl­mış, Batı edebiyatı kaynaklı nazım şekillerinden yararlanıl­mıştır.
HALİDE EDİP ADIVAR (1884-1964):
Daha çok İngiliz edebiyatındaki romanlardan etkilenen sanatçının eserlerini üç grupta inceleyebiliriz. Kadın psikolojisine eğildi romanları (Seviye Talip, Raik’in Annesi, Handan), Kurtuluş Savaşı’nı anlattığı romanları (Vurun Kahpeye, Ateşten Gömlek), toplumsal konuları ele aldığı töre romanları (Sinekli Bakkal, Tatarcık, Sonsuz Panayır....) Dilbilgisi kurallarına ve anlatıma pek özen göstermeyen sanatçının diğer önemli eserleri şunlardır:

Eserleri: Romanları: Sinekli Bakkal(1935), Ateşten Gömlek(1922), Vurun Kahpeye(1923-1926), Yeni Turan, Kalp Ağrısı(1924), Seviye Talip (1910), Handan(1912), Zeyno’nun Oğlu(1928), Tatarcık(1939), Sonsuz Panayır(1946), Döner Ayna(1954)

Hatıra: Türk’ün Ateşle İmtihanı(1962-Turkish Ordeal), Mor Salkımlı Ev(1963)

Hikayeleri: Harap Mabetler, Dağa Çıkan Kurt(1922), Kubbede Kalan Hoş Sada(1974)

Ayrıca sanatçının birçok araştırma yazısı ve çevirisi vardır.



Tiyatroları: Kenan Çobanları(1916), Maske ve Ruh (1936)
ÖMER SEYFETTİN (1884-1920):
Milli Edebiyat hareketinin önderlerinden olan sanatçı daha çok hikayeleriyle tanınmıştır. “Yeni Lisan” makalesinde ortaya koyduğu görüşlerini, hikayelerinde uygulamaya çalışmış ve başarılı olmuştur. Dilimizin sadeleşmesinde önemli yeri olan Ömer Seyfettin, anılarından, tarihteki kahramanlıklardan ve günlük yaşayışlardan yararlanarak, gücünü çekici anlatımından, olaylardan alan, çoğunlukla beklenmedik sonuçlarla biten hikayeleriyle edebiyatımızda önemli bir yer tutar.

Hikayeleri: İlk Düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Yalnız Efe, Pembe İncili Kaftan, Forsa, Başını Vermeyen Şehit, Bomba, Gizli Mabet, Asilzadeler, Bahar ve Kelebekler, Beyaz Lale, Efruz Bey....adı verilen kitaplarda toplanmıştır.
ZİYA GÖKALP (1876-1924):
Şiiri, düşüncelerini halka yaymak için bir araç olarak kabul eden sanatçı, bu türde sanatsal yönden güçlü ürünler vermemiştir. Daha çok Türkçülük düşüncesini sistemleştiren bir düşünür ve sosyolog olarak tanınmıştır. Önceleri, bütün dünya Türklerini bir bayrak altında toplamayı amaçlayan “Turancılık ”görüşüne bağlıyken, sonraları “Türkiye Türkçülüğü” düşüncesine yönelir. Günlük konuşma diliyle yazı dilinin birleştirilmesi gerektiğine inanan sanatçı eserlerinde bunu başarıyla uygular. Şiirlerinde hece ölçüsünü kullanan Ziya Gökalp (Turan adlı şiiri hariç), konu olarak daha çok eski Türk tarihine, İslamiyet öncesi dönemlere yönelir. Ayrıca yurt, millet, ahlak, din ve uygarlık gibi konuları da eğitici bir yaklaşımla ele alır.

Eserleri: Şiir: Kızıl Elma, Altın Işık, Yeni Hayat

Nesir: “Türkçülüğün Esasları”, “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”; “Türk Medeniyeti Tarihi”, “Malta Mektupları”.
MEHMET AKİF ERSOY (1873-1936):
“Ümmetçi” bir şair olarak tanınan Mehmet Akif aynı zamanda “halkçı” ve “milliyetçi” kişiliğiyle tamamen toplumcu bir şair olarak çıkar karşımıza. Türk şiirine gerçek realizmin Akif ile girmiş olduğundan şüphe edilemez. Onun kuvvetli gözlemciliğine büyük bir tasvir ve hikaye etme kabiliyetini ve konuşma dilinin bitin canlılığını taşıyan bir üslubu da eklemek gerekir. Ancak Akif’in dili bir bütün değildir. Tasvirlerinin dışında kalan birçok şiirinde dil, konuşma dilinden ayrılır, Osmanlıcanın sınırları içine girer.

Ölçü olarak sadece “aruz”u kullanan şair hece ölçüsünü hiç kullanmadı. Nazım şekilleri konusunda ise Divan nazmının şekillerini tercih eder ve bunlar arasında en çok mesnevi şeklini kullanır. Çoğu zaman nazmı, nesre yaklaştıran şair, Türkçeyi aruza ustalıkla uydurmuştur.

Mehmet Akif’in ilk kitabı “Safahat”tır. Daha sonra yazdığı “Süleymaniye Kürsüsünde” “Hakk’ın Sesleri”, “Fatih Kürsüsünde”, “Hatıralar”, “Âsım”, “Gölgeler” bir araya getirilerek “Safahat” adı ile yayımlanmıştır.
MEHMET EMİN YURDAKUL (1869-1944):
Servet-i Fünun şiirinde yalnız nazım şekillerini ve halk şiirinden de yalnız ölçüyü (hece) alan ve dili Türkçeleştirmek iddiasıyla yapay bir dil yaratan Mehmet Emin, Türk edebiyatında “Milliyetçilik” akımının ilk temsilcisi sayılır. Şiirlerinin tamamında sosyal sorunlara eğilen şairde, bu nedenle didaktizm lirizme ağır basar.Hece sayısı bakımından uzun olan ölçüleri kullanan şair, söyleyişte nesre yaklaşmıştır.

Servet-i Fünun, Çocuk Bahçesi, Türk Yurdu dergilerinde yayımlanan şiirleri, “Türkçe Şiirler”, “Türk Sesi”, “Ey Türk Uyan” gibi kitaplarda toplanmıştır.



Eserleri: Türkçe Şiirler, Türk Sazı(1914), Ey Türk Uyan(1915), Tan Sesleri(1915), Ordunun Destanı(1915), Zafer Yolunda(1918), Turana Doğru(1918), İsyan ve Dua(1918), Mustafa Kemal(nazım-nesir karışık),
Yüklə 271,69 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin