Sahabe Tefsirinin Değeri
Kur’an ayetlerinin tefsirine dair sahabeden nakledilen mevzular iki kısımdır:
1. Onlar vasıtasıyla Allah Rasülü’nden (s.a.a) nakledilmiş ve hadis ilminde merfu rivayet denilen mevzular.651 Biz bunlara sahabenin tefsir rivayetleri adını veriyoruz.
2. Kendilerinden nakledilmiş ve hadis ilminde mevkuf rivayet denilen mevzular.652 Biz bunları sahabenin tefsir görüşleri olarak isimlendiriyoruz.653
Zikredilen iki kısmın değerine dair müfessirler ve kanaat önderlerinin görüş ve beklentisi farklıdır. Birinci kısım konusunda Ehl-i Sünnet’in cumhuru, her bir sahabeden sahih tarikle nakledilmiş rivayetleri muteber sayar, sahabenin adalet ve güvenilirliğini araştırıp incelemeyi gerekli görmez. Çünkü onların tamamının adil olduğuna inanır.654 Şia ise bu görüşü kabul etmez ve sahabenin de diğer Müslümanlar gibi adil ve mevsuk ya da fasık ve güvenilmez olabileceğine inanır.655 Buna göre nakil tarikinin sıhhatine ilave olarak, adalet veya güvenilirliği de muteber delil ve şahitle sabit olmuş sahabenin rivayetlerini itimat edilir görür. Fıskı aşikar veya güvenilirliği belli olmayan sahabenin rivayetlerini -sahih yolla rivayet edilmiş olsa bile- itimat edilir bulmaz; isterse o rivayetlerin Allah Rasülü’nden (s.a.a) sadır olduğuna dair karinelere bakıldığında yakin veya güven hasıl olsun.
İkinci kısma gelince; Zerkeşi, Burhan’da ve Suyuti İtkan’da sahabenin tefsir alanındaki sözünü tefsirin ana (asli) kaynaklarından biri saymıştır. Bu nedenle sahabenin tefsiri onların (Ehl-i Sünnet) nezdinde Peygamber’e (s.a.a) (ait) merfu rivayet mesabesindedir. Nitekim Hakim kendi tefsirinde bu noktayı anlatmıştır.656 Zerkeşi ve Suyuti, Hanbelilerden Ebu’l-Hattab isimli birinin sözünü naklettikten sonra (sahabe sözünün hüccet olmadığını söylediğimizde [tefsirde de] onların sözüne başvurulmayacağı sonucu çıkarılmaktadır) şöyle demişlerdir: “Birinci görüş (sahabe sözünün kaynak ve başvuru mercii olması) doğrudur. Çünkü o, rey değil, rivayet babındandır.”657
Sonra Suyuti, İbn Salah ve müteahhir âlimlerden başkalarının Hakim’in sözü üzerinde tartıştıklarını eklemiştir. Onun söylediği (yani sahabi tefsirinin merfu mesabesinde olması) reyin müdahale edemeyeceği nüzul sebebi ve benzeri konulara mahsustur. Nitekim bizzat Hakim de Ulumu’l-Hadis’te sahabe tefsirinin mevkuflar cümlesinden olduğunu açıkça belirtmiştir. Bir kimse sahabe tefsirinin müsned (yani Allah Rasülü’nden -sallallahu aleyhi ve alihi- nakledilmiş rivayet seviyesinde) olduğunu söylerse, nüzul sebebinin bulunduğu tefsir konusunda söylemiş olur.658
İbn Kesir, tefsirinin mukaddimesinde tefsirin en iyi tariklerini açıklarken şöyle demiştir: “Kur’an’da ve sünnette [ayete ilişkin] tefsir bulamadığımızda o konuda sahabenin görüşüne başvururuz. Çünkü onlar [iki bakımdan] Kur’an hakkında daha bilgilidirler: [Biri] ona has karine ve delilleri müşahede etmiş olmaları nedeniyledir. [İkincisi] onlar, özellikle de âlimleri ve büyükleri tam anlayış, sahih ilim ve salih amele sahiptiler.“659
Zehebi de Suyuti’nin Tedribu’r-Ravi’sinden ve Hakim’in Marifetu Ulumi’l-Hadis’inden bazı konuları naklettikten sonra aşağıdaki sonuçları çıkarmış ve kabul etmiştir:
1. Sahabi tefsiri, nüzul sebebiyle ilgili hallerde ve reyin sözkonusu olamayacağı her durumda merfu hükmünü alır. Reyin müdahalesinin olabileceği hallerde sahabi onu Allah Rasülü’ne (s.a.a) nispet etmiyorsa mevkuftur.
2. Merfu kabilinden bir tefsirin reddedilmesinin caiz olmadığında ittifak vardır. Hatta müfessir ona istinat eder ve hiçbir şekilde ondan başkasına dönüp bakamaz.
3. Âlimlerin, mevkuf olduğuna hükmedilmiş tefsire dair görüşleri muhteliftir.
a) Bir kesim demiştir ki, sahabede mevkuf olan tefsire istinat etmek zaruri değildir. Çünkü onu Allah Rasülü’ne (s.a.a) nispet etmediğine göre içtihat yaptığı anlaşılmaktadır. Müçtehid ise hata da, isabet de edebilir ve sahabi içtihadında diğer müçtehitler gibidir.
b) Bir grup da demiştir ki, ona başvurmalı ve istinat etmelidir. Çünkü [birincisi] onu Allah Rasülü’nden (s.a.a) işittikleri düşünülmektedir. [İkincisi] Kur’an’ı kendi reyleriyle tefsir etmişlerse [bile] onların reyi daha doğrudur. Zira onlar [bazı bakımlardan] Allah’ın kitabına daha vakıftırlar: Birincisi, (Kur’an açısından) lisan ehliydiler. İkincisi, [Peygamber’le -sallallahu aleyhi ve alihi-] sohbetin bereketinden ve nübüvvet ahlakıyla ahlaklanmaktan nasiplenmişlerdir. Üçüncüsü, ona özgü olan karine ve halleri müşahede etmişlerdir. Dördüncüsü, onlarda, hususen de âlimleri ve büyüklerinde tam (kâmil) bir anlayış ve sahih ilim vardır. Zehebi, Zerkeşi ve İbn Kesir’in sözünü naklettikten sonra bu son görüşe olan eğilimini belirtmiştir.660
Şii âlimlerden Şehid-i Sani661 Diraye’de “mevkuf” başlığını zayıf hadisin vasıflarından biri saydıktan sonra Kur’an ayetleriyle ilgili olarak sahabe tefsirini mevkuf kabul etmiş ve buradan iki tür sonuç çıkarmıştır: Biri, asılla amel babındandır (yani asıl olan şudur ki, sahabe tefsiri açıkladığı ve Allah Rasülü’ne -sallallahu aleyhi ve alihi- nispet etmediğinde o kendisine aittir). Diğeri ise kendiliğinden tefsirin metoduna aşina olan kimse için tefsirin caiz olması nedeniyledir.662
Mamekani663 Mikbasu’l-Hidaye’de sahabenin tefsirinin değeri meselesindeki ihtilafı hatırlatmış ve bu konudaki üç görüşe yer vermiştir: Birinci görüş Şehid’in kavlidir ve ona tenkit yöneltilmemiştir. İkinci görüş, sahabenin tefsirinin merfu rivayet kabilinden sayılmasıdır. Çünkü onun tefsirinin vahyi ve tenzili müşahedeye dayandığı ortadadır. Öyleyse sahabe tefsiri Peygamber’den (s.a.a) rivayettir. Bu görüşün zayıflığının aşikar olduğu söylenmiştir. Zira bu tefsir Peygamber’den (s.a.a) rivayet cümlesindendir. Üçüncü görüş, nüzul sebebiyle ilgili tefsir ile diğerlerini biririnden ayırmaktır. Şöyle ki: Nüzul sebebiyle ilgili tefsir, Cabir’in “Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır, nasıl dilerseniz...”664 ayetinin nüzul sebebi konusundaki sözü665 gibi merfu rivayetlerdendir. Bunun dışında Peygamber’e (s.a.a) nispet edilecek bir şey içermeyen tefsirler, mevkuf rivayetlerdendir.666
Tahkik
Sahabenin tefsir rivayetleri -yani sahabe vasıtasıyla Allah Rasülü’nden -sallallahu aleyhi ve alihi- nakledilmiş konular- hakkında doğru olan Şia’nın görüşüdür ve tefsirin buna istinadı iki şarta bağlıdır:
1. Sahabeden nakledilmiş rivayetin, ravi ve haber bakımından güvenilirliği bulunmalıdır. Yani ya raviler yoluyla mevsuk nakledilmiş olmalı ya da rivayetin gelişine itminan oluşturacak karine ve delilleri bulunmalıdır.
2. Kendisi aracılığıyla Allah Rasülü’nden (s.a.a) rivayet nakledilmiş sahabenin adaleti veya en azından güvenilirliği de sabit olmalıdır. Ama birinci şart, Şia ve Ehl-i Sünnet’in ittifak etmiş olmasına ilaveten, bunun muteber delili, ulemanın davranış tarzıdır. Çünkü ulema, haber ve ravinin güvenilirliğine sahip olmayan bir habere itimat etmemekte ve şeriat koyucu da bu tarzı reddetmemiştir. Hatta bilakis, onu onaylamış ve teyit etmiştir. İkinci şartta da, ilettiği habere itimatta sahabenin adalet veya güvenilirliğine itibar konusunda ihtilaf yoktur. Yine bunun delili de ulemanın tarzıdır. İhtilaf, Ehl-i Sünnet’in cumhurunun, Allah Rasülü’nün (s.a.a) tüm sahabesinin adil olduğunu, onların adaletini araştırıp incelemenin gerekmediğini söylemesi, buna karşılık Şia’nın buna muhalefet etmesindedir. Şia şöyle der: Sahabenin tamamının adil olduğuna dair açık bir delil bulunmaması bir yana,667 aksine sahabe arasında da münafık ve fasık kişiler mevcut bulunduğu konusunda aşikâr deliller vardır.
Örnek olarak, Ehl-i Sünnet ve Şia’dan müfessirler, “Ey iman edenler, size bir fasık haber getirirse bilmeden bir kavme kötülükte bulunmamak ve sonra da pişman olmamak için onu iyice araştırın”668 ayetinin, Allah Rasülü’nün (s.a.a) sahabesinden Velid b. Ukbe hakkında indiğini kabul etmişlerdir. Ulemanın çoğunluğu, bu ayeti izah ederken, onun Peygamber tarafından Ben-i Mustalik’ten zekat toplamak için görevlendirildiğini, döndüğünde onları zekat vermeyi reddetmekle suçlayıp onlarla savaşa niyet edildiğini ve bunun üzerine bu ayetin nazil olduğunu söylemiştir.669
İbn Abdilberr, İstiab isimli kitabında şöyle demiştir: Bildiğim kadarıyla ilim ehli arasında “size bir fasık haber getirirse” ayetinin Velid b. Ukbe hakkında nazil olduğu hususunda Kur’an’ın tevilinde ihtilaf yoktur.670
Yine Şia ve Ehl-i Sünnet müfessirler “Öyleyse iman eden kimse, fasık gibi olur mu? Bunlar eşit değildir.”671 ayetinin Hz. Ali (a.s) ve Velid b. Ukbe hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.672
Zehebi, Siyeru A’lami’n-Nubela’da, senedini kuvvetli gördüğü bir hadiste İbn Abbas’tan şöyle nakletmiştir:
Velid b. Ukbe (iftihar ederek) Ali’ye (a.s) şöyle dedi: “Benim seninkinden daha keskin kılıcım, daha fasih dilim var.” Ali (a.s) ona cevap vererek şöyle buyurdu: “Kes sesini! Sen fasıktan başka bir şey değilsin.” Sonra “Öyleyse iman eden kimse, fasık gibi olur mu? Bunlar eşit değildir.” ayetini nazil oldu.673
“Hiç kuşku yok o büyük iftirayı ortaya atanlar sizden bir güruhtur. Bunu kendiniz için kötü sanmayın. Bilakis o sizin için hayırdır. Onların her birinin işlediği günahtan kazandığı kendisinindir. Onun büyük kısmını üstlenmiş olanlar için büyük bir azap vardır. (...) Neden onun için dört şahit getirmediniz? Şahit getiremediklerine göre onlar Allah katında yalancılardır.”674 ayeti de Peygamber’in etrafında bulunan ve onun sahabesi sayılan Müslümanlardan bir grubun iftira olayı nedeniyle günahkar olduğuna, Allah’ın onları yalancı olarak tanıttığına ve iftiranın büyük kısmını üstlenmiş olan şahıs için de Allah katında büyük bir azap bulunduğuna açıkça delalet etmektedir. Bu kişilerin, Peygamber sahabesi sayılmalarına rağmen bu günahı işledikleri için fasık olduklarında tereddüt yoktur.
İbn Esir, Üsdü’l-Ğabe’de şöyle demiştir: “Mistah, Bedir savaşında bulunmuştu. [Ama aynı zamanda] Aişe’ye iftira olayına karışan kişilerdendi. Peygamber (s.a.a) bu konuda kırbaç vurduttuğu kimseler arasında onu da kırbaçlatmıştı.”675
Kur’an-ı Kerim’de, Peygamber’in (s.a.a) etrafında olup da iman zaafı ve fısk içinde bulunanları ya da Hazret’in rıhletinden hemen sonra irtidat edip dinden dönenleri anlatan başka ayetler de vardır. Ama bunların tamamını zikretmek konuyu uzatacaktır.676 Ehl-i Sünnet ve Şia’nın hadis kitaplarında, Allah Rasülü’nün (s.a.a) sahabesinden bir kesimin fısk ve nifakına delalet eden birçok rivayet vardır. Sözü daha fazla uzatmamak için bu rivayetlerin bir bölümünü aktarmış kitaba atıfta bulunmakla yetineceğiz.677 Bu ayet ve rivayetlerin varlığı karşısında sahabi ünvanı taşıyan herkesin adil olduğu ve güvenilir olup olmadığı araştırılmaksızın rivayetlerine itimat edileceği nasıl söylenebilir? Aksine bazı rivayetler, sahabeden insanların eline geçmiş tefsirle ilgili birçok rivayetin bâtılla karışmış, yalan ve hatalı olduğunu anlatmaktadır. Çünkü onların bir kısmı münafıktı ve bilerek Allah Rasülü’ne (s.a.a) yalan isnat etmekte de pervasızdılar. İnsanlar onların sahabe olmasına kanıyor ve uydurdukları yalan mevzuları ve rivayetleri kabul ediyordu. Kimileri de konuları Allah Rasülü’nden (s.a.a) işitmiş ama doğru dürüst anlayamamış ve hataya düşmüşlerdi. Bazıları da bilgileri işitmiş ama onları nesheden malumattan habersizdi ve sonuç olarak da mensuh olanı neshedilmemiş sanıyordu.678 Dolayısıyla her sahabeden ulaşan rivayet ve konu güvenilir değildir ve araştırılmaksızın kabul edilemez. Onların tefsire ilişkin rivayetlerinde senedin sahihliğine ve rivayetlerin tarikine ek olarak, kendilerinin de güvenilirlik ve ezber gücü ispatlanmış olmalıdır.
Sahabede mevkuf rivayetler -yani Nebiyy-i Ekrem’e (s.a.a) isnad edilmeksizin sahabeden nakledilmiş konular- iki kısımdır: Sırf haber olan, sahabenin yalnızca gözlemini bildirdiği ve üzerinde hiçbir şekilde içtihad gerçekleşmemiş birinci rivayetler. Mesela ayetin veya ayetlerin ya da bir surenin nüzul sebebi olan olay veya sorudan haber verilmesi yahut bazı ayetlerin nüzul atmosferini belirten Arap Yarımadası’nın Arap ve Yahudilerinin âdet ve hallerinin beyan edilmesi, ya da o zamanın Araplarının diyaloglarında Kur’an’ın bazı kelimelerinin kullanımına dair anlamların gösterilmesi gibi.679 Her türlü içtihad ve istinbattan soyutlanmış ve “sahabenin gözleme dayalı haberleri” adını verdiğimiz bu tür mevkuf rivayetler, zikredilen iki şartı taşıması durumunda onların tefsir rivayetlerinde itimada layıktır ve tefsire dayanak yapılabilir. Çünkü sika haberin itibarı, Peygamber’den (s.a.a) nakledilmiş rivayet ve meselelere özgü değildir. Sika fertler tarikiyle nakledilen her olay, ulemanın tarzına göre itibar ve itimada layıktır. Sika sahabenin naklettiği bir olay veya nüzul sebebinin, bizzat kendisinin o olayı veya nüzul sebebini görebileceği yaşta olmasını, onu başkasından işitmemesini gerektirdiği de tabii ki gözardı edilmemelidir. Çünkü bu durumda rivayete itimat, onun işitildiği şahsın güvenilirliğinin de ispatlanmasına bağlı olacaktır. Faraza o şahıstan herhangi bir şekilde bahsedilmiyorsa ıstılaha göre rivayet mürseldir.
İkincisi, içtihadi görüşler ve istinbatla elde edilmiş meselelerdir; ister Kur’an-ı Kerim’deki kavramların anlamları Arap şiirine ve başka şeylere bakarak tahmin edilmiş ve gösterilmiş olsun, ister siyak ve benzeri yönteme dayanarak ayetlerin anlamı belirlenmiş yahut ayetlerin bilinmeyen manası ya da batınî ve işarî manaları tahmin, zan ve anlayış kuvvetiyle beyan edilmiş olsun.680 “Sahabenin tefsir görüşleri” adını verdiğimiz mevkuf bu tür rivayetler, zikredilen iki şartı taşısa bile araştırılıp incelenmeden kabul edilemez. Çünkü onların içtihadında, diğer müçtehidlerin içtihadında olduğu gibi hata ihtimali vardır. Tefsirde kendine ait görüşü bulunan ve ayetlerin anlam ve maksatlarını tahkik gücü olan kimse için onların sözünün itibarı yoktur.
Tefsir ilminde müçtehid olmayan ve Kur’an ayetlerinin anlam ve muhtevasını tahkik gücü de bulunmayan kişi, zikredilen iki şarta ilaveten sahabi müfessirlerin ilmi kuvveti ve içtihadının sabit olması durumunda tefsirde uzman görüşü olarak onların fikrine başvurabilir. Fakat bu açıdan sahabi müfessirler ile diğer müfessirler arasında bir fark yoktur.
Üçüncü Bölüm
Tâbiîn Müfessirler
Tâbiîn, Allah Rasülü’nü (s.a.a) görmemiş, ama Hazret’e mümin halindeyken onun sahabesiyle sohbet etmiş ve mümin haliyle dünyadan ayrılmış kimseye denir.681 Şöyle anlatılır: “Tâbiînden ilk vefat eden, hicri 30 senesinde dünyadan ayrılmış Muammer b. Zeyd idi. Tâbiînin sonuncusu ise hicri 180’de vefat etmiş Halef b. Halife idi.”682
Tâbiînden bir grup, Kur’an’ın manalarını anlama ve onu tefsir etmeye niyetlenmiş, sahabi müfessirlerden yararlanarak ve kendi ilmi çabaları ve tefekkürleriyle Kur’an’daki manaların bir bölümünü açıklamış ve Kur’an-ı Kerim’in müfessirlerinden sayılmıştır. Bu bölümün başlığındaki “tâbiîn müfessirler”den kasıt, bu grup müfessirlerdir.
Bunların bir kesiminin Kur’an’ı tefsir sahasında telifi de vardır. Ama eserlerinin çoğu ortadan kalkmış veya elimize ulaşmamıştır.683 Mevcut tefsir kitaplarında onların tefsire ilişkin çok sayıda rivayet ve görüşü nakledilmiştir. Gerçi senedleri sahih olsa da birçoğu ispatlanabilir değildir ve onlara nispet edilenlerin çoğunun da onlardan sâdır olup olmadığı belli değildir. Ama yine de delil ve karineler üzerinde gerekli incelemeler yapılarak bu nakiller yoluyla onların tefsir görüşleri ve rivayetlerine belli ölçüde vakıf olmak mümkündür. Her halükarda onlara ait tefsir rivayetleri ve görüşler tefsirin kaynaklarından biridir684 ve en azından “münebbih”685 veya Kur’an ayetlerinin tefsirini teyit seviyesinde onlardan yararlanılabilir. Tâbiînin müfesirlerini mezhep, güvenilirlik, ilmî rütbe ve tefsir metodu açısından tanımak onların tefsir görüşleri ve rivayetlerinden yararlanmada etkili olduğundan ve onlara ait rivayet ve görüşlerden istifade etmek isteyen müfessir için onların hususiyetlerine vakıf olmak faydalı, hatta gerekli olduğundan burada tâbiînden müfessirlerin büyüklerini ve ünlülerini tanıtmaya koyularak mezhepleri, güvenilirlikleri, ilmi rütbeleri ve tefsir metodlarını öğrenmek için konuyu olabildiğince araştırıp inceleyeceğiz.
1- Mücahid b. Cebr Mekki
Şii ve Sünni tefsir kitaplarında adı çokça görülen, çok sayıda tefsir görüşü ve rivayeti kendisinden nakledilmiş kişilerden biri Cebr veya Cübeyr’in oğlu Mücahid’dir.686 Onu tanıtırken şöyle denmiştir: Hicri 21 senesinde doğdu, hicri 100 veya 101 ya da 102, yahut 103 veya 104’te vefat etti.687 Mekkeliydi ve aynı şehirde secdede dünyaya veda etti. İmam Ali (a.s), İbn Abbas, Saad b. Vakkas, Ebu Said Hudri, Cabir b. Abdullah Ensari, Ümmü Seleme, Ebu Talib’in kızı Ümmü Hani’yi görmüş ve onlardan rivayet nakletmiştir. Bu sebeple tâbiîn müfessirlerden sayılır.688
Mezhebi
Rical kitaplarında mezhebi belirtilmemiştir. Ama Davudi’nin Tabakatu’l-Müfessirin’de belirtilmesine,689 mevzusu Ehl-i Sünnet’in kitap ve müelliflerini tanıtmak olan Keşfu’z-Zünun’da onun kitabı Tefsiru Mücahid olarak zikredilmesine,690 mevzusu Şii telifleri tanıtmak olan Zeria’da adının geçmemesine ve Şia rical kitaplarının ekserisinde ondan bahsedilmemesine691, Ehl-i Sünnet’in rical kitaplarında hayat hikayesinin beyan edilmesine bakarak anlaşılmaktadır ki o, Hac Halife’ye, Ağabozorg Tehrani’ye ve çoğu rical âlimine göre Sünni idi. Zehebi de ondan “İki nimetten hangisinin daha büyük olduğunu bilmiyorum: Allah’ın bize İslam’la hidayet etmesi mi, yoksa bize bu hevalardan selamet bahşetmesi mi?” cümlesini naklettikten sonra “hevalar”ı “rafz”, “kader” ve “tecehhüm” ile karşılamıştır.692 Buradan anlaşılmaktadır ki Zehebi de onu Şii saymıyordu. Muhammed Meşhedi, Kenzu’d-Dekaik’de, Ehl-i Sünnet’in Hamd suresinin kıraatından sonra iktida için “amin” demeyi müstehap kabul ettiğini zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Lakin Mücahid hariç onların nezdinde ‘amin’ Kur’an’ın parçası değildir.”693 İlişkilendirme sırasında yapılan bu istisna gözönünde bulundurulursa onun da Mücahid’i Ehl-i Sünnet’ten kabul ettiği bellidir. İbn Ebi’l-Hadid onu haricilerin reyine nispet edilen kişilerder saymıştır.694 Ama Ali b. İbrahim, kendi tefsirinde ondan rivayet nakletmiştir.695 Tefsirinin mukaddimesinde “Bu tefsirde bizim meşayih ve sika kişilerimizden rivayet edilenleri zikrediyoruz.”696 demesinden anlaşılıyor ki o, Ali b. İbrahim’in nazarında güvenilir bir Şii idi. Fakat bu tefsirin Ali b. İbrahim’e isnadı ve kitabın mukaddimesinde geçen cümlenin tefsirin bütün ravilerinin güvenilir Şii olduğuna delaleti, Tefsir-i Kummi incelenirken açıklanacağı gibi tartışmalıdır. Yine ondan nakledilmiş Hz. Ali’nin (a.s) faziletlerine dair rivayetler de697 onun haricilere nispet edilmesine aykırılık taşımaktadır.
Kimileri Tefsiru Furati Kufi ve Tefsiru Kummi’yi, Mücahid’in Şia olduğunu belirten en eski kaynaklar olarak anmış ve “Mücahid, Şia’nın sika müfessir ve muhaddislerindendir” diyen Ali b. İbrahim ve Furat Kufi’ye nispet etmişlerdir. Abdulcelil Kazvini’den, Kitabu Nakz kitabında onu Şii müfessirler arasında kaydetmiş kişi olarak ve Muhammed Salih Burgani’den de, Mücahid’in Şii olduğu sonucuna varmış ve Mücahid’in tefsirinin tamamına kendi tefsiri Kenzu’l-İrfan’da yer vermiş kişi ünvanıyla bahsedilmiştir. Çağdaş âlimlerden de Ayetullah Hoi’nin onu Şii ravi ve muhaddislerden saydığı belirtilmiştir. Mücahid’in, Mecalisu’l-Mü’minin’de Kadı Nurullah Şuşteri’nin gözünden kaçmasından, Seyyid Hasan Sadr Kazımi’nin Te’sisu’ş-Şia li-Ulumi’l-İslam’ında gizli kalmasından ve Ağabozorg Tehrani’nin el-Zeria’sında Mücahid’in tefsirinden bahsedilmemesinden duyduğu şaşkınlığı açıkladıktan ve Mücahid’in Şiiliğinin, o anda yer verilemeyecek kadar çok sayıda delili bulunduğunu zikrettikten sonra iki bakımdan onun Şii olduğu sonucuna varmıştır:
1. Ebubekir’in hadislerin toplanmasını menetmesi ve bunun kendisinden sonraki yöneticiler tarafından da sürdürülmesi neticesinde, hicri 99’da Ömer b. Abdulaziz iktidara gelene dek Ehl-i Sünnet nezdinde hadislerin derlenmesi yasaktı. Yalnızca Şiiler bu buyruğa uymadılar ve mevlaları Emirülmüminin Ali (a.s) ve diğer Masum İmamları takip ederek hadis toplama koyuldular. Mücahid de halifelerin talimatına itaat etmeyen ve hadis toplayan kişilerdendi. Buradan onun Şii olduğu anlaşılmaktadır.
2. Mücahid’in tefsirinde velayetin tecellileri (Mücahid’in tefsirinde Müminlerin Emiri Ali’nin -aleyhisselam- faziletlerine dair nakledilmiş rivayetler) onun Şii olduğunun bir başka delilidir.698
Bu tecellilerin örnekleri şunlardır:
a) Tefsiru Kummi’de “necva” ayetinin699 izahında muttasıl senedle Mücahid’den şöyle nakledilmiştir:
Ali (a.s) şöyle dedi:
Allah’ın kitabında, benden hiçkimsenin amel etmediği ve benden sonra da etmeyeceği bir ayet var. O, necva ayetidir. Yanımda bir dinar vardı. Onu on dirheme bozdurdum. Nebi’yle (s.a.a) her necvadan (fısıldaşmadan) sonra bir dirhem sadaka verdim. 700
b) Furat b. İbrahim, tefsirinin mukaddimesinde ondan rivayet etmiş ve şöyle demiştir:
Kur’an’da nerede “ey iman edenler” geçiyorsa hiç kuşku yok bunda öncelik ve üstünlük Ali’nindir (a.s) . Çünkü o, İslam’a iman edenler arasında en öndedir.701
c) “Mallarını gece gündüz, gizli açık infak edenlerin ecri Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.”702 ayetinin izahında ondan şöyle nakledilmiştir:
“(Bu ayet) Ali b. Ebi Talib (a.s) hakkında nazil olmuştur. Hazret’in dört dirhemi vardı. Bir dirhemi gizli, bir dirhemi gizli; bir dirhemi gece, bir dirhemi gündüz sadaka olarak verdi.”703
d) “İkiniz de Allah’a tevbe ederseniz (ne iyi). Çünkü kalpleriniz sapmıştı. Yok eğer ona karşı birbirinize arka çıkarsanız Allah onun mevlasıdır, Cebrail ve müminlerin salihi de. Bundan sonra melekler de yardımcıdır.” ayetini izah ederken ondan şöyle rivayet edilmiştir: “Müminlerin salihi, Ali b. Ebi Talip’dir -aleyhisselam-.”704
e) Şems suresinin başında ondan, İbn Abbas’tan nakille şöyle rivayet edilmiştir: “Andolsun güneşe ve aydınlığına” Peygamber (s.a.a), “onu takip ettiğinde aya” Ali b. Ebi Talib (a.s), “onu parıldattığı zaman gündüze” İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s), “onu örttüğünde geceye” Ümeyye oğullarıdır.”705
Eleştiri
1. Tefsiru Furat ve Tefsiru Kummi’den hiçbiri Mücahid’in Şii olduğunu belirtmemiştir. “Mücahid, Şia’nın sika müfessir ve muhaddislerindendir” cümlesi bu iki tefsirin hiçbirinde yoktur. Tefsiru Kummi’de, eserin mukaddimesinde naklettiğimiz “Bu tefsirde bizim meşayih ve sika kişilerimizden rivayet edilenleri zikrediyoruz.” cümlesi haricinde Mücahid’in, Ali b. İbrahim nezdinde Şii olduğunu anlatan başka bir değini mevcut değildir. Bu cümlenin Tefsiru Kummi’nin ravilerinin güvenilirliklerine ve Şii olduklarına delaleti de, Tefsiru Kummi’nin incelenmesinde zikredileceği üzere, tartışmalıdır. O halde bu cümleden de Ali b. İbrahim nezdinde Mücahid’in Şii olduğu sonucu çıkartılamaz. Tefsiru Furat’a gelince, orada böyle bir ifade bile bulunmamaktadır. Varolan tek şey, senedinde Mücahid’in yeraldığı Ali b. Ebi Talib’in (a.s) faziletlerine dair rivayetlerin nakledilmiş olması ve mukaddimede Mücahid’den “Kur’an’da nerede ‘ey iman edenler’ geçiyorsa hiç kuşku yok bunda öncelik ve üstünlük Ali’nindir (a.s) . Çünkü o, İslam’a iman edenler arasında en öndedir” rivayetinin geçmesidir. Fakat Mücahid’den fazilet rivayetlerinin ve faziletin nakledilmiş olması, onun Şii olduğunun veya Şia’nın sika muhaddis ve müfessirlerinden sayıldığının belirtilmesi manasına gelmez. Aynı şekilde Mücahid’in tefsirinin Kenzu’l-İrfan ve Bahru’l-İrfan tefsirinde nakledilmesi de o kitabın müellifinin (Muhammed Salih Burgani), Mücahid’i Şii kabul ettiğinin delili değildir. Çünkü pek çok Şii müellif Ehl-i Sünnet’ten rivayetlere kitaplarında yer vermiştir.
2. Ayetullah Hoi de Mücahid’in Şia’nın ravi ve muhaddislerinden olduğunu hiçbir şekilde belirtmemiş, hatta bu yönde bir imada da bulunmamıştır. Mu’cemu Ricali’l-Hadis’te Şii rivayetlerin ravilerini, ister Şii olsunlar, ister olmasınlar zikrettiği gözönünde bulundurulduğunda Mücahid’e bu kitapta yer verilmesi onun Şii raviler ve muhaddislerden sayıldığına delalet etmez. Tıpkı Şii rivayetlerin senedinde bulunmasının onun Şii olduğunun delili sayılamayacağı gibi. Üstelik Ayetullah Hoi, Tefsiru Kummi’nin Ali b. İbrahim’e isnadını ve eserin mukaddimesindeki cümlenin tefsirin ravilerinin güvenilirliğine ve Şii olduklarına delalet ettiğini kesin kabul etse, buna dayanarak da Tefsiru Kummi’de Mücahid’in Hz. Ali’den (a.s) rivayetine yer verilmesinin Ayetullah Hoi nezdinde Mücahid’in Şii olduğunu ispatladığı düşünülse bile.
3. Hadis toplamanın Ebubekir ve ondan sonraki yöneticiler tarafından menedildiğine dair rivayetler bulunsa dahi, herşeyden önce Ömer b. Abdulaziz’in hilafetine kadar, bir kimse eğer hadis yazar veya kitap telif ederse bu onun Şii olduğunun delili sayılacak şekilde Şia dışında hiçkimsenin gayri resmi olarak bile bir tek hadis yazmamış olması, tefsir görüşleri ve rivayetlerine dair bir tek kitap telif etmemiş bulunması uzak ihtimaldir. Hele de Mücahid’e ait birçok tefsir meselesinin bizzat onun veya İbn Abbas’ın tefsir görüşleri olduğu düşünülecek olursa. Dolayısıyla Mücahid tarafından tefsir kitabı yazılması sahabeden rivayet naklini içeriyor olsa bile onun Şii olduğunun delili değildir. İkincisi, “Mücahid’in tefsiri” adı altında basılmış kitaptaki rivayetlerin tamamı birkaç vasıtayla Mücahid’den nakledilmiştir ve Mücahid’in kaleminden çıkmadığı bellidir. Bilakis başkalarının ondan aktardığı görüşlerin derlemesidir. Hacı Halife’nin (Katip Çelebi) Tefsiru Mücahid adıyla zikrettiği706 kitabın da bizzat onun tarafından kaleme alındığı da belli değildir. Mücahid’in talebelerinin başkalarıyla birlikte onun tefsir görüşlerini toplayıp Tefsiru Mücahid adını koymuş olması mümkündür. Bu sebeple yasak zamanında onun tarafından hadis tedvin edildiği de sabit değildir.
4. Mücahid’in tefsirindeki velayet tecellileri, başka bir deyişle Müminlerin Emiri’nin (a.s) faziletlerine dair rivayetler Mücahid’in Şii olduğuna delalet etmez. Çünkü Ali’nin (a.s) faziletlerinin zikredilmesi Şia’ya özgü bir hususiyet değildir. Ehl-i Sünnet’ten Müminlerin Emiri Ali’nin (a.s) faziletlerine ilişkin çok sayıda rivayet veya konu zikretmiş nice şahsiyet vardır.707 Evet, eğer muteber bir senedle ondan Hazret’in imamet ve hilafetine birlikte delalet eden bir rivayet nakledilmiş ve bunu nakzeden bir şey yoksa sözkonusu rivayet Mücahid’in Şii olduğuna delil kabul edilebilir. Fakat böyle bir rivayete rastlamıyoruz. Makalede “Mücahid’in tefsirindeki velayet tecellileri” adı altında sunulan deliller, sened açısından tartışmalı olması bir yana, Ehl-i Sünnet’in bazı âlimleri onları kitaplarında kullanmışlardır708 ve nakledenin Şii olduğuna delil oluşturmaz. Nitekim Mücahid’in basılmış tefsirinde Bakara 207, Âl-i İmran 61, Maide 3, 55 ve 67, Ahzab 33. ayetlerin izahında Şii olduğunu gösterecek bir görüş veya rivayet mevcut değildir. Nisa 59’daki “ulu’l-emr”e din ve akılda anlayış sahipleri manası verilmesi de Şii olmama ihtimalini kuvvetlendirmektedir. O, Müminlerin Emiri’nin (a.s) birbirinden ayrılmaz efdalliği ve halifeliği üzerine bazı rivayetlerin senedinde tabii ki yeralmıştır. Mesela Hakim Haskani muttasıl senedle ondan şöyle nakletmiştir:
Dostları ilə paylaş: |