The miracle of allah



Yüklə 0,9 Mb.
səhifə1/14
tarix30.07.2018
ölçüsü0,9 Mb.
#64213
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14

Arz'dan Arş'a Mi'rac 2

The Course of ... In the name of ALLAH


Trabsscientific ... The most Beneficent AL-RAHMAN
ZIG-ZAG Lehre ...  The most Merciful AL-RAHİM

THE MIRACLE OF ALLAH


The assencion miracle upto parallel universies

Authorized by


HANS von AIBERG

"BLACK HOLES"


HANS von AIBERG

ARZ'dan
ARŞ'a


Mİ'RAC

ARZ-ARŞ Dizisi


İkinci Band / İkinci Cild / Dördüncü Kitap

Dizgi-Baskı: İstanbul / 1988


Kapak Kompozisyonu: Hans von Aiberg
Grafik: Mustafa ÖZER KÖSE
Birinci Baskı

Dr. AIBERG



  • Kapak

  • Arkakapak

  • Yankapak

  • İçkapak 1

  • İçkapak 2

  • İçkapak 3

  • İçkapak 4

  • Sunuş

***

[*] BLOG notu: Bknz. AÇIKLAMALAR ( https://ardzarch.wordpress.com/not/ )

***


SUNUŞ

Geçmişte askerî fetihlerin yapamadığını, günümüzde İSLAM, "Bilim" yoluyla başarmakta, eski haçlı ve ateistleri "Yepyeni müslümanlar" olarak saflarımıza gönüllüler olarak katmaktadır.


Böylece Batılı Müslüman Bilim adamlarının "Bilim-akıl-kalem cihadı" ile "İslamın Batı Cephesini" açtıklarını sezmekteyiz.
Sadece bilimle ilgili bu ekibin "Cemaat çalışmalarının toplu bilimsel sonuçlarından" ZİG-ZAG Öğretisi ortaya konmuştur.
21. yüzyıl bilimi sayılan bu öğretinin "Arz-Arş Dizisi" Skandinav asıllı Alman teorik fizikçi Hans von Aiberg'in payına düşmüştür.
Aynı zamanda düşünür, yazar ve gazeteci olan Prof. Dr. von Aiberg, müslümanlığın yanında Türk'lüğe de gönül verdiğinden, dünyada ilk ve tek olarak, bu eserlerini yayınevimiz aracılığıyla, öneelikle TÜRK okuyucuya sunmaktadır. Beceri bizden, beğeni sizden, başarı ALLAH'tan...

KİT-SAN


"Eserimin sevabını, sayesinde MÜSLÜMAN-TÜRK olduğum MÜFİDE ATALAY'a ALLAH rahmetine vesile olması umuduyla ithaf ediyorum..."

H.Ayberg

"Arz-Arş dizisinin kitapları Kur'an'ı Kerim'in Teorik Fizik ilmi ışığında bir yorumu mahiyetinde... Bu güne kadar binlerce kitap okudum. Böylesini görmedim. Böylece bütün "Bilinmezler" çözülüyor, bütün "İzm"ler iflas ediyor, "Tek doğru" ortaya çıkıyor. İlk okuyuştan altı ay sonra ikinci defa başladım. Sanki 21. yüzyılın bilgilerini veriyor, hayatımızı yeniden "Dizayn" ettiriyor. M.Hans von. Aiberg'e ve onu bize ulaştıran KİT-SAN'a minnet ve şükran duygularımı bildiririm. Bu kitapları okumayan kişi, kim olursa olsun dünyadaki yüklerini hafifletmekte güçlük cekecektir."

Prof. Dr. Sacit ADALI

"Bu güne kadar bir çok kitap okudum ama, benim hayatımın akışını değiştiren kitap Prof. Dr. Hans von Aiberg'in "Arz'dan Arş'a Sonsuzluk Kulesi" adlı kitabı oldu. Şimdi bambaşka bir insanım..."

Bay H.İZ/ANKARA

ÖNSÖZ


BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM: OKU

ARZ'dan ARŞ'a Mİ'RAC bandımızın bu ikinci cildiyle yeniden huzurlarınızdayız, sevgideğer okurlarım...

İlk bandımız ARZ'dan ARŞ'a SONSUZLUK KULESİ, bir genel ve kısa özet olarak ARZ-ARŞ dizimizin girişini oluşturmak üzere yayınlanmıştı.

İkinci bandımız olan ARZ'dan ARŞ'a Mİ'RAC ise -adı üzerinde- Dünyadan havalanan insanın "Gizli iç güdüsü olan yükselişin" ve yükselişlerin son durağı olan ARŞ'ın Mİ'RAC'ını dört cilt halinde sunmaktadır. Önceki cildimiz, insanın uçma ve uzay serüvenini, bunun yanında bir KUR'AN mucizesi olan "Gök Mekaniğini" yorumlamış, kapalı bir sistem olan Evrenin dışına olağan yollarla çıkamayacağını göstermişti.

Tam kendimizi tutkulu hissettiğimiz bu aşamada gökten bir kapı, "Görünmeyen bir kara kapı" aralanmış, böylece evrenin dışına çıkacağımız tek çıkış yolunu keşfetmiştik.

Bu gök kapıları "Karadelik"lerdir. Şimdiki eserimiz işte, bu "Karaboşluk Mekaniğini" dünyada ilk ve tek, hatta eşsiz olarak, en geniş kapsamlı olarak ele almaktadır. "Karadelik" konusu, inanmak isteyen ve mü'min okuyucum için büyük bir silah olacaktır. Çünkü karadelik gibi inanılmaz bir bulguyu ortaya koyan ve ayrıntılayan ekibin % 80 kadarı Zig-Zag öğretisi mensuplarıdır.

Karadelikler konusunda sadece mini broşürler, birkaç sayfayı geçmeyen makalelerden başka hiçbir bilgi yoktu.

1974'te Profesör John Taylor, bu konuda bir kitap yazmak istediğini belirterek bütün karadelik uzmanlarına ve ünlü Astrofizik teorisyenlerine davet vermişti. Bu değerli bilim adamının hatırını kırmayarak 29 kişiden kurulu bir ekip oluşturduk. Bunlardan onyedisi isimlerinin önsözde geçmesini istediler. Ekibimizden olanlar ise prensip üzerine isimlerinin geçmesine karşı çıktılar.

Söz konusu prensip "İslâmın Ruhunu" yansıtmaktadır. Çünkü Zig-Zag öğretisi mensupları ilke olarak reklam, propaganda, bilim aristokrasisi ve resmî bilim burjuvazisinin protokolcülüğünü peşinen reddetmişlerdir. İslâm bir cemaat, bir ümmet, bir şûra (Hey'et) dini olduğundan; icmâi ümmet yöntemi bilimde de geçerlidir. Dolayısıyla sivri uçlara yer vermeyi önceden reddederek, bilimsel bencillik olan "BEN" yerine "Biz" denen cemaat olmayı ilke edindik. Gerçek müslüman bilim adamları olarak şunu benimsedik:

BEN YOK, BİZ VARIZ!..

Ayrılıklar böyle çözümlenir. Uzlaştırıcı, birleştirici islâm ancak böyle temsil edilir.

İsmimi kitaba korken ya da üstlendiğim bir şeyi, yaşadığım bir olayı anlatırken, normal "Özne" olan "Ben"i kullandım. Fakat hiçbir zaman nefsimin baştacı, şeytanın kovulmasının nedeni olan azameti "BEN" ile hitap etmeyi hiç düşünmedim!..

Çünkü BİZ bir cemaat dini olan İSLÂM mensuplarıyız. Benlik ve bencillik kavgamızı peşinen bırakarak, soytarı benliğimizi "Bilgimizin" içinde erittikten sonra Kelime-i Şehadet getirip, MÜSLÜMAN olduk. Biz "Benci" değil; tam tersine "SENCİLİZ".

BEN müslümanım ama BİZ CEMAAT VE MİLLETİZ; BİZLER ise ÜMMETİ MUHAMMEDİZ. Bunun için sırayla BEN, Türk ve müslümanım demekle, aslında "BİZLER" kavramına nasıl ulaşmamız gerktiğini anlatmak istedim. Bencillik ve onun "Ben" kibiri doğrudan şeytana aittir. Önceleri meleklerden bile melek olduğuna inanılan Şeytan, ebedi kaybedişini "Ben secde etmem" dediği için başına sarmıştır. "İN ORADAN, ORADA BÜYÜKLÜK TASLAMAK SANA DÜŞMEZ, DEFOL, SEN AŞAĞILIK BİRİSİN!" diye Rabb'inden hitap bulmuştur. İşte "Ben" demek, bu kadar korkunç bir fecaat olup, onu özne mi yoksa "KİBRİYA" için mi kullandığımıza, yani ard niyetimize bakar, masûm ya da şeytandan oluşumuz...

***

Bütün Zig-Zag öğretileri eserleri şu ayet doğrultusunda kaleme alınmıştır:



"DOĞRUCULAR (Sadık yazarlar) İSENİZ BİLİME DAYANARAK HABER VERİN. (Eğer okurlar iseniz) BİLİME DAYANMAYANA İNANMAYIN, İNCEDEN İNCEYE DÜŞÜNÜN!"

Bilmek boynumuzun borcudur:

"O HALDE SAKIN BİLMEYENLERDEN OLMA!" (En'am-35)

Çünkü bimeyenler, bilenlerle iki atrı sınıf oluşturular:

"HİÇ BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?" (Zümer-9)

Bunun ne anlama geldiğini bize Hûd-46. ayet açıyor:

"SENİ BİLMEZLERDEN OLMAKTAN BİLHAKKIN MEN EDERİM!"

Hatta bilmeyenlerle ilişkimizin kesilmesi istenmektedir:

"SEN KOLAYLIĞI TUT, İYİLİĞİ EMRET, CAHİLLERDEN YÜZ ÇEVİR" (A'raf-199)

Buradaki cahillerden artık bilim talep etmeyen, öğrenmek istemeyen, öğrenimi reddeden, bilimin gereksizliğini savunan, cahilliğin eseri gerçek yobazlardır. İrtica lafını onlar hak etmişlerdir. Onlar BİZDEN de değildir. Onlar ALLAH buyruğuna karşıdırlar. Çünkü Rabbimizden bilim istememiz, bilimimizi arttırmasını istememiz "RABBİM İLMİMİ ÇOKCA ARTTIR" (Ta-Ha-114) ayeti uyarınca ve Resulullah'ın iki hadisiyle [*] sabittir.

"İbadetin efdâli (En yararlısı) bilim talep etmektir."

"Cenâb-ı Hak bir kulunu rezil etmek isterse bilimden yoksun kılıp, cahillerden eder."

Cehalet (bilgisizlik) Resulullah'ın yerdiği İslâm dışı ya da İslâm'ın yüz karası bir beyin tembelliğidir. Çünkü "Cahil yoktur"; Cahil kalmak isteyen vardır. Resulullah (sas) cehaleti kâfirlikten şiddetli saymıştır:

"Cehalet küfürden; yoksulluk ateşten daha şiddetlidir."

"Cahiller arasında bilim talep eden bir kimse ölüler arasında diri gibidir."

Bizleri "Haksız biçimde" geri bıraktıran şeytan, tek kelimeyle cehalettir:

"Başka ümmetleri geçmeyen ümmetime şefaat etmiyeceğim."

"İlim tahsil etmeyi kadın-erkek her müslümana farz kılan, ilimi nerede bulursak almamızı isteyen, bilimin mü'minin kaybolmuş malı olduğunu, Çin'de bile olsa arayıp almamızı, her fiile yasak konulabileceğini, fakat bilime asla


yasak konulamıyacağını, bilimin bir sonu olmadığını, bilimin bir saatinin yetmiş yıllık ibadete bedel olduğunu, bilginin mürekkebinin şehit kanından da üstün olduğunu" sahih olarak söyleyen Resulullah bilimsiz bir Kur'an düşünülemiyeceğini bildirmiştir. Kendisine birisi "Bilim öğrenmeyi tavsiye ediyorsunuz. Bilim Kur'an'dan da efdâl midir?" sorusuna şu cevabı verdi:

"Hiç bilimsiz Kur'an olur mu?"

Hazreti Ali (r) ilmin kapısı olmasının sırrını şöyle açıklıyor:

"Rütbelerin en âlâsı iiim rütbesidir."

Yâhya bin Halit'in özdeyişi de çok anlamlı bir öğüt:

"Oğlum ilmin her türlüsünü öğrenmeye çalış. Kişi bilmediğine düşman olur."



[*] Lütfen okuyunuz: AÇIKLAMALAR

***


Gerçekten de insan bilmediğini, anlayamadığını yok etmeye çalışır. Yok etme işlemini, ya o şeyi öldürerek ondan kurtulmayı seçer; (Bunu yapamıyorsa, örneğin korktuğu şey soyut ve güçlüyse) ona esirce tapınarak kendini güvenceye alan müşrik biri olur. Oysa aydın mü'min açıklanamayanı bilimle açıklayıp, onu öldürmeden yok etmiş olur.

Dolayısıyla bilim, maddeciler gibi inkara saptırmaz, müşrikler gibi taptırmaz. Bilmek yoluyla açıklanan şey çözüme kavuşur. Kur'an dolusu olarak bilimin maddeci ve müşriğe bu tartışılmaz üstünlüğü hep istenmiştir.

Bilim kısıtlanamaz. Bilim en kocaman bir bütündür. Onun dallarından biri "Bilim sayılıp", diğer dallar (ve gövde ile kökler) inkar edilemez. Örneğin, "Yalnız fıkıh bilimdir" demek, evrenin doğasına aykırıdır. Çünkü evren, insan ve fıkıhı olmadan da "FİZİKO-MATEMATİK" YASALARLA YÖNETİLİYORDU; kıyamete kadar yönetilecektir!.. Bu nedenle fiziko-matematiği 1400 yıldan beri ilk kez öğretimizde işlemeye çalışıyoruz.

Bir önceki cildimizde gök mekaniği yasalarını ele almıştık. Şimdi bir başka evrene kapı olan karadelik ya da siyahboşluk konusuyla birlikte relativiteyi sunacağız. Karadelikler konusunda daha önce "BEN yerine BİZ olarak" ve John Taylor adına ünlü "Black Holes=Karadelikler" kitabı bahanesiyle bir türlü icmâi ümmet oluşturmuştuk. Elbette içimizde başta Prof. John Taylor olmak üzere birçok inançsız vardı. Fakat Karadelikler olayının onları da imana getirdiğini gördük. John Taylor aslen matematikçi olmasına rağmen, bu nedenle parapsikolji alanına kaymış ünlü bir Zig-Zag öğretisi mensubudur. Dolayısıyla "Ekibin bilginlerinin" toplu sonuçlarının öncelikle Türk okuyucuya bu kitap aracılığıyla verilmesine karşı çıkmamıştır.

***

ARZ-ARŞ dizisini belki daha sonra yayınlayacaktık. Fakat "Bir an önce" yazmamı sağlayan itici güçlerin, yapıcı dostların basıncı ile dizimiz ortaya çıktı. Büyük manevi ve maddi katkıları olan iki can kardeşime çok şey borçluyum. Bu uğurda gazeteci kardeşim Fatih Böhürler, kendince çok değerli olan tüm sermayesini "Bilim ideali uğruna harcamakta" tereddüt etmedi.



Yine gazeteci ve sanatçı dostum RAGIP DERİN, çocuğumun süt parasını bile finanse ederek, başka işlerde çalışmamı engelleyip, bu eserleri şûmûllendirmemi sağlayan zamanı bana lütfetti. Bu arada evsahipliğini üstlenen yine gazeteci ve sanatçı dostum Erol ARISAL olmasaydı, bu eserler de olmazdı. Teşviklerin en büyüğü ise, bana "Evladım" diyen, değerli gazeteci ve sanatçı Nezih DÜNDAR ağabeyimden geldi.

Bir yazar ve bilgin için gerekli ideal çalışma ortamını sağlayan ve beni uzun süre evinde kusursuz ağırlayan Güneş GÜRSEL'e benimle beraber bu kitabın da borcu vardır.

Ve kitaplarımı yayınlayan cesur, ilerici mü'min ESER ve GÖKNAR ailelerine teşekkür ötesinde minnet doluyum.

Yazarı


SEKİZİNCİ BÖLÜM

ZAMANSIZ EVREN



"O (ALLAH) İŞLERİNİ GÖK'TEN YER'E DOĞRU (Arş'tan Arz'a, tümden gelimli) YÖNETİR. O'NA DOĞRU YÜKSELENLER, SİZİN ÖLÇÜLERİNİZE GÖRE BİN YIL SAYDIĞINIZ BİR TEK GÜNDE VARIRLAR." (Secde-5)

KESİM : 29

SOMUT UZAYLAR

SEZGİNİN BOYUTLARI

Matematik bir şiir, geometri onun resmidir. Fizik ile bu resim canlı bir hayal oluverir. Evren fiziko-matematik yasalar topluluğudur. Her şey sayılarla anlatılır. Öyle ki "Sezgini boyutları" matematiğin sonucudur.

Bir varlığın evrendeki konumunu, matematiğe dayanarak belirleriz. Canlı biri önce kendini idrak ederek anlar, sonra çevreye yönelir. Kendi konumunu tespit ederek diğer konumlarla bilgi alış-verişinde bulunur. Bu mekanizmanın radarı "Göz"; değerlendirme merkezi beynimizdir. Dolayısıyla yorumlarımızda şartlanmalarımız vardır. Derinlik duyumuz uzayı üç boyutlu gösterdiğinden, (İlk insanların bilginlerinden) Öklid uzayı düz saymıştı. Bir yanda greko-romen düşünce, diğer yanda Horasanlı Cabir ve İbn-i Sina gibi Türklerin ayrık düşünceleri vardı. Şimdiki bilim, doğu ve batının ortaklaşmasından doğmuştur.

İslâmi pozitif bilimleri temel aldığında Rönesans ve İslâm alemini yakalayan Galile'nin batı âlemi, doğulu El Cabir'in cebirini tanıdı. (*)

(*) Modern fiziğin babası Galile'dir. Descartes Galile Cebirini geometrik bir şekil çizmeksizin cebirle birleştirip düzlem geometri yapılabileceğini, hız ve zaman süreklilik kavramları koordinatlarını "ivmeyi=hızlanmayı" tanımlamasına imkan veren çözümler buldu. (Kartezyanizmin üç elemanları)

Ancak her çağın en büyük matematikçisi, aynı zamanda fizikçisi olan Gauss, öğrencisi Reimann ve izdaşı Lobatçevski, daha sonra Wundt, Hilbert, uzayın düz olmadığını, astronomik bir üçgende iç açıların toplamının 180°'den büyük ve küçük olduğunu sırayla gösterdiler.

Reimann modeli uzay bir küre yüzeyidir (Pozitif jeodezi). Gauss uzayı semer biçimi bir jeodeziyle negatif eğrilik gösterir. Bir çapı yoktur ama eğrilik gösterir. Gauss'un açtığı bu uzaylar çığırı matematik genişleme ve derinleşmenin sonucuydu. Uzay hakkında artık sezgiye değil; saf matematiksel denklemlere inanan uzaylara dayanılıyordu.

Uzayın kendisi relativ=göreceli olduğundan söz konusu uzaylar göz önünde canlandırılamaz ancak denklemlerle tasarlanabilir. Örneğin biz "Semer küre" derken "iki boyutlu" anlatıyoruz. Ama (Gerçekte var olan) üçüncü boyutla anlatamayız. Descartes'in SAYI (Cebir) - ŞEKİL (Geometri) ilişkisi birbirinden koptuğundan dönüştürülemez. (*)



(*) Fakat Öklid, Descartes sezginleri de şaşmıştı. Örneğin bir küre yüzeyi bize üç boyutlu gibi görünür. Ama onu düzelttiğimizde iki boyutlu olarak anlarız. İşte bunun gibi aslında dört boyutlu olan uzayı üç boyutlu görüyor, gözlemle de anlaşılamayacak biçimde sezgi ile uzayı düz sanıyorduk. Bu nedenle Arşimed, Descartes, Galile, Leibniz ve Newton, Öklid'e karşı çıkmayı düşünmemişlerdi.

Dolayısıyla soyut uzaylar Öklid'inki gibi düz esnek değil; esnek, elastiki, kâh çukurlu kâh yüksekli bir indi-çıktı yapıya sahiptir. İşte böyle distorsiyon bozukluğu olan uzaya geodezik yüzey demekteyiz. Bu yüzeyde dağlar ve deniz çukurları olduğu halde aslında yükseklik, derinlik yoktur; onlar da iki boyutlunun tepeleri ve çukurlarıdır.

İşte evren de böyle iki boyutludur. Öklid'in sandığı gibi en, boy ve yükseklikten oluşmamış; sadece en ve boyla dokunmuş bir alandır.

Evren eğridir ve eğrilik çapı o kadar büyüktür ki sezgimiz onu bize düz gösterir.



ŞEKİL - 14 ve 15

mirac_2_sekil_14_15

Öklid/De Sitter uzayı: İki nokta arasında en kısa yol doğru parçasıdır. Bir üçgenin iç açıları toplamı 180°'dir. Bir doğruya dışındaki noktadan bir tek paralel çizilebilir. Sonsuzdur, yola çıktığımız noktaya hiç dönemeyiz. De Sitter uzayı ise "maddesiz"dir.

Lobatchevsky uzayı: Öklid'in paralelinden sonsuz tane çizilebilen Lobatchevsky uzayında iki nokta arasındaki en kısa yol negatif bir eğridir ve buradaki üçgenin iç-açıları toplamı 180°'den küçüktür. Sonsuzdur, yola çıktığımız noktaya hiç dönemeyiz.

ŞEKİL - 16

mirac_2_sekil_16

REİMANN UZAYI

Bir üçgenin iç açılarının toplamı 180°'den büyüktür. Örneğin şekildeki jeodezik üçgenin icatları toplamı 270°'dir. Küre yüzeyinde sürekli paraleller çizilemez, iki nokta arasındaki en kısa yol ise bir paralel çizilemez, iki nokta arasındaki en kısa yol ise bir yay parçasıdır. Ya da çıktığımız noktaya geri dönebiliriz. (Sonlu bir sonsuzdur.) Maddi evrenimiz bu biçimdedir. Daha çok boyutlu olarak (5 boyutlu) uzay modeli ise HİLBERT uzayıdır.

KESİM : 30

RELATİVİTE GELİYOR!

MODERN FİZİĞİN ÇIKIŞ UCU

Modern Fiziğin kurucusu Galile ise eylemsizlik ilkesini tanımlamıştır. Eylemsizlik kısaca şudur:

"Bir cismi uzayda kendi haline bırakırsanız ya durur ya da (Düzgün doğrusal bir rotada en küçük uzay aralığını aşmak üzere) ilerler."

Fizik'te ikinci üstad ise Newton'dur. Galile kütlesinin "Kendini harekete geçiren kuvvetlere direncini" yani "KUVVET" kavramını ortaya koyarak, bunu Kartezyanizm ile (Hızın da hızı olan) ivmeye uyarlanıp, hız-zaman "Süreklilik=Continuum" fenomenini çözümledi. Böylece kuvvet ve evrensel çekim ilk kez belirlenmiş oluyordu:

"Kütle, bir cismin kendini harekete zorlayan kuvvetlere geri tepmesi (olan) ağırlığıdır. Kuvvet ise gravitation denen çekimin ta kendisidir!"

Newton, "Principia" isimli eserinde evrenin bu genel çekim etkisinde olduğunu bulmuş, hareketleri de "Mutlak=Absolü" ve "Göreceli=Relativ" olarak ikiye ayrılmıştır. Newton, "Mutlak dayanacak sabit bir nokta" bulamadığından "Kendi gözlemlerine" dayanmak zorunda kalmış, ilk kez Relativite ilkesinin isim babası olmuştur. Bu ilkeye düzgün doğrusal hareket eden bir cismin hareket hâlinde olduğunu gösteren bir deney yapılamamaktadır.

Locke, Newton'un relativitesini ele alarak, bir dayanak noktası olmaksızın "Kimin hareket ettiğinin tespit edilemeyeceğini" gösterdi. Locke örnek olarak, bir gemi içindeki bir insanın (sarsılmadığı sürece) hareketi algılamayacağını ileri sürdü. Gemideki insan, sadece denize bakarak gidip-gitmediğini anlayamaz. Bir gemi içindeysek ve bize bitişik bir gemi daha varsa, gemilerden biri hareket ettiğinde, içinde bulunduğumuz geminin mi, yoksa öteki geminin mi hareket ettiğini hemen anlayamayız. Kimin hareket ettiğini anlamak için "SABİT" iskeleye bakarız. İskeleden uzaklaşmıyorsak öteki gemi hareket etmiştir. Eğer iskele bizden uzaklaşıyorsa hareket eden bizim gemimizdir.

Locke de örneğinde bir gemideki yolcunun denizde hareket edip etmeyeceğini anlamak için "Sabit bir referans (Gözlem dayanağı, başvurusu sistemi) olarak bir "Ada"yı gözlemler. Ne var ki bu "Ada" aslında, dünya çevresinde saniyede 1670 km hızla hareket etmektedir. Dünya ise saatte 180 bin km hızla güneş çevresinde hareket eder. Güneş de saatte 160 bin km hızla galaksi içinde hareket etmektedir. Galaksimiz ise saniyede 300 km hızla evrende yol almaktadır.

Görüldüğü gibi, dinamik evrende herşey birbirine göre rotasyon, projeksiyon, nütasyon yapar. Dolayısıyla biz asla "Mutlak=Absolü" değişmez bir referans bulamayız. Bunun yerine kendimizi sabit referans olarak sayarız. O zaman da uzay bize düz gelir. Herkese göre aynı akan EŞ bir ZAMAN düşünürüz.

KESİM : 31

EİNSTEİN OLAYI

BÜYÜK UZLAŞIMCI

Newton'un kuvvet kavramı, (O zamanki inanç olan mekanik) Esîr ortamında yayılmalıydı! Amerikalı Michelson ve Morley ikilisi "Esîr"i ararken dayanılacak bir referans noktası buldular: Bu da hiçbir zaman değişmeyen ışığın hızıydı. Yani değişen evrende değişmeyen tek şeyin ışık hızı olduğu anlaşımıştı.

Işık hızının bu değişmezliği bulununca, Einstein ortaya çıktı: Relativite ismini Newton'dan, düşünsel (İdealize) deneylemelerini ise Galile, Newton ve Locke'den aldı. Böylece özel relativite taslağı hazırladı.

Daha sonra (Yalnızca düzgün ivmeli doğrusal hareketli değil) bütün hareketleri kapsayan "Genel relativite teoremini" oluşturmaya koyuldu. Sınıf arkadaşı Grossmann bu konuda kendisine Gauss matematik uzayını öğretti. Dolayısıyla Einstein, eğri uzayını "Reimann modeli"nden almış oldu. Einsten'in lisedeki matematik öğretmeni Hermann Minkowski de ona "Hayali bir zaman boyutundan" söz ettiği için, dördüncü boyut "zamanı" da öğretmeninin √-1 (karekök içinde -1) sayısından aldı.

Bununla kalmayarak, Fitzgerald ve Lorenz dönüşüm formüllerini de dağarcığına kattı.

İşte relativite bu alıntıların tümüdür. Buna rağmen Einstein büyük bir uzlaşımcı, büyük teorisyen ve büyük kuantumcu ve genelleme uzmanıdır. Ne var ki Kozirev, Einstein'ı art niyetli olarak tanımlamaktadır: Çünkü Kozirev'e göre Einstein, hiçbir şeyin ışıktan hızlı gidemeyeceğini söyleyerek, relativiteyi sadece maddî fizik ile kısıtlanmıştır. Yani Einstein'a göre sadece madde ve enerji ikilisi vardır; madde ötesi yoktur.

Maddendin ışık hızıyla gidemeyeceği doğrudur ama yalnızca ışık hızıyla! Yani bu hızın altında ve daha üstünde bir hızla gidebilir.

Feinberg göstermiştir ki, ışık hızına hiç değmeden bir kütle ışık hızı ötesine sıçrayabilmektedir. Bu nedenle Kozirev, Einstein'ın insanların manevi alemle ilişkisini kesmek istediği doğrultusunda artniyet taşıdığında ısrar eder.

Einstein'a karşı çıkan gruptan birçok bilimci, fiziko-matematik yollar ile ışık hızının aşılabileceğini hep kanıtlamışlardır.

İLERİ BİGİLER - 32 (32a)

IŞIK HIZI AŞILIR MI?

Okuyucu burada şuna dikkat etmelidir: Einstein'in muhteşem başarısı iki yöndedir: Biri Kuantum teoremi; diğeri Relativite teoremidir.

Einstein, Kuantum teoremiyle (tam tersine) determinizmin yanında yer almıştır; kesinsizlik ve istatistike (Evrenin kör rastlantılar sonucu ortaya çıktığına) karşıdır. "Gizli değişkenler" ve "Büyük Birleşik Alanlar teoremi", gerçekten MADDECİ FİZİĞİN karşısındadır.

Fakat Relativite formüllerinde ise, tamamen MADDECİLERİN yanında yer almıştır. Einstein'ın içindeki bu çelişkiyi onun biyografisinde bu satırlarda görüyoruz:



"Einstein paranoya derecesinde Alman düşmanı ve Alman fizik tekeline karşı pasifist ve sosyalist idi.

Bu, yahudi katliamının [?] söz konusu olmadığı ve Enstein'ın Almanlarca çok sevildiği dönemde kaleme alınmıştı. Kozirev ise Einstein'ı doğrudan karşısına alarak şunları yazmıştır:

"Einstein, Almanların bütün bilimi ve fiziği tek başına temsil etmelerine çok içerliyordu. Bir yahudi fiziği kurmak ve bunu maddeleştirmek için bağlı olduğu ırkçı kuruluşların direktifiyle bilgi yanıltmaya çalışıyordu. Örneğin, uzayın saf vakum (boşluk) olduğunu, sırf Esîr'e yer vermemek için zoraki belirtmişti. Oysa din duyguları çok yüksek bir museviydi. Esîr'e inanıyordu. Taktiğe göre, yalnızca MADDE vardı; uzay HİÇ BİR ŞEYDİ. Fakat, uzayın tıka basa enerji alanlarıyla ve elektromagnetik dalgalardan oluştuğu anlaşılınca; bu yahudi abidesi ve efsanesi çökmesin diye, yine yahudi fizikçi ve çetenin öteki üyelerinden 'Velikowski' devreye girdi ve sözde 'Einstein'ı yalanladı: Uzayın vakum (boşluk) değil, enerjetik alanlardan oluştuğunu, yeni bir buluşmuş gibi sunarak, güya bir rekabet yarattı. İki taraf da yahudiyse başarı yine yahudinindir. Tıpkı demokrasilerdeki iktidar ya da muhalefet adayı parti başkanlarının ikisinin de kendilerinden seçmek üzere ve hangisi seçimle iş başına gelirse, yine kazananın yahudi politikacı olması için uygulanan klasik çift alternatif taktiğidir bu...

Einstein, uzayın genişlediğini bizzat bulmuş, fakat bu ölü (statik) uzayın canlanmasından ideolojisi nâmına ürkmüştü. Gerçekten de durağan evren yerine dinamik bir evren, baş-son veya yaradılış-kıyamet DİNLERE yönelik postulatlardı. Bu, maddî dünya yatırımını tekzip etmekti; materyalizmi kendi ırkları dışında her millete yayma politikaları ve protokolleri sarsılacaktı. Einstein, aldığı talimat üzerine, bir kozmolojik sabit uydurup formüllerine ekledi ve uzayı durdurmaya kalkıştı. Fakat yakın arkadaşım Friedmann (Friedmann ve Kozirev, her ikisi de Rusya'da doğmuş Almanlardır), onun foyasını ortaya çıkardı ve uzayın genişlediğini bildirince Einstein "hata yaptığını" kabul ederek, özür diledi. Evren genişliyordu. Öyle ki uzak galaksiler ışıktan da hızlı olarak bizden kaçıyordu. Aynı kozmolojik sabiti, çömezleri "Hiçbir şey ışıktan hızlı olamaz" diye galaksi hızlarında da kullanıyorlar halen...

Einstein, E=mc² formülünü nasıl sadece madde-enerji eşdeğerliliği üzerine kurarak, vakumdaki enerji alanlarının da bir kütlesi olduğunu ve bunların da formüle eklenmesini es geçmişse, birçok şeyi maksatlı yarım bırakmıştır. Zamanın ve çekimin tensorunu ölçümleme güçlüklerini bildiğinden, kurnazlığa kalkmıştı. O tekzip edilene kadar "Efsane" olacaktı, bunu çok iyi biliyordu.

Esîr'e mutlaka inanıyordu. Fakat ideolojisi uyarınca Esîr inancını saklaması gerekiyordu. Esîr'e zoraki karşı çıkışını "Michelson-Morley" deneyini bahane ederek başlatmıştı. Amerikalı ikilinin ışığın hızını bir masada aynalarla ölçmeleri, ışık hızının bulunması için harikaydı ama, Esîr adına tam bir skandal idi. Çünkü ışık gibi süper bir hız, bir deney masasında değil; uzaya çıkıp uzayda dağılmayan bir ışık huzmesiyle çok geniş en azından 186 bin millik bir mesafe içinde ölçümlenmelidir. O zaman iki ışık demeti arasındaki FAZ farkının interferensi olup olmadığı anlaşılır. Einstein hep, denenmeyecek ya da denenmesi ileri yüzyıl teknikleri gerektirenleri ortaya atar ve namının yürümesi için zaman kazanır. Bir başka kurnazlığı da, mevcutları uzaklaştırıp bünyesinde toplaması hatta hırsızlığıdır.

Einstein bu kez de Fitzgerald ve Lorenz dönüşüm formüllerini Relativite için istismar ederek, kendine mâl etmeye kalkıştı. Nasıl ki Gauss ve Reimann'ın matematik uzayını, Minkowski'nin zaman boyutunu çalıp birleştirip, uzay-zamanını ileri sürdüyse, bu kez de Lorenz'in omuzlarına basmaya çalıştı... Başaramayınca da evreni kısıtladı. Işık hızıyla giden bir cetvelin boyunu sıfırladı, zamanı ebediyen durdurdu, kütlesini sonsuzlaştırdı ve denklemlerinin sonucu hep sonsuz çıktığı için, matematik tekilliğin çözümsüzlüğüne bıraktı.

Oysa, bu sonsuzun çözümsüzlüğünün üçü de aşılabilir. Yakın bir gün "Yeni dünyanın fizikçilerine madde-enerji arasında tutsaklık kampından kurtulmaları için aklî özgürlükler diliyorum..."

Einstein'a geldiğimizde, bir takım çevrelerin onu ırkından dolayı tabulaştırmalarına karşıyım. Çünkü bilim binlerce kuşağın sürgit ve alın teridir. Bilim isimsiz kahramanlarıyla da güzeldir. Bilim "Aria fiziği" ya da "Yahudi fiziği" diye lanse edilmekten de beridir. Bilim hiçbir üniversite aristokrasisinin, beynelmilel sermaye çevrelerinin ya da en masum kemikleşmiş kafaların malı değildir. Bilime politikanın iğrençliğini sokmak, maddeyi yüceltmek fakat enerjiyi küçültmek bir çözüm değildir. Bilimi, çıkarcı ve tekelci bir ırkın, tıpkı tahrif edilen Tevrat gibi tahrif edilmesinden korumak için, aramızda bu uğurda akademik kariyerlerini terk ederek, aramıza girmiş ve totemleşmek istemeyen gerçekten idealist kişileri barındırmak ve onlarla koordine olmaktan başka çıkar yok!.. Bu kişiler için Relativity teoremi de zincirin sonuncu halkası değildir; evrenin de bilimin de sınırları olmadığı için, bu zincir de sürüp gidecektir.(Nitekim saniye başına bir buluş veren çağımızda, teorik fiziğin, relativity gibi bu yüzyılın başındaki bir görüşe tıkanıp kalması, insanlık adına üzüntü vericidir. Nasıl ki Newton-Einstein arasında 230 yıl beklemeyle geçmişse, Einstein'dan bu yana da 75-80 yıl geçmiş ve Relativity üzerine bir arpa boyu bile yol alamamışız!..)"

Kozirev'in yazdıklarını sadece "Einstein"ın yanlışları olup olmayacağına ilişkin bir tartışma açmak için yazmaktan kendimi alıkoyamadım sevgideğer okurlarım...

Gerçekten de Feinberg, Geinberg, Bilaniuk, ışıktan hızlı gidilmesinin madde için bile mümkün olduğunu matematikle gösterdiler. Geinberg ve Bilaniuk takyonlara başvurdu ve işin MADDE yanını ele aldı. Feinberg ise Enerji yanını ele alarak, enerjinin bir durumdan diğerine sıçrayabileceğini göstermiş, ispatlamıştır.

KESİM : 32

GENEL RELATİVİTE

GEOMETRİK ÇEKİM

Şimdiye kadar sunduklarımızdan anlaşılacağı üzere uzay eğridir. Işık da bu eğri yolu izler. Uzayın genişlemesi ve (Çekim şoku olan) karadelikler gibi özel çözümler, üç boyutlu uzay ve dördüncü boyut zamanın bileşiminden oluşan uzay-zaman birliği altındaki çekim, geometrik bir özellik olarak ortaya çıkar ve evrenin yapısını çarpıtıp, ışığın yoğunluğunu eriterek ışığın ulaşımını geciktirir.

Hareket denen şey, hem uzay hem zamanda alınan bir yol, bir mesafe kat ediştir. Eylemsizlik kütlesini barındıran her şey cisimdir ve kendine eşdeğer çekim uygulanır. Kendini hareket ettiren kuvvetlere kütlesiyle direnir. İşte kısaca genel relativite budur.

Cisimler uzayda ağırlıksız olsalar bile kütlesiz olmadıklarından hızlanmayıp kendilerini harekete zorlayan kuvvetlere kütleleriyle direnirler. "Kütle" bir cismin hızlandırılmasının kolaylığıyla ilgilidir: Hareket ettirici (Kinetik) güç, hareket eden cismin hız ve kütlesine bağlı bir enerji miktarı ile katılır. İttiğimiz cisme katılan bu enerji artışı hem hızda hem de kütlede büyümeye neden olur, cisim daha hızlanır ve kütlesi büyür.

Düşük ve olağan hızlarda kütle artışı gözlenemeyecek kadar küçüktür. Bu bakımdan klasik anlayışla bir cismi ittiğimizde, onun hızının arttığını, kütlesinin sabit kaldığını sanıyorduk. Oysa relativite teoremi bize, "Hızı arttıkça kütlesi büyüyen bir cisme, bu kez daha büyük bir atalet kütlesinin engel olmasıyla daha çok itici kuvvet gerektiğini" söylüyor. Hız ile kütle arasındaki bu geri tepme bağlantısı nedeniyle, hızın artması, ona engel olan kütleyi de arttırır. Işık hızı eşiğinde (Işık hızına erişmeye ramak kala) itme gücümüz hızdan çok kütleyi büyütmeye başlar. Artık, itme gücü, hızlandırmaya değil; kütlenin artmasına etkili olur. Kütle böyle büyüdükçe, o cismi itmemiz için gereken enerji ihtiyacı ve açığı da büyür. Bu kez, o büyük enerji de kütleye katılır.

Tam ışık hızında artık hız artmaz, böylece ışık hızı sabit kalmış olur.

İzleyen formülden anlaşılacağı üzere, bir cismin hızı ışık hızı ile eşitlenirse kütlesi sonsuzlaşır. Bu demektir ki madde ışık hızıyla gidemez, ışık hızıyla gitmek enerjinin hakkı ve harcıdır.

Dolayısıyla bir cismi hızlandırdığımızda onun kütlesinin ne kadar arttığını formülden değerlendirebiliyoruz:

Hareketsiz durumda 1 kg gelen bir cisim (m0) eğer saniyede otuz bin km (ışık hızının onda-biri) bir hızla giderse bu bir kiloluk okka 1005 gram olur. Aynı okka ışık hızının yarısı hızla giderse 1150 gram olur. Işık hızının % 99'u hızla giden bu okka 2290 gram'a yükselir. Eğer ışık hızının % 99,9 hızıyla gidiyorsa 1 kg SONSUZ kilogram'a büyür. Sonsuz kg derken, örneğin evrenin bütün ağırlığını söylemek isteriz. Bu "Kütle sonsuzlaşması" kitabımızın "Karadelik" bölümlerinde ayrıntılanacaktır.

Bu arada Einstein'ın ışık hızı yasağının aslında var olmadığını belirtmek isterim:

Kütlenin artması formülü şudur:



ŞEKİL - 17

mirac_2_sekil_17

m0 = Hareket öncesi cismin kütlesi
m = Hareket bitimi cismin kütlesi
V = Cismin hızı
C = Işık hızı

Formülden görüldüğü üzere, madde asla ışık hızında gidemez, çünkü kütlesi sonsuz büyür ve bu büyüyen kütle de hareket etmeye direnir ve madde, kendini enerjiye çevirir. Enerji ise özkütlesi sıfır olduğundan, zaten ışık hızıyla giden bir araçtır. Maddenin ışık hızıyla gidemeyeceği doğrudur ama maddenin ışık hızına ulaşmadan ışık hızını aşabileceğini de Feinberg göstermiştir. Böylece sonucun sonsuz değil "Belirsiz" olduğu anlaşılmaktadır. Oysa Einstein bizi kısıtlamış, maddeyi, asla ışık hızına erişemez göstererek "Öteki manevi alemle" ilgimizi kesmek üzere maddî fiziğe yönelmiştir.

KESİM : 33

RELATİVİTY ARDINDAKİ EVREN

HANGİ KÜTLE?

Konuya (Klişesini sunduğumuz) denklemin "Sonucu sonsuz" çıkan dolayısıyla bize ışık hızı yasağı koyan Einstein formülünden girmiştik. Bu formülle hareketsizlik (Mutlak soğuk) ile (hareketin sonu olan) ışık hızı (0 ilâ 300 000 km/sn) arasında sınırlanmış maddî bir evren "Gerçeğimiz" sayılmıştır. "Sıfır hız-ışık hızı" ile şartlandığımızdan bu hız dışında kalan, engin ve sonsuz iklimleri ise "Tekillik" veya anlamsız diye reddediyoruz. Çünkü tekillik demek, tek boyut, imajiner (Hayalî, kompleks) Anomali (Anlam verilemeyen, karmaşık) sayılar demektir. (*)

(*) Uydurma [?] Türkçe'de buna imgesel sayı diye de rastlayabilirsiniz. Bu kadar çok ismi olan sayıya aslında "Soyut=Mücerret sayı" ya da düşsel sayı demek en doğrusu olacaktır.

İşte tekillik denen bölge, sıfırdan küçük soyut sayıların sonsuz matematiğidir: Bir şeyin matematik anlatımı varsa bunu geometrik boyutlara geçirebilir, bundan da fizik dinamizm ile söz edebilirsiniz.

Soyut bir sayı, "Soyut boyutlar" ve "Soyut kütle" demektir. Dolayısıyla soyut (Yani nedenselliği ters-yüz edilmiş) ilkeleri, eksili denklemleri ve negatif fizik yasaları olan bir kavramdır. Elbette bu yapının da bir uzayı yani mücerret (Esîrî) evreni vardır.

Tekillik, madem ki soyut sayıların başladığı, reel (gerçek) sayıların da bittiği yer olup limiti ışık hızı diye belirlenmiştir; madem ki Feinberg bizim, ışık hızına hiç değmeden, ışık hızının berisinden ötesine dolaysız sıçrayabileceğimizi ispatlamıştır, o halde Einstein formülünü bir kez daha ışıktan hızlı olarak yazabiliriz: V = Aracın hızı, saniyede 1 600 000 km ve bizim de ağırlığımız 70 kg olsun. Işık hızını kat kat aşacağımız için, bedenimizi tamamen enerjiye çevirmeden, birden ışık hızının eşiğinden ışık hızının katları olan bölgeye sıçrarız!

Bu demektir ki, örneğin 70 kg ışık hızına ulaşırsak ağırlığımız sonsuz olur ve gerçekten bu duvar (ya da ip) üzerinde sıkışır kalır, yani enerji oluruz. (Enerji de madde gibi Kuant denen boyutsuz noktasal yapıdan oluşur.)

Ama bu ışık hızının "kıldan ince" ipine cambaz olarak çıkmak zorunda değilsek, Feinberg uzayı sıçramasıyla öte yandaki ağırlığımız sıfırdan da küçük (-70 kg) ağırlığa ulaşacaktır. İşte bu, takyonların yani esîrin, yani soyut kütlenin ispatıdır. Çünkü kök içindeki eksi bir (-1) 'den çıkan sayı iki (2) olmuş; sonuç, kök içinde eksi bir (√-1) kalmıştır. Bu sayı ise ZAMAN BOYUTU'nun bizzat Einstein'ca benimsenmiş soyut değeridir. Böylece bir soyut sayıyı, SOYUT VE TEKİLLİK ÖTESİ olmasına rağmen, Einstein niçin kabullenmiş, kullanmıştır? Bilindiği gibi relativitenin dördüncü boyutu olan zaman, kök içinde eksi bir (√-1) 'dir. Üstelik gizli değişkenler de Einstein'ın önermelerinden biridir ve %50 gibi bir Soyut ANOMALİ ile tanımlanmaktadır. Einstein bu soyut sayıları TEKİL olduğu halde eleman olarak kullanıyor, fakat sonuçta benimsemiyor, yani ışık hızı ötesini durduruyor!.. (*)



(*) Feinberg-Geinberg bu ışık hızı yasağını aşmışlardır. Fakat resmî(!) bilim bunu hiç mi hiç yorumlamak istememiş, belirsizliğe terk etmiştir. Öğretimizin görevi unutturulanın, örtülenin, akla gelmeyenin, yorumlanamayanın, cesaret edilemeyenin üzerine gitmek, KUR'AN tefsirine yönelik pozitivist sonuçların da altını çizmektir. Bir kısım okurlarımın şahsımı "Mekanik" bulmalarını önlemek üzere, ÖZELLİKLE mekanizm ile vitalizmi başabaş sunmayı ilke edindim. Yine okuyucunun isteklerinden biri de, ARZ bölümünü, yeniden ve Kur'an'ı KENDİ ŞİFRESİ ve ifadeleriyle tefsir etmem istendiği için Arz'dan Arş'a Mi'rac 4 cilt halinde bir bant olarak hazırlandı. Sunduğumuz bu ikinci cilt ardından paralel evrenler ve kuantum teoremleri soyut kütle, Süper uzay ele alınacaktır. Son cilt ise buradan Arş'a türlü evren katlarını işleyecektir.

KESİM : 34

HANGİ BOYUT?

HANGİ UZUNLUK?

Lorenz formüllerine göre, bir cisim, hareketi yönünde (Esîrde) kısalmaktadır. Kısalmanın miktarı cismin hızının ışık hızına yakınlığı oranında artmaktadır. Bunu Fitzgerald-Lorenz, Einstein'dan önce (1893) fark etmişlerdir. Bir cismin giderken, durduğundan daha kısa geldiğini ispatlamaktadır. Örneğin saatte 30 bin km ile giden Apollo serisi bir roketin boyu % 3 x 10^19 oranında (Hareket doğrultusunda) kısalmaktadır.

Işık hızına ulaştığımızda ise boyu "Kuant" denen boyutsuz küçük noktacıklara eşit olur.




Yüklə 0,9 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin