ŞEKİL-21
BİR NÖTRON YILDIZ SEMASINDAKİ YOĞUNLUK KATMANLARI
Çizenekte çapı 16 km. olan bir pulsar ve/veya nötron yıldızın dıştan içe doğru matematiksel değerleri sunulmuştur: En dışta bir nükleon-elektron atmosferi bulunmaktadır. Asıl yıldız ise ince, katı demir bir kabuk ya da demir zırh içindedir. Bu zırhın yoğunluğu cm3'de 10 kg'dır. Bu demir zarftan 11 km. içeriye kadar olan katmanda süper akışkan nötronlar bulunur ki, bunların (Bir yüksük dolusu ya da bir çay kaşığı dediğimiz) santimetreküpünün ağırlığı milyar tonu bulur. Merkeze doğru yoğunluk iyice artar, cm3'de 2 milyardan 4,5 milyar kg'a ulaşır. Bu durumda nötronlar, "Nötron olmaktan" da çıkarak, Pion mezonları denen süper akışkan bir sıvı kristal oluştururlar. Ancak öğretimiz nötronların bileşenlerinin Pi-mezonlarından da asal olarak "Kuarkları" benimsediğinden, en içteki katmana "Kuark yoğuşması" diyebiliriz. Pulsarlar döndüklerinden dışındaki demire hapsolmuş bu süper akışkan sıvı da sıvılar dinamiğine uyarak içerde dönmeye başlar ve artık durmak bilmez. Fakat bir "Yalpa" oluşturur. Bu da bazı pulsarların yavaşlayacakları yerde niçin hızlandıklarını açıklar. Çünkü kozmik yasalara göre gökcisimleri zamanla dönme enerjisinden kaybederek, yavaşlamak ve bir milyon yıl içinde durup "Nötron yıldız" haline gelmek zorundadır. Dolayısıyla yavaşlayacağına, tam tersine hızlanan bir yıldızı açıklamak için, onun içinde "Süper akışkan" bir sıvı olması gerekiyor. Bunun yanında, pulsarın yutup da kendine kattığı bir kütle de hızını arttırıyor olabilir. Örneğin iki nötron yıldızın birbirine rastlayıp yapışıp iç içe eriyerek birleşmeleri sonucu hızlanmaları da akla gelebilir. Vega pulsarındaki dönmelerde "Milyonda-bir saniyelik" değişme, bize büyük ipucu vermiştir: Merkezkaç kuvvet pulsarı elips biçimine sokmaya zorlamış ve sert demir kabuğu çatlatmıştır. Bu deprem bize pulsarın içyapısını anlatmaktadır.
ŞEKİL-22
PULSAR PERYODU FORMÜLÜ
Pulsar'ı dışa savuran kuvvetin dağıtma etkisini dengeler.
ŞEKİL-23
BİR PULSAR'IN MAGNETİK ALANI
Dünyamızın magnetosferi benzerinde bir pulsarın da "Magnetik alanı" vardır. Dünyamızın ağır dönmesine karşılık bir pulsar çok hızlı döner. Aynı hızla çevresindeki "Magnettk alanı" da kendisiyle birlikte dönmeye zorlar. Bir pulsar çok hızlı dönen bir mıknatıs gibi davranır. 10^13 Gauss değerindeki bu magnetik alan (ve ona eşlik eden elektrik alan) nedeniyle yüklü parçacıklar Sinkrotron ışıması denen her doğrultuda bir ışıma yayarlar. Ancak odaklaşma kutup ekseni boyunca oluştuğundan, bu ışın demeti fener gibi uzayı tarar. Bir başka görüş ise pulsar yüzeyindeki sıcak bir lekenin radyo yayımı nedeniyle pulsarların yanıp söndüğünü ileri sürer. Eğer ışıma mekanizması "Yavaşlamanın" dönmesinden kaynaklanıyorsa X ışını biçiminde algılanır. Bazı pulsarlar hem görünen hem de (X ışını biçiminde) görünmeyen ışıma yaparlar. Örneğin 30 km. çaplı bir pulsar kendi çevresinde saniyede 60.000 km. hızla (Işık hızının beşte-biri hızla) dönerken, saniyenin yüzmilyonda-altısı kadar bir değerde dönme hızını kaybedip yavaşladığında güçlü X ışıması sinyalleri satar. Pulsarların yaşları dönme hızının yavaşlamasıyla ölçülür. Pulsarlardan pek azı "Süpernova patlamasının olduğu yerde" kalırsa da bazı "Biçimsizlikler" ortaya çıkar! Örneğin, süpernovanın artığı olan bir Nebula'nın yaşı yirmibin yıl fakat orada bulunan bir pulsarın yaşı (Dönme hızına göre) ikibin yıldır. İlk bulunan "Yengeç pulsarı" bin yıllık olup, Çin kayıtlarına geçmiştir. Bir Nebula ile oradaki pulsarın yaşının birbirini tutmayışı, pulsarların gezindiğini ortaya koymuştur. Saniyede 642 kez dönen bir pulsarın yaşı, yirmi yıl olmasına rağmen yirmi yıl içinde hiçbir süpernova patlaması gözlenmemiştir. O halde pulsarlar, süpernova patlamasının şiddetiyle bulundukları yerden ayrılarak bir milyon yıl boyunca gezinirler ve giderek yavaşlayarak dönmelerini durdururlar; böylece nötron yıldıza dönüşürler. Aslında süpernova ve galaksi soğuma süreleri göreceli ve amprik olduğundan, rakamlar çelişmektedir. Günümüzde bulunan pulsar sayısı 350'yi aşkındır.
ONUNCU BÖLÜM
"SİYAH BOŞLUKLAR"
"AND OLSUN HÛNNES VE KÜNNES'E..."
(Tekvir-15/16)
İLERİ BİLGİLER - 35
DOĞANIN DÖRT TEMEL KUVVETİ
Pulsarlar karadeliklere geçişin bir öncesidir. Bu bakımdan önbilgilerimizi hatırlamanın yararı olacaktır: Daha önceki bilgilerimizden biliyoruz ki Fizik (Maddî) Evren "Dört temel kuuvet" etkisindedir:
1. GÜÇLÜ NÜKLEER KUVVET (Güçlü etkileşim)
Asal dizideki yıldızların içindeki akkor fusion mekanizması, "Güçlü nükleer kuvvet"in eseridir. Bu kuvvet, asal yıldızın en büyük otoritesidir. Maddenin "Binde yedisini" enerjiye dönüştürerek yaşamını sürdürür.
2. ZAYIF NÜKLEER KUVVET (Zayıf etkileşim)
Yıldız enerji üretiminin % 7'sinden sorumludur. Süpernova patlamalarından fışkıran zayıf nötr dalgaları, bu kuvveti salmaktadır.
3. ELEKTROMAGNETİK KUVVET
Bir yıldızın nükleer bir çift kuvveti tükendiğinde eloktromagnetizma işbaşına geçer. Yıldız "Kırmızı dev aşamasında" iken güçlü kuvvet onu terk etmeye başlar. Süpernovayla birlikte zayıf çekirdek kuvveti de yıldızı terk eder. Böylece çöken bir yıldıza elektromagnetizma tek başına karşı koyarak çekimsel çökmeyi frenlemeye çalışır. Beyaz cüce, elektromagnetik bir yıldızdır. Eğer çekim elektromagnetizmayı da yenmişse, yıldız "Demir" olmaya yönelir. O zaman nötronların zayıf nükleer kuvveti sayesinde demir protonları "Nötron" olmaya zorlanır. Bu durumda yıldız "Nötron yıldız-pulsar" haline geçer.
4. ÇEKİM KUVVETİ
Evrenin bu "En zayıf" kuvveti eğer güneşin üç katı büyüklükte bir kütle tarafından temsil ediliyorsa, yıldızın diğer üç iç tutunum kuvveti çekime yenilir. Yerel olarak çok zayıf görünen çekim kuvveti, kütleler üst üste eklendikçe büyür ve evreni tek başına etkileyecek boyutlara varır. Uydular gezegenlere eklenir. Gezegenler yıldızlara, yıldızlar da galaksilere eklenince; evren, çekim etkisiyle bir bütün halinde kalır.
Çekim=Gravitation "Hacım" genişliğiyle, yoğunlukla değil; kütle ağırlık büyüklüğüyle artar. Bu nedenle (Pulsarlarda olduğu gibi) çok küçük bir hacıma büzüşen dev bir yıldızın, tüm kütlesi "Hacımdan bağımsız olarak" çekimci kuvvetini uygular. Bilindiği gibi çekim cisimler arasında ortaya çıkar. Çekim, cisimlerin kütlesi ile doğru; uzaklığın karesi ile ters orantılıdır. "Çekim mesafesi"; ana cismin, uydu cisimlerin merkezine uzaklığı ile belirlenir. Deniz seviyesinde 60 kg. gelen bir insan, Everest tepesinde 120 gram daha hafifler. Dünyanın çapı olan 6370 km. yukarıda ise 15 kg. gelir. Dünya ve Ay çekimlerinin sıfırlandığı bölgede ise çekimsizlik, ağırlıksızlık demektir. Cisimler ağırlıksız olabilirler ama asla kütlesiz olamazlar. Uzayda ağırlıksız olan fakat dünyada 60 kg. olan birine, kendi kütlesini harekete geçirmek kadar yakınlaşırsak kütlemiz artmaz. Jules Verne'nin "Dünyanın merkezine yolculuğunu" yapmaya kalkışırsak, ağırlığımız derinlerde artmayacaktır. Çünkü biz yer altına indikçe, dünya kütlesinin en büyük bir kısmı üstümüzde kaldığından, tam tersine dünya merkezi çekimsizdir. Dünyanın tam merkezinde uzaydaki gibi ağırlıksız kalırız. Çünkü her yönden eşit çekiliriz. Dışımızda kalan dünya bizi çektiğinden, yeniden indiğimiz kuyudan geri ve dış dünyaya fırlatılırız.
O halde bir kuyu kazarak değil; dünyayı nötron yığını olabilecek biçimde büzülmeye zorlayarak merkeze yakınlaşmalıyız. Dünyanın yarıçapı 590 km. olsaydı, çekim 16 kat daha şiddetlenirdi ve 60 kg. ağırlığındaki bir insan bir ton ağırlığa ulaşırdı. Yıldızlar bu yüzden ölümcül çekime yenilerek çökerler.
ŞEKİL-24
GEOMETRİK ÇEKİM
Genel relativity (Kısıtsız görecelik) bize bütün evrenin tüm cisimlerin serbest düşmeleri dışında bağımsız bir çekim etkisinde olduğunu söyler. "Öklid'in uzayı ile Newton'un çekimi", relativite'de Gauss uzayı; Minkovski zaman yapısı olarak dört boyutludur. Bu dört boyutlu bileşime uzay-zaman denir ki, çekim, uzay-zamanı kavisleştirir. Relativity, hızlı olanın (Hızlı hareket eden, hızlı düşen, hızlı kaçanın) daha yoğun, daha genç, hareket doğrultusunda daha kısa olduğunu anlatır. Galile'nin klasik kütlesi, hızlandırdığında ağırlıkça büyür; atalet kütlesi artar, hız ile kütle arasında bir geri tepme bağıntısı oluşur. Hız arttıkça ona engel olan kütle de artar ve son hız olan ışık hızı eşiğinde, itme gücü enerjisi, ortak hızı değil; kütleyi artırmaya doğru katma değer oluşturur. Kütle sonsuz olunca da hız limiti ışık hızında donar. Gerek hız artışı, gerek çekimsel geç yaşlanma, gerek mutlak soğuk derecede bir "Hareket" özdeş olup, zamanın yavaşlamasıyla sonuçlanır. Çünkü zaman boyutu değişkendir. Yukarıdaki ilüstrasyon PM dergisinden Einstein'ın anısına alınmıştır. Einstein bir karadelik tekilliği çukuruna çekilirken, yörede kıvrılan ışık ise zaman ve yoldan kaybeder. Böylece gözlemlediğimiz bir yıldız, aslında orada değil; daha farklı yerdedir. "Yıldızların yerleri" âyetinin bir diğer sırrı da budur!..
İLERİ BİLGİLER - 36
ALT ORBİTAL HIZ
Önceki cildimizde "Sultan kuvvet" diye nitelendirilen "Dünyanın çekiminden kaçma" ya da "Kurtulma hızı"nın fizik adı "Alt orbital hız" olarak tanılanmıştır.
Geometrik" çekim, uzay-zamanın yapı özelliği olup, bir cismin kendi kütlesi yörüngesindeki uzay-zamanı büzerek, kendi çekim alanını oluşturması diye de anlatılabilir. Görecelik (Relativite) uyarınca "Çok uzun bir direğin altındaki ve tepesindeki ikizler" arasında çelişki doğmaktadır. Direğin tepesindeki, direğin dibindekinden daha hafif ve gençtir (Yavaş yaşlanır); bir "Çekini alanından" kolayca kurtulabilir.
Kurtulma hızı, bir çekim alanından kaçma hızı demektir. Bu kaçma hızı, ışık hızına kadar her zaman mümkündür. Ancak relativite, "Işıktan hızlı kaçmayı" yasaklamaktadır. Kütlesiz hiç bir cisim yoktur. Hızlandıkça kütle artar. (Örneğin ışık hızının % 99'u bir hızda giden bir kilo okka üç kilo çeker.) Dünyada bir metre sıçrayan bir insan, (Çekimi az olan) Ay'da 6 metre; bunun tersine çekimi çok güçlü olan Güneş'de ancak 6 cm. sıçrayabilir. Fakat bir beyaz cüce, nötron yıldız (ve karadelikte) sıçramak hiç mümkün değildir. Bizi çekim alanından uzaklaştıran, yani sıçramamızı o cismi temelli terk ettirecek biçimde sürdüren hıza "Alt orbital hız ve/veya kritik kurtulma hızı" diyoruz. Bu kaçma sür'ati dünyamız için saniyede 11,23 km; Güneş için saniyede 617 km, bir karadelik için üçyüz bin km'dir ki bu, evrendeki en son hızdır. Ne ışık, ne roket, ne de evrenin (Uzay ve zamanın) bizzat kendisi bu çekimden kurtulamadıklarından, geriye dönerek kendilerini çeken karacisme düşerler.
İLERİ BİLGİLER - 37
GÖZLEM UFKU/OLAY UFKU
Evrenin görebildiğimiz, bize görünen en uzak ufuk çemberi bizlerin "GÖZLEM UFKU"dur. Biz evrenle ışık aracılığıyla haberleşiriz. Buna göre gözlem ufkumuz on ilâ yirmi milyar yıllık "Evren tarihini" kapsar. Kur'an'da "Ufuklardaki kudretimizi göstereceğiz" bildirimi iki anlamdadır. Bunlardan birincisi, bizim rasat mesafemizin bulduğumuz optik, radyo astronomik metrik ölçümlerimizle genişlemektedir. Evrenimizin bu gözlem ufkunun "Gözlemleyebildiğimiz her yer olduğu" anlaşılır.
Âyetin ikinci anlamı, bu gözlem ufku değil; bu ufkun arkasında (veya nefsinin içinde) saklı bulunan, gözetleyemediğimiz başka bölgeleri anlatmaktadır. Gözlemleyemediğimiz engin ufuklar ardında neler olduğunu gözlemle bilemeyiz. İşte, rasat ufku dışında kalan her yere OLAY UFKU demekteyiz.
Karadeliklerin bulunmasıyla "Gözlem ufkumuz" içinde "Enfüsi ufuklarına" tanık olduk! Olay ufku, aynı zamanda "Işıma yapmayan karadeliklerin" de adı olmuştur. Eski inançlarımıza göre evren "Bir tek bütün" idi. Resmî bilim bu kurala sımsıkı sarıldığından, mevcut gözlem ufkumuz içinde bir "delik" gibi ufku beklenmiyordu. Karadelikler bir sürpriz olarak ortaya çıkınca, yanıbaşımızda olduğu halde gözlemleyemediğimiz (Gözlem ufkuna kapalı) olay ufku bulununca "Evrenin bütünlüğü" denen kutsal ilke delindi.
Çünkü karadelikler bir olay ufku ardına gizlenerek bizden ayrı-gayrı bölük-pörcük evrenler oluşturur. Bu nedenle de fizikçilerin "Evrenin bütünlüğünden" söz eden ilkenin delik-deşik olduğuna değiniyorum. Karadelikler "Evrenin bütünlüğünün sakınımına" son vermişlerdir. Gözlemleyemediğimiz bir karaboşluk, kendini ışıma ile değil; "Çekim" ile hissettirir. Yani karadelik yöresi bir gözlem ufku değil; olay ufkudur. Artık görmediğimiz bir yerden "Gözlem ufku" diye söz edemeyiz. Görmediğimiz ufuklar "Olay ufku"dur. Olay ufku bizi bir karadelikten saklayan kara örtü ve sınırdır. Çekim etkisiyle uzayın statik çizgileri öylesine bükülmüştür ki böyle yerler artık başka bir evrendir.
Pulsarlar bu evrenin gözlem ufku içindedir ama, karadelikler gözlemlenmezler. Dolayısıyla onlar gözlem ufkumuzun sınırları ardındaki "OLAY UFKU" varlıklarıdır.
ŞEKİL-25
GÖZLEM VE OLAY UFKU
Gözlem ufku, çerçevesiz bir resim olan evreni kısmen çerçeveleyen yöremizi kapsar. Fakat bu çerçeve içinde "DİK" sayısız OLAY UFKU bulunur. Şekildeki kuyulaşmış karaboşluk dikmesini yani çukuru göremeyiz.
KESİM : 46
TARIK YILDIZI
KARA GÜNEŞ!..
Bilimin en yeni konusu, konuğu ve bulgusu olmasına rağmen, eski uygarlıkların bilgelerinin ve göksel kitapların da tanımladığı "Karadelikler" adeta, dolaylı olarak biliniyordu. Sanki kıyamet korkusuyla birlikte, insan beyninin saklı kanallarında bir "Siyah boşluk" kaygısı örtülü olarak hep vardı. Gerçekten de (İleride göreceğimiz gibi) Karadelikler = Siyah boşluklar, evrensel kıyametten sorumlu tek mekanizma, bir "Kıyamet makinesi" niteliğindedir.
Hz. Musa'dan bin yıl önceki Eski Mısır'da "Tek tanrılı din" uygulaması yardı. Göksel bir din ("Lâ ilahe illallah" diyebilen her din gibi) olduğu anlaşılan bu dönemin kralı bilgesi (Belki de peygamberi) Hor(Horus)'un gökleri gezmesinde inanılmaz bir ifade belgelenmiştir.
"... Yıldızların yuvarlanıp, yok edildiği lânetli uçurumlar gördüm."
İnanılmaz diyorum, çünkü, Bilge Hor'un tanımı günümüzün karadeliklerinin en yalın, en eski olduğu kadar, EN YENİ tanımıdır: Karadelikler, uzayı öylesine bükerler ki, bir dipsiz uçurum oluştururlar. Bu lânetli uçuruma düşen güneşler=yıldızlar da orada yok olurlar!..
Karadelikler ile kıyamet ve alâmetleri arasında DİREKT İLİŞKİ olduğu, başka antik uygarlıkların belgelerinde de yer almaktadır: Hint kökenli antik din yazıtlarında "Jüpiter'den ötede olan, görünmeyen, karanlık bir RAJA=Kral güneşinden" söz edilir. Bu GÜNEŞ "Söndürülmüş" olup, kıyamete doğru dünyaya etkilerini yaklaşarak, hissettirecektir. Güney, Güneydoğu Asya ve Uzakdoğu inanışlarında da İslâm inancına benzer "Kıyamet alâmetleri" bulunmaktadır: Hinduların "Maitreya" (Mitra) dediği bir Mehdi, Mesih vardır. (Bu aynı zamanda Hz. Muhammed'in [Mehdi'nin] de ileride çıkacağının işareti olan Mahatma'nın da adıdır.)
Maitreya, "Sönmüş Güneş"in ortaya çıkacağı gelecekte yeniden dünyaya dönmek üzere (Tıpkı Hz. İsa gibi) gider ve dönüşte karanlık demir çağına (Kali Yuga) son vererek insan refahına ve barışa yönelik "Altın çağı başlatacak" olan kişidir.
Aynı "Maitreya"nın beklentisi bilindiği gibi, hıristiyanların ve müslümanların beklediği Mesih ve ayrıca müslümanların beklediği "Mehdi" için de geçerlidir: Hz. Mesih İsa'dan az önce Mehdi inecek ve İslâm'ın ilâhî düzenini yeryüzüne yerleştirecektir. Hint inanışlarındaki hain yılan Kali ile Maitreya'nın mücadelesi aynı anlamda İslâm inancında Mesih ile Deccal'inkine çok benzemektedir. Gelecekteki kıyamet öncesine yönelik bütün bu alâmetlerin başlangıcı ise "Karanlık Güneş"in görünmesiyle sökün edecektir. Bu karanlık güneş "Jüpiter" sanılmaktaydı. Dolayısıyla sözkonusu karanlık güneşin "Bizim Güneş sistemimiz dışında kaldığı" anlatılmak istenmiştir. Günümüzde bilim, Güneş'in bir "Karanlık ortağı" olan karadeliğin varlığına ilişkin ipuçları bulmuştur.
Öte yandan, Hint belgelerindeki "Güneş" hem de "Karanlık bir güneş" tanımı kullanılması çok ilginçtir. Çünkü "Karanlık ve Güneş" kelimeleri birbirine tam zıttır. Bağdaşmaları, uzlaşmaları için geriye tek mantıklı açıklama kalıyor: Bu "Güneş" bir karadeliktir.
Budizm (Özellikle Tibet budizmi) ile şamanizm efsane ve belgelerinde de "Tişya" denen, "Dünyaya yaklaşan bir karanlık gök cisminden" söz etmektedir. İnsanlığa yeni bir çağ açacak olan bu cisim, "Görünmeden dünyaya yaklaşan karanlık bir komet = Kuyruklu yıldız"dır. Benzeri bir efsane de Orta Amerika yerlilerinin "Cuculcan = Tüylü yılan yıldız tanrısı"dır.
Görünmeyen bir kuyruklu yıldız ya da Yılan, Deccal gibi anlamlar yanında, günümüzdeki astronomik yorumlar iki ihtimal içermektedir:
• Ya gezgin bir karadeliktir ve Güneş sistemimize girecektir;
• Ya da o bizi çeken bir karadeliktir ki, etkilerini iyice yaklaştığımızda ilerde hissedecek olabiliriz. Bu karanlık yıldızın etkisinin yüzyıllarca süreceği Lama metinlerinde yazılı bulunmaktadır.
Şaman dinlerinde ve diğer özgün budizm verilerinde "Güneşi yutup söndürecek" Tişuta, Targa, Darga, Durağ, Tarka, Arka isimli karanlık yıldızlardan söz edilmektedir. Arkaik Sibirya Bahşilerinden biri (Dolgan'lı Turgut) sözlü edebiyat olarak "Tarık"tan söz etmiştir.
Eğer çok büyük bir isim benzerliği yoksa Kur'an'ı Kerim'deki sureye ismini veren "Tarık" ile özdeş bir gök cismidir. Tarık suresinin ilk üç âyetinde Rabbimiz, "Uzay'a ve Tarık'a yemin ederek, Tarık'ı bize bildiren işaretin bir gece yıldızı" olduğunu belirtir. Kur'an mealcilerimiz ise bir "Karanlık yıldız" kavramından ve "Karadelik"ten bihaber oldukları için, Tarık suresindeki çeviriyi genelde şöyle yapmışlardır: "O geceleri gelen ve parlayan bir yıldız (Kuyruklu yıldız) dır." Bazı mealcilerimiz de bu yıldızın "Erke" yıldızı olduğuna hükmetmişlerdir. Tevrat'ın yan kitaplarından biri olan Kabala(Gabbalah)'daki 7 başka dünyadan biri "Arqa=Arka" dünyasıdır. O dünyada bir çift güneş bulunmaktadır. Bir [biri] kırmızı dev, bir [biri] karadelik adayıdır. Bu Erke yıldızı ve Şaman Targa ile Arka yıldız isimleriyle benzeşir.
Tevrat ve İncil'de de "Kıyamet sahneleri" uzun uzadıya yer alır. (*)
(*) Bu konuları yazarın "Çeyrek kala/Çeyrek gece Kıyamet" isimli seri dışı eserinde bulabilirsiniz.
İncil ve Tevrat anlatımı kıyamet bahsinde (Apocolypse), "Gökler bir tomar parşömen (Kağıt tabakası, defter) benzerinde kıvrılacak, dürülecek, yukarı toplanıp çekilecektir" ifadesi vardır.
Aynı tıpatıp anlatım Kur'an'da Enbiya suresi 104. âyette de yer almakta, "Kıyametle göklerin bir kitabın sayfaları gibi durulup, burulacağı" anlatılmaktadır.
Gökleri (Uzay-zamanı) düren, buran, kıvıran mekanizmadan sadece "Karadelik çekim astronomisinin" sorumlu olduğunu hep vurgulamıştım. Öğretimiz boyunca geçmişte sunduklarım ve bu bantta anlatacaklarımdan anlaşılacağı üzere kıyamet makinesi "Karadelikler" olup, bunlar gökleri dürtmekte, uzay-zamanı bükmekte ve evreni yutmaktadır. O halde dolaylı ve örtülü olarak, karadeliklerin "Göksel kitaplarda" bildirildiğini, tıpkı Kur'an'daki "19" sayısının esrarını yeni yeni anladığımız gibi, Karaboşluklar da henüz yeni bulunmuş bir Kur'an mucizesidir.
Kur'an'da "Göklerin nice görünmez kapıları" olduğu, bunların bir "Zulmet hicabı=Karanlık olay ufku örtüsü" ile gizlendiği ayrıca belirtilmiştir.
Tekvir-15/16. âyetlerde Hûnnes=Karadeilkler ve Künnes=Kuazar denen akdelikler sunulmuş ve bunlara yine yemin edilmiştir.
Kollapsar dediğimiz "Çökmekte olan" yıldızlar ve (gaz-toz bulutu) Nebulae odağından türeyecek "Kızıl cüce" yıldız adaylarından ise Kur'an'da "Yıldızlar" olarak değil; "YILDIZ YERLERİ" olarak söz edilmiştir.
"... İŞTE YILDIZLARIN (düştüğü) YERLER(in)E AND EDİYORUM. BİLSENİZ BU NE BÜYÜK YEMİNDİR!" (Vakıa-75,76)
Horus'un "Yıldızların düştüğü lânetli uçurumlar gördüm" diye anlattığı mükaşefesi ile tam benzeşen bu ayette, Rabbimizin "BÜYÜK YEMİN ETMESİ"nin nedeni, kıyametten sorumlu olan mekanizmanın yalnızca "KARADELİKLER" olduğunu özellikle vurgulamasıdır. Bu nedenle Kur'an'daki "EN BÜYÜK YEMİN" Vakıa suresinde verilerek, evrendeki "Vakî" olan en büyük olay = Vakıa'dan yani kıyametten sorumlu olan "Yıldız yerleri" olan Karadelikler açıklığa kavuşturulmuştur. Oraları bir SÜPERNOVA ile "KIYAMET PROVASI" yapan yerlerdir:
Vakıa-75'deki "Mevakiin nücûm = Yıldızların yerleri" iki kategoridir. İlki bütün KOLLAPSARLAR'ı yani çökme ardındaki yıldız kalıntılarıdır. Bunlar beyazcüceler, karacüceler, nötron yıldızlar, pulsarlar, karadeliklerdi. İkinci kategori, sonucu değil doğumu yani başlangıcı anlatır: Nedensel "Yıldız yerleri" aynı zamanda yıldızların doğduğu "Nebulea ve Nebülözlerin" Kızıl cücelerin türediği yerlerdir.
Birinci kategori "Sonucu = ölümü" anlatan Kollapsar artığı beyaz-kara cüceler, nötron-pulsar yıldızlar, karadelikleri içermektedir. Hatırlanırsa, nötron yıldızlarda "Işığın yörüngeye oturduğunu", o yıldızdaki bir insanın elindeki aynada hem yüzünü hem ensesini iki yanlı görebileceğini sunmuştuk. Bunun nedenini de "Işığın bir tur atarak Güneşin batıdan doğmasını gerçekleştirdiği" biçiminde açmıştık. Ayrıca öğretimizin önceki ciltlerinde de "Uzay-zaman denen göğün, karadelik gibi çekimi en güçlü bir bölgeyi büküp uçurumlaştırdığına" değinmiş, "Göklerin dürüleceği, yıldızların bulanıp düşeceği, Güneşin söndürüleceği, göğün yarılacağı ve ardındakini göstereceği" tarzındaki Kur'an âyetlerinin, sözün tam anlamıyla bir karadelik kıyameti olduğunu, dolayısıyla çekim dengesizlikleri nedeniyle "Dağların atılacağı ve yürüyeceği, yerin dümdüz uzatılacağı, denizlerle ateşin birbirine karıştırılacağı" ayetlerinin de desteğiyle sunmuştum.
Bundan daha ileri kozmik sırlar, örneğin "Nur"dan (Akdelik) ve "Zulmet"ten (Karadelik) perdeler (Olay ufukları) olduğuna ilişkin sırlara değinmiştim. Bunların en önemlisi, "Gökteki yarık" (İnşikak ve infitar) sırrıdır. Arapça "Zulmet = Mutlak ışıksızlık" tanımı, "Işığın bile kaçamadığı karadeliklerin" ta kendisidir. Bu sık biçimde "Zulmet hicabı" olarak kullanılmakta olan bu terimdeki "Hicap", aktüel anlamıyla "Örtü, perde"; Kur'an anlamıyla "Karanlık engeller ve geçitler"; bilim diliyle de "Olay ufkudur".
KESİM : 47 (A)
LAPLACE YILDIZI
TARİHÇE
Önceki bölüme ilişkin bilgilerimiz "Bir karadeliğin oluşumuna" geçişi sunmaktaydı.
Güneş kadar bir yıldız beyaz cüce;
İki güneş büyüklüğünde bir yıldız Pulsar;
Üç güneş büyüklüğünde bir yıldız ise KARADELİK aşamasına gelir.
Newton dönemindeki inançlar, ağırlığı yoğunluğu ne kadar büyük olursa olsun, bir yıldızdan kaçma hızı "Sonlanmadığı için" her zaman ondan ışık alınabileceği, ışığın bize ulaşacağı biçimindeydi. 1798 yılında Laplace "Evren düzeninin açıklanması" isimli eserinde çok ağır ya da çok sıkıştırılmış bir yıldızdan ışığın kaçamayacağını, dolayısıyla onun görünmez karanlık bir yıldız olacağını yazmıştı.
Söz gelimi dünyamız kadar yoğun fakat çapı güneşten 250 kez büyük olan bir dev yıldızın cehennemî çekiminden ışık dahil hiç bir şey kendini kurtaramayacağı öngörülmüştü.
Böylece Laplace'ın "Karanlık yıldızı" konumuz olan karadeliklere ilk modern ve bilimsel yaklaşımı oluşturur. Gerçekten de 1901'de kuantum fiziğinin babası "Planck"ın mekaniği ile 1917 SCHWARZSCHILD metrikleri, Laplace'ın ışımayan yıldızını doğrulayıp, haklı çıkarmıştır.
Karl SchWarzschild, relativite teoreminin "Çok özel çözümleri" olduğunu görerek, daha beyaz cüceler, nötron yıldızlar, pulsarlar bilinemezken "Karadelikleri" hipotetik olarak keşfetmek başarısını göstermiştir.
Hatırlanırsa güneşin 1,4 kütledeki çökmekte olan bir yıldız (Kollapsar) elektron basıncıyla durdurulabiliyordu.
Eğer bu kollapsar, güneşin 1.4 ila 2,95 katı kütleye sahipse, çökme elektron basıncını da aşarak kırar ve nötronların minimum sıkışması sınırına kadar sürer.
Eğer bu kollapsar, güneşin yaklaşık üç katı ya da bundan büyüğü ise, onun çökmesini hiç bir şey durduramaz; artık ona, "Karadelik=siyah boşluk" (Black hole, Schwarzes loch) denmesi âdet olmuştur.
1807'de Schwarzschild böylesi bir çökmenin hangi kritik yarıçap altında büzüleceğini hesapladı. "SCHWARZSCHİLD kritik yarıçapı" diye bilinen bu tanım, büyük yıldızların "Kara boşluk olarak" sonuçlanmasının değerini belirler. Çökmekte olan yıldız, birden, ışık hızıyla, söz konusu kritik yarıçap altında büzüldükten sonra, bir daha beyaz cüce, pulsar gibi sabit kalamaz, çünkü doğanın üç kuvveti birden dördüncü kuvvete yani çekim kuvvetine yenilmiştir.
Artık tek otorite, yegane iktidar çekim kuvvetinin eline geçmiştir. (Her nefis mutlaka ölümü tadar!)
Çekim, doğası gereği bütün kütleyi bir tek noktada toplamak ister. Bu noktaya tekillik denir. Böylece üç güneş kütleli yıldız tekilliğe doğru toplanırken, çökmeyi hiç bir kuvvet durduramaz ve "Karadelik" denen olgu ortaya çıkar. Yıldızın çökmesi (Schwarzschild kritik yarıçapı diye bilinen) bir noktadan sonra, artık "Bizim uzayımızda" değildir.
Yıldızın varlığı kendi dışına sığışmış, kendi hacmini aşıp, soyut bir başka uzaya gitmiş, evrenimizin dışına yol almış, imkânsızlığın ötesine geçmiştir.
Geometrik çekim yasaları uyarınca, bir cismi uzaya koyduğunuzda, zaman ve uzay, bu kütleye eşdeğer biçimde eğrilmektedir.
Bu eğrilme karadelik olayında "Sonsuz" uçurum haline gelir. Işık, evren, zaman, tümü bu uçurum tarafından başaşağı alınırlar. Böylece Laplace'ın dediği gibi büyük kütleli çok sıkıştırılmış bir yıldızdan "Işık" alamaz oluruz.
Çünkü cehennemî çekimin hızı ışık hızına erişmiştir; ışık bile kendini ondan kurtaramaz.
O halde Schwarzschild yarıçapı, kaçma hızının ışık hızına erişmesi halinde yıldızın sahip olması gereken kritik hacmi anlatır.
Elmayı yere düşüren tek yönlü çekim kuvveti, kara-uçuruma tutsak ettiği kurbanlarını "Öteki" evrene götürür ve onların "İmdat mesajları" bize artık ulaşamaz. Onlar sonsuza kadar orada kalmak zorundadırlar. Çünkü öteki dünyaya gidilir, ama asla geri gelinemez. Bizi baş aşağı çeken kuvvet de, dünyanın çapının milyarda-biri kadar bir karadelikten ibarettir. Bu gözükmez karadeliğin çevresinde bütün gezegenler dönmeye devam eder. Eğer yolu üzerine dünyamız çıkarsa, bu bilye kadar karadelik onu da yutar ve dünyayı zamanından önce öldürüp, "Vakitsiz ölüm" denen kaderin KAZASINI gerçekleştirir. Çekim=Toprak çekmesi ölümün ta kendisidir.
Çekim kuvveti öğretimiz boyunca her zaman değindiğimiz "Hûnnes" olup, doğası gereği bir kütleyi en küçük noktada (B'nin noktasında) toplamak ister. Bir çöken yıldız (Kollapsar) bir kez Schwarzschild yarıçapının altına küçüldükten sonra, yıldızın tüm kütlesini merkezdeki sıfır hacımda ve sonsuz yoğunluktaki bir düşsel tekillik noktasında toplamaya çalışır.
Hunnes'in tersine Künnes kuvvetleri (Güçlü ve zayıf çekirdek kuvvetleri ile elektromagnetizma) ise yıldızı dışa açmaya çalışır. Yıldız asal dizide iken bu iki zıt kuvvet dengededir. Fakat yıldızın çökmesiyle "Ölümü ve geldiği yere dönüşü" temsil eden Hunnes tarafı ağır basar, çekim "KARATOPRAK" denen "Kara kabiri" gerçekleştirir.
Kur'anı Kerim'de "Topraktan gelip toprağa döneceğimizi, Allah'a döndürüleceğimizi, nasıl yaratılmışsak öylece iade edileceğimizi, aslımıza rücû edeceğimizi" bildiren bütün ayetler, bu Hunnes'in sözcüleridir.
Gerçekten de toprak çekimi anlatır. Çünkü gaz, sıvı ateş'e en YOĞUN madde KATI = TOPRAK halidir.
Topraktan gelip toprağa dönmek, eninde sonunda çekime yenilmek, sırası gelen diri, canlı-çansız her asal özün bir ceset olarak sonuçlanması demektir.
Zaten Newton "Gravitation" yani ÇEKİM deyimini "Grave=Toprak" ve "Grabe=Mezar"dan esinlenerek koymuştur!..
ŞEKİL - 26/A
Bir yıldızın içindeki saklı türlü gizli çaplar:
AKTARISSÂMAVAT
Yukarıdaki çizenekte merkezi karadelik dışı ise yıldızın kendi büyüklüğü olan iki limit arasında doğanın dört temel kuvvetinin türlü direnme çapları sembolik olarak gösterilmiştir. Büyük kesitli çizgiler dışında kalan bölge uzaya püskürür. Küçük kesitli çizginin içi ise bizim evren değil başka bir evrendir. İzleyen formülde başka evrene geçiş bölgesini belirleyen kritik yarıçapın formülü sunulmuştur:
ŞEKİL - 26/B
Schwarzschild kritik yarıçapın formülü.
KESİM : 47 (B)
SCHVVARZSCHİLD YILDIZI
GEREKÇE
Çekim kuvvetinin "Hunnes işlevleri" çok farklıdır:
1. Çokluğu yok ederek, bir çift çoku, aslı olan tekliğe dönüştürmek üzere, bir tek noktada toplamak ister.
2. Hunnes, hacım ne olursa olsun, onun kütlesel ağırlığını bozmadan en küçük noktaya sığıştırabilir. Örneğin, dev güneşimiz kalem ucuyla konulmuş bir nokta kadar bir yere, ağırlığından hiç bir şey kaybetmeden sığabilir. (B harfinin noktasının sırrı.)
Evrende önemli olan hacım değil; kütledir. Bir şey ne kadar hacımca büyük olursa olsun, eğer kütlesi seyrekse (Az yoğunsa) kendinden daha yoğun fakat çok küçük bir kütlenin çekimine kapılmak zorundadır.
Güneşimiz ister şimdiki gibi olsun, ağırlığından hiç bir şey kaybetmez. O zaman dünyanın da içinde bulunduğu bütün gezegenler, yine onun çevresinde dönmeye devam ederler.
İşte, bu bir tek noktada toplanma eğilimi, sıfır hacımda, sonsuz yoğunluk oluşturmak demektir. Çünkü bir nokta zaten boyutsuzdur. Uzay-zaman sanki bir bulutmuş gibi o ağır fakat boyutsuz noktaya akmaya başlar. Yani uzay zaman çizgileri sonsuza doğru bir fırtına hortumu gibi anaforlar yaparak bükülmeye başlar.
Hatırlanacağı üzere, relativite bize, uzay ve zamanın dört boyutlu akılar olduğunu, bunların bükülebilen çizgileri olduğunu ve bu çizgilerin bükülmesinin cismin kütlesine bağlı olduğunu anlatır. Sanki uzay gergin bir çarşaftır; bunun içine konan bir "Top güllesi" onu çukurlaştırmaktadır. Eğer bu çarşafın ortasına bir karadelik konsaydı, o gülleden milyonlarca kez ağır olduğu için, çarşafı yırtacak ve görmediğimiz çarşafın ötesine (Bir başka evrene) geçecektir. Kısaca, karadelik, bir uzay yırtığıdır.
İşte Schwarzschild "Riemann uzayının" böyle bir huni oluşturduğunu ayırt ederek, Einstein'ın relativitesi'nin açıklanmasından birkaç ay sonra (Einstein'ın bile fark etmediği) çok özel bir çözümü buldu. Schwarzschild 1907 yılında bile birden bire 1967 yılına aşama yapmış bir Zig-Zag öğretisi üyesidir. Bu 60 yıllık aşama çok önemlidir: Çünkü 1939'da Oppenheimer'in nötron yıldızları ile ilişkili formülden öteye en başta geçmiştir. Oysa kozmik bulguların sırası şöyle olmalıydı: Önce beyaz cüceler, sonra nötron yıldızlar, daha sonra karadelikler bulunmalıydı. Schwarzschild üç etabı birden aşmak başarısını göstermiştir.
Uzay ve zaman çizgileri, Schwarzschild'in tanımladığı gibi konik bir boynuz biçiminde sivrileşir. Boynuzun en ucunda ya da huninin dibindeki karadelikte, uzay ve zaman çizgileri yer değiştirmek üzere tam bükülüp, yer değiştirirler.
Yani uzay, "Zaman"; zaman ise "Uzay" olur. Kabaca bir örnekle, elimizdeki "Cetvel" bir "Kol saati"; kol saatimiz ise cetvele dönüşürler.
Statik bu uzay bükülmesi nedeniyle, siyah boşluklar, evrenimizi "Isırdıkları yerden itibaren" yemeye başlarlar.
Uzay uçurumundaki uzay-zaman, bizim karakteristiğimizden olmadığından, tekillik engelinin kendine özgü yasalarıyla yönetilir.
Karadelik tekilliğinin kara odağı uzayın çizgilerini burgulayarak burup, kozmik bir anafor gibi emer. Bu şelaleden aşağı akan akıları izleyen ışık, ses, madde, enerji dahil, evren adına ne varsa, Schwarzschild çapının altındaki "Boyutsuz mekâna" kurban verilerek, gözden ve elden çıkarılır: Bunun anlamı, evren yok ediliyor demektir.
Bunun anlamı, maddenin yoktan var edilmediğini, varken yok edilemeyeceğini söyleyen klasik fiziğin iflasıdır!
Schwarzschild özel çözümü "İki boyutlu uzay" için yalınlaştırılıp sâde modelle açıklanabilir: Kendimizi bu düz kitap sayfası olan uzayda "Resim" gibi kalınlıksız insan olarak düşünebiliriz. Çekim etkisiyle bu sayfa hafifçe kıvrılıp, eğri uzayı oluşturur. Eğer bu söz konusu çekim karadelik çekimi ise, bu yoğun çekim düz sayfamızı kağıt bir külah gibi kıvırır. Düz uzayımız konik biçiminde dürülünce, artık bir de çap'a kavuşur. İşte bu basit külah uzay anlatımı Schwarzschild uzayı ya da hunisini anlatır.
Bu huniye yakalanan "Derinliksiz" resim insanlar halen kendilerinin "Düz" sandığı uzay boyunca baş aşağı çekildiklerini fark etmezler ve Schwarzschild kritik yarıçapının altına doğru yol alırlar. Bu kritik çap, 3 güneş kütlesi büyüklüğündeki bir çöken yıldızdan, "Kaçma hızının ışık hızına eşitlendiği" yıldızın maksimal çapıdır.
Bunun altına büzüşen "Yıldız konsantrasyonu", artık kendi varlığını kendi dışına sığıştırmış, bizim evrenimizden dışarı çıkmış demektir! Orada ise bir karaboşluk oluşmuştur!
Schwarzschild hunisinin en dar noktasında yer alıp da görünmeyen bu karadelikten, ancak "Işık hızını aşarak" kurtulup, kaçabilirdik. Ama ışık hızını olağan koşullarda aşmak madde-enerji için yasaklanmıştır. Uzay-zaman, ışık bile bunu başaramaz ve o, öldürücü cazibenin odağına tek yönlü olarak akıp, orada kalırlar. Böylece biz, o tutsaklardan, gözükür ve gözükmez hiç bir radyasyon, işaret, mesaj, haber alamayız. Sinyaller bize kurtulup ulaşamadığından, o kara noktayı göremeyiz. Bu yüzden John Wheeler'in koyduğu ad olan "Siyah delikler", o noktalar için uygun bir isim olur. Çünkü biz, yıldızlar ile sadece "Işıma" sinyalleri ile haberleşiriz. Bize ışımayan bir şeyi asla fark edemeyiz.
Işık bile kendini çekimin tek başına iktidarından kurtaramadığından, bize ulaşamaz. Dolayısıyla karaboşluklar, bir yıldızın kendi ışığını bile yutması demektir. Bir kuyunun, uçurumun dibini nasıl ki göremezsek, o kuyudaki karaboşluk, uzay çizgilerini sonsuz eğerek, evrenimiz dışına çıkan bir uçurum oluşturmuştur.
Dostları ilə paylaş: |