7 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 12-13.
8 Yunus Suresi; Ayet 101
9 Kaf Suresi, Ayet 6-11.
10 Yusuf Suresi, Ayet 105.
11 ibni Ebi Dünya Kitab et-tefekkür'ünde rivayet etmiştir.
12 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 13-15.
13 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 15.
14 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 16-17.
15 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 17-18.
16 Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.
17 NOT Allah'ü tealânm isim ve sıfatlarını tam karşılığı ile İfa* de edebilmek şüphesiz ki insan gücünün üstündedir. Gerek selefimizin, gerekse halefimizin âlimleri onun sıfatlarına bir karşılık bulabilmenin güçlüğünü idrak ettiklerinden bundan daima kaçınmışlardır ve bunları olduğu gibi almışlardır. Kendi varlığının birer ifadesi olan isim ve sıfatları da kendi gibi ezeli ve ebedî olduğundan cansız ve sönük kelimelerle ifadesini bulamamaktadır. Onun tek bir isim ve sıfatı için ciltler dolusu eserler yazılsa yine azdır. Bizim burada isim ve sıfatlara bulduğumuz karşılıklar kelimelerin lügat anlamı olmaktan başka birşey değildir. Okuyucularımızın bu anlamları Rabbİmizin şanına lâyık bir şekilde değerlendirmesini istirham ederim. (Mütercim) Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 18-22.
18 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 23.
19 İmamı Nevevi, MüsÜmin şerhinde şöyle söylemiştir. Hangi hadise olursa olsun söğmeyiniz. Zira söğdüğünüz zaman onu indiren ve onu yaratan faaile, küfrünüz Alîah'ü tealâya-dır. Çünkü onu var eden ve indiren odur. Dehr ise hiç bîr iş yapma gücü olmayan zamandan ibarettir Bilâkis o da Allah'ü tealânın yarattığı bir varlıktan İbarettir.
20 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 24-25.
21 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 25.
22 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 25-26.
23 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 26.
24 Onu, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei ve İbni Macee rivayet etmiştir.
25 Tân, Hz. Muhammed'den bir hadis rivayet eden kişinin; rivayetini geçersiz kılan halterdir. (Ravİnİn yalancı oluşu, tanınmamış olması, daima yanılması.)
26 Senet veya isnat: Hadis rivayet eden ravilerin sıralanmasından meydana gelen zincire denir.
27 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 26-27.
28 Nevevi ve Hatib bu adamın, Ebu Ayyaş Zeyd bin Samİd el-Ensari ez-Zergi olduğunu söyledi.
29 Bu hadisi Ebu Davud, Tirmizi. Nesei ve Ibnî Macee rivayet etmiştir.
30 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 27-28.
31 Bakara söresi. Ayet 163
32 Bu Hadisi Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi, ve Ibni' Macee rivayet etmiştir.
33 Hasen hadis: Kesiksiz bir senetle adil fakat zabıt bakımından sahih hadis ravilerine nazaran biraz daha aşağı derecedeki raviler tarafından rivayet edilen hadistir.
34 Sahih hadis: Sağlam ve her bakımdan mükemmel olan hadistir. Kesiksiz bir senetle Hz. Peygamber'(A.S.) a varan hadislerdir.
37 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 28-31.
38 Buhari'nİn Ebu Hureyre'den rivayet ettiği bir hadis'i şerif malinde Rasülullah şöyle buyurmuştur. «Her çocuk İslâm fıtratı üzerine dünyaya getirilir. Bundan sonra anası, baba-$ı yahudi İse onu yahudi yaparlar, Hıristiyan İse hıristiyan, mecusi (ateşe tapan) ise mecusi yaparlar. Nitekim kusursuz doğan bir hayvan yavrusu içinde siz kulağı, dudağı, burnu, ayağı kesik olanını hiç görüyor musunuz? Bundan sonra Rasülullah (S.A.V.) bu ayeti okumuştur. Diğer bir hadisi şerif mealinde de «Dinlerin Allah'a en sevgili olanı eğriyi bırakıp doğruya giden ve kolay olan dindir» diye buyurmuşlardır. (Bu hadis'i. Buharı, İmam-ı Ahmet, Taberani rivayet etmiştir.)
Ayeti kerimede geçen hanif kelimesinin tögat mânâsı, eğriyi bırakıp doğruya giden demektir. Terim anlamı ise, İbrahim (A.S.) in Allah'ı bir tanıma dinine ad olmuştur.
39 Mevzumuzla ilgisi bulunan ve okuyucumuzun imanını tahkiki iman derecesinde daha da sağlamlaştıracak olan; bir ilim adamını, Allah'ın varlığına İnandıran yedi sebebi buraya aynen alıyoruz.
«İlim ve fen asrının henüz pek başlarında bulunuyoruz ve her yeni gün, kudret ve İlim sahibi bir yaratan tarafından yapılan şeyleri bir parça daha meydana çıkarıyor. Darvin'den sonraki şu doksan sene içinde akla durgunluk veren yeni şeyler bulduk. İlme has bir tevazu ve bilgiden gelen bir imanla Allah'ın varlığının daha çok farkına varmaktayız ve varacağız.
Aşağıdaki şu yedi sebep şahsen beni Allah'ın varlığına inandırmaktadır:
Birincisi: Hiç değişmeyen o riyazi kanunla isbat edebiliriz ki; alemimizin plânını yapan ve onu plâna göre meydana getiren büyük bir kurucu zekâ vardır.
Cebinize, birden ona kadar numaralanmış on tane bir kuruş koyun ve şöyle bir iyice de karıştırınız. Şimdi, bu kuruşları teker teker birden ona kadar numara sarası İle çekmeye çalışın, her aldığınız kuruşu da tekrar cebinize koyup paraları yeniden bir iyice karıştırın. Riyazi olarak biliyoruz ki, ilk çekişte bir numaralı kuruşu çekmek ihtimaliniz onda birdir. Arka arkaya bir ve iki numaralı kuruşları çekme ihtimaliniz ise yüzde birdir. Bir, iki ve üç numaralıları müteakiben çekmek ihtimaliniz ise binde birdir ve bu, böylece devam eder gider. Bu kuruşların hepsini sırası ile birden ona kadar çekmek ise inanılmıyacak kadar uzak bir ihtimal, milyonda bir İhtimal olacaktır.
Aynı şekilde, yeryüzündeki hayat için o kadar çok riyazi (matematiksel) ve kati şartlara ihtiyaç vardır ki bütün bu şartların sırf tesadüfi olarak tam gerektiği gibi olmalarına ihtimal yoktur.
Dünya, mihveri etrafında saatte bin mil yapar. Eğer böyle ol-mayıpta saatte yüz mil yapacak kadar dönseydi, gündüz ve gece şimdi olduğundan daha uzun otecak, Öyfe olunca da her uzun gün, nebat (bitki) namına ne varsa hepsini yakıp kavuracak, uzun gecelerde eğer kalırsa kalanını dondurup mahvedecekti.
Aynı şekilde, hayatımızın membağı olan güneşin dış tabakasında hararet on iki bin Fahrenheit'tir. Dünyamızın güneşten uzakliği o şekildedir ki, sönmek bilmeyen bu ateş bizi tam karar ısıtıyor o ka/Jsr. Eğer güneşin bu harareti yarı yarıya azalacak olsa soğuktan donardık, yansı kadar fazla olsa hepimiz kavrulurdu.
Dünyanın 23 derece bir meyil ile eğri durması mevsimleri meydana getirmektedir. Eğer dünyaya böyle bir meyil verilme-seydi, okyanustan yüksefen buharlar kuzey ve güneye akın ederler, kıtaları birer buz parçası yaparlardı.
Ay da dünya'ya şimdiki mesafede olacağına, meselâ sadece elli bin mil ötede olsaydı yer yüzündeki medd-ü cezirler Öyle müthiş olurdu ki, bütün kıt'alar günde İki defa su altında kalırdı. Dağlar bile ktsa bir zamanda aşına aşına ortadan silinirdi.
Eğer arzın kabuğu on kademcik kalın olsaydı, karbondioksitle oksijeni emer ve bitki denen şeyden eser olmazdı. Yahut da dünyanın etrafındaki atmosfer tabakası daha İnce olsaydı hergün bizden uzakta yanıp tutuşan milyonlarca meteor dünyamızın her tarafına çarpar ve her yeri ateşler, tutuştururdu.
Bütün bunlardan ve daha bir sürü misâllerden anlıyoruz ki, dünya üzerinde hayat tesadüfi değildir Buna milyonda bir bile İhtimal yoktur.
İkincisi: Gayesine ulaşabilmek için hayatın ne yapıp yapıp var kuvveti ile imkânlar araştırması da, herşeyi içine alan o ilahi hikmetin bir tezahürüdür.
Can denen şey nedir? Şimdiye kadar bunu kimse tamamiy-le anlıyamamıştır. Ne ağırlığı, ne eni, ne boyu var, fakat bir kudret olduğu muhakkak büyüyen bir kök, kayayı çatlatır. Bu kuvvet suyu da toprağı da, havayı da fethetmiştir. Dört hayat unsuru onun emri altındadır. Onların tertiplerini bozar ve tekrar birleştirir.
Hayat denen bu heykeltraş, bütün yaşayan şeylere vücut verir, bir ressamdır, her ağacın her yaprağına bir şekil verir ve her çiçeği boyar.
Hayat, bir müzisyendir, her kuşa aşk şarkısına nasıl söy liyeceğini, böceklere binbir ses müziği içinde nasıl anlaşacaklarını öğretmiştir.
Hayat, yüksek bir kimyagerdir. Meyvaİara, baharata tat, güllere koku verir. Su İle karbonik asitten şeker ve odun yapar, bunu yaparken de mahlukatm teneffüs etmesi İçin oksijeni serbest bırakır.
Adeta görülmiyecek kadar küçük olan bir protoptazma damlasını düşünün şeffaf, pette gibi, hareket kabiliyeti olan ve güneşten kudret alan birşey. Bu birtek hücre, bu şeffaf, bulanık damlacık, hayat denen şeyin tohumunu ihtiva etmektedir ve bu hayatı küçük küçük her yaşayan şeye geçirmek kudretindedir. Bu damlacıktaki kudret ve kuvvet bütün nebat, hayvan ve İnsanların sahibolduğu kuvvetten daha fazladır, çünkü bütün hayat ondan çıkmıştır. Bu hayatı yaratan, tabiat değildir. Ateş püsküren dağlarla tuzlu bîr deniz'böyle bir varlık yaratmaktan çok uzaktır.
Üçüncüsü: Hayvanlarda gördüğümüz anlatış kendilerine yegâne destek olarak şevki tabii denilen şeyi bahşeden iyi bir yaratan olduğunda hiç şüphe bırakmıyor.
Yavru salamon balığı yıllarca denizde kaldıktan sonra kendi öz vatanı olan nehire döner, hem de tam doğduğu ırmağın nehire döküldüğü kıyıya...
Onu, böyle noktası noktasına tam eski yerine getiren şey nedir? Eğer bu balığı alıpta aynı nehre dökülen başka bir ırmağa koyacak olursanız derhal yanlış bir yolda olduğunu anlayacak, tekrar gerisin geri dönerek asıl nehre çıkacak, sonra nehrin aktığı istikâmetin aksine dönerek doğduğu ırmağa doğru yol alacaktır.
Yılan balığının sırrını çözmek ise daha güç. İnsanı hayretten hayrete düşüren bu mahlûklar, nesli üretecek hale geldikleri zaman dünyanın hertarafındaki göl ve nehirlerden; Avrupa'daki-ler -de dahil olmak üzere binlerce mil, okyanusu aşarak kopup gelirler hepsi de Bermuda yakınlarındaki sonsuz derinliklere ge lip, orada yavrular ve ölürler.
Sadece uçsuz bucaksız bir su içinde odluklanndan başka birşey bilmiyorlarmış sanılan mini mini yavrular gerisin geri yola çıkarlar. Sonunda da sadece kendi ana babalarının geldiği aynı sahile ulaşmakla kalmayıp oradan da ana babasının yaşadığı nehre, göle, yahut da gölcüklere giderler, öyfeki su olan her yerde her zaman sürü sürü yılan balığı vardır. Şimdiye kadar Avrupa-da hiç bîr Amerikalı yılan balığına. Amerika sularında da hiçbir Avrupalı yılan balığına rastlanmamıştır. Hattâ Allah Avrupalı yılan balıklarının Ömrünü uzun yolculuklarına göre bir sene kadar yahut da biraz daha fazla uzatmıştır.
Bu kadar kuvvetli bir istikâmet hissinin menşei {çıkış yeri) nedir?
Bir eşek arısı; bir çekirgeyi alteder. Toprakta bir çukur açar. İğnesile çekirgeyi öyle bir yerinden sokarki, böcek ölmez, fakat kendini kaybeder. Artık konserve edilmiş bir et gibidir. Sonra o şekilde yumurtlar ki, yavrular yumurtadan çıktığı zaman gıdalarını, temin eden bu böceği Öldürmeden ufak ufak koparıp ısırarak yiyecek vaziyettedirler. Ölü bir et yemek yavrucuklar için ölüm demektir. Sonra ana uzaklara uçar ve Ölür. Yavrularını hiç görmez. İlk eşek ansının da aynı şekifde hareket ettiği muhakkaktır. Yoksa şimdi yer yüzünde böyle bir hayvan mevcut olmazdı. Böyle esrarlı hareket ve teknikler sonradan edinme; intibak kelimeleriyle İzah edilemez. Bu, onlara bahşedilmiştir.
Başka hiç bir hayvan yoktur ki; ona kadar sayabilsin. Yahut da on adedinin manasını karvayabilsin. Şevki tabii, bir flütten çıkan tek ses gibidir. Güzel; fakat mahdud, halbuki insan kafası orkestrayı teşkil eden bütün müzik aletlerinden çıkan sesleri İhtiva eder. Bu dördüncü noktayı anlamak İçin fazla uğraşmaya lüzum yok. Çok şükür ki, bu vaziyette olmamızı alem şümul zekadan bir nebze bize de vermiş olması ihtimali ile izah ede cek kadar düşünme kabiliyetimiz var.
Beşincisi: Hayat İçin lâzım İlk şart bu gün bizim bildiğimiz fakat Darvin'in bilmediği birtakım hadiselerde kendini göstermektedir. Meselâ Gen harikası gibi. Bu gen denen şeyler o kadar küçüktür ki, yer yüzündeki mevcut bütün canlıları meydana getiren genlerin hepsini bir araya top la sak bir yüksüğü bile doldurmaz. Mikroskopla bile görülemeyen bu genler ve onların ar-. kadaşlan krom ozonlar her canlı hücreye yerleşirler, bütün insan, hayvan ve bitkileri hususiyetlendirirler. Bir yüksük, iki mil-yan aşan (şimdi üç buçuk milyar) insan nüfusunun ayrı ayrı bütün ferdi hususiyetlerini İçine alamıyacak kadar küçüktür ama bu husustaki hakikatler tereddüde mahal bırakmamaktadır.
Pekâlâ öyle ise gen denen bu şey nasıt olur da bir sürü ecdadın hususiyetlerini içinde gizliyor. Nasıl oluyor da bu kadar inanılmıyacak kadar küçük bir yerde ayrı ayrı her birinin psikolojisini muhafaza edebiliyor?...
İşte burada, geni ihtiva eden ve nesilden nesile geçiren hücrede asıl neşvünema başlar. Mikroskopla bile görülemiyen küçücük bir gen, içinde hapsedilen.birkaç milyon atomun böyle yeryüzündeki bütün hayatı kesin olarak idare edebilmesi keyfiyeti sadece yaratıcı bir bilginden sadır olabilecek derin bir ilim ve maharetin eseri olabilir, başka hiçbir nazariyeye imkân yoktur.
Altıncısı: Tabiatın aldığı bazı t et birler bizi, ileriyi görerek evvelden ona göre hazırlanarak çalışan, herşeyi bu kadar zekice idare, edebilen bitip tükenmek bilmez bir zekânın varlığını kabul etmiye mecbur etmektedir.
Senelerce evvel Avustralya'da bir nevi kakitos'dan çit yapmak İstediler. Avustralya'da kakitos düşmanı bir böcek olmadığından bitki dev adımlarıyla büyümeğe başladı.
Avustralyalıları telâşa düşüren bu gelişme sonunda Kaki-tesiar enine ve boyuna İngiltere büyüklüğünde bir sahayı kapladılar. Yolu üstüne rastlayan şehir ve kasaba halkını yerlerini bırakıp gitmeye mecbur ettiler, çiftliklerini mahvettiler. Buna bir çare bulmak için bütün böcek alimleri dünyayı altüst ettiler. Sonunda yalnız kakitos üzerinde yaşıyan ve başka birşey ye-miyen böcek buldular. Hem de bol bol ve süratle büyüyen ve Avustralya'da hiç düşmanı olmayan bir böcek. Çok geçmeden böcek bitkiye üstün geldi. Artık bugün kakitos gayet mahdut bir sahadadır. Ve belâ olmaktan çıkmıştır. Okadar böcekten de ancak kakitosu bir baskı altında tutmağa yetecek miktarda kalmıştır.
Tabiatta böyle ölçüler umumiyette önceden temin edilmiş bulunmaktadır. Çok çabuk ve süratle gelişen böceklerin dünyayı istilâ etmemeleri nedendir? Çünkü onların insanlar gibi ciğerleri yoktur, teneffüs cihazları boru şeklindedir. Böcekler gelişip büyürlerken nefes boruları aynı şekilde bir gelişme göstermemektedir. Bundan dolayıdır ki, daima küçük kalmaktadırlar. Böylece büyümeleri tahdid edilerek yolları üstüne bir engel konmuştur. Eğer onların vücutça gelişmelerinin Cnüna geçilmeseydi, dünyada insan denen şey olamazdı. Arslan kadar kocaman bir eşek ansıyla karşılaştığınızı düşünün bir....
Yedincisi: İnsanın Allah fikrini kavrayabilmesi bile başlı başına bir delildir.
AJfah fikri, insanda mevcut ve yer yüzünde İnsana mahsus ilâhi bir melekenin muhayyele denen melekenin mahsulüdür. Bu melekenin kudret ve kuvveti sayesindedir ki, yalnız insan oğlu, görülmeyen şeylerin varlığına dair deliller bulabilir. Bu kuvvetin. İnsanın Önüne serdiği mazi ve istikbal (geçmiş ve gelecek) bütün zamanları içine alan düşüncelerin ucu bucağı yoktur. Bütün tasavvur ve maksatlardan çıkardığı delillerle Allah nerededir ve nedir? Büyük hakikatini sezebilir. Aflah her yerdedir ve herşey-dedir. Fakat bize en yakın olduğu yer kalbimizdir.
Bu, muhayyile zaviyesinden olduğu kadar ilmen ve fennen de doğrudur. Hz. Davud'un dediği gibi, gökler tanrının haşmeti-Dİ ilan eder, gök kubbe de onun yaratmaktaki kudretini isbat eder. (A. Gressy. Morrison. Nevyork) ilim Akademisi Eski Bşk.
40 Rum suresi, âyet 30 - 34.
41 Rum suresi âyet 48-50.
42 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 32-43.
43 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 43.
44 Vücud -Allah'ü tealâ vardır: Allah'ü tealânın varlığı diğer varlıklar gibi başka bir varlık vasıtası ile oimayıp onun vücudu, zatının icabıdır.
Varlığın zıddı olan yokluk (adem) Ailen (C.C.) hakkında mümtenidir. Çünkü varlığı, zatının icabı olan Allah için ne geçmişte, ne de gelecekte yokluk tasavvur olunamaz.
45 Bu, Kur'an-ı Kerimin bir mucizesidîr. Meyvelerin ve çiçeklerin erkek ve dişi çiftlere malik olarak, yine kendileri ve kendi nevileri içinde döllenme İşlemlerini yapmakta olduklarına İşaret buyrulmakta, bu suretle son asnn bu yeni keşfi on dört asır evvel haber verilmektedir.
46 Ra'd suresi ayet 2 ~ 4
47 Karanlığı, aydınlığı, uzaması, kısalması.
48 Mümİnun suresi Ayet 78-80.
49 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 43-45.
50 Kıdem: Aliah'ü tealinin ezeli olması demektir. Varlığı üzerine yokluk geçmemiştir. Geçmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin cenabı hakkın var olmadığı bir an, bir zaman tasavvur olunamaz. Vücudu, kendi zatının icabı olduğu için bir başlangıcı da yoktur. Eğer Allah ezeli olmasaydı, hadis {sonradan var olmuş)1 olacaktı- Halbuki sonradan.var olan her şey bir mucide, bir yaratıcıya muhtaçtır. Bunun için Aliah'ü tealânın evveli düşünülemez. Kıdem sıfatının zıddı olan hudus (sonradan var olma) cenabı hak için mümtenidir. (Devamı 46. sayfada)'
BekS: Hak tealâmn ebedî olması, varlığının sonu olmaması, daima var olması demektir. Bir varlık için şayet evvel bir başlangıç-yoksa o zat için aynı şekilde bir son da yoktur. Aksini düşünmek gülünç olur. Çünkü varlığı kendinden olan bir zatı, sonradan onun yarattığı varlıklar yok edemezler. Bekanın zıddı olan fena yok olmak-cenabı hak için muhaldir, imkânsızdır.
54 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 45-46.
55 Muhalefettin fifhavadis: Allahü tealâ sonradan vücud bulan varlıklara benzemez. Allah, zatında ve sıfatlarında hiç bir-şeye benzemez. Onun zat ve sıfatlarını, hah ika t en akıl yoluyla tasavvur edebilmek ve ilâhi mahiyetini kavramak mümkün olmadığından tnahdud olan aklımızla onu nasıl düşünürsek düşünelim o bizim düşündüklerimizden başkadır. Zira insan aklı, ancak sonradan var olanları düşünebilir, kavrayabilir.
Vücudu zatının icabı, ezelî ve ebedî olan yüce rabbimiz, sonradan var olan ve bir müddet sonra da yok olan varlıklara asla benzemez.
56 Ihlas suresi, ayet 1-4
57 Şura suresi, ayet 11.
58 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 46-47.
59 Kıyam binefsihi: Allah'ın (C.C.) başka bir zata veya mekâna muhtaç olmaması demektir. Başkasına muhtaç olma acizliğin ifadesidir. Aciz olan bir varlık ise Allah olarmz. Bizim inandığımız hak tealâ bütün kâinatta tek başına hükümrandır. Taht ve saltanatında eş ve ortağı yoktur. Emrine aykırı emir verecek bir varlığın olması da İmkânsızdır.
60 Fatır suresi, ayet/5
61 Kehf suresi, ayet 51
62 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 47.
63 Vahdaniyet sıfatı: Bu sıfat AKah'ü tealânın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olduğuna, eş ve ortağı bulunmadığına. İbadete lâyık tek varlık olduğuna delâlet eder.
islâm dini getirdiği tevhîd ile,
a -İnsanı, esirliğin en müthişi olan, bazı insanları rab edinerek onların arzu ve isteklerini her şeyin üstünde tutmaktan yani kendi cinsi olan İnsana esir olmaktan kurtarmıştır.
b -Allah'ı bir tanıma İnancı ile şirkin bütün nevilerini yıkmıştır. Allah'ın birliğine inanmanın manâsı şudur: «Allah, her-şeyin yaratıcısı ve rabbi, besleyip büyütendir. Herşeyinde tekdir. Ortağı ve benzeri yoktur, ibadet ancak önad». Ondan başka ibadete lâyık tanrı asla mevcut değildir.
64 Nahl suresi, ayet 51 - 53
65 Maİde suresi, ayet 73-74
66 Enbiya suresi, ayet 25
67 Bu götürmede tek kalır. Üzerinden diğer tanrıların hakimiyetini men etmeye çalışırdı. Bu yüzden aralarında muharebe ederlerdi.
68 Müminun suresi, ayet 86-87-88-89-90-91-92.
69 Nemil suresi, ayet 59-64.
70 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 47-50.
71 Kudret ve tekvin sıfatı: Haktealânın 2att hakkında vacip olan kemal sıfatlarından biridir. İcat etmek, yaratmak, bilfiil vücuda getirmek Allah'ü tealânın bu sıfatı İle olur. Her hangi bir şeyi var etmek veya yok etmek ona göre müsavidir. Böyle bir güç ve kudrete sahip olmıyan bir varlık elbette Allah olmaya lâyık değildir.
72 Hac suresi, ayet 7
73 Kehf suresi, ayet 51
74 Kaf suresi, ayet 38
75 Furkan suresi, ayet 53-54
76 Biri gidiyor yeri|ıe), öbürü geliyor, birim uzaltıyor. Öbürünü kısaltıyor. Hallerinde karanlık, aydınlık, sıcaklık, soğukluk gibi değişiklikler yaratıyor.
77 Hayvana mahsus bir çeşit sudan.
78 Nur suresi, ayet 45
79 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 51-53.
80 İrade sıfatı: Lügat manâsı, oirşey üzerinde katar kılarak onu yapmaya azmetmek demektir insanın bazan birden çok İsteği vardır. Bunlardan biri üzerinde ksrar vermesi, birini seçmesi neticesinde irade sıfatr tecelli eder. Fakat Allah'ü tealâ İçin aynı şeyi söylemek hata olur. Çünkü bfe,.rabbimİ2:n hakikatini anlamaktan aciziz. Ancak diyebiliriz ki;
Yüce rabbimiz tam ve kâmil bir irade sahibidir. Bu kâTn?t» ezelî olan iradesine uygun olarak yaratmıştır. Hiç birşey mecburî olarak zuhur etmemiştir. Bilâkis O herşeyi, ezelî iradesinin bir tecellisi olarak düediği şekilde ve dilediği zamanda yaratmıştır. Çünkü O yegânç, hükümrandır. Yukarıda izah edilen ayetler de bize bunu gayet açıl; olarak