Bazı Sufiler keramet manevi yolculuklarında engel olarak görürler
Ek:
Kerameti herkes yapabilir, keramet gaye değildir
Kerametin çeşitleri:
OLAĞANÜSTÜ HALLER:
Rüya:
Uyku halinde zihinde beliren olaylar
Seyri sülükte bilgi yollarından biri olarak görülür sufilerce
Kur’an’dan buna deliller getiriler: Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i rüyasında kurban ettiğini görmesi, Hz. Yusuf’un rüya tabir etmesi; Hz. Peygamber’in “Müminin rüyası, nübüvvetin kırk altı cüzünden biridir” – bunlardan yola çıkarak rüyanın bilgi kaynağı olabileceğine hükmetmiştir Sufiler
Kuşeyri Risalesi, et Taaruf ve İhya ‘da rüya ile özel bölümler vardır
Rüya ölümün kardeşidir, ölümle malum olacak şeyler rüya ile de malum olabilir…
Rüya üç türlüdür:
İbn Haldun: “Rüya uykuda iken nefsin zahiri duygulardan olduğu idi, bâtıni kuvvetlerle çekişmekten ve meşgul olmaktan sıyrılarak, bir anda kendisinin ruhanî olan zatını, manevî bir idrakle anlaması ve gaybdan kendisinin zatına akseden bilgilere vukuf kesp etmesidir.”
Gaybı idrak uykuda mümkündür İbn Haldun’a göre
İbn Arabi ve İ. Hakkı gibilerine göre rüya bilgi kaynağıdır. Şu hadisi delil olarak getiriler: “beni rüyada göre gerçekten görmüş sayılır. Çünkü şeytan benim suretime bürünemez”
Tarikatlarda salikin manevî yükselişi gördüğü rüyalarca takip edilir!
Nakşibendiler ve Melamiler rüyaya pek itibar etmezler: “Rüyayı bırak, rü’yete bak” derler
Ricalu’l gayb:
Gayb erenleri- bilinmeyen Hakk dostları = Allah dostluğunun gizliliğine işaret eder
Abdâl, kutub, gavs, evtâd gibi isimler alırlar
Abdâl:
Bedel kelimesinin çoğuludur. Büyük Peygamberlerin yerine, onlardan bedel anlamındadır
Allah’ın yeryüzünü kendilerine mazhar kıldığı kimseler
H. Peygamber’in günümüze ulaşan 2 silsilesi vardır:
Hz. Ebu Bekir
Hz. Ali
Vasıtasıyla Hz. Peygamber’e ulaşır
Silsile Allah’tan Peygamber’e gelene “feyz-i ilahî” denildiğinden bu tür feyze “feyz-i isnadı”/”füyûzat-ı silsile-i celîle” denir
Silsile manevi bir nesep sayılır
Ayetlerde Peygamber’in eşlerine “müminlerin anneleri” ve Müslümanlar için “müminler kardeştir” denir ve hadiste Hz. Peygamber “ben size babanız makamındayım” buyurması bu silsilenin bir nesep olduğunu ortaya koyar. İslam ümmeti büyük bir ailedir
ŞEYH BABA; MÜRTLER EVLAT, SOY KÜTÜĞÜ HZ: PEYGAMBER’E ULAŞAN SİLSİLE
İcazet:
Nâ ehil insanların şeyhlik iddiasında bulunmaması için icazet önemlidir
İcazet: “Şeyhlerin mürit yetiştirmek üzere ehliyetini ispatlamış ve seyr u sülükünü tamamlamış olan mensuplarına verdikleri yazılı veya şifahî izindir”
Yazılı halde verilirse buna “icazetname” denir
Şeyhten icazet alan salik tekke kurma yetkisi elde eder. Hilafet icazetnameleri 2 türlüdür:
Şeyhin hayatıyla sınırlı olan HİLAFET-İ NAKISA- şeyhin vefatıyla sona erer
HİLAFET-İ TAAMME- şeyhin vefatından sonra onun yerine geçme imkânı sağlar
İSTİMDÂD, TEVESSÜL VE TEVECCÜH
İstimdat:
Meded dilemek, yardım istemek
Allah’tan başkasından doğrudan yardım dilemek olmaz. Ancak Allah’tan istenilir
Tasavvufta bu doğrudan Hz. Peygamber ve şeyhten isteme anlamında değil, onların ind-i ilahîdeki itibar ve derecelerinden yararlanmak için bir tevessüldür
“Meded ya şeyh” – manevi sevginin ifadesidir
İnsan beşeri olması gereği sığınma duygusu taşır (çocuk anne-babaya, mürit şeyhe sığınmak ister)
Salik insan-ı kâmil olarak gördüğü şeyhinden yardım dilemesi (istimdad ve iane) aslında talebini Allah’a arz etmektir. Zira vahdet-i Vücut gereği bütün fiiller Allah’ındır.
Ölülerden de yardım istenilebileceğine inanır bazı sufiler. Kemalpaşazade Şerh-i hadis-i Erbaa’sında şöyle söyler: ”İşlerinizde şaşkınlığa düşünce ehl-i kuburdan yardım isteyiniz (istiane)”
Ölüm rabıtası- tefekkür-i mevt yapılır. Şu hadis delil getirilir: “Dünya lezzetlerini unutturan ölümü çokça düşünün”
Tevessül:
Birşeyi veya bir şahsı Allah için aracı veya vasıta kılmak- şefaatçi ve vesile edinmek
Hz. Ömer Peygamberimizin amcası Hz. Abbas ile tevessül eder: “Ya Rabbi kuraklık içinde kalınca peygamberimiz ile sana tevessül ederdik. Bize yağmur verirdin, şimdi de O’nun amcası ile tevessül ediyoruz. Bizi suya kavuştur” demiştir
Gözleri kapanan biri Hz. Peygamber’e gelir ve açılmasını ister. Hz. Peygamber’in cevabi: “Abdest al, 2 rekât namaz kıl ve şöyle de: Allah’ım Peygamberin Muhammed ile sana tevessül ediyorum…” Hz. Peygamber şunu ilave etti: “Bir ihtiyacın olduğundan hep aynısını yap”
Tevessül ya ibadet ya da Hz. Peygamber, Veli vs. ile olur
Tevessül veya vesile anlayışında ibadet ve taatın çokluğu Cennete girme sebebi değildir, bu ancak Allah’ın elindedir
Nakşilikte una “rabıta-ı muhabbet” denir- mürid mürşidinin ruhaniyetine muhabbet yoluyla teveccüh eder
Sevgi ve muhabbet sonucunda kalbî beraberlik meydana gelir- ŞAHSİYET TRANSFERİ MEYDANA GELİR- AYNİLEŞME doğurur
Ayrıca Nakşilikte “teveccüh-i kalbî” vardır= Saik’in lafzail celal zikri sırasında bunun anlamını düşünür ve melekût âlemi ona tecelli eder – HAFİ ZİKRİLE VUSLAT VE FENA BÖYLE OLUR
RABITA:
Tasavvufi bir problem haline getirilen bir konu
Rabıta bağ ve alaka demektir
Rabıta “kültürler arası ortak bir özelliktir”. Rabıta ideal kahramanlarla bütünleşme ve aynîleşme yoludur.
“Her yiğidin gönlünde bir aslan yatar”
“ÜZÜM ÜZÜME BAKA BAKA KARARI”
“Körle yatan şaşı kalkar”
Rabıtanın amacı RABITA-I HUZUR- yani salik’in huzura kavuşması- daima huzuru ilahide bulunduğu duygusunu vermektir. Bunun için kul yoğunlaşması lazım
Salik bunu önce insan-ı kâmile sonra resulullahta sonra da Allah’ta yapacak
Rabıta başkalarına benzeme ve taklid arzusunun tezahürü olmadır (çocuklar anne babayı taklit eder mesela)
Aynileşme önemlidir. Benzeme zamanla gelip geçer, ancak aslolan aynileşme. Aynileşmede önce benimseme ve zamanla itiyad haline getirme söz konusudur
Sevenle sevilen bir olması lazım. Rabıta bu bağlantıyı sağlar!
Rabıta, sevgi ve ilgi ü derecede incelenmiştir:
Tabiî rabıta:
Kişinin evladı ve yakınlarına duyduğu tabii sevgi
Bayağı rabıta:
Dinen emredilmeyen, hoş karşılanmayan dünyevî sevgi
Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun
Buradaki beraberlik mutlak ve daimi beraberlik. Beraberlik 2 türlü olur: Hakiki beraberlik (aynı mecliste) ve Hükmî beraberlik ( suret ve siretlerini gıyabî olarak tahayyül etmek)
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
“Andolsun, kadın ona (göz koyup) istek duymuştu. Eğer Rabbinin delilini görmemiş olsaydı, Yusuf da ona istek duyacaktı. Biz, ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı”
Zemahşeri: “Burhandan kasıt, Yakup’un suretini bir anda gözünün önünde canlanıp hayretle parmağı ağzında ona “Aman kendine sahip ol, ondan yüz çevir” diye hitap etmesidir.
Yusuf’un Yakup’un hayalini görmesi gibi mürit mürşidini görür
Sonuç:
RABITA Allah ile kul arasına üçüncü bir şahsı sokarak (şeyh) irtibata geçmesidir
1 Tasavvufî eğitimin (seyr u sülûk) nihâî hedefi ve gâyesi insân-ı kâmil yani olgun ve ahlâklı bir insan yetiştirmektir. İnsân-ı kâmilin zıddı insân-ı nâkıs yani eksik, ham, ahlâkî kusurları ve zaafları bulunan insan demektir. Dört yaşındaki bir çocuk, kardeşine ayakkabı alındığı zaman onu kıskanmakta veya oyuncaklarını diğer çocuklarla paylaşma konusunda cimrilik gösterebilmektedir. Bu küçük çocuğa kıskançlık ve cimrilik gibi duyguları kim öğretmiştir? İnsanın boş bir yazı tahtası gibi dünyaya geldiği söylenmekteyse de, o tahtada iyi ve kötü huy tohumlarının gizli olduğu anlaşılmaktadır. Tasavvufî eğitimin gâyesi, bu kötü huyları (ahlâk-ı zemîme) kalpten çıkarmak ve güzel ahlâk tohumlarını sulayıp onların yeşermesini sağlamaktır.
Tasavvufî eğitimin gâyelerinden biri de insanların bilinçaltındaki eksik ve yanlış algılama problemlerini düzeltmektir. Çünkü ârızalı bir fabrikadan düzgün ürünler çıkamayacağı gibi, ârızalı bir zihin ve ruh yapısına sâhip insanlardan da doğru bir İslâm ve hayat yorumu çıkamayacaktır. Çoğu insanın farkında olmadan içinde taşıdığı bu ârızalardan bazıları şunlardır: Allah’ı unutmak, nefsinin arzularını Allah’tan daha çok sevmek (hevâsını ilâh edinmek), Allah’ın uzakta (öteki âlemde) olduğunu zannedip her zaman kendini gördüğü bilincine varamamak, Allah’ı sevme konusunda yetersiz kalmak. Sûfîler insanoğlunun bu rûhî problemlerini gidermek gâyesiyle kendi tasavvufî tecrübelerinden de istifadeyle içtihatlar yaparak bazı eğitim usulleri geliştirmişlerdir. Bu usuller içinde en yaygın olanı zikirdir. Bazı âlimlere göre “insan” kelimesi “nisyân” yani unutmak kelimesinden türemiştir. İnsanoğlu dünyevî meşgalelere dalıp Allah’ı ve âhireti unutmaya meyyâldir. Bu hastalığın ilacı ise “hatırlamak” anlamına gelen zikirdir
2 İşitmek. Gazali “semâ eğer behimî arzular uyandırırsa yasak, bedihi duyguları tahrik etmiyorsa caizdir” demiştir. Bazen Ney gibi müzik aletleri de kullanılmıştır. Mevlana: “Sema âşıkların gıdasıdır”
3 Hâce= efendi, hoca
4 Babası nakışçı olduğu için kendisi babasının mesleğini genç yaşta üstlendiğinden ona NAKŞİBEND, yani nakkaşcı denmiştir. Başka bir rivayete göre müritlerinin kalbine Allah’ı nakş ettiği için NAKŞİBEND denmiştir
5 Yeseviler zikirde HAY ve Hu derler. Bu hızlı söylendiğinde testere sesi çıkarır
6 Müridin riyazeti için gereken hususlar:
Şeyhini kendinden üstün görmelidir (usta çırak ilişkisi gibi Mürit şeyhinden bir şey öğrenme arzusu ile dolu olmalıdır yoksa verim alamaz)
Bütün malını ve mülkünü şeyhinin emrine vermelidir
Canını bile vermeye razı gelmelidir
7 Riyazatı sırasında dama (sütüh) çıkıp gözleri kor gibi kızarıncaya kadar güneşe bakması sebebiyle verilmiştir bu isim
8 Enellah ile Enel Hak arasında fark var. Hakk Allah’In zatına değil tecellilerine verilen isimdir
9 فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ Hicr 29 ve sad 72: ““Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin.”