TARİHİN SESİ: Ödetir de. Zavallı kadına maddi ve manevi işkence yapmasını çok iyi bildirdi Gustav Archibald Schlick. Ne yazık ki buna fırsat bulamadı artık. Ertesi gün, serseri bir fransız kurşunuyla can verdi.
SCHLİCK: Yarın paramparça edeceğim sevgilini Monika. (Düşünür.) Yapmamalıyım. Ölü bir düşmanla hayatım boyunca başa çıkamam sonra. Hayır! Monica'ya, yaptıklarının hesabını sorabilmem için, bu serseri fransızm yaşaması gerekli.
«Ona eziyet ediyor albayım!» diye bağırdı Hikmet. «Ne var, neden bağırıyorsun? Neyin var Hikmet?» «Onun canına okuyacak albayım! Yaşadığına pişman olacak zavallı kadın. Ona işkence ediyor albayım, ona işkence ediyorum.»
«Kime ediyorsun oğlum?» diye şaşkınlıkla sordu albay. «Ona albayım, Bilge'ye.»
Hüsamettin Bey kaşlarını çattı: «İzaha çalıştığımız vaziyet zaten kâfi miktarda karışık, bir de hususi vaziyetlerimizi araya sıkıştırmayalım.» j «Sıkıştıralım albayım. Kendi tarihimizi de yazalım en hususi şekilde. Çünkü ona hakaret ediyorum albayım. Ne
278
ceği mezalimi yapıyorum. Ben de Austerlitz'e gitmek istiyorum gönüllü olarak, albayım; serseri bir kurşunla ben de vurulmak istiyorum.»
«Ciddi değilsin oğlum Hikmet,» dedi Albay Hüsamettin.
«Ciddiyim albayım. Bir haftadır görmedim onu. Kavga ettik, kapıyı vurup çıktım. Ondan sonra yazdım 'İnsanlığın Ölümü'nü filan. Bilge'ye kızdığım için insanlığı öldürdüm. Bana bu haksızlık yapıldığına göre demek ki insanlık öldü, demek istedim. Sizden de gizledim albayım; özür dilerim. Ne yaptığımı bilmiyordum. 'İnsanlık Öldü' yü edebiyat yapmışım gibi gösterdim size. Sizi aldattım, vicdan azabı çekiyorum. Aslında, Bilge'nin insanlığı öldü, demek istedim. Edebiyatı, kendi kirli emellerime alet ettim.»
«Neresi ciddi, neresi alay anlaşılmıyor ki,» diye şikâyet etti albay. «Oğlum sen, bu her şeyi birbirine karıştırmanla, hiç bir zaman gereken alakayı göremeyeceksin.»
«Görmek istemiyorum albayım,» diye elini başına vurdu Hikmet. «Bilge'ye de bunu yapıyorum: Her şey, anlaşılmaz bir karmaşıklığa bürünüyor.» Bazen ben bile hangi durumda olduğumu unutuyorum.» Durdu, «Kendimi bir şey sanıyorum onun yanında. Onun benden önce bir şeyler yaşamış olmasına dayanamıyorum. Şimdi de benim dışımda bir şey düşünmesine, hissetmesine katlanamıyorum.»
«Bizim oyun ne oldu?» diye sızlandı Hüsamettin Bey. Bırakalım oyunu albayım; Hikmetle Bilge'yi yazalım. Hep birlikte yazalım. Gidip Bilge'yi getireyim de ona gününü gösterelim albayım.» Ayağa kalktı.
«Nereye gidiyorsun?» diye telaşlandı ihtiyar adam. Hikmet, kötü kötü güldü: «Merak etmeyin albayım; öfkeme aldırmayın. Ben onun yanma gidince köpek gibi olurum şimdi. Süt dökmüş kedi gibi olurum. Bütün böyle şeyler gibi olurum. Giderim, merhaba demeden yanına otururum; bir süre domuz gibi susarım. Hayvanat bahçesine
279
mi buldum albayım. Sevgi'ye de gösterdim sonunda. Önceleri bir süre - şahsiyetimi bulmamıştım daha o zaman -yumuşak bir ev hayvanı gibi oturdum; mutfakta beslendim bir inek gibi.» Oturdu: «Hayvanlar âlemi diye sembolik bir oyun yazalım albayım; orada ben her kılığa gireyim, olur mu?» Soluk soluğa kalmıştı; «Neden gecekondumda oturmasını bilemedim albayım?»
Albay kızdı: «Buraya gecekondu deyip durma. Gecekondu muhitine yakın, iki katlı ahşap bir evde oturuyoruz. Elektriğimiz, suyumuz da var.»
«Peki albayım. Yarın gazetelere bir tavzih gönderirim. Şimdi siz beni dinleyin. Neden burada oturmasını öğrenemedim? Neden gidip kendi ayağımla belamı buldum? Anladı albayım anladı; benim burada oturmaktan sıkıldığımı, günün birinde deliler gibi sokağa fırlayacağımı sezdi. Kadınlar aptaldır albayım: Sadece sezmesini ve beklemesini bilirler. Ona, aptalsın diyorum. Bir de felsefe fakültesini bitirmiş. Ha-ha. Onunla alay ediyorum. Bilmezge diyorum ona. Evinde dikiş dikip koca bekleyeceğine felsefe okumuş. Fena mı etmiş? İsmi de Bilge. Ha-ha. Hiç bir şey bilmiyor. Ben ne biliyorum peki? O başka, değil mi albayım? Söylemiyor ama içinden, bu 'O başka'ya öfkelendiğini biliyorum albayım. İçinden, hepimizi küçümsüyor: Sen onlarla yaşayamazsın demek istiyor. Herkese acıyor, ben bazı şeyler anlatınca ağlıyor filan. Değil, asıl mesele bu değil...»
«Asıl meseleyi tamamen kaybettim,» diye Hikmetin sözünü kesti emekli albay. «Yalnız, anladığıma göre, kızı bir hayli üzüyorsun.» «Üzülsün albayım. Bütün hayatı Mo-nika'nınki gibi rahat geçmiş. Şimdi, bizlerin mirasına da sahip çıkmak istiyor. Sen, dedim ona Hüsamettin Albayların, Bakkal Rızaların, Küçük Salimlerin, Kirkorlarm, Kekeme Ahmet Beylerin, Sivas Ekiplerinin, hattâ Bakkal Çıraklarının tırnağı bile olamazsın. Biliyor ama, albayım, biliyor: Bir noktada benim de bunlara dayanamadığımı bi-
280
ı, uezşeyaen Kaçtığımı biliyor. Asıl domuz gibi yaşayan Bilge'dir. Sonunda biliyorum usanacak, biz de belamızı bulacağız.»
«O ne biçim söz,» diye çattı Hikmet'e, emekli albay Hüsamettin Tambay. «Neden belamızı buluyormuşuz? Senin öfkene nasıl dayansın kızcağız?» «Benim öfkem bir efsane, albayım. Tiyatro seyreder gibi bakıyorlar benim öfkeme. Biraz fazla kaçtı mı, oyunun yansında bırakıp çıkıyorlar. Sizin gibi seyirci nerede, albayım?»
«Bizim de başka çaremiz yok da ondan, oğlum Hikmet. Biz bu dünyaya setretmeye, hayran olmaya gelmişiz. Takdir etmesini bilmek de bir meziyet, derlerdi büyüklerimiz bize. Biz de önümüze geleni beğenirdik: Tarih hocasını He-rodot, felsefeciyi Eflâtun zannederdik. Bizim hocaların adı neden tarihe henüz geçmemiş diye hayıflanırdık; ortada bir haksızlık olduğunu düşünürdük. Bize göre herkes, âlim adamdı. Tekaüt olduktan sonra kanaatlerim biraz değişmişti ama, gene de hangi resim sergisine gitsem, koşar ressamı tebrik ederdim; bütün piyeslerden sonra alkışlamaktan ellerim acırdı. Ediplerle tanışamadım diye üzülür dururdum. Bir gazete muharririnin yazılarını en büyük hakikat olarak kabul ederdim. Mühim makaleleri kesip saklar, fırsat buldukça yeni baştan okurdum. Ortaya atılan her esere hürmetim vardır benim. Bir insanın, iyi kötü, ortaya bir eser koyması ne kadar zor, ne kadar takdire şayan bir gayrettir bilemezsin.»
«Ben ne koyuyorum ortaya albayım?» diye çekinerek sordu Hikmet.
«Kendini koyuyorsun evladım; daha ne koyacaksın? Herkesin, başkalarından bucak bucak kaçırdığı muhtevayı koyuyorsun. Sen beğenmezsin ama, Mütercim Arifin bir sözü vardır: Nev-i beşerdeki fertler, bütün günah ve sevaplarıyla tekmil ruhlarını cemiyete arzettikleri nisbette, ondan hisselerine isabet eden gam ve süruru istismara, n kabili içtinap bir surette müstahak olurlar.»
281
¦ *»
«üıraz KarışiK ama, tuuau ¦cim Arifi beğenmediğimi kim söylüyor. Antonius ve Kleo-patra üzerine tefsirini çok derin buldum.»
«Oldukça muğlak bir muharrirdir; fakat derinliğinden kaybetmek pahasına vazıh olmaktan hoşlanmaz. Şimdiki gençler, sadeliği her zaman bîr meziyet zannediyorlar.» Hüsamettin Bey gülümsedi; ne zaman 'Fikriyat ve Tetebbu' ile ilgili bir konu açılsa, beğendiği sözleri tekrarlarken yüzünü utangaç bir gülümseme kaplardı. Haddimiz olmayarak biz de fikir âleminden biraz nasibimizi aldık, demek isterdi bu gülümsemesiyle. «Siz şimdiki gençlere bakmayın,» dedi Hikmet. «Ben de bakmıyorum albayım.. Yoksa, yanınızda ne işim vardı?»
Albay güldü: «Ne gibi bir menfaatin olduğunu bilmiyorum ama, herhalde maddi bir menfaat mukabilinde bulunmuyorsun burada.» Ciddileşti: «Manevi menfaatlere gelince, medeni bir münasebet içinde bulunan her insanın talep etmesi ve mukabilini vermesi icap eden bir metadır o.» Hikmek saflıkla, «Bu da Mütercim Ariften mi albayım?» diye sordu. «Münasebetsiz,» dedi Hüsamettin Bey, «Beni konuşturur, sonra da alay eder.» «Rahmetli annem de aynı şeyden şikâyetçiydi albayım.» «Hangisine devam edeceğiz?» diye biraz çekinerek sordu albay. «Napolyon, Heine' ye çok kötü davrandı albayım.» «Anlamadım.» «Anlaşılmayacak bir şey yok albayım. Bir Austerlitz kaybetseydi ne çıkardı bu Napolyon? Fakat olmadı işte, Heine her yerde İcaybetti. Hroboviç kumarda hile yapmayı bildiği için. MHls de sustuğu için kazandı. Schlick bile bir süre Monika'yi kazandı; ona resmen sahip oldu. Heine'ye geride hiç bir şey kalmadı albayım; ölmekten başka, ölmekten başka. Bir de tarihin sesi kaldı geriye albayım, tarihin sesi kaldı. İşte tarihin sesi, albayım:
TARİHİN SESİ: Heine gibilerden, bütün günahlarının hesabı birer birer sorulur. İlahî adalete karşı ayıp olmaması için, en küçük faturaları bile çok fazlasıyla ödetilir böy-lelerine. Çünkü onlar, ilahî adalete inanmaktadırlar. On-
232
iara, ıs?ıe ııanı aaaıet, denir. Kader ve alın yazısı böyleleri için vardır. Benim, bu akıllara durgunluk veren akışım içinde adalet, sadece bu kavramdan korkanların karşısına çıkar. Heine de ümitsiz bir aşkın acısıyla, genç bir subaya yakışan şekilde, muharebe günü en öne atıldı ve kaybeden bir ordunun, ölen bir savaşçısı oldu.
«Yazarların kahramanlarını neden baştan öldürmediğini şimdi anlıyorum albayım,» dedi Hikmet. «Oyunun devamı güçleşti, değil mi Hikmet?» diye yorumladı bu sözü Hüsamettin Bey. «O zaman geriye dönmek gerekiyor ki, artık bu teknik de eskidi albayım; üstelik tiyatro seyircisi olayları yeni baştan öğrenmek istemez.» Hüsamettin Bey ciddileşti: «Hemen anlaşılmak da iyi değildir; ileriye matuf bir yatırım her zaman faydalıdır.» «Ya ilerde de anlaşılmazsa, ya gerçek bir beceriksizlikse?» «Zaten sen bilemeyeceksin bütün bunları. Endişe etme oğlum Hikmet.»
Hikmet biraz düşündü. «Oyunun sonunda Mills evlensin Monika ile, albayım,» dedi sonunda. «Çünkü, susup beklemesini bilenler kazanır. Schlick'i de savaşta öldürmekten vazgeçelim; zaten eninde sonunda aklını kaybedecektir, bu gerilime daha fazla dayanamaz. Eskiden böyle kocalar, düelloda filan ölürdü; ben buna benzer bir film görmüştüm. Şimdi kılıcın yerini ruh hastalıkları aldığı için, bu çeşit ölümleri tasvir etmek biraz teknik bilgiyi gerektiriyor. Schlick'in akıl hastanesindeki yaşantısını da anlatalım mı albayım?
Hüsamettin Bey elini tahtaya vurdu: «Oraya girmiş gibi konuşuyorsun Hikmet.»
«Girmesine girerim de albayım, çıkması zor olur diye korkuyorum. Bugünün doktorları, insanın delirdiğini çok kolay kabul ediyorlar da, iyileştiğine inanmakta biraz nazlanıyorlar. Bu akıl hastanesi, turnikeye benziyor albayım; hani tren istasyonlarında var ya.»
«Schlick'e fazla ehemmiyet vermiyorsun,» diye itirazda bulundu Hüsamettin albay. «Benim bildiğim, böyle bir girişten sonra piyesin kahramanı Heine olur.»
283
«Piyesin kahramanı insanlıktı albayım; geçen gün, Bil-ge'yle kavgamızdan sonra öldü. İnsanlığın ölümüne ve karısı hakkında duyduğu kuşkuların baskısına dayanamayan Schlick de, bir gün karısını öldürdüğü kuruntusuna kapılarak, en yakın polis karakoluna teslim olur. Onun sözlerinden pek bir şey anlamayan komiser, kendisini bir polis refakatinde, emniyete gönderir. Tarihin sesi söylüyor bunları albayım.»
«Bu tarih de, günlük zabıta vakalarına kadar düştü,» diyerek memnuniyetsizliğini belirtti albay.
POLİS MEMURU (Telaş ve heyecan içinde, komiserin, odasına girer): Kapıda general kılığında bir deli var komiserim!
KOMİSER (Yerinden fırlar.): Eyvah! Akıl hastanesinden kaçıp da bir generali öldürmüş olmasın? Nereden anladın deli olduğunu?
POLİS MEMURU: İfadesini aldım da komiserim.
KOMİSER: İfadesinin neresinden anladın? Deli olduğunu itiraf mı etti?
POLİS MEMURU: Tam tersine komiserim. Ben duru-, mundan şüphelenip biraz sıkıştırınca, akıl hastası olduğu-. nu inkâr etti. Bir dergide okumuştum komiserim: Akıl has--taları bir türlü kabul etmezlermiş hasta olduklarını.
KOMİSER: Adı neymiş?
POLİS MEMURU: General Gustav Schlick olduğunu ileri sürüyor komiserim.
KOMİSER: İfadesinin neresinden şüphelendin?
POLİS MEMURU: Karısını öldürdüğünü söylüyordu.
KOMİSER: Bunda ne var şüphelenecek?
POLİS MEMURU: Karısını yıllardır her gün öldürdüğünü söyledi komiserim. Cinayeti ikiye ayırdı: O kısmını pek anlamadım. Bazı işkencelerden de bahsetti. Bunları yapacak bir insana benzemiyor. Hele bir cümlesi çok garip: Austerlitz savaşı sırasında, hayalinde karısını âşığıyla birlikte yakalamış ve ikisini de kafasında kurşuna dizmiş. KOMİSER: Kimin kafasında?
284
aen Kaiaiasmaa iKi delik olduğunu ileri sürdü; fakat ben ısrar edince delikleri göstermedi, evde unttuğunu söyledi. KOMİSER: Saçmalama.
POLİS MEMURU: Kendisi saçmaladı komiserim. Bu sözlerine inanırsam, daha başka itiraflarda bulunacağını söyledi. Bu günlerde sözlerine inanacak yakın bir dost bulmakta güçlük çekiyormuş. İçimdekileri anlatabilecek birini bulsaydım, belki de bu cinayetleri işlemezdim, dedi. Yalnızlıktan bu duruma gelmiş.
KOMİSER: Karısını gerçekten öldürmüş mü? POLİS MEMURU: Ona belli etmeden, araştırma için Mr arkadaşımı gönderdim efendim. Schlick ailesi çok yakında oturuyormuş. Karısının sağ olduğunu öğrendik. KOMİSER: Suçluyu buraya getirin. (Polis memuru çıkar. Schlick ile birlikte döner.) SCHLİCK: Bu günlerde çok dalgın oldum da efendim; her şeyi birbirine karıştırıyorum. Sizinle daha önce görüşmüş müydük?
KOMİSER: Sanmıyorum efendim. (Yer gösterir.) Buy-N run, oturun.
SCHLİCK: Teşekkür ederim. (Oturur.) İnsan cani de olsa, ona saygı gösterilmeli, değil mi? Çünkü efendim, insan cani olunca kendine saygısını kaybediyor; daha doğrusu, kendine saygısını kaybedince cani oluyor. Ona bu saygıyı - kendine saygıyı demek istiyorum - kazandırmak için, adalet, ona karşı özenle davranmalı: İster karakolda olsun, ister hapishanede, bir yer göstermeli. Bana bu yeri gösterdiğiniz için, size tekrar teşekkür ederim. Ben de buna karşılık itiraf ediyorum işte: Önce, fincanları tepsinin üstüne devamlı tıkırdatan uşağımı öldürdüm. Sonra, bahçeye çöp döken ve kötü piyano çalan komşum Adolf Meyer'in canına kıydım.
KOMİSER (Biraz çekingen): Memur arkadaş biraz önce, bazı cinayetleri kafanızda işlediğinizi söylemişti. Acaba... bunlar da o cinsten olamaz mı efendim?
285
su değil efendim. Sonra... siz iyi bir hıristiyan değil misiniz yoksa?
KOMİSER-. Anlayamadım efendim?
SCHLİCK (Emir verir gibi): İsa'nın sözlerini hatırlayın: Ben size derim ki: Eğer bir insan kadının birine arzu ile bakarsa, kalbinde zinayı zaten işlemiştir. Cezası da göz-çıkarma. Kanunda bir madde vardır sanıyorum.
KOMİSER: Sanmıyorum efendim.
SCHLİCK: Bundan sonra konulmalı o halde. Ceza kanunumuzda büyük boşluklar var. İsa öleli ne kadar oluyor; demek hâlâ bir tedbir alınmamış. (Başını ellerinin arasına alır.) Ne kadar çok insana içerliyorum bir bilseniz. Kötüyüm ben. Siıçluyum.
KOMİSER (İçini çeker.): Buraya gelenlerin hepsi sizin kadar suçlu olsa... bulunmaz bir nimet olurdu benim
için.
SCHLİCK: Siz, suçların insanda nasıl geliştiğini bilemezsiniz. Her gün yüzlerce küçük suç... hele insan bunların cezasız kaldığını gördükçe... insanların karşısında suçlu olduğunuzu bile bile onlara iyi davranmak, onların sizi iyi sanmasına göz yummak... (Ayağa kalkar.) Komiser Bey! Ben kararımı verdim. İlgili makamların yardımını rica ediyorum. Bütün gün evde oturup adaletin gelmesini beklemekten usandım. Ben önce davranmak istiyorum. Bir gün nasıl olsa geleceklerini bildikten sonra... (Durur, düşünür.) Acaba gerçek ceza bu mudur dersiniz?
KOMİSER: Anlayamadım efendim.
SCHLİCK: (Üzgün): Anlatması çok güç. Size bazı kitaplar vermem gerek, bazılarını da ayrıca tartışmak... hayır, özür dilerim, vaktim yok. Muameleye geçelim.
Hüsamettin Bey, «Ben yapılacak bir muamele görmüyorum,» diyerek Hikmet'in sözünü kesti.
«Sizin de bazı kitaplar okumanız gerekiyor albayım,» dedi Hikmet. «Utanmaz!» diyerek Hikmet'in sırtına vurdu Hüsamettin Bey, «Asıl senin hakkında muamele yapılmalı.»
gibi önceden tedbir almaz. Bir bakıma kurnazlık yapıyor karakola gitmekle. Cezasının bir kısmı affa uğrayabilir. Ayrıca, Schlick, bir bakıma talihlidir: Kafasını bir yere sapladığı için, dar bölge suçları işlediğini sanıyor. Bir de bilmediği, farkına varmadığı suçların hesabını vermeğe kalksaydı, o zaman gününü görürdü».
Hüsamettin Bey, çenesini kaşıdı, «Boşuna uğraşma,» dedi. «Bu yaştan sonra benim aklımı karıştıramazsın.»
Hikmet, albayın son sözlerini duymamış gibi yaptı: «Durum gittikçe karışıyor albayım.» İçini çekti: «Her geçen gün yeni suçlar öğreniyor insan. Okudukça, düşündükçe, yeni insanlar tanıdıkça sadece günahlarının arttığını hissediyor.»
Albay kızdı: «Ben de günaha mı sokuyorum seni?» Hikmet başmı salladı: «Hayata bu gecekonduda başlasaydım bile, eski günahlarımın altından kalkmış olsaydım bile, gene hiç bir şey değişmezdi. Oysa kendi kendime söz vermiştim; bu sefer başka olacak demiştim. Ne talimler yap^ mıştım: Kendini unutma, kendini unutma, düşün, karşmda-kine kapılma, önce duymamış gibi yap, acelesi yok, bazı şeyler de bırak kaçsın, yeni bir ülkedesin fırsatı kaçırma. Hayat, talimlere benzemiyor albayım. Gerçek mermiler, insanı yaralıyor. Ha-ha.»
«Bütün cephelerde yenilgiye uğrasaydım kolaydı albayım,» diye sözlerine devam etti, bir süre sustuktan sonra. «Beklemediğim yardımlar aldım albayım, yani ihanete uğradım.» Albay dayanamadı: «Saçmalama Hikmet. Harp* ilminin kaidelerini hiçe sayıyorsun oğlum. İnsan hayatı, tek bir muharebenin neticelerine göre kıymetlendirilemez.» Durdu.- «Evet, sen, kıymetlendirme safhasında hataya düşüyorsun.»
Hikmet, başını salladı: «Alışılmış değerlendirmelere göre, ben bir hiçim albayım. Ölçülerimi kendim getirmek zorundayım bu nedenle. 'Zayıflık' adlı bir kuvvet birimi yokmuş albayım. Öyle söylediler. Ben de, suyu ve elektriği olan bu gecekonduya kaçtım.»
286
287
ladım; sizleri dünyaya tanıtmak istiyorum albayım. Ne yaman bir topluluk olduğumuzu, herkesin huzurunda göstermek istiyorum. Küçük burjuvalara, ömürleri boyunca bir daha unutamayacakları bir heyecan kasırgası, bir duygu gösterisi yaşatmak istiyorum. İstiyorum ki, bu oyunu seyrettikten sonra, çocuklarını son - derece - rahat - ve - yaylı -bebek - arabalarında park yolları boyunca gezdiren bütün mutlu - genç - ve - diri çiftlerden, emekli - ikramiyesini - ne yapacağını - düşünen aksaçlı cimri ihtiyar karıkocalara kadar her çeşit kusura - bakmayın - geç - kaldım - müsaade -edin - geçelimler, artık hiç bir dilenciye sadaka vermeden geçemesin.
«Fakat biliyorum ki, iyi bir tanıtma yapılmadıkça kimse bu gösteriyi seyretmeğe ve maddi - manevi - çıkarı olmadıkça bir bilet almağa yanaşmayacaktır. Büyük mantıkçılar ve apartman kapıcıları diyebilirler ki, eserini geleceğin akıntısına bırak. Ne var ki albayım, oyuncular, hayatları içinde anlaşılmak ve beğenilmek ve büyük kütlenin ilgisini görmek zorundadırlar. Hiç bir oyuncu, ömrünü tavan arasında geçiremez.
«Beni de, zaman zaman çileden çıkaran işte budur: Halkın bana karşı gösterdiği ilgisizliktir. Arada, dayanamayarak özel temsiller vermemin başlıca nedeni budur. Bu neden de beni gittikçe harap bir duruma düşürmektedir. Oda tiyatrosunun oyunları, havasız bir yerde sahneye konulmaktadır ve bütün piyesler, tek bir kahramanın omuzlarına yüklenmektedir. Sizlerin de bu oyuna katılmanızı sağlamak için yaptığım baskı, bu nedenle bağışlanmalıdır. Bilge'ye de anlatmak istediğim bundan başka bir şey değildir. Böyle ağır bir sorumluluk isteyen bir oyunun kahramanları da elbette gözlerini kırpmamalıdır albayım. Bütün gereksiz ayrıntılar ayıklanmalıdır:
«Bir-dakika-yemek-yanıyor, şu-pencereyi-açar-mısm, kibriti - versene, kapı - çalmıyor, beni seviyormusun, çöpü-kapıya-bırak, bir-yere-kadar-gitmek-zorundayım, geldin-mi,
288
dün-öyle-demiştin-bugün-böyle-dedin, vaktim-olmadı, dik-kat-et-vazoya-çarpacaksm, beni-sevmiyorsun, ben-sadece hatırlatıyorum, kaç-gündür-iyi-değilim-onun-için-mektup-yazamadım, onu-elinden-bırak, şimdi-olmaz, ben-senin-gibi-değilim, radyoyu-kaparmısm, yapmak-zorundayım, bütün-gün-bunu-mu-dinliyeceğiz, bir-dakika-bak-ne-çalıyor, bir-dakika-karşıdan-otobüs-geliyor, bir-dakika-çorabımı-düzelt-mek-zorundayım, bir-dakika-hemen-geliyorum, seni-dinli-yorum, bir-dakika-yardım-edermisin, ucundan-tut, öyle-de-ğil, canım-istemiyor, yarın-sabah-unutma, sen-bırak-ben-yapanm, sözünü-unutma, bize-bakıyorlar, elim-değmedi, bilmiyorum, bilmiyorum, bir-dakika-gelirmisin, ben-de-aslm-da-senin-gibiyim, neden-öyle-söylüyorsun, sana-anlatmak-zor, çok-isterdim, hayır, hayır, hayır, ve benzeri sözlere bu nedenle yer yoktur albayım.»
Yorulmuştu. «Bu ayrıntılardan yoruluyorum,» diye yakındı. «Ondan sonra da asıl meselelerde suç işliyorum. Bunlar konuşulmazsa hayat olmaz, diyorlar bana. Kim bilir, belki bunlar konuşulmasıydı, belki hayat olmasaydı ben de kendimi gösterme fırsatını bulurdum, herkes hakkında kötü şeyler hissetmezdim. Sevgi, gözleriyle konuşurdu albayım; Bilge de saçma kelimelele konuşuyor. Ona bağırdım albayım, saçmalama dedim.» «Ne yaptı ki?» diye sordu Hüsamettin Bey. «Saçmaladı albayım. Daha ne yapsın? Akıllı uslu gidiyor, sonra bir yerde saçmalıyor albayım: Yani bana karşı çıkıyor. Kendine göre düşünceleri varmış. Ben seni bunun için mi tuttum? diyorum ona.»
Havada yumruğunu salladı: «Hepinize göstereceğim: Bir köle tutacağım kendime. İnsan hakları filan vız gelir bana. Ulan köle, diyeceğim: Ben Napolyon muyum? Na-polyonsun generalim, diyecek. Yalan söyleme köle diyeceğim, değilim. Napolyonsun diye tutturacak, burnumdan getirecek. Değilim diye tepineceğim; sen aşağılık bir kölesin. Napolyon'dan ne anlarsın? diye hakaret edeceğim ona. Canını çıkaracağım, evden kovacağım; gene direnecek, senin .gibi Napolyon görmedim diye. İşte, diyecek şöyle söylesin;
289
fakat, onu da Napolyon olduğum düşüncesinden vazgeçire-meyeceğim. Ne yapsam fayda etmeyecek. Fakat... bir de sonunda bıkarsa ve peki Napolyon değilsin derse, onu gerçekten kovacağım. Dünyada köle mi kalmadı? Benim gibi köle bulamazsın diye çırpmsm bakalım. Kölenin iyisi kötüsü olur mu? En iyi köle, aslında en kötü köledir. Cahil olsun zararı yok. Bir iki karşılık vermesini öğrenecek zaten Nedir ki bu kadarcık bilgi? İngilizce biliyor musun köle? diye soracağım, yes diyecek o kadar. 'Here I come' doğru mudur üstadım diyeceğim. Yes diyecek. Bu kadar kolay işte. Bir araba söze ne ihtiyaç var? Cahil olursa, üstelik aptalca övmesini de beceremez. Daha iyi. Ne oyunlar yazılır böyle bir köleyle albayım, değil mi? Cinsiyeti bile olmaz böyle bir kölenin. Erkekçe bir ilişki istemediğim zaman hemen kadın oluverir. Napolyon bile olur, istediğim zaman. Bana bak Napolyon, derim ona; sende iş yok. Haklısınız asteğmenim, diye karşılık vermez mi? Çok eğleneceğiz albayım. Ha-ha.»
Hüsamettin Bey içini çekti: «Sakın kimseyle böyle bir oyun oynama oğlum,» dedi. «Onun köle olduğunu bildikten sonra ne zevk alacaksın bu işten?» «Anlamıyorsunuz ki. Öyle olmadığına inandıracak beni. İnsan kolay inanır kölelere. Ben de bir zamanlar kölelik yaptım albayım; çok başarılıydım. Ücretim az geldiği için ayrılmak zorunda kaldım. Sonra da başka ekmek kapısı bulamadım. Gerçek köleleri çok iyi bilirim bu yüzden. Kimse beni kandıramaz bu konuda. Fakat, yorucu bir iştir albayım; herkes beceremez. Biraz önce saydığım gereksiz ayrıntılardan kurtulmuş gerçek bir köle bulmak, gerçek bir arkadaş bulmak kadar zordur. Tabii ben arkadaş istemiyorum, köle istiyorum albayım.»
Hüsamettin Bey sordu: «Gustav Schlick'i karakolda bırakacak mısın?» Hikmet yüzünü buruşturdu: «Biraz da kendi kaderini tek basma yaşasın albayım. Kendine bir köle bulamadığı için bu durumlara düşen bir zavallıyla daha
290
fazla ugraşamam. Tanımadığımız daha milyonlarca insan var acı çeken. Hangisinin kaderini değiştirmek elimizde?»
Hikmet, bir süre kâğıtları inceledi, bazı düzetmeler yaptı; sonra, başını kaldırdı: «Daha önce de söylemiş olduğum gibi, Monika, MiUs'le evleniyor. Bu İngiliz de hiç konuşmadığı için, olay hakkında neler hissettiğini yazmak güç. Bilge, ingilizlerden yana olduğu için bu düşüncemi de kabul etmez tabii.» Birden yerinden fırladı: «Onu şimdi size getireceğim albayım.» «Dur oğlum, nereye gidiyorsun?» diye telaşlandı Hüsamettin Bey.
«Albayla çok tanışmak istiyorum, diye tutturmuştu. Daha sırası değil, demiştim ona. Öyle birden olmaz, demiştim. Gelsin albayım. Siz dairenize çekilirsiniz, biz de size gece yatısına geliriz. Temiz çarşaf var mı albayım?»
Hüsamettin Bey kızdı: «Gece yatısıyla oyun olur mu?»
«Oyun değil ciddi albayım. İnsanlarımızın en sevdiği birlikte bulunma yollarından biridir. Ben yerde de yatarım albayım. Bilge'ye de söylerim, geceliğini getirir. Daha başkalarını da çağırırız. Ailece hep birlikte geliriz. İktisatçılara göre, bizim geri kalmamızın ve İngilizlerin ilerlemesinin nedeni, onların gece yatısından vazgeçmeleriymiş.» «Saçmalama,» dedi albay.
Dostları ilə paylaş: |